in ,

Küçük Bir Seyahat | Ray Bradbury

Fahrenheit 451’in yazarı Ray Bradbury’nin ilk defa 1951’de Galaxy Science Fiction’da yayımlanan “Küçük Bir Seyahat” adlı bilimkurgu öyküsü Türkçede!

Küçük Bir Seyahat | Ray Bradbury
- Reklam -
- Reklam -

Ray Bradbury’nin henüz en iyi eserlerini yayımlatıp dünyaca ünlü bir yazar olmadan önce, 1951 yılında Galaxy Science Fiction dergisi için yazdığı A Little Journey (Küçük Bir Seyahat) adlı öyküsünü çevirdik.


Kaçınılmaz olanı görmek için yüklü bir miktar para ödemişti… Sonra da bunu gerçekleştirmek için çabalamak zorunda kalmıştı!

Önem teşkil eden iki unsur vardı. İlki, kendisi bir hayli yaşlıydı; ikincisiyse Bay Thirkell onu Tanrı’ya götürüyordu. Hatta eline nazikçe dokunup, “Roketimle uzayın derinliklerinde yol alıp O’nu birlikte bulacağız Bayan Bellowes,” demişti.

Öyle de olacaktı. Ah, bu grup Bayan Bellowes’in katıldığı diğer gruplar gibi değildi. Nazik, sarsak ayaklarını ışığa ulaştırma çabasıyla karanlık sokaklarda kibritler çakmış ve ışıltılı kirpikleri kristal kürelerinin üstünde titreşen Hintli falcılara ulaşmıştı. Madam Blavatsky’nin ruhani kızları tarafından yollanan Kızılderili münzevi filozoflarla çayırlarda yürümüştü. Astrolojik bir kâhini doğal yaşam ortamında aramak için Kaliforniya’nın beton ormanlarında kutsal yolculuklara çıkmıştı. Hatta kendisini cennete bizzat Tanrı’nın yumuşak eli, altın duman ve kristal ateşle taşımayı vadeden, muhteşem bir evanjelistler tapınağına katılabilmek için evlerinden birini bile bağışlamıştı.

- Reklam -

Bu insanların hiçbiri Bayan Bellowes’in inancını sarsamamıştı. Gecenin bir yarısı, polis sirenleri eşliğinde siyah araçlara bindirilip götürüldüklerini ya da sabah gazetelerinde solgun tenli, romantiklikten uzak fotoğraflarını gördüğünde bile… Dünya onları ortadan kaldırmış ve üzerlerine kilit vurmuştu; çünkü çok fazla şey biliyorlardı, hepsi bu.

Daha sonra, iki hafta önce, New York’ta Bay Thirkell’in reklamını görmüştü:

MARS’A GELİN!

Thirkell Dinlenme Tesislerinde bir hafta konaklayın. Ardından uzayın derinliklerinde hayatınız boyunca görüp görebileceğiniz en harika maceraya çıkın!

Ücretsiz broşür: “Yüce Tanrımıza Daha Yakın”

Makul fiyatlar. Dönüş yolculuğu daha ucuzdur.

“Dönüş mü?” diye düşünmüştü Bayan Bellowes. “Fakat kim O’nu gördükten sonra geri dönmeyi ister ki?” Böylece bir bilet alıp Mars’a uçmuş ve üstünde yanıp sönen ışıklarla “THIRKELL’İN CENNETE GİDEN ROKETİ” yazan bir tabela bulunan bir binada, yani Bay Thirkell’in Dinlenme Tesisi’nde yedi sakin gün geçirmişti. Bir haftayı berrak sularda yıkanarak ve zayıf kemiklerindeki ağrıları dindirmeye çalışarak geçirdikten sonra Bay Thirkell’in tıpkı bir mermi gibi görünen, özel roketiyle uzayın derinliklerine; Jüpiter, Satürn ve Plüto’nun ötesine yol almaya hazır ve nazırdı. Böylece – kim aksini söyleyebilirdi ki? – Tanrı’ya giderek yaklaşmış olacaktı. Ne kadar muazzamdı! O’nun yaklaşmakta olduğunu sezinleyebilecek miydi? O’nun nefesini, dikkatli bakışlarını ve varlığını hissedebilecek miydi?

