in ,

Diriliş: İsa mı yoksa Dr. Frankenstein mı?

Stephen King’in Diriliş adlı karanlık kurgusu üzerine detaylı bir inceleme yazısı ile sizlerleyiz.

Diriliş - İnceleme - Stephen King
- Reklam -
- Reklam -

Stephen King imzalı Diriliş (Revival) romanının inceleme yazısı ile karşınızdayız.

2014’ün sonuna doğru yayınlanan Diriliş, ülkemizde Mayıs ayında yayınlandı ve ben de yayınlanır yayınlanmaz aldım. Çok uzun zamandır King okumuyordum. Tabii 2012’de okuduğum Yazma Sanatı’nı saymazsak. Diriliş benim için iyi bir fırsat oldu. İlk göz ağrıma yeniden dönmem için bir fırsat.

Kitap Altın Kitaplar Yayınevi’nden Canan Kim çevirisiyle yayınlandı. Çok azimli bir çevirmen olan Canan Kim kitabı layıkıyla çevirmiş: Kimi yerel ifadelerin özgün haline baktım, çok yerinde karşılıklar bulmuş Canan Hanım. Hiçbir yerde eğreti duran, çeviri hissi veren, anlamsız gelen bir ifade görmedim. Zihni dert bulmasın. Ayrıca imla ve baskı hatası da yoktu. Altın Kitaplar diğer yayınevlerine göre bu konuda daha özenli.

- Reklam -

Kitabın kapağı özgün, O. Selçuk Özdoğan tarafından hazırlanmış. Çok yaratıcı olmasa da hikâyeyi güzel bir yerinden yakalamış.

Arka kapağında yurt dışında ve ülkemizde sunulduğu üzere “Stephen King’in şimdiye dek yazdığı en dehşet verici son” ifadesi mevcut. Bu iddialı ifadenin karşılığını alıyor muyuz buna sonra değineceğim ama önce baştan başlamalıyız.

Diriliş: Bu Bokların Hepsi “mi” ile Başlar

Berber Hector’un ağzından dökülüyor bu sözler: “Mi majör. Bu bokların hepsi mi ile başlar.”

Blues için söylüyor bunu Hector; ama kökeni Blues olan Rock için de rahatlıkla söylenebilir. Zira baş karakterimiz Jamie Morton’dan da duyuyoruz bu sözü defalarca.

dirilisDiriliş de Stephen King kitaplarının çoğu gibi küçük bir kasabada başlıyor. Harlow’da (bu arada Maine’de öyle bir kasaba yok, burası da Castle Rock gibi hayali bir kasaba). 1962’de. Ve küçük bir çocukla. Jamie Morton.

Jamie, 6. doğum gününde ablasının hediye ettiği oyuncak askerlerle oynarken birden üzerine bir gölge düşer. Gölgenin sahibi, kasabanın yeni rahibi Charles Jacobs’tır. Rahip, Jamie’yle ilgilenir, ona bazı savaş taktikleri verir ve ayrılır.

Günler geçtikçe tüm kasaba gibi Jamie ve ailesi de rahibi çok severler. İyi yürekli, çalışkan, saygın bir adamdır Jacobs. Çok güzel bir karısı, şirin bir oğlu vardır.

Jacobs rahipliğin yanı sıra hobi olarak eletrikle ilgilenir. Elektriği farklı biçimlerde kullanmayı heves edinmiştir. Hatta çocuklara din eğitimi verirken de elektriğin şaşırtıcı gücünü kullanır.

“Tanrı ışık olsun dedi ve oldu ve ışık güzeldi.” Ama ben Tanrı değilim, bu yüzden elektriğe bel bağlamak durumundayım. Ve elektrik harika bir şeydir Jamie. Tanrı’nın bize muhteşem bir armağanıdır. Onun sayesinde ışığın düğmesini her açıp kapatışımızda kendimizi tanrısal güce sahipmişiz gibi hissediyoruz. Sence de öyle değil mi?

Zamanla Rahip Jacobs ile Jamie arasında kuvvetli bir bağ oluşur. Jamie, ona saygı duyar, onu sever. Rahip de Jamie’de farklı bir şey görür; ona elektrikle ilgili deneylerini anlatır, sevgi gösterir.

