Almanya’nın Münih şehrinde karanlığın doğuşuna bir kez daha yakından bakacağımız Fantastik Geziler yazı dizisinin üçüncüsüne nereden başlasam bilemiyorum. Sanıyorum 2020’nin bu maskelerle donatılmış, eve kapanmış ve hiçbir tat vermeyen ruh hali yazmaya itti beni. Belki de sebebi içinde bulunduğumuz ekonomik kriz günleridir. Kim bilir?
Fantastik Geziler teması altında yazmaya başladığımdan beri uzun bir süre yeni bir paylaşım yapmak istemedim. Şimdi geriye dönüp baktığımda attığım tüm adımları büyük bir nimet olarak görüyorum. Doğru zamanda doğru şeyi yapmış gibi hissediyorum. O günler, şimdi yeniden yapması çok zor, imkânsız bir maceraymış gibi geliyor bana. Gözlerimi kapayıp, sıkıcı ve karanlık bir dünyadan, bambaşka bir karanlık dünyaya doğru gidiyorum. Bir gün, birilerinin yeniden ayak izlerimi takip edebilmesi umuduyla, bir karanlıktan başka bir karanlığa kaçıyorum.
2015 yazının sonuna doğru başladı her şey… Eşim, fırsatımız varken bir kez daha Avrupa seyahati yapalım istiyordu.
Şu hayatta en nefret ettiğim şeylerin başında Türkiye’de hizmet gösteren iki tekel firmadan Avrupa vizesi almak gelir! Sırf bu vize merkezleri yüzünden oldum olası gönülsüz başlarım Avrupa gezilerine. Ancak eşim bu huyumu bildiği kadar nasıl ikna olacağımı da bilir. Şöyle böyle bir iki haftalık süren direncim, bir daha asla ve asla oraya evrak götürmem laflarım, yine türlü oyunlar ve Octoberfest gerçekleri karşısında yıkılmış, kendimi Almanya vizesi kuyruğunda bulmuştum! Konuyu özellikle düşkün olduğum mideme yönlendiren sevgilim bira, sosis, hardal ve Alman zımbırtıları ile tüm kalelerimi düşürmüş ve teslim bayrağını açtırmıştı.
Ancak beni bu geziye sevgilim ve boğazım kadar iten, başka bir gerçek daha vardı! Hemen her gezide gerçekleştirdiğim, sıra dışı ve fantastik bir rota izleme tutkum içimde bir yerde kıpırdanıyordu. Münih kelimesi bile bunun için yeterliydi. Kulaklarımda uygun adım yürüyen askerlerin ayak sesleri, televizyonda Rise of the Evil… Karşımda, kütüphanede Tetikçi, Brandenburg, HHhH ve Kavgam… Önümde haritalar ve kitaplar açık bir şehrin sokaklarını ezberlerken, karanlık batıda, Münih’te yükseliyordu…
Başlamadan önce: Bu turu size anlatırken, diğer yazılarımın aksine ufak bir tarih dersiyle başlayıp Nazi Almanya’sına ait ufak bir bilgi sunacağım. Sonrası daha çok çektiğim fotoğrafların eşliğinde devam edecek. Resimlerde genellikle eski ile yeniyi bir araya getirerek, geçen 60 yıl karşısında mekânları ve tarihi yeniden gözler önüne sermek istedim. Bu sayede konu ile ilgili fazla bilgi sahibi olmayanların da yazıdan keyif alabileceğini düşündüm. Ancak döneme ait bilgi sahibi olanlar bu ufak ders kısmını atlayabilirler.
Son olarak, bu turu yapmamda katkısı olan Geoff Walde’a Üçün Reich’ın Kalıntıları isimli blogundan ötürü teşekkür ederim. Kendisinin haberi olmasa da, gezimin ve yazımın en önemli kaynağının burası olduğunu belirtmek isterim.
Ders 1 – Nasyonal Sosyalizme Giriş
Bazı insanlar tarihi her yönüyle sever, onlar için genel olarak dönem ayrımı yoktur. Bazıları ise özellikle belirli bir döneme ilgi duyarlar. Onlar için olay bir tarih sevgisinden çok bir kavram, çekicilik meselesidir. Bu kişiler için fazla tanıma gerek duymadan rahatça tanımları, simgeleri kullanabilir koca bir savaşı ya da harekâtı tek kelime ile özetleyip geçebilirsiniz. Ancak ben hitap edeceğim kitlenin kimlerden oluşacağını bilemediğimden ötürü bu yazımda Nazi dönemine ait bazı kavramlara ve olaylara da detaylı olarak yer vermeyi seçtim.
