in ,

Arcturus’a Yolculuk: Ah, O Müthiş Düş Makinesi Yok mu?

Arcturus’a Yolculuk, hikâyeciliğin ve hikâyelerle mest olmuş/olan insanoğlunun zihninin ayartıcı ve aldatıcı yönünü göstermek için onun silahlarını ona karşı kullanıyor.

arcturus a yolculuk ust
- Reklam -
- Reklam -

Eldeki bulguları yorumlayıp görece tutarlı ve ikna edici tahminler yürütmeye meyilli zihinlere sahibiz. Bu yetimizle, birbiriyle alakasız nesne ve olguları ilişkilendirerek fikir ve icatlar çıkarıyoruz. Yaşamımız, bu sistemin süzgecinden geçiyor. Şimdiyi yaşarken geçmişe ve geleceğe uzanan hikâyeler üretip, tekrar ve tekrar kurguluyoruz hayatlarımızı. Bu yeteneği sebebiyle beynimiz, varoluşumuzu sürdürmede hem dostumuz, hem de düşmanımız. Dost, çünkü sayesinde hayat anlamlı bir bütünlük oluşturuyor. Düşman, çünkü oluşturduğu bütünlük öz doğasını bilmediğimiz dünyanın yorumlanmasından ibaret.

Varlığımızı fiziken ve zihnen sürdürebilmemiz adına, gerçeğin olası sürümleri üretilip bilincimize servis ediliyor. Hayatımızı cennete de cehenneme de çevirecek kararların, dogmaların, fikirlerin, inançların, felsefelerin ve daha nice somut veya soyut icadın kökenini buralara kadar dayandırabiliriz. Etrafımızdaki evren, gözlemlenip algılanırken bize öncesinden öğretilen ya da başka disiplinler aracılığı ile keşfettiğimiz cevaplara uyan sorular yığınına dönüşüyor. Olumluya (hazza) yönelip olumsuzdan (acıdan) kaçınan bilinçdışı mekanizmamızda, son elemeyi bilincimize bırakmıyor hemen. Kendi çıkarımlarımızı olumlu ve olumsuz olarak iki kategoriye ayırıp kümeliyor öncelikle. Olumsuzlar otomatikman elenirken, geriye kalan olumlu içerikleri nihai cevaplar/sonuçlar olarak servis ediyor bilince. Cevapları bilinen sorulardan daha huzur vericisi yokken bilinmezliğin içinde kaybolmayı sürdürmek niyedir ki hem? (!)

Bu iki aşamalı kendi kendini hoşnut etme çarkında, ömür sonlanmadan, varoluşsal kıvılcımla başlayan arayışlar, yeterli gelen cevaplarla sonlanır. Mutlak gerçeğin olası ihtimallerinden birini seçip ona uymaya ve dünyamızı ona uydurmaya gayret göstererek ömür geçip gider.

- Reklam -

Bu kapsayıcı savı canlı bir varlık gibi kelimelerinde yaşatmakta Arcturus’a Yolculuk. Konu edindiğine dönüşme tehlikesini göze alarak, ana fikrini farklı çaprazlama ve tersyüz (bazen kendi savlarını bile) etmelerle tekrar ve tekrar yinelemekten kaçınmamakta.

Pek Çok Hikâyeye Temas Eden Tek Bir Hikâye

İnsanoğlunun varoluşu anlamlandırma çabasında, asıl yoldan saparak sonsuz döngülerin tuzağına nasıl düştüğünü açıklama niyetindeyken çözümlemeye çalıştığı şeye dönüştüğü düşünülebilinir. İddialı gelebilecek aykırı duruşundan dolayı, bu yerinde bir şüphe. Yazar David Lindsay ise bu hataya düşmemek için bazı bazı okurun sabrını zorlayabilecek seçimlerde bulunmakta. Onun ve bizim kahramanımız olan sıradan insan Maskull‘un yolculuğu sonundaki cevap, o ana gelene dek ki yolculuğun tekrar gözden geçirilmesi için anahtar vazifesi görüyor (zorluyor bizi). Bir sorunun doğrudan cevabını vermek yerine, çözüme giderken ne gibi hatalar ile karşılaşılacağının ipuçlarını vermeye uğraşıyor.arcturus-a-yolculuk

Bu yönden bakınca, söylenenle yapılan örtüşüyor aslında. Okur için yer yer zorlu olsa da, söylenmek istenin söylenebilmesi için gerekenler yapılıyor. Arcturus’a Yolculuk, hikâyeciliğin ve hikâyelerle mest olmuş/olan insanoğlunun zihninin ayartıcı ve aldatıcı yönünü göstermek için onun silahlarını ona karşı kullanıyor.