Elbette her King okuyucusu gibi bekleriz: Bu güzel, huzur dolu kasabayı ne gibi bir bela bulacak? Ve çok geç kalmayız. Rahip Jacobs, çok büyük bir felaketle karşılaşır ve Tanrı’ya olan inancını kaybeder. Jamie Morton’ın Korkunç Vaaz diye andığı o acı dolu konuşmadan sonra kasabayı terk eder.

Jamie Morton’ın o yıl üzerine düşen gölge hiç kalkmaz aslında. 50 yıllık bir sürecin anlatıldığı kitapta aralarındaki iletişim hep sürer: İyi ya da kötü.

Jamie müziğe merak salar zamanla. Gitar çalmaya başlar. Bu tutkusu onu bir grubun üyesi yapar ve müzik hayatının merkezine yerleşir. Başına gelen kötü bir trafik kazasının ardından uyuşturucuya başlar ve sefil bir gence dönüşür. Günü kurtarmaya çalışan berbat bir müzisyene. Dibe vurduğu bir gün Jacobs’la yeniden karşılaşır. Jacobs ona çok büyük bir iyilik yapar ama bu iyiliğin bedeli ağır olur.

Stephen King: Hikâye Anlatmanın Ustası

Bu güzel kitap, acı ya da tatlı, hayatla dolu: Jamie’nin anne ve babasıyla, abileriyle ve ablasıyla olan sıcacık ilişkisi; kasabanın güven dolu ortamı; küçük bir çocuğun kendini keşfedişi; tutkularının peşinden giden, büyük acılarla cebelleşen insanlar; gelenekler, inançlar, şarkılar, arabalar, yıldırımlar, mucizeler.

Bu güzel kitap iyi bir kurguya sahip. 50 yıllık bir süreci kurgulamak kolay iş değil. Başkarakterimizin başından geçen onlarca şeyi ve ömründen giden onlarca yılı okurken hikâye hiçbir yerde yavaşlamıyor, sıkmıyor, tekrara düşmüyor. Tabii hikâyenin geriliminin yükseleceğini umduğum birkaç yerde beklediğimin olmayışı beni birazcık rahatsız etti o kadar.

Ben gülünce babam da güldü. “Çok güzel ama bir şeyler öğreniyor musunuz Jamie?”

“İnsanoğlunun iradesi, Tanrı’nın iradesinin bir uzantısı olmalı,” diye tekrarladım o akşam öğrendiğim dersi. “Ayrıca bir pilin pozitif ve negatif uçları bir telle birleştirilirse kısa devre olur.”

“Doğru,” dedi babam. “O yüzden bir arabayı takviye kablosuyla çalıştırırken çok dikkatli olunmalı. Ama bunda Hıristiyanlık dersi göremiyorum.”

“Bir şeyleri düzeltmek için yanlış bir yoldan gitmenin faydası olmayacağını anlatıyor.”

- Reklam -

“Hı hı.” Car and Driver dergisinin, kapağında bir Jaguar XK-E olan son sayısını eline aldı. “Ne derler bilirsin Jamie: Cehenneme giden yol, iyi niyetle döşenmiştir.” Bir an düşündükten sonra ekledi: “Ve elektrikli lambalarla.”

O gülünce espriyi anlamasam da ben de güldüm. Espri yaptıysa.

Bu güzel kitap, şahane ana karakterlere ve yan karakterlere sahip. Hepsi capcanlı. Hiçbiri uyduruk değil. Her birinin hikâyenin olay akışında veya ana karakterleri daha iyi tanımamız için oluşturulan arka planda mühim bir yeri var. Okurken hem Jamie’nin hem Rahip Jacobs’ın yaşadığı büyük değişimi hiç yadırgamadan benimsiyoruz. Yaşadıklarının doğal bir sonucu sayıyoruz bu kişilik değişimini. Aslında hiç kötü karakter yok diyebiliriz. Karakterlerin hayatlarındaki dönüm noktaları onları acımasız yapabiliyor bazen. Tabii bu, yaşanan korkunç olaylar için bir bahane değil. Jamie’nin babasının dediği gibi: Cehenneme giden yol, iyi niyetle döşenmiştir.

Bu güzel kitap iyi bir dille ve teknikle yazılmış. Tüm hikâyeyi Jamie’nin ağzından dinliyoruz. Jamie Morton artık 50’yi devirmiş yaşlı bir adam. Hikâyeyi 6 yaşından alıp yaşadığı o ana getiriyor. Yaşlı ve büyük acılar çekmiş bir adamın zihniyle ve hoş bir nostalji duygusuyla hem çocukluğunu, hem gençliğini hem de yaşlılığını anlatıyor ve bunu yaparken sığlığa hiç düşmüyor. Elbette bu Stephen King’in becerisi. Bunun yanında, sade bir dili var romanın. Kitabın geneline yayılan kısa cümleler zaman zaman çarpıcı benzetmelerle süsleniyor. Okuru yormayan, hikâyeye odaklanan bir dil kullanıyor King.

