in ,

Çürüyor Dünya: Şehzade Yangını

Yıl 1768. Kabadayıların saldırma ve çakmaklı ile gezdiği, sardıkları kuşağı zırh gibi kullandıkları dönemler. Yer Galata. Hem de ne Galata…

sehzade yangini ust
- Reklam -
- Reklam -

“Galata’da İstanbul, boynuna atlayan, kucağına oturup kulağına seni istiyorum diye fısıldarken sakalını sıvazlayan bir kadındır. Hem de ne kadın… Onun için evini işini telef edersin de yine yetiremezsin. Bu sokaklara bey paşa girip sadakaya muhtaç dilenci olarak çıkan kaç adam gördük. Kaba saz eşliğinde bir elde rakı kadehi diğer elde barbut zarı…”

TİNYA TİNYATA

Yara taşımak ne kadar zordur değil mi? Bir şey yapamazsınız, hayatınızın sonuna kadar sizinledir. İç yaralar neyse de, dıştakiler tüm dikkati üstünüze çeker. Çizgi romanımızın kahramanı Tahir de yaralı. Fırlatıp atmak istediği kocaman bir façası var yüzünde. Her façanın bir hikâyesi vardır ya, Tahir’inki de Kadırgalı Kör Emin ile başlıyor.

sehzade-yanginiŞehzade Yangını’nın ilk cildi biri flashback olan 3 bölümden oluşuyor. İlk başta Tahir’in yarasını düşünerek intikam ateşinde demir dövmesi ile başlıyor. Bu noktada kafama takılan bir şey oldu. Tahir ham demiri alıp dövüyor da dövüyor, sonra suya atıyor ve çıkartıp kabzasına takıyor. Bunları çok güzel anlatmış ancak o da ne? Dövüp suya attığı demir, çıktığında keskin bir saldırma olmuş. Bu sırada yapılan bir şey olmadığı için buranın atlanmış olduğunu düşünmüyorum. İlk dövdüğü demirden başlayıp yaptıklarını gösterip keskinleştirmeyi atlaması benim gözüme oldukça battı. Sihirli bir şey değmiş gibi.

- Reklam -

Olaylar için spoiler vermek istemiyorum, o yüzden kısaca geçmek gerekirse ilk bölümde Kadırgalı’dan alacağı intikamına hazırlanan Tahir, sonrasında bu intikamın nedenini anlatan bir flashback, son olarak da asıl hikâyeye giriş olan bir bölüm ile bitiyor. Yani esasen tüm bu cildin sonunda asıl hikâyeye anca girebiliyoruz. Bu noktada beni üzdü çünkü son bölüm o kadar heyecanlıydı ki birden kesildiğinde devamının ne zaman çıkacağını merak ederek hüzünlendim.

SALDIRMA KOYMUŞ BELİNE

Hikâye oldukça iyi olmasına karşın Osmanlı sadece bir araç olmuş. İlk cilt için konuşmak gerekirse Osmanlı’nın gerileme dönemini hissettirmiyor. Öykünün anlatılış tarzı sonradan güzelleşse de başlarda metinler biraz saplama durmuş. Çizimler Osmanlı atmosferini o kadar iyi veriyor ki düz yazı yerine Osmanlıca lügattan kelimeler fazlaca kullanılsa tam olurdu. Bu metinler ile atmosfer tam uyuşmuyor.

Öte yandan buna rağmen bazı metinler de altı çizilecek, tekrar tekrar okunacak cinsten olmuş. Ancak bazı şeyleri de okuyucuya bıraksaydı etkileyicilik daha da artabilirdi. Bunun hakkında alttaki resimdeki örneği vereceğim:

sehzade-yangini-orta

Burası ilk görüşte etkilenmelik bir sahne. Bence okuyucu ilk panelden sonuna kadar hiç dikkati dağılmadan inceleyerek geçmeli. Zaten her şey oldukça açık. Maalesef ilk okumamda alta koyulan ilk metine gözlerim kaydı ve metinlerde de zaten görüntüden farklı ya da etkileyici hiçbir şey yazmıyordu. Bu da o sayfadaki okuma zevkimi baltaladı. Sonrasında da benzer sahneler var ama oralarda aynı şey yapılmamış.

Metinlere tekrar değinmek istiyorum. Her şey o zamana uyuyor da şimdinin sokak ağzıyla konuşuluyor gibi olması sıkıntı yaratıyor. Araya serpiştirilmiş farklı topluluklara ait birkaç kelime güzel görünse de bu düz yazı arasında boğulup gidiyor. Daha fazla görmek isterdim.

- Reklam -

PARDÖSÜYÜ DE KARTAL KANAT ATALIM OMUZLARA

Çizgiler için diyebileceğim tek kötü söz yok! Öyküyü yazıp çizen Selçuk Ören 30 yaşında. Kendisini Deli Gücük’te Emre Kuzuoğlu’nun yazdığı Ateşin Çocukları’nı resimlemesi ile tanıyabilirsiniz. Kendi işinde de bir sanat eseri ortaya koymuş.

Seçtiği sarı-kahverengi paleti dönemin mimarisine, aydınlatmasına ve hatta ruh haline oldukça uymuş. Osmanlıyı, keskin ve ayrıntılı çizimler ile resmetmiş. Kendine has ilk eser için harika bir iş çıkartmış ortaya.

Cildin sonunda da Türkiye’den 6 çizer Şehzade Yangını için kendi kalemini kullanarak duvara asmalık eserler ortaya koymuş. Hepsini de tanıyoruz esasen. Keşke bu çizimler de ayrı verilseydi, masamızı odamızı bunlarla süsleseydik. Bu kişiler sırası ile;

Mert Tügen
Furkan “Nuka” Birgün
Uğur Ünsoy
Ethem Onur Bilgiç
Sedat Girgin
Berat Pekmezçi

Son olarak baskıya değinmek istiyorum. Yayınevinin verdiği bilgi ile, buradan tekrar özür dileyerek, fiyat-kalite üzerindeki eleştirimi geri almalıyım. Baskı ivory kağıda yapılmış olup, bu seçim metnin ve resimlemenin renk tonlarını daha iyi yansıtmış. Fiyatı da kağıt seçimi ve baskı adedi odaklı ele aldığımızda gayet uygun olduğunu söyleyebilirim.

Sonuç olarak, devamını heyecanla beklediğim bir iş çıkmış ortaya. Hikâyenin böyle yol alacağını hiç mi hiç tahmin etmiyordum. Tarihi bir çizgi roman diye bekliyorduk, fantastik çıktı! Mutsuz muyum? Kesinlikle hayır! Dört gözle bekliyoruz efendim devamını.

İyi okumalar.

Burak İpek

Özellikle bilimkurguya ve çizgi romanlara bayılır. Çizgi romanlara girişi Dylan Dog, bilimkurguya aşkı ise Dune serisi ile başladı. 7 yaşından beri bilgisayarla ve elektronik aletlerle iç içe yaşamayı seçerek göbeğini büyüttü. Düşüncelerini başkalarıyla tartışmak adına Kayıp Rıhtım’da yazılar yazıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Insurgent

Insurgent ve Sosyal Bilimkurgu Üzerine

don kisot inceleme

Çünkü Çizgi Romanlar Tehlikelidir: Don Kişot