Genelde oyunlarda ve filmlerde adını sıklıkla duymuş olduğumuz bir kavram var. Bu kavram “Reich” yani İmparatorluk. Ancak imparatorluk olarak çevirdiğimiz bu kelime kavramsal olarak bizim Osmanlı, Rus ya da İngiliz imparatorluklarından biraz daha farklı bir anlam taşıyor. Tarihte Reich kavramı kendi içinde üçe ayrılıyor:
I. Reich: 962-1806 yılları arasındaki Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu. | |
II. Reich: 1871-1918 yılları arasında o meşhur Otto von Bismarck’ın şansölyeliğinde kurulan Alman İmparatorluğu. | |
III. Reich: 1933-1945 yılları arasında Hitler’in kurduğu imparatorluk. |
Bir de dikkat ederseniz her bir Reich arasında boş geçen dönemler var. Karmaşa ve yeniden birlik olma dönemleri…
Birinci Reich Almanların kendi atalarını ve geçmişlerini dayandırdıkları Kutsal Roma İmparatorluğu ve bu imparatorluğun merkezi önce Roma, sonra Viyana’da. İçine Alman topraklarını da dâhil eden çok büyük bir toprak işgal ettiği için Alman halkı kökenini buraya dayandırıyor.
1804’te Napolyon, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nun geleneksel üstünlüğüne son verip kendini imparator ilan edince olanlar oluyor. Bin yıllık Kutsal Roma İmparatorluğu çöküyor. O yıllarda topraklar kâh Napolyon, kâh bağımsız minik devletler tarafından yönetiliyor. Sonunda Otto Von Bismark isimli bir babayiğit ortaya çıkıyor ve etrafta ne var ne yoksa toplayıp II. Reich’ı kuruyor. Biz Türkler, bu Reich’ı yakından tanıyoruz. Onlar kaybettiği için bizim de kaybettiğimiz o meşhur devlet bu işte! Bu imparatorluk, ittifaklar ve savaşlarla büyüyor büyüyor ve sonunda, 1918 yılında, I. Dünya Savaşı sebebiyle çöküyor.
1918 ve 1933 yılları arasında bu defa bir cumhuriyet kuruluyor. Tabloda yok, niye? Çünkü cumhuriyet, Reich değil. İsmi mi? Weimar Cumhuriyeti… Bayrağı ne peki? Bugün gayet yakından bildiğimiz siyah, kırmızı ve sarı olan Alman bayrağı…
Bu güzide cumhuriyet de sadece ismen ayakta kalıyor tabi. Ülke feci halde karışmış şekilde. Ekonomi berbat. Siyasi istikrarsızlık var. Komünistler, milliyetçiler, demokratlar diye uzayıp giden sıkıcı bir liste iktidar mücadelesi veriyor. Bir de tüm bunların arasında oldukça ufak bir grubu temsil eden, Münih merkezli, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi var. (Almanya eyaletlerden oluşan bir devlet ve Münih ise Bavyera isimli eyaletin başkenti.)
Öncelikle akılları karıştıran o gizemli nasyonal sosyalist yapıya bir bakalım. Evet, parti özünde milliyetçi ve sosyalist bir parti. Fakat bu sosyalizm Marksist temelli bir sosyalizm değil, aksine anti-Marksist. Yani bu yapıda devlet ve toplum için değil de herkesin sosyalistliği kendine! Aslında anti-Kapitalist de. Yahudi karşıtlığı olarak bildiğimiz Anti-Semitizim’lik de var. Her düşüncenin güzel, mantıklı ve milliyetçi tarafını alıp, karıştırıp ortaya bir sistem çıkarmak gibi… Aslında partinin kuruluş amacı da oldukça sevimli, hiç de öyle kötü olmayan 25 maddeden oluşmakta. Bildirgeyi okuduğunuzda kafanızdaki o nasyonel-sosyalizim resmi netleşiyor. Yaşlılara emekli maaşı bağlanması, devletin tüm sanayiyi elinde toplayıp (komünizm) burada çalışan işçilere kardan pay ödemesi (kapitalizm), zengin subayların kovularak ordunun bir halk ordusuna dönüştürülmesi, her Alman öğrencinin yükseköğrenim şansına sahip olması gibi maddeler var. Buna ilave olarak Alman halkı için koloniler elde etmeyi (ki tam bir emperyalist devlet gibi), sadece özde Alman vatandaşlarına hak tanımayı ve Roma hukukuna dönmeyi içeren maddeler de var.
