in ,

China Miéville ile Röportaj

Kitapları, görüşleri, aldığı ödüller ve sosyalist kimliği ile dünya çapında tanınan yazar China Miéville ile sizler için keyifli bir röportaj gerçekleştirdik!

China Miéville
- Reklam -
- Reklam -

“Kral Fare”, “Perdido Sokağı İstasyonu”, “Şehir ve Şehir” ve “Un Lun Dun” gibi kitaplarıyla tanıdığımız, üç kez Arthur C. Clarke Ödülü alarak adını tarihe yazdıran Miéville, kendisiyle sesli olarak yaptığımız röportaja verdiği içten ve uzun uzun cevaplarıyla bizleri oldukça mutlu etti. İnanıyoruz ki az sonra okumaya başlayacağınız röportajda, sizler de aynı duygulara sahip olacaksınız.

Merhaba efendim.

Merhaba. Nasılsın?

Teşekkürler efendim, iyiyim.

- Reklam -

Harika. Bana efendim diye hitap etmene gerek yok (gülüyor). Beni duyabiliyor musun?

Evet, sizi duyabiliyorum.

Pekala, çok güzel.

Değerli vaktinizi fazla almamak için röportajı otuz dakika civarında tutmaya çalışacağıma söz veriyorum.

Bu harika olur, teşekkür ederim.

Size sormak istediğimiz bazı soruları zaten önceden hazırladık. Fakat eğer sizin için de uygunsa sohbetimizin gidişatı doğrultusunda birkaç soru da kendim eklemek isterim.

Elbette sakıncası yok. Ben de röportajların bu şekilde yapılması taraftarıyım, böylece daha doğal oluyorlar. Sorun yok.

Harika. Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için tüm Kayıp Rıhtım ekibi adına size bir kez daha teşekkür ederim. Kısaca değinmek gerekirse Kayıp Rıhtım, fantastik edebiyat ve bilimkurgu üzerine bir internet sitesi. Beş yıldır faaliyette. Beşinci yıl kutlamalarımız kapsamında sizinle röportaj yaparak üyelerimize ve Türk okurlara harika bir armağan vermek istiyoruz çünkü sizi yakından tanımak isteyen pek çok kişi var. Tahmin edebileceğiniz gibi Türkiye’de sizin gibi yazarları tanımak için çok fazla fırsatımız olmuyor.

Tanıtım için çok teşekkür ederim. Türk okurlarla sohbet edebilmek benim için de keyif verici. Röportaj teklifiniz için ben teşekkür ederim.

Bilimkurgunun altın çağına dair pek çok eser okuduğunuz ve onlardan saygıyla bahsettiğinizi verdiğiniz diğer demeçlerden biliyoruz. Bizlere ilk defa bu türle nasıl tanıştığınızı anlatmak ister misiniz? Acaba ilk okuduğunuz bilimkurgu romanını ya da sizi en çok etkisinde bırakan eserin hangisi olduğunu hatırlıyor musunuz?

Aslına bakarsanız bu alanda okuduğum ilk kitabın hangisi olduğunu hatırlamıyorum. Çünkü kendimi bildim bileli bu tarzda kitaplar okurum ve sanırım ilk okuduğum şeyler de fantastik edebiyata giriyordu. Hatırladığım kadarıyla beni en çok etkileyen eserlerden biri, muhteşem bir çizer olan Burne Hogarth’ın kaleme aldığı Tarzan çizgi romanıydı. İlk okuduğum eser olduğunu sanmıyorum ama okuduğumu ilk hatırladığım bu. Bu türle nasıl tanıştığıma gelirsek… Bilirsiniz, çocukken hemen hemen her şeyi okursunuz ve bunların edebiyatın farklı farklı türlerine ait olduğunu bilmezsiniz. Kurgu edebiyatta benim asıl ilgimi çeken şey içinde uzay gemilerinin, canavarların, gerçeküstü olayların ve bunun gibi şeylerin olmasıydı. Bu yüzden bu türle nasıl tanıştığım sorusunu cevaplayabileceğimi sanmıyorum çünkü okumaya başladığım ilk zamanlarda bile içinde doğaüstü ve hayali şeyler barındıran eserlere ilgi duyuyordum. Ve ilerleyen zamanlarda “Ah, tamam. Demek ki okuduğum bu şeye bilimkurgu ve fantastik edebiyat deniyor,” diyorsunuz. Bu sonradan fark ettiğiniz bir şey.

