Italo Calvino dili kendine özgü kullanma biçimiyle yazın dünyasında özel yer edinmiş bir İtalyan kalem. Dilimize çevrilen birçok eseriyle Türk okurların da bildiği bir yazar: Görünmez Kentler, Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu, Zor Sevdalar… Sevenleri, kitaplıkların en önemli raflarında kendisine yer ayırdı.
Calvino 1985’te beyin kanaması sonucunda hayatını kaybetti, ancak eserleri ve fikirleri akıllarda yaşamaya devam etti.
Biz de hem saygıdeğer kaleme minnetimizi göstermek hem de önemli düşüncelerini sizlerle paylaşmak için, kendisi yaşamını yitirdikten sonra The New York Review of Books’ta 9 Ekim 1986’da yayınlanan “Klasikleri Neden Okuyoruz?” başlıklı yazısını sizler için çevirdik.
Kullanacağımız kelimeleri neden kullandığımızı anlayarak başlayalım.
1) Elinde klasikle gördüğümüz insanlar “…’yı tekrar okuyorum,” der, asla “…’yı okuyorum,” demez.
Tabii ki Dünya’yla ve barındırdığı klasiklerle ilk kez karşılaşan gençler değil, kendisini ‘tahsilli’ addeden insanlar söz konusu burada. ’Okumak’ fiilinin önüne konulan, bu fiilin ilk kez yapılmadığını belirten sıfat; her ne kadar mantık bize karşımızdaki insanın okumaları ne kadar geniş bir alana yayılırsa yayılsın hâlâ muazzam bir sayıda okumadığı temel eser olduğunu söylese de, insanların çok ünlü bir kitabı okumamış olduklarını kabul etmekte zorlandıklarını belirtir.
Herodot’un, Thucydides’in, Aziz Simon’un, Kardinal de Retz’in bütün eserlerini okuyan herkes elini kaldırsın! On dokuzuncu yüzyılın yüce roman serileri bile okunmaktan çok konuşuluyor. Fransa’da Balzac okumaya okulda başlıyorlar ve basım sayısını göz önüne alınca okul bitince de okuduklarını varsayarsınız ama İtalya’da anket yapılsa, korkarım Balzac listenin sonlarında olurdu. İtalya’daki Dickens hayranları küçük bir grup oluşturur; üyeleri buluştuğunda da, karakterler ve bölümler hakkında tanıdıkları insanlar veya tanık oldukları olaylar hakkında konuşuyorlarmış gibi tartışmaya başlarlar. Amerika’da ders verirken Michel Butor, kendisine hiç okumadığı Emile Zola hakkında sorular sorulmasından bıkıp bütün Rougon-Macquart serisini okumaya karar vermişti. Tahmin ettiğinden çok farklı olan seri bitince, çok güzel bir makale yazıp bütün soruları da savuşturdu.
Uzun lafın kısası, güzel bir kitabı olgun yaşta ilk kez okumak olağanüstü bir zevk verir (daha büyük ya da daha küçük olduğunu kimse iddia edemez). Gençlikte okunsaydı alınacak zevkten farklıdır. Gençlik diğer her şeye yaptığı gibi, okumaya da kendine has bir tat ve önem hissi verir. Olgunluksa eldeki romanın farklı katmanlarını ve anlamlarını takdir etmemize olanak sağlar. Buradan, sonraki tanıma geçebiliriz:
2) Okuyanların çok sevip büyük önem verdiği kitaplara “Klasik” denir fakat kendisine verdikleri değer bakımından ilk kez okuyanların da aşağı kalır yanı yoktur.
Aslında, gençlik okuma eylemi için verimsiz bir dönem olabilir. Sabırsızlık, dikkat dağınıklığı, eldeki ürünün ’kullanım kılavuzu’nu anlayabilmek için tecrübesiz olmak hatta hayat için tecrübesiz olmak temel sebeplerdir. Gençken okunan kitaplar, şekillendirici bir görev üstlenirler, gelecekteki tecrübeleri, örnek alınan insanları, karşılaştırma hissini, sınıflandırma duygusunu, değer sıralamalarını, güzellik ölçütünü –aşağı yukarı her şeyi- (okunan kitap olgunlukta unutulsa bile) şekillendirir ve hayat boyunca şekillendirmeye devam eder. Bir kitabı olgunlukta tekrar okuduğumuzda içeriğini yeniden keşfetmemiz çok olasıdır ki bu içerik çoktan beynimizin çalışma mekaniklerinin bir parçası olmuş olabilir. Bir edebi eser, yüzeyde unutulmuş gözükse de, tohumlarını içimize bırakmış olabilir. Sonraki tanıma da buradan geçeriz:
3) Klasikler tuhaf etkiler yaratabilecek kitaplardır. Gerek kendini belli ederek gerekse de kendilerini hafıza katmanlarının altına gizleyip kolektif veya bireysel bilinçaltına hitap ederek.
