Klasik şiirimizde büyü denince akla gelen iki varlık vardır. Bunlardan birincisi büyünün kaynağı kabul edilen Harut ile Marut adlı iki melek iken ikincisi büyünün sürdürücüsü ve bugün bile var olduklarına inandığımız büyücü taifesi yani cadılardır.
Cadılar kültürümüze İran efsanelerinden geçmiş ve aynı zamanda da Şamanist kültürden İslam sonrası inanışlara geçen birden çok kavramın yerini tutmuştur. Dilimize Farsçadan geçen cadı sözcüğü amûs-ı Türkî’ye göre büyücü, sihirbaz anlamına gelirken Lehçe-i Osmânî’ye göre yine aynı anlamlarla beraber mezardan çıkan hortlak, vampir/obur anlamlarına da geliyor olması İslam öncesi inançlardaki birden çok kavramın cadı kavramı bünyesinde birleştirildiği yorumunu yapabilmemizi sağlar. Ancak klasik şiirimizderta Farsça olarak bilinen Pehlevice’de “Jadug” sözcüğünde gelen başlıca anlamıyla yani büyücü anlamı etrafında işlenmiştir.
Halk inançlarının birçoğundan sıyrılarak yalnızca büyü ve büyücülük etrafında değerlendirilen cadının klasik Türk şiirinde işlenişini birkaç safhada ele almak gerekmektedir. Bunlardan ilki cadılara ait özelliklerin divan şiirinde nasıl işlendiği ve bu inanışlara nasıl atıfta bulunulduğudur. Bu inanışlar neredeyse bir cadı avcısının kaleminden dökülmüşçesine bir cadının nasıl ayırt edilebileceği bilgisini verir. Orta Çağ Avrupası’ndaki yöntemleri andıran bilgilerle şairler bize cadıların normal insanlardan nasıl farklılıkları olduğunu söyler şiirlerinde. Bu özelliklerden başlıcası cadının suda batmaması yahut varlığın temeli kabul edilen dört unsurdan biri olan suyun cadıyı içine kabul etmeyecek kadar saf olmasıdır. Necâtî’ye ait:
Ruhunda hâl-i fettânını görelden
Bilindi bu ki batmaz suya câdû G 65/7
Şeklindeki beyitte de görüldüğü üzere Necâtî cadıyı suya batmama özelliği ile tasvir ederek bu inanışa atıfta bulunmuştur. Bir diğer ayırt etme yöntemi olarak da klasik şiirimizde cadıların ateşte yanmadıkları inancı işlenmektedir. Bu inanç zannımca yine aynı anâsır-ı erba’a felsefesi kaynaklıdır. Yine Necâtî’ye ait:
Ne gönül kodu ne göz hâl-i rûh u ârız-ı dost
Oda yanmaz suya batmaz nice câdûdur bu G443/2
Şeklindeki beyitte de görüldüğü gibi cadının ateşte yanmama özelliği suya batmama inancı ile birlikte okuyucuya sunulmuştur.
Tüm bu cadıyı ayırt edici özelliklerin yanında şiirimizdıya ait birçok yetenek ve büyüyü de bünyesinde barındırmaktadır. Bu yeteneklerden en bilineni yerel inanışlarda kendisine çokça yer tutmuş olan cadıların küplere binme yeteneğidir. Bugün dilimizde bile işlekliğini sürdüren, öfke anını tasvir etmeye yarayan “küplere binmek” deyiminin de yine cadıların küplere, süpürgelere binerek uçması ve uçarken de büyüler yapması inancından arda kaldığı düşünülmektedir. Bu inançla Evliya Çelebi’nin Seyahatname adlı eserinde de karşılaşmaktayız. Seyahatname’de geçen “…Anı gördük hemen Uyuz (Obur) Dağı ardından Abaza sehhâreleri köklerinden kopmuş dıraht-ı azamlar üzre ve küpler ve baltalar ve hasırlar ve araba tekerlekleri ve fırun süngüleri nice bin gune eşyalara binüp berhava uçarak Uyuz (Obur) Dağı üzre geldiler…” satırlarda Abaza cadılarının bir kısmının küplere binerek savaş alanına geldiği ve devamında da diğer cadılar ile çeşitli sihirlerle savaştıkları anlatılmaktadır. Bu inanç da Sehî’ye ait:
Hayâl-i çeşminü gönlümde her kim
Göre dir küpe binmiş bak bu câdû
beytinde de görülmektedir. Bunların yanında da cadıların yaptığı büyüler yahut cadılara ait büyülü özelliklere de divan şiirinde yer verilmiştir. Emrî’ye ait:
Va’de-i vasl eyleyüp çeşmün açar dil bendini
Nitekim câdûlar efsûn ile açarlar kilîd G 72/4
Şeklindeki beyitte de bu büyülerden birisi ele alınmış ve cadıların sihirle kilitleri açabildiği inancı işlenmiştir. Yine Emrî’ye ait
Görüp miskin saçın ey cân-ı miskin genç-i vasl umma
O bir câdû imiş kim sihr ile kendün yılan itmiş G 229/2
Ve Fuzûlî’ye ait:
Bana Zâl-i felek çektirdi ol mûy-miyân cevrin
Görün bir târ-ı mûyu nice ejder etmiş ol câdû G 238/3
Beyitlerde de görülmektedir ki cadıların sihir gücü ile kendilerini yahut başka bir canlı ya da nesneyi başka bir şekle dönüştürmeleri inancı ilk beyitte kendisini yılana çevirmesiinci beyitte de ince siyah bit kılı ejderhaya çevirmesi şeklinde okura sunulmuştur.