Röportajımızın henüz çok başlarında olduğunu biliyorum ama hazır sözü açılmışken bize en sevdiğiniz bilimkurgu yazarlarından birkaçının adını verebilir misiniz?

Sayabileceğim çok fazla isim var. Adlarını sonsuza kadar saymaya devam edebilirim. Bilincimde oldukça yer etmiş kişilere bakarsak Philip K. Dick, Robert Silverberg, Ursula Le Guin, Tanith Lee gibi isimleri sayabilirim. Ama bunlar yalnızca birkaçı, bu şekilde sabaha kadar devam edebilirim (gülüyor). Altın Çağ ya da Robert A. Heinlein tarzı bilimkurgu türlerindeki eserler hiçbir zaman bana özellikle keyif veren şeyler olmadı. Daha güncel, daha küçük çaplı şeylerden hoşlandım.

China MievilleUrsula Le Guin ve Robert Silverberg’ün adlarını saymanız gerçekten çok ilginç. Çünkü notlarıma baktığımda onlarla da ilgili birkaç sorunun olduğunu görüyorum. Le Guin ülkemizde çok tanınan ve bir o kadar da sevilen bir yazar. Silverbeg ise bizde adını yeni yeni duyurmaya başladı ama özellikle İçeriden Ölmek adlı kitabıyla Türk okurların kalbinde taht kurmanın ilk adımlarını atmış durumda. Şimdi onların edindiği “usta yazar” statüsüne yükselmiş, bol ödüllü bir yazar olarak bu iki değerli ismi nasıl tanımlarsınız? Yazmaya başlamanızda onların bir katkısı olmuş muydu? Bahsi geçen yazarlar ya da farklı isimler arasından farklı konumda tuttuklarınız var mıdır?

İlk olarak ikinci soruya cevap vermem gerekirse, kalbimde benim için yeri ayrı olan çooook fazla yazar var. Açık olmam gerekirse sevdiğim yazarlardan bahsetmeyi gerçekten severim ama sorun şu ki bu saatler sürebilir. Çünkü dediğim gibi, sayıları çok fazla. Samuel Delany, H. P. Lovecraft ve Jane Gaskell sayabileceklerim arasında. Saymaya devam edebilirim, bana ilham veren ya da benim için önemli olan yazarlardan bahsetmek konusunda bir sıkıntım yok. Her birinin beni en çok etkileyen yönlerini de sayabilirim. Fakat şunu da söylemeliyim ki sizi etkileyen şeyin tam olarak ne olduğunu her zaman anlayamaz, nedenini ve sebebini bilemezseniz.

Mesela Philip K. Dick’in tarzında bir şeyler yazdığımı sanmıyorum. Yazdıklarımı okuyan biri için H. P. Lovecraft’tan esinlendiğim çok açıktır örneğin. Embassytown adlı kitabımı okuyan biri içinse Le Guin’den esinlendiğim aşikardır. Fakat yazdıklarımın Philip K. Dick’in eserleri gibi göründüğünü ya da koktuğunu sanmıyorum ama aynı zamanda onun benim için çok önemli bir yazar olduğunu da hissediyorum. Bunu tarif etmek neredeyse imkansız çünkü bir şeyler yazarken o esinin nereden geldiğini tam olarak bilemezsiniz. Zira sizi etkileyen tüm o insanlar artık sizin ve zihninizin bir parçasıdır ve farkında olmadan onları unutursunuz. Hanginizin yazdıklarında etkili olduğunu daha sonra fark edersiniz. Tüm bunları anlatmamın sebebi ilham aldığı kişileri çok iyi bilen biri gibi gözükmek istememem. Sanırım yazarların çoğu bunu bilmez.