Hitler’e gelince, kendisi I. Dünya Savaşı’nda dağılan Alman ordusunun bir neferi.
Savaşı kaybeden devlet adamları ve subaylardan nefret ediyor. Ülkesine geri döndüğü zaman polis teşkilatında muhbir olarak işe başlıyor ve görevi; ülke için tehlikeli görülen siyasi grupları ortaya çıkartmak. Bu gruplardan biri de merkezi Münih’te bulunan İşçi Partisi. Hitler buraya araştırma yapması için gönderiliyor ama partinin savunduğu fikirler Hitler’i derinden etkiliyor. Muhbirliği bir yana bırakıp partinin tartışmalarına katılıyor. Hitap yeteneği, ateşli konuşmaları, suçlu göstermesi vs. derken, geçiyor partinin başına…
Nazi partisinin nasıl iktidar olduğuna gelince… İlk olarak Münih’te bir darbe girişimi deneniyor. Bu darbenin adı tarihe Birahane Darbesi olarak geçiyor ki aşağıda sık sık adı geçecek. Ancak bu girişim ordudan tam destek göremediği için başarılı olunamıyor. Hitler 5 yıl hapis cezasına çarptırılıyor. (Kavgam kitabı Hitler’in hapiste olduğu bu dönemde yazılmıştır.) Ancak bu hapis olayı ününe ün katıyor.
Hitler serbest kaldıktan sonra partiyi yeniden organize ediyor. Hapis yatmış olmanın verdiği mağduriyet, dünyayı saran büyük bunalımın yarattığı karışıklıklar, ateşli milliyetçik ve bol vaatli sözler, dış güçler derken hayranları artıyor. Arka planda da karşıt görüşleri yola getiren eli sopalı çeteler ile adım adım gücü artan bir parti ortaya çıkıyor. İşin en komik tarafı 1930 seçimlerinde yüzde 18’lik bir oyla partisinin ikinci parti olmayı başarmış olması. Parti oyların büyük kesimini kırsaldan, kasabalar ve bol bol vaatlerde bulunduğu iş adamlarından gelmekte…
Hitler, bu az oya rağmen önce kurulan koalisyonda Şansölye görevi üstleniyor (Bu görev aslında Hitler’in sesini keseriz ve yanımıza çekeriz umuduyla Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg tarafından kendisine verildi). Koalisyonla başa gelen Hitler, bu olayın hemen ardından da koalisyonlar kötüdür diyerek meclisi işlemez hale getiriyor ve ikinci bir seçime gidiyor. Bu defa kendi kontrolünde gerçekleşen seçimde yüzde 43-44 oyla tek başına iktidara geliyor. Hikâye bir yerlerden tanıdık geliyor ya neyse… Sonrası malum. Gerilen ortamlar, gelişen sanayi ve ordu, savaş…
Sanıyorum bu kadar tarih dersi biraz sonra çıkacağımız tur öncesinde yeterli olacak ve olayları daha rahat anlamamızı sağlayacaktır.
MÜNİH, KARANLIĞIN DOĞUŞU
Münih, Bavyera’nın başkenti ve Nazilerin doğduğu kent…
Son derece büyük ve karmaşık olan bu şehirde, aslında siz farkında olmadan hemen hemen her cadde ve sokakta Nazilere ait bir iz var. Dahası ne savaş, ne aradan geçen onlarca yıl bu izi silebilmiş değil.
Münih’te gezeceğimiz pek çok yer metro durağı üzerinde olacağından bir metro kartı almanızı şiddetle öneririm. Ancak Almanya sosyal bir devlet ve metro girişlerinde turnike filan bulunmuyor. Haliyle bu şehirde pek çok kişiyi elini kolunu sallayarak metroya binerken göreceksiniz. Genellikle kart kontrolleri tren içerisinde rastgele görevlilerce, rastgele zamanlarda yapıldığından siz önleminizi buna göre alın derim.
Neredeyse tüm Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ayaklarımızın bizi ilk götürdüğü ilk yer; merkezde yer alan, süslü püslü, ünlü ve büyük tarihi meydanlardan biri: Odeonsplatz.
