Menu
in , , ,

Playboy: Bilimkurgu, Fantazi ve Korkunun Ustalarını Ağırlamış Bir Deli Dergi

Altkültürün çok yanlış anlaşıldığı karanlık yıllarda, bu alanda sayısız değerli isme sayfalarında yer veren Playboy dergisine yeni bir gözle bakalım. Stephen King’den Le Guin’e, Bradbury’den Vonnegut’a… Listemiz hayli coşkulu!

Erotizm denince akla gelen ilk dergi kesinlikle Playboy olur. Bu ünlü derginin kurucusu Hugh Hefner geçen sene aramızdan ayrıldı. Ardında bıraktığı efsane ise hâlâ ayakta. Biz de sizin ilginizi çekebileceğine inandığımız bir dosyayla karşınızdayız!

Hugh Hefner için Playboy sadece pornografiden ibaret değildi. Vakti zamanında türdeşleri arasında pornografiye en az yer veren dergiydi desek yanlış olmaz. Hugh Hefner’in annesinden 1.000$ borç alarak kurduğu derginin hâlâ erotik dergiler arasında ilk sıralarda yer alıyor olması, tamamen oluşturduğu kaliteli duruşa bağlı. Örneğin Ray Bradbury’nin 1953 yılında bastığı Fahrenheit 451 kitabını Playboy’un 1954 Mart, Nisan ve Mayıs aylarındaki sayılarından okuyabilirdiniz. Bilimkurgu ve fantazi öyküleri bu kaliteli içeriğin yalnızca bir kısmıydı. Sayfalarında aynı zamanda araba bakımı dahil pek çok konuda başka hiçbir yerde bulamayacağınız makaleler okuyabilirdiniz.

İnsanlar derginizi erotik içeriği nedeniyle alırken deneysel çalışmalara yer verme fırsatınız da oldukça bol oluyordu elbette. Hugh Hefner’ın bu konuda tıktuzağı (clickbait) diyebileceğimiz yazılara ve başlıklara ihtiyacı yoktu. Porno endüstrisinden gelen sıcak para da olunca Hugh Hefner kaliteli yazarlar için sıradan dergilerin hiç vermeyeceği kadar para harcayabiliyordu. Hatta bunu bir emel haline getirmişti desek yeridir. Çünkü derginin başına getirdiği editörler bile kendi öykülerini yazan isimlerdi. Bu yüzdendir ki Kurt Vonnegut, Arthur C. Clarke, Stephen King gibi yazarlar, Hugh Hefner’ın Playboy’una çekinmeden öykülerini yollayabilmişlerdi.

- Reklam -

Playboy 1970’lere kadar zirveye oynadı. Ancak bu sıralarda çıkan ve işin pornografi kısmına daha fazla ağırlık veren Penthouse gibi dergiler Playboy’un satışlarını düşürdü. Dergi 18-35 yaşındaki erkeklere hitap etmeyi hedef edinip altyapısını ona göre ayarlayarak pazarda kalmaya devam etti.

Şu anda ismini bildiğimiz, dünyaca ünlü çoğu yazar Playboy’da öyküler yazmıştı. Hatta dergi daha önce eserleri toplayarak The Playboy Book of Science Fiction gibi antolojiler dahi çıkartmıştı. Bazı yazarlar da Playboy’u beklemeden kendi öykülerini kitaplaştırdılar.

İşte Playboy Dergisinde Eserleriyle Yer Alan Spekülatif Kurgu Yazarları

Ray Bradbury, “Fahrenheit 451” (Mart, Nisan, Mayıs, 1954)

Bilimkurguyu yaymak o zaman için bile zordu. Ray Bradbury şu sıralar kült olarak kabul ettiğimiz Fahrenheit 451’i çıkardığında Hugh Hefner ondaki ışığı görmüş olmalıydı. Zira kitabı bölerek 3 bölüm halinde kendi dergisinde yayımladı. Kitabın bölünüp bir seri haline getirilerek yayımlanması, kuşkusu eserin o dönem için popüleritesini etkilemişti.

Kitap şu sıralar ülkemizde de tekrar gündeme gelmiş durumda. İthaki Yayınları bu kitabı Bilimkurgu Klasikleri kapsamında yeni bir kapakla tekrar bizlere sundu.

Bradbury’nin bu seri ile başladığı Playboy macerası, ailesiyle zaman yolculuğu yapan bir adamın maceralarını ele aldığı The Vacation öyküsüyle devam etti.

Arthur C. Clarke, “A Meeting With Medusa” (Aralık, 1971)

Arthur C. Clarke’ın bu öyküsü Playboy için bile oldukça ünlü. 1971 yılında dergide yayımlanan öykü En İyi Novella dalında Nebula Ödülü kazanıyor. Playboy dergisinde yayınlanıp böylesine bir ödül alan ilk öykü oluyor “A Meeting With Medusa”.

Öykü, kahramanımızın Jüpiter’in katmanlarında yüzen uzaylılarla karşılaşması hakkında. Başka gezegenler ve uydularda yaşayan canlılar olsa, nasıl olurlardı, sorusu hâlâ bilimin aklını kurcalayan büyük gizemlerden biri. Carl Sagan’ın 1980 yılında televizyonda yayınlanan Cosmos belgeseli de bu soruya bir cevap arıyordu. Sagan’ın Jüpiter’de bir canlı yaşıyorsa nasıl olabileceğine dair görüşleri Arthur C. Clarke’ın anlattığı canlılara oldukça benziyor.