Le Guin ve Silverberg’e gelirsek… Le Guin’de benim için önemli olan, beni etkileyen şey antropolojik kavrayışıydı. Hikâyeleri çok insancıldı, içlerinde insanlar hakkında hiçbir ucuz, kötümser ya da çirkin şey yoktu. Nihilist hikâyeleri de severim ama Le Guin’in insanlığa olan inancı beni her zaman etkilemiştir.

Silverberg ile Majipoor serisinin ilk kitabı olan Lord Valentine’s Castle sayesinde tanıştım. Kitaplarının ve kısa hikâyelerinin harika olduğunu bana düşündüren şey inanılmaz ölçekli ve şatafatlı oluşları. Yarattığı dünyaların uyandırdığı devasalık hissi ve yaratıklarının çeşitliliği… Ve düzyazısı mükemmel. Lord Valentine’s Castle’ı okurken çok genç olduğumu anımsıyorum. On yaşında falandım sanırım ve çok heyecanlanmıştım. Çünkü kitabın ilk cümlesi “ve” kelimesiyle başlar ve bu çok sıra dışı bir durumdu. Silverberg sizi bir şeylerin ortasına atar. “Ve sonra…” diye başlar ve olayı anlatmaya oradan devam eder. Aslına bakarsanız çok basit bir numara ama içinde bu tarz kelime oyunlarının yapıldığı bir şeyi ilk defa okuyordum. Düzyazının sadece olayların düz bir şekilde anlatılmasından ibaret olmadığını, kelimelerle oynanabileceğini keşfetmiştim. Bu beni çok heyecanlandırmıştı.

China MievilleEğer yanılmıyorsam Londra Ekonomi Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler bölümünden mezunsunuz.

Evet, bu doğru. Uluslararası ilişkiler üzerine yüksek lisans ve doktora yaptım.

Akademi ve yazın gibi birbirinden bu kadar farklı iki alanda nasıl bu kadar başarılı olduğunuzu merak ediyorum. Bunun sırrı nedir?

Ben zaten bir öğretim görevlisi olacaktım. Bunu her zaman istemiştim ama yazmakla ilgilenmediğimden değil. Yazmayı da her zaman istedim ama bildiğiniz gibi pek çok harika yazar geçimini sadece yazarlıkla sağlayamıyor. Bu yüzden sadece bir yazar olarak yaşayacağımı asla düşünmedim. Bunu umdum, ama kesinlikle gerçekleşeceğine hiçbir zaman inanmadım. Araştırma yapmayı severim. Politika ve sosyal teoriyle de ilgiliyim. Bu yüzden uluslararası ilişkiler ve politika okumak benim için zor olmadı. Doktoramı tamamladığımda bir öğretim görevlisi olmayı ve uluslararası ilişkiler departmanında bir iş bulmayı düşünüyordum. Yazmaya devam etmeyi de istiyordum elbette, eğer şanslıysam bunda da başarılı da olacaktım ve bu da benim işim olacaktı. Kısacası bununla ilgili bir sorunum yok. Araştırma yapmayı, öğretmeyi ve bilimi seviyorum. Mutsuz değilim. Doktoramı verirken de çok keyif aldım. Evet, çok zordu ama keyif aldım.

Künye bilgileri için tıklayın.