Odeonplatz meydanı ve meydanda yer alan aslanlı anıt Feldherrnhale (Feld Mareşallerin Konağı), hem Almanya hem de Nazi tarihi için önemli olaylara ev sahipliği yapmakta. Feldherrnhale, Prusya-Fransa savaşları sırasında, Bavyera Ordusu’nun onurunu temsil eden bir anıt olarak yapılıyor. I. Dünya Savaşı’nın ülkeye ilan edildiği yer burası ve bu meydandaki kalabalıkta genç bir adamın yüzü ilk defa gazeteye çıkıyor…
Adolf Hitler hayatının en çaresiz ve sefil döneminde savaş ilan edilmesini bu meydandan dinliyor. Kendi hayatı için “Kurtuluşum” olarak nitelendirdiği bu olayın neticesinde orduya yazılıp I. Dünya Harbi’ne katılıyor.
Görseldeki küçük fotoğrafı anıtın üstüne çıkıp çektim. Bulunduğum yer I. Dünya Savaşı’nı duyuran adamın da bulunduğu kısım. Restorasyon halinde olsa da Hitler’in sağında kalan binayı seçebilirsiniz.
Bu meydanı üne kavuşturan bir diğer olay ise Birahane Darbesi (Beer Hall Putsch) olayı. Bavyera eyaletini ele geçirmek üzere bir birahanede ayaklanan Hitler ve arkadaşları ordu tarafından yine bu meydanda durduruluyorlar.
Eğer bu meydanda aslanlı anıtı tam karşınıza alırsanız anıtın en sol sütunu ile solunuzdaki binanın arasından gelen yol Hitler ve arkadaşlarının bu meydana geldikleri ve üzerlerine ateş açılan yol. Bu yol ve darbe girişimi dönemin ünlü sanatçılarından biri tarafından resmedilmiş.
Bu iki önemli olaya ev sahipliği yapan alan daha sonra Naziler tarafından çeşitli yürüyüşler ve törenler için kullanıyor. Hatta Naziler zamanında gece vakti bazı yarış organizasyonlarının da yapıldığını öğrendim.
Ancak bu meydanın ev sahipliği yaptığı bir olay daha var. Kristal Gece (Kristallnacht).
Kristal Gece, çıkarılan yasalar sonucu pek çok Yahudi’nin eşyasına el konulduğu, bu olay sırasında Naziler tek tek ev basıp yüzlerce insanı öldürdüğü bir olaydır. Olay adını o gece yapılan baskınlarda çok sayıda evin camının kırılıp şehir sokaklarına dökülmesinden gelmektedir. Odeonplatz bu gece öncesinde askerlerin toplandığı ve harekâta başladıkları alan olması sebebiyle ayrı bir önem taşıyor. Benim için olayın en ironik yanı ise 9 Kasım 1938’i, 10 Kasım’a bağlayan gece bu katliamın yaşanmış olması…
Yıllar sonra aynı açıdan çektiğim bir fotoğraf, Hitlere sadık olmak için ant içen askerlerin yemin töreninden bir görüntü…
Yemin töreninden başka bir görünüm… En önde ortada yer alan grili Heinrich Himmler ve en arkada bit gibi ben.
Hazır birahane darbesinden de bahsetmiş ve bu meydanda geçirdiğimiz vakit sonrası bolca resim çekilip susamışken, Münih’in meşhur birahanelerine doğru yola koyuluyoruz.
Bu ziyaret için yine metroyu kullanabilirsiniz. Ancak sokaklarda görebileceğim pek çok ilginç şey olduğundan ve yazımda bahsedeceğim binalar çok yakın olduğundan yürüyerek gezmeyi tercih ettim.
Odeonplatz sonrası rotamız Hofbräuhaus birahanesi… Söz konusu olan birahane 1589 yılında inşa edilmiş ve günümüzde halen aynı amaçla hizmet veriyor. Bu birahaneyi gezimiz için önemli kılan şey ise Hitlerin burada sayısız konuşma yapmış olması. Halkı ilk olarak isyana teşvik ettiği yer de yine burası.
İçerisi son derece tarih kokan ve keyifli bir mekân… Yerel kıyafetli bir alman gurupları içeride müzik yapıyor. Biz bu mekânı iki kere ziyaret ettik. Özellikle akşamları tıka basa dolu olduğunda daha keyifli oluyor. Ancak akşam için yer bulmak da bir o kadar zor oluyor.
Bu şehre gelirken sadece tarih için gelmediğimizi, Octoberfest için de burada olduğumuzu söylemiştik. Size de tavsiyem kendi rotanızı bu festivale denk gelecek şekilde oluşturmanız. Her sene bir marka Münih kentinde yılın birası seçiliyor ve pek çok değişik marka o seneye özgü olarak farklı konseptler çıkartıyor. Hem festival alanını hem de şehirde bulunan farlı birahaneleri deneyebilirsiniz.
