in ,

Ekmek Arası Gibi Kokan Berduş – Jonathan Carroll

Jonathan Carroll
- Reklam -
- Reklam -

EKMEK ARASI[1] GİBİ KOKAN BERDUŞ

Jonathan Carroll

Otobüs durağında, dans eden ve ekmek arası gibi kokan bir berduş vardı. Yağmurla birlikte kar da yağıyordu ve civarda ikimizden başka kimsecikler yoktu. Otobüs mü bekliyordu, bilmiyordum ama beklemesini istemediğimden de adım gibi emindim. Son geçen otobüse yetişememiştim ve bir dahakinin hemen gelmeyeceğine dair içime bir sıkıntı düşmüştü. Bu da on adım ötemdeki şu müstehcen Bojangles Bey’in[2] otobüs gelene kadar civardaki tek eğlence olacağı anlamına geliyordu. Allah vere de dünya turuna devam etmeden evvel azıcık dinlenmeye durmuş olsun sadece.

- Reklam -

Dışardaki soğuk, nemli kış havasına rağmen beş adım öteden bile kokusunu alabiliyordum. Sekiz milyon sigara ve de ucuz etli bir ekmek arasından mütevellit pis bir rayiha yayıyordu. Bir rulonun üzerindeki vakti geçmiş yanık makine yağı.

Kendi kendine dans ederken hoşça zaman geçiriyordu. Gözleri kapalıydı ama mesut, rahatlamış ve bayağı kendinden geçmiş görünüyordu.

Nereye baksam bilemiyordum. Oynayışını izlemek fena değildi lakin gözlerini açar açmaz beni görür, yanıma gelir, para ister ya da tip tip bakar veya bir deli berduş muhabbeti açar diye korkuyordum. Öyle olunca da sabahın geri kalanının tadını kaçırırdı.

Aniden bir şarkı tutturdu. The Dixie Cups grubunun bir şarkısı, “Mabed-i Aşk”[3]. Güfteyi de tastamam biliyordu. Gözleri kapalı, oynamaya devam ederken şarkıya başladı ve şarkının sözlerini eksiksiz biliyordu. Çoğu kimse şarkıların güftelerinin bir kısmını bilirdi, en çok da nakarat kısımlarını. Bir iki satır söylerler ama her seferinde sesleri mırıldanmaya yahut gevelemeye dönüşür, ardından da sessizleşirlerdi. Ama bu herif öyle mi?

Ben de bilirdim “Mabed-i Aşk”ın tüm sözlerini, çünkü benim Harika Yıllar’ımın[4] mihenk taşı şarkılarından biriydi. Yalan olmasın, ilk kez Richard Bucci’nin yeni, kırmızı-beyaz, üstü-açılır Chevelle Malibu’suyla gezerken işitmiştim bu şarkıyı. Sonra da gençlik eğlencelerinde[5] yiyişirken olsun, şekli şemali kızarmış ekmek dilimine benzeyen transistörlü seyyar bir radyoyu açıp okulun arkasında gecenin bir vakti sigara tüttürürken olsun, muhtelif zamanlarda yüzlerce kez dinlemişimdir. Devrisi yıllarda da zaman zaman. Ne zaman bir yerde çalsa şöyle bir durur, gözlerimi yumar, ağır ve uzunca bir nefes alırdım. Gençliğinizin hayrı olmasa bile o yıllardan bir şarkıyı duymak sizi ya elden ayaktan keser ya da içinizi bir hoş eder. Duyana kadar hangisinin olacağını hiç bilemezsiniz.

Şimdi burada ekmek arası kokulu, dans eden bu serseri, ondan çok bana ait olan bir şarkıyı söylüyordu. Bu da beni az biraz kızdırmıştı.

“İster misin geri?”

Yere bakıyordum, olanı biteni geçiriyordum aklımdan. Konuştuğu zaman, kafamı kaldırdım ve dosdoğru bana baktığını gördüm.

“Buyrun?”

“Dedim ki şarkını geri ister misin?”

Aklımdan geçenleri biliyor musunuz?”

“Richard Bucci. Chevelle Malibu, Christine Kaupi…“

Onun ismi aklımdan hiç geçmemişti; ama Christine, o şarkıyı ilk işittiğim sıra öptüğüm kızdı.

“Nereden biliyorsun bunları?”

“Tatava etme de şarkını istiyor musun istemiyor musun onu söyle!”