Kitaplarım, ben doktoramı verirken meşhur olmaya başladı ve bir anda eğitimimi tamamlamak, doktora ile yazarlığı beraber yürütmek ya da sadece yazarlıkla meşgul olmak seçenekleriyle karşı karşıya kaldım. İki nedenden dolayı okumaya devam etme kararı aldım. Birincisi mesleğimi sevmem ve doktoramı tamamlamayı gerçekten istememdi. Diğer nedeniyse kafamın içinde hep şu sorunun olmasıydı: insanlar yirmi yıl sonra da kitaplarımı okumaya devam edecek mi? Bu yüzden alternatif bir kariyer şansımın olması o kadar da kötü bir fikir gibi gelmedi. Bütün mesele tüm bunları aynı anda yapmaktı. Ama ben bunu daha kolay buldum. Doktora veren insanların çoğu çıldıracak gibi olur çünkü tek uğraştıkları şey derslerdir. Fakat başka bir uğraşınız, başka bir tutkunuz varsa ve bu durum her ne kadar daha çok çalışmanızı gerektirse de kendinizi daha rahat hissediyorsunuz. Ve işe de yaradı. Başkalarının düşündüğü gibi imkansız bir şey değil. Sadece doktorayla ilgilenen insanlara nazaran bana psikolojik olarak katkısı olduğuna inanıyorum.

Aklınızda hâlâ bir gün yazarlığınızın sona ereceğine ve hayatınıza bir öğretim görevlisi olarak devam edeceğinize dair bir şüphe var mı peki?

Kesinlikle. İnsanların daima kurgularınızı okuyacağını farz edemezsiniz. Elbette ki şu anda on yıl önceki halime nazaran daha umutluyum. İnsanların daima kitap okumak isteyeceğini elbette umuyorum. Fakat yazarların modasının zamanla geçtiği de bir gerçek. Elimden geldiğinde mümkün olan en iyi şekilde yazmaya devam edeceğim ama başarılı olsam bile gerçekten de çok iyi olan bazı yazarların hayatlarını sadece bu işten kazanamadığı da bir gerçek. Bu yüzden kendimi şanslı hissediyorum, çünkü bir şeyler yazarak para kazanabiliyorum ve bunun sonsuza kadar sürmesini elbette isterim. Fakat bunun ebediyen devam edeceğini düşünürsem aptallık etmiş olurum. Bu yüzden hayatımın geri kalanında geçimimi yazarlıktan kazanamayabileceğim gerçeği her zaman aklımın bir köşesinde. Sanırım şu anda, yazım hayatımın, ne yazarsam yazayım yayımlanacağı bir dönemindeyim. Yani yazdıklarımın yayımlanmayacağını düşünmüyorum. Fakat çok az bir baskı ile çıkabilir, para kazanmaya ya da hayatını sürdürmeye yetmeyecek bir miktarda. Evet, bu oldukça mümkün. Elbette umarım gerçekleşmez, fakat bunu aklının bir köşesinde tutmamak aptallık olacaktır.

Özellikle Şehir ve Şehir’e baktığımızda biz Türk okurlar olarak çok sıra dışı bir yan fark ettik. Maalesef ki pek çok Avrupalı yazar ülkemizi çok yanlış ve genelde gerçekçi olmayan biçimlerde eserlerine konu ediyor. Oysa sizin romanınızda bu durum böyle değil. Hem Türkiye’yi hem de daha pek çok ülkeyi tarafsız bir bakış açısıyla romana dahil etmişsiniz. Dahası, Atatürk bile kurgunuzda adından bahsettiriyor. Ana karakter Borlu’nun da Türkiye’ye yapmış olduğu ziyareti göz önünde bulundurarak hiç Türkiye’ye gelip gelmediğinizi sormak istiyoruz. Gelmediyseniz bile bakış açınızı bizimle paylaşabilir misiniz?

Künye bilgileri için tıklayın.

