İngilizceden aldığımız fantazi kelimesi, eski Fransızcada görüntü, hayal anlamına gelen phantasie’den gelmektedir. Ancak bunun fantastikten geldiğini düşünürseniz tamamen yanılırsınız. Çevremizdeki onlarca fantastik şeyi ve hayal ettiklerimizi düşününce fantastik edebiyatta çok fazla alt türün olması ve birçok okurun bu türlere ilgi duyması şaşırtıcı gelmeyecektir. Peki, bu edebiyatın köklerinin, M.Ö. 1.500’lü yıllardan gelen Hint mitolojisine dayandığı şaşırtıcı geliyor mu? Üstelik kökleri bu kadar eskiye dayanan bir türün resmen bir edebiyat türü olarak anılması 1940’larda, henüz çok yeni diyebileceğimiz bir zamanda gerçekleşiyor. Fantastik edebiyat bu serüvende nasıl bir tarih yaşanmıştır dersiniz?
Fantastik Edebiyat: İki Duayen
Fantastik edebiyatın ilk sayfasını araladığınız anda C.S. Lewis ve J.R.R. Tolkien isimleriyle karşılaşmış olmalısınız. Fantastik edebiyatın babaları olarak kabul edilen bu yazarlar, 1926 yılında Oxford Üniversitesi’nin yerleşkesinde karşılaşmıştı. İkisi de aynı okulda eğitim alıyordu o zamanlar. Lewis, İngilizce Fakültesi’nin bir bölümü olan edebiyat alanında okurken Tolkien şaşırtıcı şekilde dilbilim okuyordu.
Henüz taze şekillenen bu dostlukta iki arkadaş, birbiriyle yazdıklarını, fikirlerini, eserlerini paylaştı. Üstelik Inklings adında bir de yazın grupları vardı. Bu ufak çaplı grup, modern fantastik edebiyatın tohumlarını atacak bir hevesle toplanıyordu. Eleştirmen Philip Zaleskis bununla ilgili şöyle yazıyor:
“Inklings olmadan ne Dungeons & Dragons (ve tabii beraberindeki tüm online fantazi evreni), ne Harry Potter ne de Philip Pullman olurdu.”
Elbette Philip, bu ikili içinde daha üretken olandı. Aslan, Cadı ve Dolap’la başlayan seri için yedi yılda yedi kitap yazdı. Hayali dünyası Narnia, tuhaflıklarla dolu bir evrendi. Fantastik edebiyatın, çocuklara özgü olduğu bir zamanda nefes alıyordu bu evren. O zamanlar çocuk edebiyatı, farklı fikirlerin yaşatılabilmesi için en geniş evrendi aslında. Ancak 1950’lere kadar fantastik edebiyat, Narnia’nın çevresinde gelişti. O yıldan sonraysa sora Tolkien’deydi artık. Yüzüklerin Efendisi Serisi’nin başlığı atılmıştı.
Bugün Tolkien’ın bu türdeki etkisini görmezden gelmek olanaksız. Nitekim bir edebiyat türünde Tolkien kadar böylesi bir yükseliş gösteren başka bir yazar göstermek zor. Öyle ki, fantastik tür Tolkien öncesi ve Tolkien sonrası olmak üzere ikiye ayrılmış demek yanlış olmaz. Peki, Tolkien nasıl bir etki yarattı da fantastik edebiyata mâl oldu?
- Silmarillion, yaradılış miti metaforunun harcını oluşturdu.
- Konuşan hayvanları ve karmaşık olmayan temasıyla The Hobbit, çocuk fantazisinin ve peri masallarının somut bir örneği oldu.
- Yüzüklerin Efendisi ise tüm fantastik edebiyatın zirvesiydi adeta. Yüksek Fantazi’deki diğer metaforların temelini oluşturdu bu seri: talep, iyi kahramanlar, bilge kılavuz, kötülere karşı iyiler, Karanlık Lord ve üçleme.
Ancak her şeyden de önemlisi Tolkien, dilleri ve tamamen ona özgün mitolojileri kaleme aldı. Alice Harikalar Diyarında’ki, veya L. Frank Baum’un Oz serisindeki birbiri ardına gelen tuhaflıklar Yüzüklerin Efendisi’nde yoktu. Bu da Orta Dünya’yı, sanki tarih sahnesinde gerçekten yer alan bir dönem gibi gösterdi. Katherine Kerr, çoksatan fantastik edebiyat yazarıyla ilgili şöyle söylüyor:
“Tolkien okuyan çoğu insan bir defalığa mahsus kimin kim olduğunu unutur. Hatırladıkları tek şey Orta Dünya’dır. Bu evrende aradıkları her şey vardır zira. Ruh ve varlık, derinlik, kişisel çıkarlar, kitapların dışında da bir hayatın olduğu hissi… Böylesi bir evrende Tolkien’in karakterleri kimi zaman gözden kaçırılabilir. Ancak kitapları defalarca okuyanlar, bu muhteşem edebiyatın derinliğine erişebilir. Orta Dünya’nın ezgileri arasında Avrupa’nın düşleri can bulur.”
