Hep bir alt kültür olarak görülen fantastik ve bilimkurgu, belki de insanlığın en ihtiyacı olan şeydir. Bunu bugün, yani Dünya Kadınlar Günü’nde daha iyi anlıyoruz. Özellikle ülkemizin kadına vermediği değer bu kadar ortadayken; şiddet, tecavüz, sosyal haklardan mahrum bırakılma, çalışıp kendi ayakları üzerinde durmaya engel olma gibi konular böylesine iğrenç biçimde göz önündeyken hem de. Oysa memleketimizde gösterilmeye bu değer, yıllardır bu iki “alt” türde kadınlara hakkıyla teslim ediliyor.
Çocuk işi, satanistlik, hayalperestlik gibi yaftalar yiyen fantastik ve bilimkurgu eserlerine bugün özellikle göz atalım. Göz atalım ki koca dünyada bir türlü yapılamayan şeyi, kadının bir insan olduğu gerçeğini nasıl doğal yollarla kabullendiklerini gözlere sokarak insanları utandıralım. Bugün önyargıyla hareket edenler bu türlerin yazarlarının cinsiyet ayrımcılığı gibi bir konuyu nasıl da geride bıraktığını, kadını ve erkeği birer insan olarak ele aldığını görmeli. Görsünler ki hor gördükleri eserlere imza atanların onlardan kaç adım ötede durduğuna şahit olsunlar.
Bir prenses düşünün, fazlaca uzun boylu olsun. Sivri dilli, laf yetiştirilmez türden, politikada iddialı, cesur ve hırslı. Ama çok kötü resim yapıyor, uyarmadı demeyin. İşte, Elantris’in Sarene’si alıştığınız prenseslerden çok farklı. O, tüm kitap boyunca tuttuğunu koparan karakteri ve inatçılığıyla sizi etkileyecek. Ama Brandon Sanderson bir tek Sarene ile yapmaz bunu. O, mutlaka eserlerine kadın karakterler ekleyen bir ustadır. Çünkü kadın her şeyden önce insandır onun gözünde.
Sonra Vin, o ezik dilenci kız giriverir sahneye. Hayatı boyunca ezilmiştir ama ona elini uzatan dostlar edinir. Tüm dostlar erkek olsa ne yazar? Hiçbiri onun savunmasız ruhundan faydalanıp bedenini ele geçirmeye çalışmaz. Vin kendi ayakları üzerinde yine dostları sayesinde durmaya başlar. Sissoylu boyunca adım adım güçlenir. Sonra… sonra neler olur neler. Sanderson onun da hakkını verir.
Peki ya evini kurtarmak için tüm o utangaçlığını bir kenara bırakıp öne çıkan Shallan? Ya koca bir ülke tarafından hürmetle karşılanan Jashna? Ya da dul kaldığı için ülkenin dedikodu merkezine oturmuş Navani? Kralların Yolu bize pek çok kadın karakteri getirir. Onları severiz. Onlardan nefret ederiz. Ama onlar her şeye rağmen insandır ve kadın olmaları çok da umurumuzda değildir. Böyle de olmalıdır zaten. Kadından önce insandırlar.
Denna, kimseye bağlanmamayı seçmiş bir kızdır. Kvothe’u parmağında oynatır âdeta, ama asla aynı kişiyle uzun süre kalmaz. Neler yaşadığına dair sadece tahminlerimiz vardır. Tek bildiğimiz Denna’nın kendi seçimini yaparak birinin kadını olmayacağına karar vermiş olmasıdır. Öte yandan Devi, bulaşılacak türden bir kız değildir. Üniversite’den atıldığı gibi kendi işletmesini kurmuştur. Ona kazık atmak yapılacak en aptalca şeydir. Çünkü o yetenekli olduğu kadar tehlikelidir de. Ya Felurian? Dişiliğin merkezinde yer alan bu büyülü kadın birine mi aittir? Pek çok erkeği büyüleyerek yatağına alır. Namusu birinden mi sorulur?
Patrick Rothfuss, Kralkatili Güncesi boyunca bizi bu üçü gibi pek çok kadınla tanıştırır. Kimsenin kadınlarıdır onlar. Yalnızca kendilerine aittirler. Ve Rothfuss yakın zamandaki bir konuşmasında kadınların olmadığı bir dünyayı ne kadar yadırgadığını şöyle anlatır:
“Ben fantastikte neyi mi değiştireceğim? Kadınları tasvir etmekle ilgili büyük bir sorunumuz var.
…
Tolkien… Onu severim. Kimler Hobbit’i okudu? Hobbit’te kaç kadın vardı? Şu ana kadar Hobbit’te hiç kadın olmadığının farkına kimler vardı? Bu ürkünç değil mi?”
John Scalzi’nin eğlenceli John Perry’sinin kalbini muazzam bir fiziksel güce sahip olan bir kadın çalar: Hayalet Tugay’ın önemli bir parçası olan Jane Sagan. Başarılı bir askerdir o. Aşk konusunda hayaller kuran genç bir kız değildir. Ona aşkı, eski eşini onda görmüş olan Perry öğretecektir. Aslında Yaşlı Adamın Savaşı’nda Perry ortaya çıkana kadar Jane’in aşktan haberi bile yoktur. Üstelik bu sırada boğazlarını kesmeye gelen bir yığın uzaylıyı ayağının altında ezmesi gerekir.