Yeme içme kısmına ara verip, Münih için oluşturduğumuz rotaya devam ediyoruz. Sıradaki rotamız, yine ünlü bir meydan olan Marienplatz. Bu ikinci meydan da az çok anlayacağınız üzere Almanya’da platz ile biten yerlerin meydan olduğunu hemen çakabilirsiniz. Marienplatz’ın en önemli özelliği şehrin ana meydanı olması ve tarihinin 1158’e dayanması. Bu yer ayrıca yılbaşı ve Noel zamanı Christmas Market’e de ev sahipliği yapıyor.
Birahane darbesi sırasında burası da Naziler için önemli bir mekân. Meydan ayrıca önemli binalardan birisi olan Rathaus’a da ev sahipliği yapmakta. Bu Rathaus denen binalara özellikle Orta Avrupa gezilerinde çok sık rastlıyoruz. Age of Empires oyunlarının müdavimleri bilirler. Bu oyunlarda her işe başlamak için kullanılan, City-Town Hall ismi verilen yapılar vardır. İşte bu bina o bina… Bu binalar bir çeşit yerel yönetim ofisi olarak kullanılmakta. Bulunduğumuz meydanda eski ve yeni olmak üzere iki adet yönetim binası var. İkisini de meydanda gezerken rahatlıkla görebilirsiniz. Bunlardan biri yukarıda resmini paylaştığım, saat kulesinin solunda kalan yapı. Görüntüyü günümüz ve eski zamanı içeren şekilde birleştirdim. Bu bina Kristal Gece’nin başlangıcında Joseph Goebbels tarafından kullanılmış ve olayları başlatan bir konuşma yapılmış. Aşağıda resmini paylaştığım yapı ise diğer bina.
Bu bina meydana geldiğiniz anda büyük kulesi ile dikkatinizi çekecektir. Eski görseller, Birahane Darbesi gerçekleştiği sırada çekilmiş.
Rathaus’a kadar gelmişken burası için de bir restoran tavsiyesinde bulunacağım. Yeni binanın altında Ratskeller München isimli bir işletme var. Gerek teması, gerek mutfağı ile gayet güzel bir yer. Konu yeniden yemekten açılmışken, Münih’in hem hamburger hem de sosis için bir cennet olduğunu belirteyim. Özellikle Weisswurst (beyaz sosis), tane hardal ve lahana turşusunu burada deneyebilirsiniz. Hâlihazırda birçok resim paylaşacağımdan bu restoranın görsellerini çok fazla paylaşmak istemedim. Yemek yemeyecekler için çok güzel tatlıları da var. Inglorious Bastards filmini izleyenler özellikle SS subayı Hans Landa’nın özene bezene yediği tatlıyı bilirler. O her ne kadar Fransa’da yemiş olsa da Apple Strudel (Elmalı Strundel) bir Bavyera mucizesidir. Ancak hiçbir şey yemeyecek dahi olsanız bir kez olsun bu mekâna girin ve içini gezin.
Tatlımızı yiyip, bir kere daha karnımızı doyurduktan sonra şehirdeki rotamıza devam ediyoruz.
Sıradaki durağımız Karsltor…
Karsltor şehrin beş ana kapısından biri. Ana kapılardan üç tanesi tarihi ve şehir için oldukça önemli. Bunlar Karsltor, Isartor ve Sendlinger Tor. Üç kapıda oldukça esi zamanlarda yapılmış ve farklı farklı ressamlar tarafından pek çok resimde kullanılmış. Her üç kapının içinde Naziler dönemine ait resimler var. Farklı törenlerde bu yapılardan geçiş yapılmış. Ben gezmiş olmama rağmen, tek tek üç kapıyı da yazımda anlatmaktansa bir tanesini göstermeyi seçtim. Ayrıca Sendlinger Tor mesafe olarak Karsltor’a en yakın kapı olduğundan yürüyüş yaparak da bu kapıyı rahatlıkla görebilirsiniz.
Karlstor’dan sonraki rotamız Naziler için önemli bir yapı olan Haus der Kunst. Anlamı Sanat Evi olan bu yer, 1937 Nazi Almanyası zamanında açılmıştır. O dönemin en önemli özelliklerinden birisi de Almanların Sanat ve Mimariye olan düşkünlüklerini göstermek istemeleridir. Özellikle Hitler mimari ile yakından ilgilenmiş, gerek Münih gerekse Almanya’da pek çok büyük ve görkemli eserin oluşturulmasını istemiştir. Hitler’in gözde mimari Paul Ludwig Troost tarafından yapılan Haus der Kunst bu anlamda yapılan ilk yapılardandır ve Alman mimarisi adına bir propaganda özelliği taşır.