“İşte hazırım,” dedi Bayan Bellowes. “Üst kata çıkmaya hazır, köhne bir asansördeyim. Tanrı’nın yapması gereken tek şey tuşa basmak.”

Ama şimdi, yani yedinci günde, tesisin basamaklarını bir bir çıkarken bastırdığı şüphe kırıntıları beynine üşüşmeye başlamıştı.

“Bir kere,” dedi sesli bir şekilde kendi kendine, “Mars öyle söylenildiği gibi günlük güneşlik bir konaklama yeri değil. Odam bir hücre gibi, yüzme havuzu bir hayli yetersiz. Ayrıca bu buruşmuş ve sarkmış vücutlu dul kadınlardan hangisi yüzmek ister ki? Üstüne üstlük tüm tesis haşlanmış lahana ve tenis ayakkabısı gibi kokuyor!”

Ön kapıyı açtı ve nispeten sert bir şekilde çarpmasına göz yumdu.

Dinlenme salonundaki diğer kadınlara şaşkınlıkla bakakaldı. Sanki lunaparklardaki şu aynalı labirentlerinden birine girmiş gibiydi. Nereye baksa kendisini görüyordu; aynı pudralı suratlar, aynı titrek eller, aynı şıkır şıkır bilezikler. Birbiri ardına kendi suretleri bir film şeridi gibi önünden geçip gidiyordu. Elini uzatıp dokunmak istedi fakat o da ne! Karşısında bir ayna değil, parmağını sallamakta olan başka bir kadın duruyordu.

“Bay Thirkell’i bekliyoruz, sessiz ol!” dedi.

“Ah!” diye hayıflandı kalabalık.

Kadife perdeler aralandı.

Ardından Bay Thirkell son derece sakin duruşuyla karşılarında belirdi; sürmeli gözleri kalabalığa dikilmişti. Ama yine de görünüşünde tüylü köpekler bacaklarına, kollarına taktığı çemberlere ve sırtına atlarken, “Selam!” diyecekmiş gibi bir hava vardı. Sonra da piyano tuşlarını andıran büyüleyici dişleriyle gülümseyip, köpekler ve çemberlerle birlikte dans ederek kulise doğru süzülecekti sanki.

Bayan Bellowes’in zihninin sürekli bastırılması gereken, gizli bir köşesi Bay Thirkell içeri girerken Çin malı, ucuz bir gong sesi duymayı bekledi. Adamın koyu renkli, ıslak gözleri o kadar ilginçti ki yaşlı hanımlardan biri şakacı bir tavırla, onlara bakarken yazın yağmur varillerinin üstünde uçuşan sivrisinek bulutlarını gördüğünü iddia etmişti bir keresinde. Bayan Bellowes de arada sırada Bay Thirkell’ın tek bir kırışığı bile bulunmayan takım elbisesinden abartılı bir naftalin ve kalliope buharı kokusu almıştı.

Fakat kırılgan hayatı boyunca karşılaştığı diğer tüm hayal kırıklarına göğüs germesini sağlayan aynı şiddetli mantık devreye girmiş, şüphelerini bir kenara atmış ve “Bu seferki gerçek. Bu kez işe yarayacak. Sonuçta roketimiz var, değil mi?” diye fısıldamıştı.

Bay Thirkell eğilip hanımları selamladı. Ardından tiyatrolardaki Komedi Maskelerini andıran, ani bir tebessüm takındı. Adamın küçük diline bakan yaşlı hanımlar kötü haberin kokusunu almıştı. Henüz konuşmaya başlamamış olmasına rağmen, Bayan Bellowes adamın kelimelerini cımbızla seçtiğini, teker teker süsleyip herhangi bir kargaşa yaratmayacaklarından emin olmaya çalıştığını görebiliyordu. Kadının minik kalbi sıkışacak gibi oldu ve gerginlikle porselen dişlerini gıcırdattı.