“Ne yalan söyleyeyim, istiyorum. Ben…“

“Pekala o halde, gel seninle bir anlaşma yapalım: Otobüs geldiği vakit, paşa paşa bineceksin ve benimle birlikte o şarkıyı söyleyeceksin. Amma çocukluğundaki tüm mühim şahsiyetler de o otobüste olacak: Richard Bucci, Christine Kaupi, Danahar Bey…“

“Danahar Bey mi? Vefat etti diye biliyordum ben onu.”

“Öyle ama o da otobüste. Sen ve ben hepsinin önüne çıkacağız ve şarkıyı söyleyeceğiz. O zamanlar senin için çok mühim olan dört kişi daha olacak.”

- Reklam -

“Kimmiş onlar?” diye sordum, soluğum daralıyordu aklıma gelenlerle.

“Söylemeyeceğim. Hepsi de büyümüş şimdiye; o yüzden sen bazılarını tanımayacaksın. Ama onlar seni tanıyacak. ‘Allah Allah, ne olmuş bu oğlana?’ diye düşünecekler. ‘Şu yarenlik ettiği berduşa baksanıza.’ ”

Serseri tebessüm etti, dişleri dümdüzdü ama eskimiş tuş rengindeydi.

Üstümde bir kayak ceketi, haki renk pantolon, ayağımda da çizme vardı. Kimseye benzemiyordum. Herkes gibiydim.

Aklımdan geçeni okumuş gibi “Mesele de bu ya. Herkesin kafasında hayatının şarkıları durur. Ölmüşlerin bile şarkıları vardır. Göçüp gidenlerin bile hatrındadır en sevdikleri şarkılar.”

“Ama neden ben? Ne diye beni seçtin?”

“Aslında için içine sığmaması lazım. Hayatın boyunca bir iş için seçildiğin yegâne an bu. Sen onların hep es geçtiği adamsın. Bu sefer sen seçildin. Ne mutlu sana!”

“Ama otobüstekiler beni senin gibi sanacaklar ve ben öyle değilim.”

“Yok, sen daha betersin. Sen yüreği atan bir hayaletsin. İnsanlar dans eden bir berduşu unutmazlar en azından.” Yine tebessüm etti ve böylece tek laf etmeden aşağıladı beni.

“Eğer söylersen, şarkını geri alacaksın. Christine’nini ve onun ortaokul ikinci sınıftaki buselerini de. Bak bi, Şahsımızın Müzesi’nde sadece tertemiz hatıralar sergilensin istiyoruz, değil mi? Bu insanların senin hakkında düşündükleri ne diye umrunda? Kırk yıl oldu onları görmeyeli.

“Ha eğer dediğimi yapmazsan, bundan sonra o şarkıyı her işittiğinde berbat bir etli ekmek arası gibi kokacak.”

“Ama onlar beni…”

“Daimi mağlup[6] sanacaklar. Muhakkak. Daha da beteri, seni ve beni birlikte görecekler ve düştüğün yetmiyormuş gibi çamurda debelendiğini sanacaklar. Seni leş gibi kokan bu berduşla şarkı söylerken görecekler ve tüyleri diken diken olacak. Şüphen olmasın.

“Neyse, söyle bakalım hangisi: Hatıralarını mı tertemiz bırakacaksın yoksa görünüşünü mü sağlama alacaksın?”

Otobüsün gelişini duyabiliyordum.

SON

 


[1] sandwich
[2] Mr. Bojangles. Amerikalı bir dansçı. Asıl adı Bill Robinson.
[3] The Chapel of Love
[4] Wonder Years. 80’lerde yayınlanmış bir Amerikan gençlik dizisi. Ülkemizde de Harika Yıllar adıyla yayınlanmış.
[5] party
[6] loser


Çeviri, BÜLENT ÖZGÜN

NOT: Öykünün özgün haline ulaşmak için BURAYA tıklayabilirsiniz.

Bülent Özgün

Edebiyat ve sinema hayranı (bazen hangisini daha çok sevdiğini kendisi de bilmiyor), İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu, öğretmen; yazmayı, okumayı, konuşmayı, öğretmeyi ve bunların hepsi üzerine düşünmeyi seven bir ademoğlu. Bir hayaledici. Ne yazık ki hep böyle kalacak.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

anansi çocukları - neil gaiman inceleme

Anansi Çocukları: Örümcek Tanrı’nın Evlatları

mitoloji dizisi 5 sami dinler

Yaşayan Mitoloji I: Sami Dinler – Mitoloji Dizisi #5