Buradan sonra rotamız Ehrentempel. Yani savaş anıtı. Bu anıt iki ayrı anıt yapı özelliğinde olup 1935 Birahane Darbesi sırasında ölenler adına yaptırılmıştır. Burada partinin önde gelen 16 üyesi gömülüdür. Savaşın sonunda bu yer Amerikan işgal güçleri tarafından yıkılmıştır. Anıtın parçaları çeşitli yerlerin onarımında kullanılmıştır. Google Map uygulamasında dahi çıkmayan bulması hayli güç olan bir yer. Briennerstrasse ve Arcisstrabe caddelerinin kesiştiği köşesinde yer alır ki defalarca önünden geçmeme rağmen zar zor fark ettim.
Ehrentempel’dan sonraki rotamız, Arcisstrabe caddesi üzerinde yer alan ve Ehrentempel’a çok yakın olan Führer Evi. Bu yer günümüzde bir çeşit Müzik ve Tiyatro Okulu olarak kullanılmakta. Yapının önemli özelliği ise dış politikaların görüşüldüğü önemli bir bina olması. 1938’de Sudetenland’ı Almanya’ya veren Münih Konferansı’nın yapıldığı yer burasıdır. Adolf Hitler; Mussolini, Chamberlain ve Daladier ile bu binada görüşmüş ve Çekoslovakya’nın kaderi belirlenmiştir.
Yapının içini gezme şansımız olmadığı için bir sonraki rotamıza doğru yola çıkıyoruz. Bu arada ben gezimi 2015 yılında gerçekleştirdim. 2015 yılı olmasına rağmen özellikle Doğu Almanya başta olmak üzere Almanya’nın pek çok yerinde bitmek tükenmek bilmeyen bir inşaat süreci vardı. Özellikle II. Dünya Savaşı ardından yaşanan yıkım, üzerinden yıllar geçmesine ve onca teknolojiye rağmen düzeltilebilmiş değil. Bu da insana savaşın yıkımına dair bir fikir veriyor. Şehri gezerken de bu durum sıklıkla dikkatinizi çekecektir.
Bu yıkıma ilişkin ufak bir gözlemimi de belirtmek istiyorum. Gezim sırasında sürekli dikkatimi çeken husus bu oldu ve bir arada kalmışlık durumu hissettim. Ne zaman birileriyle konuşsam ve söz konusu olan şey mimari, sanat ve teknoloji olsa bu ürünler hep “Üstün Alman Teknolojisi” olarak anlatılıyor. Gurur duyuluyor. Özellikle Bavyera eyaletinin BMW’nin kalbi olduğunu ve Münih’te çok büyük bir BMW Ofisi (aynı zamanda müze) hatırlatalım.
Bu vurguya BMW’yi ve müzeleri gezerken çok sık rastladım. Bütün bu teknoloji ve eserler ait oldukları dönemden bağımsız olarak Alman kimliği ile vurgulanıyor. İş ne zaman Toplama Kampları’na ve tarihe gelse her şey bir anda Alman kimliğinden sıyrılıp “onlar” oluyor. Söz konusu olan şey Naziler olunca teknolojik gelişmeler ve mimari yapılar (üstelik birçoğu Naziler döneminde ve onlar tarafından yapılmışken) unutulup sanki dışardan bir işgal gücü gelmiş de Almanya’yı işgal etmiş gibi anlatılıyor. Anlatılırken ses tonlamasındaki gurur ve nefreti bile ayrı ayrı seçebiliyorsunuz. Tabi böyle bir şeyi benimsemek ve ayrıştırmadan anlatmak çok mümkün olmayabilir. Sadece dikkat çeken bir durum olduğu için paylaşmak istedim.
Bu ufak bilgilerden sonra sıradaki durağımıza gelince, gideceğimiz yer Hitler’in 1920-1929 yılları arasında yaşadığı ev. Prinzregentenplatz’da yer alan bu apartman dairesinin ikinci katı Hitler’in eviymiş.
Hitler’in bu binada çeşitli törenler sırasında halkı selamlarken resimleri mevcut. Ayrıca bina Hitler tarafından Mussolini ve Chamberlain ile yapılan çeşitli görüşmelerde de kullanılmış. Hitler’den sonra (Münih’ten ayrıldığı dönem) Nazi Partisi’ne ait ofis olarak kullanılan bina, II. Dünya Savaşı sonrası Amerikan karargâhı olarak kullanılmış. Günümüzde ise binanın katları kamu kurumlarına tahsis edilmiş olsa da, 2. Kat yani Hitler’in evi olan kısım özel bir polis birliğine tahsis edilmiş durumda. Ayrıca içeriyi görme ve gezme izniniz yok.