Bu yüzden olgunlukta, gençliğimizin önemli kitaplarını tekrar ziyaret etmeye zaman ayırmamız gerekir. Kitaplar aynı kalmış olsa da biz kesinlikle değiştik ve bu ziyaret tamamen yeni olacaktır.
Yani, ’okumak’ ya da ’yeniden okumak’ kullanmamız pek önemli değildir. Buradan yeni tanımlara geçersek:
4) Bir klasiğin her yeniden okunması tıpkı ilk okuyuş gibi bilinmezliğe kapılar açar.
5) Bir klasiğin her okunması bir yeniden okumadır.
Dördüncü tanım şimdikiyle paralel gider:
6) Klasik, söyleyecek sözü hiç bitmeyen bir kitap demektir.
Buradan bakınca beşinci tanım daha spesifik bir formüle dayanır, şöyle ki:
7) Klasikler, bize bizden önceki okumalarının izlerini taşıyarak gelen kitaplardır. Kendileriyle birlikte bizim kültürümüze ve diğer kültürlere bıraktığı izleri de getirirler.
Hem antik hem de modern klasikler için bunların hepsi doğrudur. Odysseia’yı okursam, devamında Homeros’un başka metnini okurum ama yüzyılların Ulysses’in maceralarına yol açtığını unutamam ve Ulysses’i yaratan kısmının metinde gizliden gizliye var olduğunu düşünür, bu kısımların bir uyarı mı, hata mı yoksa genişleme mi olduğunu düşünürüm. Kafka okurken ’Kafkaesk’ sıfatını onaylamam veya reddetmem gerekir, ki bu sıfatı her 15 dakikada bir duyduğumuzu düşünürsek kaçınılmazdan bahsediyoruz. Turgenyev’in Babalar ve Oğullar’ını, Dostoyevski’nin Ecciniler’ini okurken, okuduğum karakterlerin günümüze kadar reenkarne ola ola gelişlerini düşünmekten kendimi alıkoyamam.
Bir klasiğin bize birkaç sürprizde bulunması gerekir. Bunu en verimli şekilde yapabilmek için eleştirel biyografileri, yorumları ve çıkarımları bir kenara bırakıp sadece metnin kendisini okumam gerekir. Okul bize bir kitap hakkında olan hiçbir kitabın, söz konusu kitaptan daha fazla sözü olmadığını anlatmalıdır, ama aksini düşünmemiz için ellerinden geleni yaparlar. Önsözün, eleştirel yaklaşımın ve bibliyografilerin metnin anlatmak istediğini bir sis perdesi arkasına sakladığını söyleyen pek çok yaklaşım vardır ve gerçekten de, metne kendi adına konuşma izni verirsek, metinden daha çok şey bildiğini zanneden yan metinlerden daha verimli bir süreç olacağını görürüz. Buradan da şu çıkar:
8) Bir klasiğin bize önceden bilmediğimiz bir şeyi öğretmesine gerek yoktur. Klasiklerde daha önceden bildiğimiz veya bildiğimizi zannettiğimiz bir şeyler okuyabiliriz, ama bir sözü klasiğini okuduğumuz yazarın söylediğini bilmeden, bu yazarla iliştirmeden. Bu da çok zevk veren bir sürprizdir, bir köken hikâyesinden, bir ilişkiden aldığımız zevki alırız.
Bunlardan da sıradaki tanıma geçeriz:
9) Klasikler okudukça yeniliğini, tazeliğini ve beklenmedikliğini koruyan kitaplardır. Klasikler hakkındaki her yeni sohbette kendileri üzerine bildiğimizi sandığımız yeni şeyler öğreniriz.