“Dostlar,” diye başladı Bay Thirkell. Salondaki herkesin kalbinin buz kestiğini duyabiliyordunuz.

“Hayır!” dedi Bayan Bellowes, adeta geleceği görmüş gibi. Sanki birileri onu raylara bağlamıştı ve tren siluetli kötü haberler tüm hızıyla ona doğru geliyordu.

“Ufak bir gecikme olacak,” dedi Bay Thirkell.

Hemen ardından ayaklanan ve protesto etmeye başlayan kadınları sakinleştirmeye çalışan Bay Thirkell, “Hanımlar, oturalım!” diye bağırmıştı bir müdür edasıyla. Ya da en azından bağırmak istemişti.

“O kadar uzun bir gecikme değil,” dedi Bay Thirkell ellerini havaya kaldırarak.

“Ne kadar?”

“Yalnızca bir hafta.”

“Bir hafta mı?!”

“Evet. Burada, tesislerde yedi gün daha kalabilirsiniz, değil mi? Sonuçta ufacık bir gecikmeden ne olur ki? Hâlihazırda bir ömür beklediniz, sadece birkaç gün daha.”

Günlüğü yirmi dolara, diye düşündü Bayan Bellowes burnundan soluyarak. “Sorun nedir?” diye çıkıştı kadınlardan biri.

“Yasal bir sıkıntı.” dedi Bay Thirkell.

“Roketimiz var ama, öyle değil mi?”

“Yani, evet var ama…”

“Fakat ben bir aydır buradayım zaten,” dedi yaşlı bir kadın. “Habire yeni bir gecikme yaşanıyor!”

“Aynen öyle!” diye katıldı kalabalık.

“Hanımlar, hanımlar,” dedi Bay Thirkell, sakince gülümsemeyerek.

Bayan Bellowes öne çıkıp, bir yumruğunu oyuncak bir çekiç gibi sallayarak, “Roketi görmek istiyoruz!” dedi.

Bay Thirkell albino yamyamlar arasında kalmış bir misyoner misali, bir süre yaşlı kadınların gözlerine baktı. “Eee, şimdi mi?”

“Evet, şimdi!” diye bağırdı Bayan Bellowes.

“Korkarım ki…” diye başladı Bay Thirkell.

“Ben de korkuyorum!” dedi Bayan Bellowes. “İşte tam da bu yüzden gemiyi görmek istiyoruz!”

“Hayır, hayır, durun biraz Bayan…” İsmini hatırlamak için parmağını şıklattı.

- Reklam -

“Bellowes!” diye bağırdı yaşlı kadın. Aslında çok sakin bir insandı ancak uzun yıllar boyunca içinde biriken gerginliği, şimdi vücudunun nazik havalandırma deliklerini buharlar hâlinde terk ediyordu. Damarlarındaki kanın yanaklarına hücum ettiğini hissetti. Bayan Bellowes kasvetli bir fabrika düdüğünü andıran bir feryatla öne atılıp Bay Thirkell’ın yakasına yapıştı. Neredeyse tıpkı yaz sıcağından deliye dönmüş, spitz cinsi küçük bir köpek gibi onu ısıracaktı. Adamı bırakmaya hiç niyeti yoktu; gerekirse ölene kadar ona tutunabilirdi. Bir saat öncesine kadar Bay Thirkell’ı el üstünde tutan, elbisesinin kollarını nazikçe okşayıp sürmeli gözlerindeki sakinlik karşısında huşu duyan diğer kadınlar da onu takip ettiler ve eğiticilerinin elinden kurtulan bir köpek sürüsü misali bağrışıyor, adamın etrafını sarıyorlardı.

“Bu taraftan!” diye bağırdı, kendini Madam Lafarge gibi hisseden Bayan Bellowes. “Arka taraftan! Gemiyi görmek için yeterince bekledik. Her gün bir bahane uydurdu, her gün bekledik. Artık gidip şunu görelim.”

“Hanımlar, durun, hayır!” diye bağırdı Bay Thirkell araya girmeye çalışarak.