Binanın içine giremesek dahi, içeriden gelen resimler mevcut. Bu resimlerin en ilginci Vogue dergisi için fotoğraf çeken Lee Miller isimli bir hanıma ait. Miller savaş zamanında pek çok fotoğraf çekmiş. Bilgilerin kesinliği olmasa da Nisan 1945’te Hitler’in öldüğü duyurulduğunda Miller bu eve gelmiş. Savaşın kirlettiği botlarını banyo paspası üzerinde bırakan Miller, o gün bütün kirlerinden Hitler’in küvetinde arınmış. O resimde tarihin unutulmazları arasına girmeyi başarmış.
Yedik içtik, gezdik, yıkanıp paklandık ve Münih sokaklarını yeterince arşınladık. Sıra geldi Nazilerle özdeşleşen ve pek çok romana, filme konu olmuş olan o malum mekânlara… Toplama Kamplarına!
Evet, Münih’e çok yakın bir tane kamp var. Şehir merkezinden metroyu kullanarak gidebileceğiniz bu kamp, Dachau Toplama Kampı.
Hemen hemen her kamp “Çalışmak Özgürleştirir” mottosuyla karşılar sizi. Dachau için de durum böyle. Kamp, Naziler tarafından kurulan ilk toplama kampı ve sadece Yahudilerin değil aynı zamanda siyasi suçlularında toplandığı bir alan.
Toplama kampları için uzun uzun bilgi vermeye gerek yok. Ancak her kampın aynı olmadığının da bilinmesini isterim. Genelde kamplar Toplama ve İmha kampları olarak ikiye ayrılmakta. Toplama kampları hem bir hapishane hem de işçi olarak insanları çalıştırma özelliğine sahip. İmha kampları ise adı üstünde, doğrudan yok ediş… Bu iki kampın dışında bir de Reklam-Propaganda kampları var. Bu kamplar genellikle yurt dışından gelen inceleme ekiplerini kandırmak amacıyla aklınıza gelebilecek her şeyin içinde bulunduğu yerler. (Bu yazımda bahsetmeyecek olsam da Prag yakınlarında yer alan Terezin kampı bunlardan biri.)
Dachau bir toplama kampı. Ancak toplama kampı dediğimiz için hiç öldürme yok anlaşılmasın. Bu kampların imha kamplarından farkı, gelenlerin doğruca toplu olarak öldürülmemesi… Ne yazık ki parça parça ve artık işe yaramayacak duruma gelmiş kişiler fark gözetmeksizin her kampta hayatlarını yitiriyorlar.
Dachau son derece büyük, yaklaşık 2-3 saatinizi alabilecek bir alan. Daha önce Terezin kampını görmüş olmama rağmen ilk defa kendimle baş başa oturup birçok şeyi sorguladığım bir alan. Kapıdan içeri girdiğiniz anda üzerinize çöken bir ağırlık ve gerilim var.
Doğruluğundan emin olamasam da söylentiye göre bu kampta 23 Türk vatandaşı da hayatını yitirmiş. Yazım boyunca bahsettiğim Kristal Gece olayında ise toplam 30 bin Yahudi bir gecede bu kampa gönderilmiş. Bu kampta tutulan kişiler şehrin dışında yer alan ormanlarda, patika ve yol yapımı gibi işlerde düzenli olarak çalıştırılmışlar.
Sağ üst köşede yer alan resimde kırmızı daire içinde yer alan kişi kendi söylemine göre Gece kitabının yazarı Elie Wiesel.
Belirttiğim gibi burası her ne kadar toplu imha alanı olmasa da, bir gaz odası bulunmakta. Bazı kaynaklar bu odanın asla kullanılmadığını söylemekte. Yazar Elie Wiesel de bu kampta bulunmuş biri ve Gece isimli kitabında toplu kıyım için ya silah kullanıldığını ya da kişilerin trenlerle başka bir yere gönderildiğini söylüyor. Öte yandan kampta pek çok kişinin bu odada öldüğünü söyleyen ya da şayet kullanılmayacaksa neden böyle bir oda yapıldığını sorgulayan kişiler de mevcut.