Kerr ayrıca fantastik edebiyat yazarlarının, duayenler üzerinden ilerlemeleri gerektiğini söylüyor. Çünkü Tolkien’in karakterleri büyük harfle yazıldığında yazarlar arasında zamanla birer arketipe dönüştü. Fakat Tolkien, aslında bunları sadece fantastik edebiyat türünün duvarlarını örmede kullanmak istemişti. Sonuçta ortaya çıkan başarı, yazarı fantastik edebiyatın duayeni ve temel taşı kıldı. Üstelik yalnızca kendi zamanının değil, geleceğin fantastik edebiyatının da yolunu döşedi. Bu durum, her ne kadar yazara muhteşem bir başarı getirse de ardından gelen tüm yazarlar, onun gölgesinde kaldı.
Peki, buna rağmen diğer yazarlar nasıl seslerini duyurmaya başladı?
Fantastik Edebiyatın Alt Türlerine Doğru
Düşünün ki belli bir edebiyat türünde tek bir isim, tüm türe mâl olacak bir çizgi çizdi. Bunun üzerine ne yaparsınız şimdi?
Kimi fantastik edebiyat yazarları, ilhamlarını Yüzüklerin Efendisi’nden almışa benziyor. Terry Brooks’un Shannara’nın Kılıcı (1977) adlı eseri buna örnek gösterilebilir. Bu eser, Tolkien’in kılıç sallayan, macera peşindeki yiğit kahraman tiplemesini kadim hâle getirdi bir bakıma.
Yine de başka yazarlar, Yüzüklerin Efendisi’nin kalıplarından çıkarak türe ilişkin farklı seslerin arayışına girdi. İçlerinden biri şöyle söylüyor:
“Tolkien’e gerçekten hayranım. Ama onun başlattığı dünya, Karanlık Lord ve Şeytan Minyonlar fikri, sonraki yıllarda ortaya çıkan daha az yazarın elinde zamanla birlikte işlevini kaybetmeye başladı. Üstelik artık ölmeye yüz tutmuştu. İyi ve kötünün savaşı, herhangi bir kitabın konusu olabilir pekâlâ, özellikle de fantastik bir kitabın. Ama bana kalırsa sonuçta bu savaşta kazanan taraf, kişinin kendi yüreğinin bileceği iştir, yalnızca bir tarafı siyah bir tarafı beyaz giymiş orduların arasında geçmez. Şimdi dünyaya dönüp baktığımda gerçekten nefes alan pek çok insanın gri renkte olduğunu görüyorum hatta!”
Bunları söyleyen yazar kimdir dersiniz? George R.R. Martin elbette. Yazdığı küçük eser A Song of Ice and Fire (Buz ve Ateşin Şarkısı) oldukça iyi iş çıkardı. Konuşan elflerse her yere yayıldı! Üstelik ortada bir Karanlık Lord veya Şeytan Minyonlar da yoktu. Böylelikle Martin, Tolkien’in Kılıç ve Büyü alt türünü alıp hikâyeyi kendince yorumladı. Karakterleri ahlâkî açıdan belirsizdi, dünyaysa kimilerine göre daha gerçekçiydi.
Ancak Martin, bu fikirle hareket eden tek yazar değildi. Joe Abercrombie’nin First Law (Kadim Kanunlar) serisi ve Scott Lynch’in Gentleman Bastards (Centilmen Piç) serisi de daha belirsiz, kanlı, çok daha gerçekçi ve ahlâkı sorgulayan türde senaryolar ortaya koydu. Böylelikle grimdark alt türünün temelleri atıldı.
Ursula K. Le Guin’in yeriyse çok ayrıydı. Yerdeniz romanı, tamamlanmış ve karmaşık karakterleriyle Tolkien’e meydan okudu. Karakterlerinin çeşitliliği, aynı zamanda bir gerçeklik oluşturuyordu. Michael Swanwick bir defasında şöyle demişti:
“Le Guin’in, alan için önemini ölçmek, tuzun deniz için önemini tartışmaya benzer.”
Ancak yazarlarımızın hayal gücü, fantastik edebiyat tanımını daha da genişletti. Şehir fantastiği ve paranormal fantastik, ortaçağ ormanlarını tamamen bir kenara koyan yazarları doğurdu. Onun yerine bu yazarlar, süper güçleri kentlerin tam da merkezine yerleştirdi. Neil Gaiman’ın Neverwhere (Yokyer) adlı eseri, Londra’nın yeraltında başka bir dünyanın olup olamayacağını sorguladı. Anne Rice’ın 1976 yılında çıkan Interview With the Vampire (Vampirle Görüşme) romanıysa sonrasındaki 21. yüzyıl vampir edebiyatının kıvılcımlarını çaktı. Ki bu da Twilight serisiyle alevlendi.
Başka ne var peki? Tarihi fantazi 1970’lerde büyüdü. Ardından steampunk edebiyatı ortaya çıkıp bilimkurguyla bir araya gelerek hayal gücünün bambaşka bir yönünü doğurdu. Bunlar gibi daha onlarca alt tür sıralanabilir. Ancak yüzyılın dönüm noktasına kadar fantastik edebiyat türü, daima bir niş janrı olarak görüldü.