Metaforlar ve Gerçekler

Metaforların çok önemli bir yeri var kitapta. Örneğin Peder Charles Jacobs’ın elektrikle yaptığı bir gösterinin adı Jacob’s Ladder, yani Yakub’un Merdiveni. Bu hem iki metal arasında elektrik akımının yukarı doğru tırmanması anlamına geliyor hem de İncil’de anlatılan Yakup peygamber kıssasını (Hz. Yakub rüyasında bir merdivenden inen ve çıkan bir dizi melek görmüştür) tanımlıyor. Elektrik, Peder’in olduğu kadar Jamie’nin de hayatında önemli bir yerde: Peder deneyler yaparken Jamie de elektro gitarıyla müzik yapıyor. Peder’in Tanrı olarak kendisine elektriği seçmesi ve bu güçle yaptıkları onu bir nevi İsa haline getiriyor. Kitabın adı, buna yeterince işaret ediyor zaten.

Bu güzel kitap bana kalırsa Stephen King’in hayatından yoğun izler taşıyor. Her okur böyle bir safdilliğe düşer sanırım. Önündeki sayfalarda kurulan dünyada gerçek şeyler de olsun ister. Belki ben de ilgisiz parçaları birleştirip bu sonuca vardım, bilmiyorum.

50 yıllık bir dönemi anlatan Diriliş’i yazarken kendi geçmişine gitme fırsatını da kaçırmamış sanırım. Yazma Sanatı’nı okurken öğrendiğim birçok şeyle karşılaştım bu kitapta. King bir trafik kazası geçirmiş ve kalça kemiği ve bacağı dokuz yerden kırılmış. Baş karakter Jamie de bir kaza geçiriyor, kalçasını ve bacağını kırıyor. Jamie’nin uyuşturucu alışkanlığı ağrıları yüzünden aldığı morfinle başlıyor. Stephen King ise önce alkolle başlıyor kendini uyuşturmaya, sonra kokain geliyor. Yazma Sanatı’ndan alıntılıyorum:

Yine de o öyküler yazan yanım, daha 1975’in başında, Medyum’u (The Shining) yazarken alkolik olduğumu anlamış olan derin yanım bu durumu kabul etmiyordu. O yanım sessiz değildi. Bildiği tek yolla, kurgularım ve canavarlarım aracılığı ile çığlık atmaya başlamıştı. 1985 sonu ve 1986 başında Sadist’i (Misery) yazdım (Kitabın ismi ruh halimi gayet iyi anlatıyordu.), kitapta bir yazar, ruh hastası bir hemşire tarafından alıkonulup işkenceye maruz kalıyordu. 1986 ilkbaharı ve yazında Şeffaf’ı (The Tommyknockers) yazdım, çoğu zaman, nabzım dakikada yüz otuz atarak ve kokain yüzünden kanayan burnuma pamuklar tıkayarak gece yarılarına dek çalışıyordum.

Kitabın elektrik üzerine kurulması fikri yine King’in kardeşi Dave ile küçükken yaptığı Süper Hiper Elektromıknatıs deneyinden geliyor belki de. Ya da ben buna inanmaya meyilliyim.

Ayrıca King’in müzikle de ilgilendiğini bilenler bilir. 1992’den beri The Rock Bottom Remainders adlı, yazarlardan oluşan bir rock’n’roll grubunda gitar çalıyor. Diriliş’te adı geçen rock şarkıları saymakla bitmez. Jamie Morton’ın müzik kariyeri de kitapta önemli bir yer tutuyor.

Yazar karakterler yaratmayı seven Stephen King, Diriliş’te, yazar olmasa da başından geçenleri iyi bir dille anlatan Jamie Morton’ı kullanıyor anlatıcı olarak. Jamie Morton, yaşadığı dehşeti en başından yazıyor ve biz okuyoruz. Kitap boyunca kimi yazarları ve kimi öyküleri direkt anıyor King. Kitabın hikâyesini oluşturan ana konular da birçok farklı yazara açık göndermede bulunuyor. Bunu ithaf kısmından ve giriş alıntısından anlıyoruz. Türkçe baskısında yer almayan ithafı buraya ekliyorum:

Bu kitap, evimi kuran insanlardan birkaçı için:

Mary Shelley, Bram Stoker, H. P. Lovecraft, Clark Ashton Smith, Donald Wandrei, Fritz Leiber, August Derleth, Shirley Jackson, Robert Bloch, Peter Straub.