Doğal olarak, bu sadece klasikle okur arasında kişisel bir bağ kurulursa olur. Kıvılcım çıkmazsa ne yazık ama klasikleri görev icabı veya saygıdan değil, sevgiden okuruz. Okul hariç; lakin okul da iyi veya kötü, bize belli sayıda klasiğin varlığını öğretir ve buradan kendi klasiklerimizi seçme imkânı sağlar. Okul bize tercihimizi yapabilmemiz için gerekli olan melekeleri sağlamakla yükümlüdür ancak okul dışında ve okuldan sonra yaptığımız bizim tercihimizdir.
Zorunlu değilken okuduğun kitaplar ancak sizin kitabınız olabilir. Çok başarılı ve çok kültürlü bir sanat tarihçisi tanıyorum. Bütün kitaplar arasından sevgisini Bay Pikvik’in Maceraları’na adamış, eline geçen her fırsatta Dickens’in kaleminden bir satırı okuyup hayatta yaşadığımız bir olayla ilişkilendiriyor. Kendisi, gerçek felsefe ve evren zaman içerisinde Bay Pikvik’in Maceraları kitabını alıp, bir kimlik haline getirmiş. Buradan da, bir klasiğin ne olduğu hakkında çok net bir tanıma geçiyoruz.
10) ’Klasik’ kelimesini, bizim içimizde bir evren kadar büyüyen kitaplar için kullanırız, öyle ki hayatlarımızdaki rolü antik eserler kadar büyüktür. Bu tanımla da Mallarme’nin ’tüm kitap’ dediği fikre geliyoruz.
Bir klasik aynı zamanda zıtlık ve antitez bakımından da aynı miktarda güçlü bir ilişki kurabilir. Rousseau’nun düşündüğü ve yaptığı her şeyi önemli görsem de, kendisine karşı çıkmak, kendisini eleştirmek, tartışmak için direnemediğim bir istek duyuyorum. Sorun kişisel düzeyde antipati duymaya kadar ilerliyor, onu okuyamıyorum ama kendisini benim yazarlarım arasında görüyorum. Bu yüzden de:
11) Sizin klasik yazarınız kendisine kayıtsız kalamadığınız, kendinizi onun etrafında şekillendirdiğiniz yazardır, karşısında dursanız bile.
’Klasik’ kelimesini yaş, stil veya yazar ayrımı yapmadan kullanışımı açıklamam gerektiğini düşünüyorum. Benim açımdan bir klasiği belirleyen şey, gerek antik gerek modern çağlarda yazılmış olsun kültürel belleğimizde yer edinmiş olmasıdır. Buradan yaptığımız çıkarım da:
12) Bir klasik, diğer klasiklerden önce gelen bir kitaptır. Yakın zamanlı klasik eseri diğer klasiklerden daha önce okuyan bir kişi de, yakın olanın aile ağacındaki yerini hemen tespit eder hâle gelir.
Bu noktada, klasikleri okumakla klasik olmayan diğer her tür şeyi okumanın arasında ne fark olduğu sorusunu cevaplamam gerekiyor. Bu soru “Günümüzü daha iyi anlamamızı sağlayan kitapları okumak varken neden klasikleri okumalıyım?” ya da “Günümüzün olaylarıyla bunalmış durumdayken klasikleri okumak için gereken vakti ve akıl sağlığını nasıl bulacağız?” gibi sorularla bağlantılı durumda.
Elbette, zamanını bir üniversite kürsüsü veya makale çalışmaları veya yeni bir baskıya önsöz niyetiyle değil de sadece zevk için Lucretius, Lucian, Montaigne, Erasmus, Quevedo, Marlowe, Metod Tartışmaları, Wilhelm Meister, Coleridge, Ruskin, Proust veya Valery, Murasaki’nin farklı bakış açıları veya İzlanda efsanelerinden başka hiçbir şey okumayarak geçiren kutsal insanlara parantez açmak gerekir. Böylesine sıkı bir listeyi araya başka metin sokmadan tamamlayabilmek için bu kutsal kişi gazeteleri, yeni çıkmış çok satanı veya yeni bilimsel gelişmeleri okumaması gerekir. Fakat, böylesi bir çabanın ne kadar haklı ve verimli olacağını sorgulamalıyız. Son haberler banal veya gereksiz gözükebilir ama günümüzü ve ilerisini gösteren deniz fenerleri rolü üstlenirler. Klasikleri okuyabilmek için, onları ’nerede’ okuduğumuzu bilmemiz gerekir aksi halde hem okur hem de kitap zaman algısı olmadan sürüklenip dolanır durur. Bu, klasik okuyanların arasından en çok verimi neden yeterli miktarda günümüz ilişkilerini de devam edenlerin alacağını açıklar. Klasik okumak için bozulması imkansız bir akıl sağlığının değil de gergin bir sabırsızlığın veya oflayıp puflayan bir beynin neden gerekli olduğunu da açıklar bu.