Zavallı adamı da beraberlerinde sürükleyerek, tıpkı bir sel gibi sahnenin arkasına akın ettiler. Bir kulübeden geçtiler, dışarı çıktılar ve ansızın kendilerini terk edilmiş bir spor salonunda buldular.

“İşte burada!” dedi kadınlardan biri. “Roket!”

Ardından rahatsız edici bir sessizlik çöktü.

Roket gerçekten de oradaydı.

Bayan Bellowes rokete bakarken ellerini adamın yakasından çekti.

Roket eski, yıpranmış bir bakır tencereye benziyordu. İçinde ve dışında binlerce çıkıntılar, yarıklar, paslı borular ve kirli menfezler vardı. Lombozları tozla kaplanmıştı ve kör bir yaban domuzunun gözlerini andırıyordu. Herkes iç çekerek hayıflandı.

“Bizi yüceler yücesine götürecek olan roket bu mu?” diye çıkıştı Bayan Bellowes.

Bay Thirkell başını olumlu anlamda sallayıp, utançla yere baktı.

“Bu hurda için mi her birimiz binlerce dolar ödeyip Mars’a kadar geldik? O’nu bununla mı arayacağız?” diye sordu Bayan Bellowes. “Eh, bu şey bir çuval kuru bezelye bile etmez.”

“Hurdadan başka bir şey değil!”

Hurda, diye fısıldadı herkes. Tansiyon giderek artıyordu.

“Kaçmasına müsaade etmeyin!”

Bay Thirkell kaçmaya yeltenmişti fakat her tarafı fare tuzaklarıyla çevrilmiş gibiydi. Olduğu yerde sinip kaldı. Kadınlar kör fareler misali adamın etrafında daireler çiziyordu. Karmaşa ve gözyaşıyla dolu beş dakika boyunca o Çukurlu Çaydanlık’a, Tanrı’nın Çocuklarının Paslı Kutusu’na dokunup durdular.

“Eh,” dedi Bayan Bellowes. Roketin çarpık kapısına tırmandı ve dönüp herkesle yüzleşti. “Görünen o ki bize korkunç bir şey yapıldı. Dünya’ya dönecek param yok. Ayrıca dönüp Devlet’e böylesine sıradan bir adam tarafından kandırıldığımı ve tüm birikimimden olduğumu söyleyemeyecek kadar gururluyum. Bu konuda siz ne düşünürsünüz bilemiyorum fakat buraya gelme sebebimiz belli; ben seksen beş yaşındayım, sen seksen dokuz, sen de yetmiş sekiz. Özetle hepimiz yüz yaşını devirmek üzereyiz. Dünya’da bizim için bir şey yok. Görünen o ki Mars da çok farklı değil. Artık herkes daha fazla oksijen israf etmememiz ya da dantel örmememiz gerektiği kanısında… Yoksa burada olmazdık. O yüzden teklifim basit: Bir şans verelim.”

Elini paslanmış hurda yığınına koydu. “Bu bizim roketimiz. Bu yolculuğun parasını ödedik. Yani bu bizim hakkımız!”

Salon hareketlenmişti; bazıları parmak uçlarına kalkmış ve ağızları bir karış açık izliyordu. Bu sırada Bay Thirkell ağlamaya başlamıştı. Bunu çok kolay ve bir o kadar da etkili bir şekilde yapıyordu.

“Gemiye bineceğiz,” dedi Bayan Bellowes, onu görmezden gelerek. “Ardından hedefimize doğru yola çıkacağız.” Bay Thirkell ağlamaklı bir şekilde, “Fakat her şey bir düzmeceydi. Ben uzay hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Zaten Tanrı da uzayda falan değil, yalan söyledim. O’nun nerede olduğunu bilmiyorum ve istesem bile bulamam. Sizler de bu konuda benim sözüme inanacak kadar aptalsınız.”