Ve ARTHUR MACHEN. Yazdığı kısa roman Büyük Tanrı Pan, beni tüm hayatım boyunca korkuttu.

Mary Shelley ve Bram Stoker hariç ithafta adı geçen tüm isimlerin H. P. Lovecraft ve onun yarattığı Cthulhu Mitosu ile yakından ilgisi var. İşte tam da burada kitapla ilgili sorunlar baş gösteriyor.

En Dehşet Verici Son (?)

King’in Lovecraft’a olan saygı gösterisi kitabının o güzelim atmosferini bir anda ters döndürüyor. Son 30 sayfada her şey bambaşka bir hal alıyor. Kitap boyunca din ve bilim arasındaki savaşı kim kazanacak diye beklerken ikisi de kazanmıyor. İnançsızlaşan Peder Jacobs’ın yaptığı inanılmaz şeylerin sebebi ve dehşet verici sonuçları Tanrı’ya mı yoksa bilime mi bağlanacak? Charles Jacobs kendini İsa mı yoksa Dr. Frankenstein mı olarak görüyor? Bu sorulara, ne şekilde olursa olsun, bir cevap beklerken, kitap bambaşka fantastik bir sonuca ulaşıyor. Birkaç yerde sinyalini veriyor King aslında. H. P. Lovecraft’ın ismi sık sık geçmeye başlıyor ama okur olarak ben bambaşka bir sona odaklandığım için buna ihtimal vermemiştim.

Tanıtımda kullanılan ifadeyle “Stephen King’in şimdiye dek yazdığı en dehşet verici sonla” noktalanmıyor Diriliş. Ürkütücü bir son, doğru; okurken etkileniyorsunuz ama bu etki kitabın genelini saran hikâyeye ve gerilim duygusuna hiç yakışmıyor. Son 30 sayfaya geldiğimde okur tarafım kandırıldığını hissetmeye başladı, hayal kırıklığına uğradım, bu kadar güzel bir kitap böyle bitmemeliydi dedim. Hatta olayların zirveye ulaştığı 10 sayfalık kısma kadar ümidimi korudum. Mantıklı bir sonla çarpılacağım duygusuyla bekledim ama olmadı. Artçı Etkiler adlı son bölümde hikâye eski haline döndü ama ondan önce okuduklarımın şokunu dakikalarca yaşadım.

Üstü kapalı anlatmaya çalıştığım son, sizleri kitaptan soğutmaz umarım. King’in muhteşem romanı “O”yu okuyanlar da benzer bir sonla hayal kırıklığına uğradıklarını hatırlıyorlardır belki ama bu “O”nun müthiş bir kitap olduğu gerçeğini değiştirmez.

Benzer bir şekilde Diriliş’i de sonuyla değil özüyle hatırlayacağım. Çünkü ben bu kitabı müthiş bir keyifle okudum. King’in hikâye anlatmadaki üstün yeteneğiyle, çocukluktan yaşlılığa bir roman kişisinin aşkını, tutkularını, acılarını, kayıplarını, inançlarını, fikirlerini okumak çok güzeldi. Hele ki biraz olsun rock’n’roll’u seviyorsanız zevkten dört köşe okursunuz bu güzel romanı. İçinde sizi yakalayacak onlarca güzel sahne var, çünkü kitap hayatla dolu.

Ve her ne kadar hayatın sonunu beğenmesek de yaşamayı seviyoruz, değil mi?

Bülent Özgün

Edebiyat ve sinema hayranı (bazen hangisini daha çok sevdiğini kendisi de bilmiyor), İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu, öğretmen; yazmayı, okumayı, konuşmayı, öğretmeyi ve bunların hepsi üzerine düşünmeyi seven bir ademoğlu. Bir hayaledici. Ne yazık ki hep böyle kalacak.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Gelecekbilim Kongresi - Stanislaw Lem

Gelecekbilim Kongresi: Ijon Tichy’nin Hatıraları

kutlukhan kutlu video rop

Kutlukhan Kutlu ile Video Röportaj