Doğruyu söylemek gerekirse Türkiye’yi çok fazla tanımıyorum. Birkaç kez davet aldım ama şanssızlık eseri hiç gitme fırsatım olmadı. Fakat yakın bir zamanda Türkiye’yi ziyaret edeceğimden eminim. Bunu çok isterim. Türkiye’yle bağlantısı olan pek çok arkadaşım var. Örnek vermek gerekirse kendisi de bir yazar ve çevirmen olan Maureen Freely. Orhan Pamuk’la birlikte çalışmıştı. Türkiye’yi ve Türkçeyi çok iyi bilir. Bir uzman olduğumu iddia etmesem de Türk siyaset dünyasını da yakından takip ederim. Yine de Türkiye hakkında çok şey bildiğimi söyleyemem.

- Reklam -

Ama diğer yazarların ülkenizi yanlış tanıttığı konusunda kesinlikle haklısınız. Umarım Türkiye’yi temsil etmek mecburiyetinde kalmam çünkü bunu başarabilecek yetkinlikte olduğumu sanmıyorum. Fakat ne kadar yanlış tanıtıldığınızın da farkındayım. Bu sadece Türkiye değil, daha pek çok ülke için de geçerli. Amerikalı ve İngiliz yazarların çoğu oryantal bir hava katar, aynı anda hem büyüleyici hem de güvenilmez bir yer gibi anlatır buraları. Yazarlar ihtiyaç duydukları tutku ve heyecanı elde edebilmek için bu ülkeleri her çeşit korkunun kol gezdiği yerler olarak yansıtırlar. Ben bunu yapmak, bu tuzağa düşenlerden biri olmak istemedim. Bu yüzden Şehir ve Şehir’de Türkiye’den bahsederken yerel siyasetini, yerel kültürünü ve bunun gibi şeyleri işleyerek bunu oldukça gerçekçi bir biçimde yapmaya gayret ettim.

 

Künye bilgileri için tıklayın.

Arthur C.Clarke gibi önemli bir ödülü 3 kere kazanarak tarihe geçmenizin yanı sıra, Hugo ve Nebula gibi ödülleri de kazandınız ya da aday oldunuz. Aslında bir yazar için genç yaşta bu başarılara eriştiniz ve bir rekora da imza attınız. Peki China Miéville kendisine dışarıdan baktığında ne görüyor? Yazarlığa başladığınızda şu an başardıklarınızı önünüze hedef olarak koymuş muydunuz? Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz? Böyle bir başarı bekliyor muydunuz?

Hayır, aslına bakarsanız beklemiyordum. Tabii bu istemediğim anlamına gelmiyor, ödülleri kazandığımda çok duygulandım ve çok heyecanlandım. Bu benim için çok şey ifade ediyor. Hayalim devamlı yazmaktı. Daha önce de dediğim gibi, bunun gerçekleşeceğinden emin değildim. Ama hayatımı sadece yazarak kazanabiliyor olmaktan da bir şikayetim olmazdı. Bunun dışındaki her şey benim için bir bonus gibi. Kitaplarım ödül kazandığında çok duygulandım çünkü bu meslekten gurur duyuyorum. Bu mesleğin içinde tanınan bir olmak da çok insanı duygulandıran bir şey.

Benden genç bir yazar olarak bahsetmeniz çok güzel ama bildiğiniz gibi artık kırk yaşındayım (gülüyor). Kendimi genç hissetmeyi isterdim ama hiç öyle hissetmiyorum. Yazarlık alanında pek çok başarım var ve bu benim için harika bir şey. Başka ödüller de kazanırsam elbette mutlu olurum. Ama gerçekte yapmak istediğim tek şey yazarlığa devam edebilmek. Numara yapmayacağım, geleneksel fantastik edebiyat ve bilimkurgu okuru olmayan okurlarımın olmasına da önem veriyorum. Bu kesinlikle o alanlardan kopma anlamına gelmiyor. Son derece geniş bir okur kitlem olmasını istiyorum. O türlere saygısızlık etmek istemem, sonuçta beni yaratan ve içimdeki yazar olma isteğini doğuran onlardı. Fakat bu tür kitapları okumayanları benim yazdığım tarzdaki eserleri okumaya ikna edebilirsem memnun olurum. Aynı şey hiç fantastik okumamış kişiler için de geçerli. Eğer onlara kendi kitabımı okutabilir sonra da başkalarının kitaplarına yönlenmelerini sağlayabilirsem bu harika olur. Umarım kendi okurlarımı kaybetmeden bunu yapabilirim.