“Evet,” dedi Bayan Bellowes, “bizler aptalız. Ona katılıyorum. Fakat bunun için bizi suçlayamazsın çünkü aynı zamanda da yaşlıyız ve bu fikir gözümüze dünyanın en hoş, en iyi ve en mükemmel fikri gibi gözüküyor. Ah, zaten Tanrı’ya fiziksel olarak yaklaşabileceğimizi düşünecek kadar da aptal değiliz. Bu, bizlerin gerçek olmadığını bildiği halde günde birkaç dakikalığına kendini avuttuğu ve bir gün gerçek olmasını dilediği çılgın bir hayal sadece. Şimdi, gitmek isteyen herkes beni takip etsin.”

“Fakat gidemezsiniz ki!” dedi Bay Thirkell. “Pilotunuz bile yok. Ayrıca bu gemi iş görmez hâlde!”

“Pilotumuz,” dedi Bayan Bellowes, “sen olacaksın.”

Gemiye adım attı. Kısa bir duraksamanın ardından diğer yaşlı hanımlar da onu takip etti. Bay Thirkell kollarını deliler gibi savursa da lombardan içeri ittirilmesine engel olamadı ve bir dakika sonra kapı sert bir şekilde kapandı. Tüm kadınlar hep bir ağızdan konuşurken Thirkell’i zorla oturtup pilot koltuğuna bağladılar. Geminin gövdesinde oluşabilecek bir sızıntıya karşı özel olarak tasarlanmış oksijen başlıkları, bütün beyaz ve gri kafalara uyacak şekilde ayarlandı. Sonunda vakit geldi ve Bayan Bellowes adamın arkasında dikilip, “Hazırız efendim.” dedi.

Bay Thirkell yanıt vermedi. Sadece koyu renkli, ıslak ve iri gözleriyle onlara yalvaran bir bakış attı. Fakat Bayan Bellowes başını iki yana sallayıp kontrol panelini işaret etti.

“Kalkıyoruz.” dedi Bay Thrikell suratsızca ve düğmeye bastı. Herkes yere devrildi. Gemi, Mars gezegeninden peşi sıra devasa ateşler saçarak ayrıldı. Sanki bütün bir mutfak tenceresi, tavası, su ısıtıcısı, kaynayan ateşleri ve fokurdayan güveçleriyle bir asansör boşluğundan aşağı atılmışçasına bir gürültü koptu. Bunu yanmış tütsü, lastik ve sülfür kokusu takip etti ve altlarında alev sarısı ve kırmızı bir kurdele uzandı. Yaşlı hanımlar tiz çığlıklar atıp birbirlerine sarılırken Bayan Bellowes ise sarsılan, titreşen, can çekişen geminin içinde güçlükle ayağa kalktı.

“İstikamet uzay, Bay Thirkell.”

“Dayanmaz,” dedi Bay Thirkell. “Gemi buna dayanmaz, patlayacak…”

Öyle de oldu.

Roket patladı.

Bayan Bellowes havaya yükseldiğini ve oyuncak bir bebek gibi savrulduğunu hissetti. Yüksek perdeden atılan çığlıklar işitti. Parlak beyaz ışıklar ve metal parçaları arasında yanından düşüp giden bedenler gördü.

“İmdat, yardım edin!” diye bağırdı Bay Thirkell. Sesi uzaktan, sinyali giderek azalan bir telsiz kanalından geliyordu.

Gemi milyonlarca parçaya ayrılmış ve içindeki bütün yaşlı hanımlar -yüzü birden- gemiyle aynı hızda, aynı doğrultuda ileriye fırlamıştı.

Bay Thirkell’e gelince, belki de yörüngesel bir nedenden ötürü geminin diğer tarafından fırlamıştı. Bayan Bellowes adamın onlardan ayrı düşerek, çığlık çığlığa uzaklaştığını gördü.

İşte Bay Thirkell’in hazin sonu, diye düşündü yaşlı kadın.

Bayan Bellowes adamın tam olarak nereye gittiğini biliyordu. Pişirilip, kızartılıp güzel – ama bayağı güzel – bir ızgara olacaktı. Bay Thirkell güneşe doğru süzülüyordu.