Yapı ve ilerleyiş tanıdık; dil akıcı ve sade. Yalnız, alışılagelenin aksine hoşnutluk ve tatmin duygusu esirgenmekte bizden. Tüm ana hikâye ve alt hikâyeler, zaman mekân algısı olarak ileriye doğru akarken; düşünsel ve ahlaki anlamda geriye gidiş yaşanıyor. Olaylar düşünsel ve duygusal anlamda, yeryüzündeki bezmişlikten (dünya) cennetteymiş hissine (Tormance’taki ilk gün), oradan da bilinmezliğin hissettirdiği tekinsiz ve çaresizliğe devşiriliyor sırasıyla.

Mitsel anlatının, kahramanın omzu ardından bize bakıp seslenen tarzı, gene ders vermeye yarıyor. Ama bu sefer farklı bir ders: Hayatımızı sarıp sarmalayan mitselliğin ayartıcı doğasını ifşa. İfşanın düzgünce gerçekleştirilebilmesinde, sahne ve başrolde değişikliğe gidilmiş. İdeal kahramanın yerini, ona özenen sıradan insan Maskull alıyor. Bu sıradan insanın çıkacağı yolculuğun geçtiği Tormance dünyası, kendi evren bilimi ve varoluşuna mantıklı açıklamalar getirmeye çalışan Tormance sakinlerince; kendi dünyamızın tarihi-sosyo-felsefi özleri temelinde yansımasına dönüşüyor.

Nereye Yolun Düşerse Düşsün Evren Hep Gizemlidir

Tormance gezegeninin gerçeklik düzleminde, kâinatı yaratan gücün varlığının bilinmesi ve hatta bundan yararlanılması söz konusu. Doğrudan veya dolaylı olarak, tanrılar, peygamberler, kahramanlar ve büyücüler ile karşılaşılabilmesinin yüksek ihtimali; fantastiğin soyutu somut hale getirip, geçmişi şimdiye taşıma özelliğinin neticesiyle imkân buluyor.

Fantastik yanı sayesinde, dünya tarihimizin her noktasında yer almış ve almaya devam eden inanç, fikir ve felsefenin esas özlerinin Tormance dünyasının karakterleriyle beraber kucaklanabilme fırsatı yaratılıyor. Maskull (ve onun yolculuğuna tanıklık eden bizlerin) kavram ve olgular ile daha rahat temas etmesi sağlanıyor. Ardından onlara şüpheyle bakılmasını da elbet.

Teolojik bakış açısı sırasıyla tek tanrılı, çok tanrılı ve daha da gerisini kapsayacak temellere oturtulmuş vaziyette. Şeytan kavramının, dünyayı yaratımındaki rolünden bahseden mitlere kadar giden kökleri ve tanrının adı ve dünya ile olan ilişkisinin devamlı farklı yorumlanması; inanç tarihi ile azıcık ta olsa haşır neşir olmuşsanız, pekte yabancısı olmayacağınız konular (özellikle ikincisi için sadece yaşadığımız dünyaya bir bakış atmak bile yeterli).

Bizim dünyamıza kıyasla her yönüyle hayaller âlemi gibi duran Tormance’ın bilinçli varlıkları, içinde yaşadıkları rüya âlemini kendi iç dinamiklerinde yorumlayıp akılcılaştırıyorlar. Tormance – evren – bilimi diyebileceğim mantıki disiplinlerden yararlanarak, yaşadıkları evreni belli sebep-sonuç ilişkilerine oturtmaya gayret gösteriliyor devamlı. Tormance – evren – bilimiyle üretilen yeni duyu organlarının olması, nesne ve duyular üzerinden dünyayı algılama konusuna kafa patlatmaya yetecek kadar malzeme sunuyor. Fantastik ile bilimkurgu arasındaki ilişkinin bu örneğiyle duyu organlarını aşıp, yazılı ve sözlü olanın iletişim nesnesi olarak ki varlıklarını hatırlatmakla kalınmıyor hatta. Şu zamanlarda, akıllı telefon ve internetle olan bağlarımızdan dolayı bizlerin durumunu da düşündürttü beni.