Cadı kavramının klasik Türk şiirinde ele alınışının ikinci safhasında ise cadının sevgilinin güzellik unsurları ileğı büyülemesinin divan şiirinde nasıl işlediğini ele alacağız.
Klasik şiirimizin hayal âleminde sevgili yahut övülen kişi her daim sahip olduğu güç ile aşığı etkilemiştir. Bu etkiler ve etkileyici yetenekler çoğu zaman sevgiliye atfedilen teşbihlerle bu yeteneklerin kaynağı olağanüstü unsurlar ile bağdaştırılmaktadır. Bu unsurlar bazen sevgilinin bizzat kendisi olarak bazen de sevgilinin uzuvları hatta saçlarının telleri olarak dahi tasvir edilmiştir. Emrî’ye ait:
Hayâl-i hâl-i câdûsu dile sihr itmeğe gelmiş
Meges şeklinde zahm-ı sinede hûn-ı ciğer sormuş G 241/3
Beytinde sevgilinin beninin cadı gibi sihir yaptığını ve sinek şekline girdiği söylenerek hem sevgilinin bir uzvunun âşığa etki ettiği hem de sihirle şekil değiştirme mazmunları cadı kavramı etrafında okuyucuya sunulmuştur.
Mihrî Hâtun’a ait:
Çeşmine cân virdün ey dil pendümi gûş itmedün
Gör nice sihr etti âhir bu iki câdû sana G 4/3
Ve Şeyh Gâlib’e ait:
Çeşm-i câdûsuna dîvâne olam ol şuhun
Deşt-i endişede âhû-yı füsun oldu bana G 7/5
Beyitlerinde de sevgilinin gözünün cadı olarak tasvir edildiği ve sevgilinin âşığı etkileyen bakışlarının sihir olduğu yine cadı kavramı etrafında ele alınmıştır. Tâcîzâde Cafer Çelebi’ye ait:
Ne fettanlık ider çeşmün kim olur ‘akl meftûnı
Ne câdûlık kılur zülfün k’olur dil bî-karâr ândan G161/5
Ve Nef’î’ye ait:
Bilmem ne füsun eyledi ol turra-i câdû
Kim böyle serâsime vü âşüfte-nümâyız 55/2
Şeklindeki beyitlerde de sevgilinin saçı büyü yapıp âşığın aklını karıştıran, onu kararsız bırakan bir cadı olarak edilmiştir.
Cadı kavramının ele alındığı safhalardan sonuncusuna gelecek olursak bu da şairin kendi sanatı ile büyü arasında kurduğu ilişki bağlamında sözlerini büyüye kendisini de cadıya benzetmesidir. Safi bir övgü edebiyatı olan divan şiirinde şairin kendisini övmek için şahsını en uç noktalara çıkarması da şaşılacak bir şey değildir. Bu noktada şair Nef’î’ye ait:
Ne sihr etdin yine sözde hezâr ahsente ey Nef’î
Senin gibi acep olur mu bir câdû-yı efsunger K 21/34
Beyitteki gibi bizzat kendisini cadıya ve sözlerini büyüye yahut Şeyh Gâlib’e ait:
Rüstemiz Şehnâme-i i’câza verdik sureti
Hâme-i câdû meğer esb-i mutalsamdır bize G 279/5
Şeklindeki beyitteki gibi kalemini cadıya benzeterek kendisini cadı kavramı ve sanat-büyü ilişkisi adı altında övmüştür.
Sonuç olarak sözlüklerde büyücü, büyü yapan kadın gibi anlamlarla açıklanmaya çalışılan cadı sözcüğü klasik Türk şiirinde halk inançlarından uzak kalamamış ve bu övgü edebiyatında gerek kendine has özelliklerle gerek de sevgilinin özellikleriyle birleşerek işlenmiş ve edebiyatımızda ateşte yanmayıp suya batmayan, küplere binen, kilitleri açan, şekil değiştiren ve daha nice büyüler yapan harikulade bir inanç motifi olarak kendisine yer bulmuştur. Her ne kadar inançtan besleniyor olsa da bir edebi metin içerisinde ve bir kurgu ile okura sunulmuş olması ve bunu estetik bir kaygı amacıyla anlamı güçlendirmek için kullanmış olması bizlere cadının beyitlerde bir inanç unsurundan ziyade fanastik bir öğe olduğu yorumunu yapmamızı sağlar. Vesselam.
-Lehçe-i Osmânî, Cadı Maddesi, Ahmet Vefik Paşa, 1876
-Kâmûs-ı Türkî, Cadı Maddesi, Şemseddin Sami, 1883-1900
-Türk Kültüründe Hortlak-Cadı İnanışları, Mehmet Berk Yaltırık, 2013
-Divan Şiirinde Cadı, Hilal Nayır, 2011
-Seyahatname, Evliya Çelebi (Necib Asım, 1928: 735-738)
Unutturdı cihânda sihrini Hârût u Mârût’un
Şu hâlün kim zehândan olmuş âna Çâh-ı Bâbil
Ravzî 79/4
Klasik Türk şiirinde fantastik unsurlar dizisinin bir sonraki yazısında büyünün kaynağı ve düşmüş melekler olarak anılan Hârut ile Mârut mazmunlarını ele alacağız.
Beklemede kalın efendim.
Müthiş bir yazı dizisi. Özellikle şairlerin kendilerini cadıya, sanatlarını büyüye benzetmeleri fikri çok hoşuma gitti. Bir sonraki yazıyı merak ediyorum