China Mieville

Türler ve okuyucu kazanmaktan bahsetmişken, Goodreads sitesinde şöyle bir sözünüz olduğu iddia ediliyor:

İnsanlar fantastik edebiyat hakkında konuşurken – esas kitle kadar bilimkurgu okurları da – neredeyse her zaman sadece tek bir alt türden bahsediyorlar. Tolkien ve onun sayısız ardılından. Buna ister ‘epik’ fantastik deyin ister ‘yüksek’, isterseniz de fantastik ‘türü,’ fantastik edebiyat giderek sadece bu anlama gelmeye başlıyor. Talihsiz olduğu kadar yanıltıcı bir durum bu. Tolkien fantastik edebiyatın baş belasıdır. Eserleri heybetli ve bulaşıcıdır – onu görmezden gelemezsiniz, o yüzden sakın denemeyin. Yapabileceğiniz en iyi şey bilinçli olarak kesip atmaktır.

Bu söz size mi ait?

Evet, bana ait.

Peki, sizin için fantastik edebiyatın ne olduğunu ve ne olması gerektiğini nasıl tanımlarsınız? İnsanların Tolkien’in peşini bırakıp özgünleşmesi ve bu türe yeni şeyler katabilmesi için bir yazar olarak ne öngörüyorsunuz?

Her şeyden önce bu sözü on yıldan uzun bir süre önce söylediğimi belirtmek isterim. Buna katılmadığımı söylemiyorum çünkü ben hiçbir zaman Tolkien’in eserlerinden keyif alan biri olmadım. Ama bilirsiniz… Bazen bir yerde bir laf edersiniz ve yıllar sonra karşınıza çıkar. Belki biraz yüz kızartıcı ama o zamanlar gösteriş yapıp dayılık taslıyordum. Bence burada önemli olan fantastik edebiyatın sadece bir tek alt türden daha fazlası olduğudur. Eğer insanlar Tolkien’in kitaplarını okumaktan keyif alıyorsa benim için sorun yok. Kişisel görüşüm fantastik edebiyatı ilginç kılan şey tahmin edilemez, farklı ve yeni şeyler yaratan bir tür oluşudur. Bu nedenle sürekli aynı klişeleşmiş karakterlerin kaleme alınması beni hep öfkelendirmiştir.

İçlerinde her zaman elf ve orkların olması gibi mi?

Tekrar söylüyorum, eğer okurlarınız yazdığınız şeyden memnunsa sorun yok. Sonuçta ne istiyorsanız onu yazabilirsiniz. Fakat bu bana fantastik edebiyata yapılan eşsiz ve güçlü bir ihanetmiş gibi geliyor. Çünkü bana göre fantastiğin anlamı, benim fantastik edebiyatta sevdiğim şey bilinmezliğidir. Ve siz daha önce yüzlerce kez işlenmiş karakterleri ele aldığınızda – eğer çok ilginç ve alışılmamış bir şey yapmıyorsanız, ki insanlar bunu başarabiliyor – fantastik olarak yazdığınız şey bilinmez değil, tamamen tahmin edilebilir oluyor. Bir nevi anti-fantastik hale geliyor. Elbette ki ne istiyorsanız onu okumakta, ne istiyorsanız onu yazmakta serbestsiniz. Ama benim fantastik edebiyatta sevdiğim şey o bilinmezlik ve yabancılık hissi, buna bağlı olarak da yeni figürlerin yaratılması ve beni şaşırtması, beni şoka uğratmasıdır. Kurgularda sevdiğim şey bu ve kurgu dendiğinde ben bunu anlarım.

china mieville 1Eserleriniz tuhaf kurgu (weird fiction) olarak tanımlanmakla birlikte bir kısım kişiler sizi New Weird adında yeni bir alt türün öncüsü olarak görüyor. Eserlerinizin new weird olarak tanımlanmasından rahatsız mısınız? Sizin kendi yazdıklarınıza bakışınız nedir?