Şahsi çıkarımlara ek olarak, Maskull’un yolculuğu esnasındaki duraklarındaki her bedensel değişim, günümüz video oyunlarındaki seviye atlama mekanizmasını akla getirdi. Tabii güçlenme manasında değil; o bölümü geçmek için üzerinde özel modifikasyonlar yapılmış gibisinden bir değişim. Bu bağlamda, Arcturus’a Yolculuk için “bilimkurgu mu, fantastik mi?” sorusu akla gelebilir. Her ikisinin de işlevsel altyapısından ödünç araçlar alındığı aşikâr olsa da ikisinden birine dönüşmekte gönülsüz davranıyor kitap. Tormance’ın kendi evren mantığında var olabilecek canlıları gibi kendisi. Bilinmezin (fantastiğin ketum gizemliliği ile sadece kabul edilmekle yetinilen kısmı) içinden çıkıp, tanımlanabilirin (bilimkurgunun anlam arayışı ile bilinmezin, bilinebilirin seviyesine çekilerek anlaşılır ve görece kontrol edilebilire dönüştüğü) şeklini alarak var oluyor. İkili birbirlerini destekleyerek, hepsini göremesek bile görece algılayabildiğimiz ve güdüsel olarak bize tanıdık gelen bir dünya tasviri sunuyor. Okuru, idrak etmesi zor bir dünyanın içine atmaktan geri durmuyor Maskull’un yolculuğu. Öte yandan, o dünyanın işleyiş mekanizmasına dayalı mantık yapılarından bahsederek Maskull’a da bize de, idrak edilebilir izlenimi uyandırılıyor.

Arcturus’a Yolculuk, okuru yorabilecek beklentiler döngüsüne sokuyor bilinçli olarak. Kendini bir sevdirip bir soğutarak, aslında, mitsel döngünün ayartıcı kumpaslarına karşı belleğimizi tetikte olmaya zorlamakta. Bile isteye okuru kendinden soğutacak hatta anlaşılmaz olduğunu düşündürecek hamlelerde bulunuluyor. Tormance’ın, kurallarını ana karakter Maskull’a kabul ettirdiği gibi, kitap da okurun beklentilerine kolay kolay teslim olmadan kendi kurallarını dayatıyor.

- Reklam -

Hepimiz Kendi Hayatlarımızın Kahramanıyız, Başkaları İçin  Olmak İstesek Bile

Alışılagelmiş kahramanlık hikâyelerinde evrenin değil, sonsuz saadetin sırrının peşinden giden ve sonunda bizlere -üstü kapalı şekilde- bunu servis eden kahramanlara aşinayız. Maskull, bizler gibi kendi hikâyesinin kahramanı olduğuna inanan ve tıpkı bizler gibi efsanevi kahramanların beceri, kudret ve her şeyi doğruluğuna imrenen biri. Gene de atılan her adımda mucizeler ile kaşılaşılan Tormance’ın yabancı dünyasında, biz nasıl davranırsak, Maskull’da öyle davranıyor bir bakım, şaşkın bir turist gibi.

Görmek için sabırsızlandığı yeni diyarda, öncelikle merak duygusu ve her şeyi olduğu gibi kabul ederek ortama uyum sağlama sürecinin sonuçu: “Cennete miyim acaba?” etkisi. Ortama alışıp daha başka kimselerle tanıştıkça iyi niyet ve bilgisizlik sonucu kandırılmaya açık olmanın getirdiği süreçte yaşananların sonucu: “Nasıl bir cehennemdeyim ben?!” durumu. Bir öncekine göre daha tuhaf görünen hadiselere karşı, özbeöz kendi deneyim ve görüşlerine dayanarak içgüdüsel hareket etme; sonuç, etrafını devamlı sorgulayan ve şüpheyle yaklaşan, aşırıya kaçtıkça ben bilirimciye bürünme evresi.
Son olanda gene yanılgılara uğrasa da Maskull, kendi gemisinin dümenini tekrar eline alabilmesi, önceki talihsizliklere oranla daha kısa sürüyor neyse ki. Yine de, kendisinin bile neden çıkma ihtiyacı duyduğunu bilmediği yolculuğu takip eden bizler için kolaylaşmıyor hikâye.

Maskull ve onun takipçisi bizlerin, cevap bulundu/yaklaşıldı hissiyle dolarken, şansın(!) ve kaderin(!) yardımıyla yola devam etmesi, mitlerde gözlemlenebilecek bir özellik. Hikâyenin sürdürülmesi için ki teknik işlevini korurken, okurun hikâyeye yabancılaşmasını sağlayan bir işlev de görmekte. Maskull’un kendisini özel hissetmesini sağlayan rastlantı ve – o dünya için mucizeden sayılmayan – mucizelerin olduğu gibi kabul edilmeleri, okuru hikâyenin içine çekeceğine dışına itiyor.