İşte gidiyoruz, diye düşündü Bayan Bellowes. Uzaklaşıyor, uzaklaşıyor, uzaklaşıyorlardı. Hareket halinde olduğuna dair herhangi bir emare olmamasına rağmen saatte seksen bin kilometre hızla sonsuzluğa doğru ilerlediğini biliyordu; ta ki…

Diğer kadınların dört bir yanında, kendi yörüngelerinde döne döne ilerlediklerini gördü. Hepsinin kaskında birkaç dakikalık oksijeni kalmıştı ve her biri gittikleri yöne doğru bakıyordu.

Tabii ya, diye düşündü Bayan Bellowes. Uzayın derinliklerine sürükleniyorlardı. Daha derine, daha derine. Uzayın karanlığı tıpkı muazzam bir kilise, yıldızlar ise mumlar gibi görünüyordu… Rokete, Mr Thirkell’a, tüm o yalan dolana ve yaşananlara rağmen Tanrı’ya gidiyorlardı.

Orada, evet, oradaydı işte. Sürüklenmeye devam ederken Tanrı’nın altın elinin kendisine doğru yaklaşmakta olduğunu görebiliyor, artık neredeyse dış hatlarını seçebiliyordu. Şefkatli ellerini ona doğru uzatıp, korkmuş bir serçeyi yatıştırırcasına onu rahatlatacaktı.

“İsmim Bayan Amelia Bellowes,” dedi usulca, en kibar haliyle. “Dünya gezegeninden geliyorum.”
Çeviri: Dilara Ünal
Düzelti: M. İhsan Tatari
Kaynak: American Literature


* Kayıp Rıhtım’da Daha Fazla Çeviri Öykü Okumak İçin Tıklayın

Dilara Ünal

97 sularında gelmişim buralara. İngilizce ile münasebetim ‘öğretmenlik’ bölümü mezunu oluşumdan gelir. Evirip çevirmek veya kod çözümlemek diye tasvirlediğim çeviri işinden ise keyif aldığım için buradayım. Farklı bir dilden siz okurlara literatür sunabiliyor olmak, bu dili biliyor olmamın en güzel getirisidir. Keyifle yaptığım işlerden sizlerin de keyif alması dileğimle.

6 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for Pardus Pardus dedi ki:

    Notlarıma ekledim sonra okuyacağım. Teşekkürler. :slight_smile:

  2. Avatar for mit mit dedi ki:

    Öyküyü okumayı bitirdikten sonra aklımda yanan ilk kelime “Kaleydeskop” oldu :slight_smile: Yazacaklarım hafif sürprizbozan (spoiler) tadında olabilir. Öyküyü okumayanlar bakmasın.

    Resimli Adam’ı okuyanlar bilir. O öyküde roketleri havaya uçan bir grup astronotun dünyaya düşerken yaşadıkları anlatılır. Başkarakterimiz diğerlerinin konuşmalarını telsizle duyar, uzaya doğru sürüklendiklerini görür falan.

    Emin değilim ama Bradbury sanki Kaleydeskop bu öykünün sonundan ilham alarak yazmış gibi.

  3. Avatar for dilaresque dilaresque dedi ki:

    Bana kalırsa kendisi sürekli kendinden ilham alan bir yazar. Yakma Zevki içindeki öyküleri de, şaheseri Fahrenheit 451’e zemin oluşturuyor. Katettiği yolu bizlere gösteriyor bu tadımlık eserler :slight_smile:

  4. Avatar for morossoph morossoph dedi ki:

    Bradbury’nin kaleminden dökülen her öykü gibi oldukça keyifliydi; başarılı bir çeviri, emeği geçen herkesi tebrik ederim.

  5. Avatar for Murat_K_Besiroglu Murat_K_Besiroglu dedi ki:

    Mükemmel bir çeviri olmuş, elinize sağlık; Bradbury’yi sevmediğimi düşünürdüm, oysa bu öyküyü büyük bir keyifle okudum.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

1 cevap daha var.

John Wick 4 çekim tarihi

John Wick Filmlerinde Yaşanan İlginç Köpek Krizi

Dark 3. Sezon

Dark 3. Sezon Çıkış Tarihi ve Fragman