Yine de Harry Potter, Games of Thrones, Yüzüklerin Efendisi gibi seriler yaygınlaştıkça janr, artık hatırı sayılır bir tür hâline geldi. Dahası, kitap sayfalarından çıkarak beyazperdeye, televizyon ekranlarına yansıdı ve başarılı yapımlar ortaya koydu.
Fantastik Edebiyat Nereye Doğru Gidecek?
Bunu daha önce de söyledik, şimdi de söylüyoruz. Fantastik edebiyat yazmanın tam sırası şimdi. Düşündüğümüz zaman yüzyılın dönümünden bu yana en büyük popüler kültür fenomenlerinin fantastik edebiyatla bir bağı var: Harry Potter, Game of Thrones, Twilight… Hatta Açlık Oyunları bile tamamen hayali bir dünya üzerine kurulu bir distopya fantazisidir.
Geriye dönüp bakıldığında türün pek çok yönden Tolkien’in günlerinden evrildiğini görmek kolay. The Hobbit’i düşünün örneğin. Eserde neredeyse hiçbir kadın karakter yok. Sonra en meşhur fantazi kitaplarına bakın, başkahramanları Hermione, Katniss, Triss gibi tamamen kadınlardan oluşuyor.
Fantastik edebiyatın geleceği, bugünün yazarlarının hayal gücüne bakıyor artık. Başka evrenlerin kapılarını nasıl aralayacağız dersiniz? The Chronicles of Prydain’in yazarı Lloyd Alexander çok haklı görünüyor şu söylediklerinde:
“Fantastik edebiyat gerçekten bir kaçış gibi görünmemeli. Çünkü o, gerçeği anlamanın bir yoludur aslında.”
Ne dersiniz, geleceğe ilişkin yepyeni gerçeklikleri böylelikle yazabilir miyiz? Konu hakkındaki yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum’da bizimle paylaşabilirsiniz.
Kaynak: A Century of Fantasy: How the Genre’s Changed Since the 1920s
Öncelikle ellerinize sağlık, güzel bir dosya olmuş. Sadece birkaç eleştirim olacak.
Bilgilerin bazıları eksik geldi bana. Mesela, Kılıç ve Büyü için başka isimler arasında yazıyor ama Robert E. Howard yazıda yoktu. Robert E. Howard, 1900’lerin ilk 30 yılında yaşadı. Weird Tales ve benzer dergilere gönderdiği çeşitli öyküleri ile fantastik edebiyat tarihinde önemli bir yere sahip. Yarattığı karakterlerden en ünlüsü olan Conan, Kılıç ve Büyü’nün başlangıcıdır. Yani ben böyle biliyorum.
“Fantezi, korku, macera, boks, Western, Dedektif kurguları dallarında yapıtlar vermiştir. 300’ün üzerinde öykü ve yedi yüz’ün üzerinde şiir yazmıştır. Kılıç ve Büyü (Sword and Sorcery) türünün yaratıcısıdır.”
Kaynak:
Tolkien’i seviyorum ve önemini biliyorum. Sadece, ondan önce ki yazarları da, ona ilham verenleri de unutmamak ve haklarını yememek gerek. Robert E. Howard dışında da birçok yazar var. Ama maalesef çoğu pek bilinmiyor. (Ben onları da beklemiştim yazıda.) O yüzden ben de okumalarımı ve araştırmalarımı bu tür yazarlara yönelttim son zamanlarda.
Tekrardan ellerinize sağlık.
Hocam, yazının hiçbir yerinde Kılıç ve Büyü’nün kurucusu GRR Martin’dir diye yazmıyor ki. Ben mi göremedim öyle bir ifadeyi acaba…
Sorun bendeymiş, özür dilerim.
“Bunları söyleyen yazar kimdir dersiniz? George R.R. Martin elbette. Yazdığı küçük eser A Song of Ice and Fire (Buz ve Ateşin Şarkısı) oldukça iyi iş çıkardı. Konuşan elflerse her yere yayıldı! Üstelik ortada bir Karanlık Lord veya Şeytan Minyonlar da yoktu. Böylelikle Martin, Tolkien’in Kılıç ve Büyü alt türünü alıp hikâyeyi kendince yorumladı. Karakterleri ahlâkî açıdan belirsizdi, dünyaysa kimilerine göre daha gerçekçiydi.”
Burayı yanlış anlamışım. Ve yanlış yorumlamışım. Boşuna tartışma çıkmasın, tekrardan özür diliyorum.
Yok canım tartışma çıkması için yazmadım Sadece yanlış anlamış olabileceğinizi tahmin ettim.
Öncelikle yazı için ellerinize sağlık. Fantastik edebiyat ile ilgili kitaplar haricinde yazı yada YouTube videoları bulmak çok zor. Geekyapar kanalında kitap günlükleri diye çok güzel bir konsept vardı ama devam ettirmediler.