Fantastiğin spesifik bir alt türünü – Lovecraft ve Weird Tales dergisi etrafında – işaret ettiği için tuhaf kurgu tanımlaması hoşuma gidiyor. Bunu heyecan verici ve ilginç bir alan olarak görüyorum. Bu yüzden eserlerimin tuhaf kurgu olarak anılmasından dolayı mutluyum. Fakat bu terimi herkesle konuşurken kullanamazsınız. Örneğin fantastik edebiyat hakkında hiçbir bilgisi ya da geçmişi olmayan biriyle sohbet ederken “Benim kitaplarım tuhaf kurguya giriyor,” derseniz bundan hiçbir şey anlamaz. Bu yüzden eserlerimi tamamen o anda konuştuğum kişiye göre tanımlıyorum. Bazen bilimkurgu bazen fantastik bazen de tuhaf kurgu diyorum.

Bu tür sınıflandırmaların birer kısaltmadan ibaret olduğuna inanıyorum. Tabii ki “Sınıflandırmalara gerek yok, sadece kitap diyelim gitsin,” diyen biri değilim. Kitapları ayırt etmek için onlara anlamlarına, tiplerine, türlerine ve bu gibi şeylere göre kısaltmalar takabilirsiniz. Tabii demir bir pençeyle sıkıştırılmışçasına kanunlaştırmadığınız sürece. Dediğim gibi, tuhaf kurgu, bilimkurgu ya da fantastik edebiyat terminolojileriyle hiçbir sorunum yok. Sadece steampunk olarak anılmakla ilgili bazı sorunlarım var (gülüyor) çünkü bundan biraz sıkıldım. Hangi türe girdiğinizi kendinizin seçtiğini sanmıyorum. İnsanlar buna bir isim taktığında onlarla aynı fikirde olmayabilirim. Ama kalkıp da bağırıp çağıracak halim de yok.

China Mieville Elbette. Pekala, bu diğerlerine göre biraz farklı bir soru olacak. Fiziksel görünüşünüz akıldaki klasik bilimkurgu ve fantastik yazarıyla oldukça ters düşüyor. Fiziğinize baktığımızda vücut geliştirmeyi de sevdiğinizi varsayıyoruz. Bu ayrıksılığınız hakkında neler söylemek isterseniz? Çünkü kendi tarzı olan ve bilindik göbekli, sakallı usta konseptinden fazlasıyla uzak bir insansınız. Türkiye’de bu durum oldukça olumlu biçimde karşılandı, peki diğer hayranlarınızın bu konuya dair yaptığı yorumlardan haberdar mısınız? Eğer öyleyse, bunları bizimle paylaşabilir misiniz?

Bilmiyorum. Sanırım imza günlerime gelenlerin çoğu az çok nasıl göründüğümü biliyordur. O yüzden hiç kimsenin şaşırdığını sanmıyorum. Bazen insanlar dış görünüşüm hakkında yorumlarda bulunuyor tabii ki. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu güzel ve insanın gururunu okşayan bir şey. Fakat klişe yazar tipine uymayan pek çok meslektaşım var. Aldığım yorumlar iyi olduğu sürece bu durum eğlenceli ve gurur verici. Ama bunları çok ciddiye almak aptalca olur. Ben… (cümlesini toparlayamayıp gülüyor). Bu konuda başka ne söyleyebileceğimi bilemiyorum.

O halde bu soru için özür dilerim.

Yo yo, problem değil, bu komik bir şey. Sadece söylenecek pek fazla şey yok (tekrar gülüyor).