Maskull’un içine fırlatıldığı dünyaya şüpheyle bakmaya başladıktan sonra tam bir mit kahramanına dönüşmesiyle, okur için yabancılaşma daha da artıyor üstelik. Maskull’un bilinç düzeyi değiştikçe, okurun hikâyeye ve içindekilere yabancılaşması artıyor. Dikkatlerde, kimin anlatıldığına değil neyin anlatıldığına çekiliyor. Gözler neyin anlatıldığına çekilmişken, Maskull’un önceki deneyimlerinden çıkarsamada bulunabilecek biz okurlar, ortaya atılan fikirlere daha mesafeli yaklaşıyoruz. Kitabın sonunda bu fikirlerin muhasebesi yapılınca, – ister tarihte, ister kurmacada, isterse gerçek hayatta karşılaşalım – bir şekilde kahraman mertebesinde olanlar ve varoluşumuz için bizlere sunmuş oldukları cevaplar ile alakadar oldukları anlaşılmakta.

Sıradan insan Maskull, özendiği ama bizler gibi özense de yaklaşamadığı kahramanlardan bekleneni, bizden biri yani sıradan insan olarak, beklenmedik şekilde gerçekleştiriyor gene de.

Son Söz

Geleneksel kahramanlık destanı ile dilinin kemiği olmadan her şeye sataşan hicvin ortak noktası ne olabilir? “Kaçış edebiyatı” tanımlamasındaki “kaçış”ın kendi köşesinde takıldığı düşünülürken, hayatımızın her yanına fark ettirmeden sinmiş olabilir mi? Arcturus’a Yolculuk’u okuduktan sonra aklıma takılan birtakım sorular bunlardı. Ve bu sorular, soruları sordurtan ve cevapların kesinliğine güvenmeyen kendisi tarafından yanıtlar buldurdu; ironik geleceği gibi.

Geçerli sebeplerden dolayı, okura dost canlısı davranıp hemen her şeyini ortaya saçmayan yolculuğu beğenen nice büyük yazara hak vermek gerek. Ömürlerini kurmaca oluşturmaya adamış isimler, onunla alakadar olarak kitapta keşfettikleri bizler içinde önem taşıyor.

1920’de yayımlansa da, insanoğlunun var olduğu süre boyunca tali yollara saparak uzaklaştığı varoluş yolculuğuyla alakalı olarak tazeliğini yitirmeyen ve acı verici tahlillerde bulunuyor, yazar David Lindsay Arcturus’a Yolculuk’ta.

Çeviri ve Editörlük için

Başlık açtım ama ortaya konan her iyi işte olduğu gibi, çeviri (Çağlar Kök) ve editörlük (Alican Saygı Ortanca) üstüne diyecek fazla şey yok.

Diğer kahramanlar, sizi saymadım diye gönül koymayın hemen. Seviyoruz sizleri.

İllaki kulp takmam istenirse, baskı hatası olacak sanırım (anlamadığını belli etmemek için dolaylı konuşmak!). 67. sayfanın sonunda bir satır boşluk var. Bir iki tane de (belki de tek, bilemedim şimdi), harfin yanlış veya fazla olmasından meydana gelen hatalı yazım var, o kadar.

Zorlama kötü adamlık rolünü kenara bırakıp başlığı şu sözler ile sonlandırıyorum: İthaki ve Bilimkurgu Klasikleri Serisi vasıtasıyla keşfedilmeyi bekleyen daha nice güzel eserle görüşmek ister bu gönül.

Bizleri fena alıştırdınız ve iyi ki varsınız.

Cemalettin Sipahioğlu

1986 İstanbul doğumlu. Bilimkurgu, korku ve fantastiği uzun süre televizyondan takip edebilmiştir. Ailesinden habersiz aldığı ucuz VCD oynatıcıyı saklayıp, onlar yokken kullanarak, bu konularda film açıklarını kapatmaya çalışmıştır. Edebiyata sonradan bulaşması; bilgisizliği; bilgisizlik de, "Raftaydı ve ben onu alıp okumadım zamanında." pişmanlıkları getirmiştir. Lem ile Küvette Bulunan Günce'yle tanışması; okumaya yeni başlayan biri için hem talih, hem de talihsizlik olmuştur. Film, kitap, animasyon, çizgi roman olsun; kendi sınırlı bilgisiyle, eserleri iç dinamikleri içinde değerlendirmeye çalışır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

kucuk ozgur adamlar

“Küçük Özgür Adamlar” Yeni Kapağıyla Tekrar Basıldı!

Fantastik Edebiyat Örümcekler

Dosya: “Fantastik Edebiyattaki Dev Örümcekler”