Kıpır Kıpır Kekler ve Evimin Gölgesi
Joseph Delaney’e yarattığı dünya için minnet duyuyorum. Gördüğüm en güzel kâbuslardan birinin mimarıdır kendisi. Kitabın başında Delaney’den bahsedilen satırlarda şöyle bir parça var:
“İnanın ya da inanmayın, Hayaletin Çırağı’ndaki perili ev gerçek bir hikâyeye dayanıyor! Joseph (Delaney) çocukken Preston’da, buna benzer bir evde yaşardı ve sürekli aynı kâbusu görürdü: Annesi örgü örer, o da halının üstünde otururdu. Sonra birden hava soğurdu ve gölgeye benzer bir şeyler kilerden çıkıp onu karanlığa doğru götürürdü. Daha ürkütücüsü ise… kardeşleri de aynı kâbusu görüyordu!”
Etkilenmemek elde değil. Sonuçta ortak bilinçte gelişen ve tekrar eden kâbuslar, çocukluk üstünde büyük etkiler bırakır. Benim kâbusum gençliğim üstünde büyük etki bırakmadı, ama çok heyecanlandım, mutlu uyandım, unutmayayım diye de şu notları aldım:
Gri gökyüzüne çürük tahtalar yükselmiş. Hayır, burası hiç sahibi olmadığımız eski evimiz! Çürük tahtalar bana doğru geliyor. Eve dönmem lazım, annem bekliyor. Üstüme çirkin kanca burunlar yağıyor. Birisini uzunca bir ipe bağlayıp eve fırlatıyorum. Burun pencerenin pervazına kilitleniyor, evi kendime çekiyorum. Gelmiyor. Evim bana gelmiyor, ben evime gidemiyorum. Evin kopup ayrıldığı çukura bakıyorum, boyum kadar derin. Beyaz masa örtüsü üstünde kan kırmızısı kekler. Kekler kıpır kıpır. Masanın kenarında dip dibe iki sandalye, birinde annem oturuyor. Öbürü boş. Dökük dişleriyle bana gülümseyip beni sofraya davet ediyor. Kekler kıpır kıpır, evin gölgesinde beş çayı ve kekler. Annemin dişleri dökük.
Çukura inerken uyanıyorum. Keklerin hammaddesini biliyorum, bunu daha önce görmüştüm. Evet, Joseph Delaney göstermişti bunu bana. Çukura gömülü cadıları da o anlatmıştı. Ev neden uçuyor, onu bir türlü çözemedim. Belki gelecek kitaplarda Hayalet’in evi uçuveriyordur, kim bilir?
Böyle kâbuslar görmek için her gün Wardstone evreninde dolaşabilirim.
Samimi anlatımı, kurduğu minimal dünyası ve güçlü karakterleriyle; ağır kitapların arasından nefes aldıracak bir boşluk bu seri. Bir Hayalet’in çırağı olup kötülükle savaşmayı hangimiz istemeyiz? Bir çiftliği yönetmek, demirci ya da kasap olmak çok daha güvenli ve huzurlu değil midir? Yedinci oğlun yedinci oğlu iseniz, seçme şansınız yoktur.
Thomas Ward, seçme şansı olmayan kahramanlar arasında (ki kahramanın yolculuğu formatında kaleme alınmış o dev metinleri hızlıca bir gözünüzün önünden geçirin) belki de en şanslısı. Çok sevdiği evini, ailesini geride bırakıp Hayalet’in peşine düşmek zorunda. Zamanı gelince dünyanın yeni bir Hayalet’e ihtiyacı olacak. Hayalet’in eskittiklerinden biri olmak bile bir şanstır.
Neden?
Her zaman bir eviniz olacağını zannederek ayrıldığınız yuvanızda, bazı vaatlerin sadece sözde kaldığını görmek için mi? Hiçbir şeyi yerinde bulamama, birlikte büyüdüklerinizle bir olamama duygusu için mi? Bazı insanların böyle yaşaması gerekir. Hayat kişiyi oraya sürükler. Bıraktığınız yeri akıllardan çıkarmak, şanslı ve özgür olmak anlamına gelir. Kötülüğe dersini verenler derneğine başkan adayı olmuşsanız, kötülüğün bir parçası da sizinle birlikte gezer.
Özgürleşmemek, kötülüğü dünyanızın kalbine götürmek demektir. Bunu istemezsiniz. Eve döndüğünüzde, masanızda kıpır kıpır kekler bulmak istemezsiniz. Kimse istemez. Üzücü oluyor, ben buldum, biliyorum.
Özgürleşirsiniz. Şanslısınızdır. Keklerinizse sadece çikolatalı veya üzümlüdür.
Bu seriyi bir gün okuyacağım. Söz. Ama ne zaman okurum, orası biraz muamma işte
Bilmem kaç yıl önce okuduğum çok güzel bir seri. Okuduğum dönemde hayaletlerden de epey tırsardım, yalan yok… Zaten ufacık bıdıcık bir şeydim okuduğum yıllarda, tamam gülmeyin, devam edemeyeceğim daha fazla… Ve spoiler olur mu bilmiyorum ama, sonuyla beni hüsrana uğratan bir seri kesinlikle