Eserlerinizde politik atıflar ve eğilimler görüyoruz çoğu zaman. Peki siyasi yönünüzü ele alırsak, küresel anlamda dünyaya nasıl bir eleştiri getirebilirsiniz? Bu bağlamda hayata bakış açınız, dünyanın gidişatı gibi konularda bizi biraz bilgilendirebilir misiniz?

Bu ilginç bir soru. Biliyorsunuz, ben bir sosyalistim. Sosyalist olmanın anlamlarından biri de yaygın biçimde, aynı anda hem karamsar hem de iyimser durumlar içinde kalmaktır. Bu yüzden sol kanattaki insanların aynı anda hem çok heyecanlı hem de çok perişan olduğunu düşünüyorum (gülüyor). Dünyanın durumu hakkında ne düşündüğüme gelecek olursak… Bence her şey bombok, gerçekten korkunç. Bununla birlikte güzel şeyler de var. Sanırım benim için söylenecek şeylerden biri kolay kolay umutsuzluğa düşmemem. Dünyanın berbat durumda olduğunu ve şu anda hak ettiğimiz rezillikten çok daha iyisine sahip olduğumuzu düşünüyorum. Fakat aynı zamanda işlerin birdenbire, çok hızlı ve ciddi bir şekilde değişeceğini düşünüyorum. Belki çok sıradan bir örnek olacak, klişe olduğum için beni affedin ama Mısır’ın haline bir bakar mısınız? Eğer Tahrir Meydanı olaylarından iki ay önce Mısır’daki despot ve diktatör yönetimin halk isyanıyla yıkılacağını söyleseydiniz kimse size inanmazdı. Mısır’da hâlâ bir sürü olayın gerçekleştiğini biliyorum. Evet, dünyanın bombok bir yer olduğunu biliyorum. Hâlâ yapılacak çok iş var ama olaya siyasi açıdan dikkatli ve iyimser bakmaya da devam ediyorum. Oradaki insanların bir şeyleri değiştirebilme gücünden ve cesaretinden cidden çok etkilendim.

China Mieville

Son bir soru. Türk okuyucularınıza, özellikle yazarlığa adım atmak isteyenlere neler söylemek istersiniz?

İki şey söylemek isterim. Birincisi şu anda neyin sattığını ve ileride neyin satacağını düşünmeye çalışmayın. Çünkü işler bu şekilde yürümüyor. Biliyorum, bu kulağa kendini beğenmişlik gibi geliyor ama bu şekilde düşünürseniz yazamazsınız. Söyleyeceğim ikinci şeye gelirsek, roman yazmak çok uzun zaman istiyor ve insanın gözünü korkutuyor. Bir roman yazmanın en iyi yolu kendi gayretinizle yazmak ve bu da belki günde bin kelime kalem almak ve bir sonraki günü düşünmemektir. Oraya oturup da “Eyvah, ne yapacağım ben? Ne yazacağım şimdi?” diye düşündüğünüzde bu iş olmaz. Donakalırsınız. Söyleyeceklerim bunlar.

Kayıp Rıhtım adına sorularımıza cevap verdiğiniz için çok teşekkürler!

Rica ederim, benim için zevkti.


Röportajı Gerçekleştiren, A. ORÇUN CAN
Türkçeye Çeviren, M. İHSAN TATARİ
Son Okuma, YOSUN ERDEMLİ

Orçun Can

Alanya’da doğdu. Uzun süre Ankara’da, bir süre de İstanbul'da yaşadı. Uluslararası İlişkiler ve Sinema-Televizyon alanlarında öğrenim gördü. Kitapları Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkıyor, öyküleri Kafasına Göre Dergi ve Kayıp Rıhtım’da yayımlanıyor. Şu an Londra’da yaşıyor; metrolara, çift satır aralığına, kablosuz teknolojiye ve kırmızıya ilgi duyuyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

yetişkinler için fantastik edebiyat

Yetişkinler İçin Fantastik Edebiyat

neil gaiman ev

Ev – Neil Gaiman | Şiir