Dr. Susan Calvin çirkin bir kadındır. Üstelik laf sokma konusunda da doktora yaptığından şüphe edilir. ABD Robotik ve Makina Adamlar Şirketi bir sorun olduğunda ona danışmaktan nefret eder. Ama o hep kilit noktadır. Tüm o kafa patlatmalarının sonucunda sorun döner dolaşır ona gider. O da sonucu verir. Hem de sorunu önüne taşıyanları bir güzel azarlayarak. Dr. Susan Calvin okurun gözbebeğidir. Robotlarla ilgili problemleri, robopsikoloji dalıyla çözen alanındaki tek kişidir ve bazı sorulara getirdiği cevaplar şaşkınlık yaratınca “Kadınca bir önsezi” diye de alay etmekten geri kalmaz. Zeki ve güzel olmak zorunda değildir. Asimov onu öyle tasarlamamıştır ve Susan’la ilgili öyküler yazdıkça ona adeta âşık olduğunu söyler.
S. A. Corey’nin Caliban’ın Savaşı’nda diplomat Avasarala ağzı bozuk, üstelik yaşlı bir kadındır. Dünya ile Mars arasında savaş çıkmaması için politik yeteneklerini son damlasına kadar kullanır. Emirler yağdırır. Milyonların hayatını küfürlerle kurtarır. Yaşlı bir kurttur ama daha ölmemiştir. Çevresinde dönen dolapların, onu hafife alanların kokusunu alır. Zekidir. Üstelik kadındır.
Ursula Le Guin, kuzey kutbuna benzer bir iklime sahip bir gezegende hermafrodit bir ırkı anlatır. Onlar insandır, ama ne kadın ne de erkektirler. Çünkü aynı anda her ikisidir. Böylece cinsiyet tartışmaları ortadan kalkar. Bu gidince çıplak haliyle insan kalır. “Işık, karanlığın sol elidir,” der Karanlığın Sol Eli’nde.
Örnekler saymakla bitmez. Bugün aşağılanan bu iki edebiyat türünün ustaları, insanların yüzyıllardır yapamadığını kendi içlerinde çoktan yapmıştır. Eserlerini de bu pencereden yazarlar.
Şimdi gerçeğe dönelim.
Dünyamızda Kadınlar Günü diye bir günün olması size çok saçma geliyor olabilir. Haklısınız derim size. Neden haklısınız biliyor musunuz? Sorun, “Neden bir de erkekler günü yok?” değildir. Sorun, kadının varlığını hatırlatmak zorunda oluşumuzdur. Ülkemizde 2014 yılında 200’den fazla kadın, erkek şiddetiyle öldü. 2015’e yeni girdik ama bir önceki seneyle yarışır bir rakama ulaştık. Peki bu durum için ne diyoruz? “Kadın cinayetleri.” İşte korkunç olan bu. Öldürülenler insan. Ama biz “kadın cinayetleri” diyoruz. Burada bile kadın olduklarını vurgulamak zorunda kalıyoruz.
Tecavüze uğrayan kızlarımızın hakimlerce “kendi rızalarıyla” bu işkenceyi gördüklerine hükmediliyor. En son 1 sene boyunca seks kölesi olarak kullanılan 17 yaşındaki kurbanın tam tamına 8 kişilik zebanileri serbest bırakıldı. Neden? Çünkü bu akıl almaz süredeki eziyeti kız kendi istemişti, hâkimlere göre. Serbest bırakılırken gülüyordu o zebaniler. O kareleri siz de gördünüz. Sizin de mideniz bulandı.
Kabataş uydurmasında “türbanlı bacılarına” saldırıldığını iddia eden devlet, 15 yaşındaki türbanlı bir kızın tecavüzüne “rıza” dedi. O kız şimdi 16 yaşında. Tüm acısını ekranlardaki bizlere aktararak adalet istedi. Daha birkaç hafta önce hem de. Yani başınızda örtünüz bile olsa, yine her şey sizin suçunuz. Etek giymenizin, dar şeyleri tercih etmenizin hiçbir önemi yoktur. Örtünseniz bile kadın olarak doğmak alnınıza o suçu damgalar.
Minibüste başınıza bir şey gelirse durakta beklerken tüm erkeklere selam verdiğinizi ve bunun kötü bir şey olduğunu söylerler. Zaten sözde dekolte giyiyorsunuzdur. Giymeseniz bile saldırgan zihinler size bunu giydirir. Kötü kadınsınızdır. Orospusunuzdur. Başka da bir şey olamazsınız o gözlerde. Bir ülke ayağa kalkar sonra ama iş işten geçmiş olur. Kalan sağlar da bizim değil hani. Yukarıdaki paragraftan görüyorsunuz bunu.
İnsan erkek ve kadından oluşur. Bu doğanın parçasıdır. Birini yadsımak doğanın kendisine aykırıdır. İster kadın olsun ister erkek, bir bütünü parçalara ayırırsanız ortada sadece adaletsizlik ve kaos kalır.
Dünya Kadınlar Günümüz kutlu olsun. Daha nice öldürülecek, dövülecek, tecavüz edilecek insanın günü bugün.