Resmi bir türlü net olarak çekmeyi başaramadım. Kamın o gün son derece boş olması da beni yeterince gerdi. Tek başıma buraya girdiğimde gözümü ayıramadığım yer önümde duran şu iki pencereydi. Onca yıl ve değişen onca şeye rağmen böyle bir yere girmek insanı gerçekten zorluyor.
Bu kampı gezerken hemen hemen her yerde tabelalar göreceksiniz. Her ne kadar barakaların birçoğu yıkılmış, kamp alanının büyük bir kısmı artık ortada olmasa da gezdiğiniz alandaki bu uyarılar dikkatinizi çekecek. İnsanlar içerideyken kaçmanın ve intihar etmenin hemen hemen her türlü yolunu denemişler. Yerden bir metre yüksekliğinde bir çeşmede kendini iple boğarak öldürmeye çalışan kişilerden tutun da yemekte verilen demir bardakla bileklerini kesmeye çalışana kadar akla hayale gelmeyen yöntemleri deneyenler var.
Bütün bunlardan daha kötüsü ise kaptaki subayların özgürlük yolu dedikleri bir alan… Genellikle belli bir yaşın üzerinde veya sakat kalmış bir kişi için uyguladıkları bu yöntemi ne bir kitapta okudum ne de bir filmde gördüm.
Toplama kampının içinde Krematoryum’un arkasında başlayan bir ormanlık alan var. Bu alanda bir patika yol açılmış. Yaşlı veya işe yaramayacak olan kişi öldürüleceğini biliyor. Öncelikle görevliler tarafından alınarak koğuşundan dışarı çıkartılıyor. Önce idam edilecekmiş gibi davranılıyor. Daha sonra haline acındığı ve kendisine bir şans daha verilecekmiş gibi kandırılıyor. Hatta oyun giderek abartılıp en sonunda kaçmasına göz yumulacağı söyleniyor. Ölmeden önce, büyük bir umut! Kandırılan kişi iki görevli tarafından özgürlük yolu olarak adlandırılan bu yola getiriliyor. Sözde kaçması ve geri dönmemesi için ikna ediliyor ve kişi salınıyor.
Yol, yürümeye başladığınızda önce kamptan uzaklaşan sonra bir çember çizerek kampa doğru dönüş yapan bir yapıya sahip. Biraz önce kurbanlarını ormana salan görevlilerin birkaç metre yürüyerek bekledikleri bir alan var. Bu alan bir taş ile işaretlenmiş durumda. Patika yolda daire çizerek tekrar kampa doğru yönelirken kurban bir şeylerin yolunda gitmediğini fark ettiği anda karşısında kendini kandıran silahlı iki adam buluyor. Ateş etme noktasında bulunan görevliler, büyük bir umuda kapılmış kurbanlarını bu nokta vuruyor. Sonrası malum…
Son
Bu geziyi yapmak kadar yazması da son derece zor ve zahmetli oldu benim için. Kafamda oluşturduğum Fantastik Geziler temamın insanlara ilham verip onları yollara düşürmesini umardım. Bugün sadece ne kadar şanslı olduğumu düşünerek yazabiliyorum. Karşıma çıkan her gence vakit kaybetmeden bir şeyler yapmasını olabildiğince çok okuyup olabildiğince çok görmesini öneriyorum.
Farklı bir tema seçip daha iç açıcı bir yazı ile 2021’e merhaba diyebilirdim. Ancak bir çeşit totem gibi 2020 senesine bu sıkıntılı günlere, karanlık bir temayla veda etmek istedim. Gecenin en karanlık anında olduğu gibi… Yükselen bir karanlığın ardından yeniden ışığın belirmesi için… Olabildiğince her anın tadını çıkarın ve mutlu kalın. Dilerim 2021 yılı bütün karanlıkların silindiği ve kaldığımız yerden devam edebileceğimiz güzel bir yıl olur.
Sizler Münih kentinde hiç bulundunuz mu? Geziye dair notlara eklemek istediklerinizi Kayıp Rıhtım Forum üzerinden bizlerle paylaşabilirsiniz.
Harika bir anlatım olmuş, yinr gözumuzde canlandı. Ellerinize saglık!
Ellerinize ve kaleminize sağlık.
Forumla tanışma yazımdı. Daha önceden de takip ediyordum ama çok aktif değildim. Dönüp halen ara ara bakarım. Serinin ikinci bölümü de ayrı güzel.
Teşekkür ederim. Bu sene bir yeni bölüm daha ekleyecegim
Merakla bekliyorum. Kaleminize (klavyenize) sağlık.