Belki de en ideali, dışarıda olup bitenleri, ani hava değişikliklerini, trafik ışıklarını görebilmek için açık bir pencere bırakıp, içeride klasiklerin susmak bilmeyen seslerini dinlemektir. Fakat klasiklerin varlığını odanın dışından, günün gereksiz bilgilerinin ve televizyonun cızırtısının arasından duyan insanlar için çok şey istemiş oluruz. Bu yüzden de sonraki maddeyi ekleriz:
13) Bir klasik arka plan seslerinin yarattığı endişeyi perdelememize yardımcı olur, lakin bu arka plan sesleri olmadan da edemeyiz.
14) Bir klasik, söz konusu durum günümüzle istediği kadar ilgili olsun, arka plan sesi olmaya devam edecektir.
Burada da, klasikleri okumanın gerektirdiği uzun zamanların yaşam ritmimize uyuşmadığı sorunu baş çıkartır. Ayrıca kültürümüzün yarattığı aciliyet hissine bakınca da, asla kişisel bir ’klasik’ kataloğu oluşturamayacağımız gerçeği belirir.
Bu bahsettiğimiz ‘katalog’u Leopardi gerçekleştirebilmiştir. Babasının evinde yaşadığı ıssız hayatı, Grek ve Latin eserlerinin, İtalyan ve Fransız literatürünün oluşturduğu kitaplığı (burada bir parantez açıp bu kitaplığın ‘son çıkan ne varsa’ hariç olduğunu belirtmemiz gerekir, öyle ki kız kardeşine yazdığı bir mektupta ‘senin şu Stendhal’ kalıbını kullanmıştır), günümüzle bağı olmayacak şekilde; Buffon’un kuş incelemeleri ve Frederik Ruysch’un mumyaları ve Columbus’un yolculukları gibi eserlerle kendisini klasiklerle eğitmesine imkân vermiştir.
Günümüzde genç Leopardo’nunkine benzer bir eğitim edinmeyi düşünmek bile imkânsızdır; her şeyden önce Kont Monaldo’nun (Leopardo’nun babası) kütüphanesindeki eser sayısı katlanarak artmıştır. Eski kitaplar, korunurken modern edebiyat ve kültüre de geniş yer verilmiştir. Elimizden kendi ideal klasik kitaplığımızı oluşturmaktan başka bir şey gelmez. Bu kitaplığın yarısının okuduğumuz ve bizi etkileyen kitaplardan, yarısının da okuma sözü verdiğimiz ve bizi etkileyeceğine inandığımız kitaplardan oluşması gerektiğini söyleyebilirim. Birkaç rafı da sürprizler ve yeni keşifler için boş bırakmamız iyi olacaktır.
Leopardi’nin İtalyan edebiyatından ismini andığım tek yazar olduğunu fark ettim. Şimdi bütün makaleyi baştan yazıp hem İtalyanlara hem de yabancılara neden klasikleri okumamız gerektiğini baştan ve açıkça anlatmam gerekir.
Sonra da, klasikleri ’bir sebep uğruna’okumamız gerektiğini düşünen insanlar için oturup tekrar yazmam gerekir. Yazının bu halinden çıkarılabilecek tek sonuç klasikleri okumanın okumamaktan daha iyi olduğu olabilir.
Ve, birisi çıkıp da “O kadar uğraşa girmeye değecek mi?” diye itiraz ederse kendilerine Cioran’dan alıntı yaparım (kendisi daha klasik değil, ama olacak):
Darağacını hazırlarken Sokrat’ın flütle bir şeyler çalmaya çalıştığını gördüler. “Ölmeden hemen önce bu ritmi öğrenmek,” diye başladı bir cellat “ne işine yarayacak?”
9 Ekim, 1986 | Italo Calvino – İngilizce Çeviri: Patrick Creagh
Kaynak: The New York Review of Books
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!