Ursula K. Le Guin, “Nine Lives” (Kasım, 1969)

Yakın zamanda kaybettiğimiz usta yazar Ursula K. Le Guin’in ünlü hikâyelerinden biri de zamanında Playboy’da yayımlanmıştı. Ancak bu hikâyenin içeriğinden daha önemli bir konu var. Yazar hikayesini U.K. Le Guin kısaltmasıyla göndermek zorunda kalmıştı.

Neden mi? Çünkü Playboy o zamanlarda kadın bir yazarın okuyucularını endişelendireceğini düşünüyordu! Daha sonraları Le Guin bir röportajda konu hakkında şöyle diyecekti:

“Playboy’un o zamanlarda düşünsel bir gelişim sergilememiş olması şaşırtıcı değil, şaşırtıcı olan benim ne kadar düşüncesiz bir şekilde onlara uymuş olmam. Cinsel önyargı olarak anladığım bir şeyle karşılaştığım ilk ve tek zamandı. Bir kadın yazar olarak editör ve yayıncıların bana önyargısı. Ve bu o kadar aptalca, o kadar anlamsız gelmişti ki bunun önemli bir şey olduğunu göremedim.”

Öyküsü ise klonların ahlâki değerlerini nasıl tartacağımız üstüne harika bir bilimkurgu. Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan Rüzgarın On İki Köşesi adlı kitapta bu öyküyü “Dokuz Can” adıyla bulabilirsiniz.

Philip K. Dick, “Frozen Journey” (Aralık 1980)

Philip K. Dick’in bu öyküsünü “I Hope I Shall Arrive Soon” olarak da biliyor olabilirsiniz. Zira yazar sonradan hikâyenin adını değiştirdi.

Philip K. Dick hayatının büyük bir bölümünü uyuşturucu, ölüm ve yaşam arasında gidip gelerek harcamıştı. Bu da yazdığı öykü ve romanlara büyük bir şekilde yansıyor elbette. Okur çoğu kitabında gerçekliği sorgular. Büyük bir gözün ardından bakar minicik hayatımıza.

Bu öyküde kahramanımızın bilinci on yıl daha uyuyor olması gerektiği uzay yolculuğunda bir hata sonucu açılır. Geminin Yapay Zekası onun vakit geçirmesi için eski anılarını oynatmaya başlar. Ancak hepimizin kötü anıları vardır elbette. Bu beklediğiniz gibi kötü gider. Sonunda gemi ona ne istediğini sorar.

Gerçekten de on yıl boyunca istediğiniz gibi yaşasaydınız uyandığınızda nasıl hissederdiniz?

Margaret Atwood, “The Bog Man” (Ocak, 1991)

Damızlık Kızın Öyküsü’nün ekranlara uyarlanmasıyla şu sıralar sık sık haberlerimize konuk olan başarılı yazar Atwood öyküsünün Playboy’da yayınlanması hakkında bir tartışmayla gündeme gelmişti. Bilimkurguya kötü bakılmasının nedenlerinden birinin, öykülerin Playboy gibi dergilerde yayınlanması olduğunu söyleyen Atwood, aslında türe haksızlık edildiğini ve bu dergilerde gayet güzel öykülerin yayınlandığını vurguluyordu.

“The Bog Man” adlı öykü de bu güzel yayınlardan biri. Atwood bu öyküde kişinin başkalarının gözündeki değişimini vurucu bir şekilde inceliyor. Eğer çocukluk kahramanlarınız varsa ve büyüdüğünüzde onların pek de kahraman olmadıklarını anlamışsanız ne dediğimizi daha iyi anlayacaksınız.

Frederik Pohl, “The Schematic Man” (1969)

60’lı yılların gözünden bilgisayar bilincinin nasıl olacağını merak ediyorsanız bu hikâye tam size göre. Frederik Pohl’un “The Schematic Man” adlı öyküsü kişiliğin bir bilgisayara yüklenmesi temalı ilk öykülerden biri. Bu öyküyü ilginç kılan bir başka özellikse o dönemde bilgisayar görmüş kişi sayısının oldukça sınırlı olması.

Anlamlı (ve de oldukça mantıksız) bir şekilde anlatıcı, kendi anıları ve yeteneklerinin bilgisayar programına yedeklendikçe bu dünya tarihinden silindiğini görür.

Frederik Pohl’un bilince ve bilgisayarlara bakışını oldukça orijinal bir şekilde gösterdiği bu öyküsünü şu sıralar bulmak hayli zor.

Kurt Vonnegut, “Welcome to the Monkey House” (1968)

Bu hikâye bir Playboy arketipi desek yanlış olmaz. İnsan nüfusu 17 milyara dayanmış. Devlet artık nüfusu sabit tutabilmek için intiharları destekliyor. Bunun için de insanın en ilkel dürtülerini kullanarak intihar düşüncesi olanları, bakire hosteslerin çalıştığı intihar salonlarına çağırıyor.

Elbette sadece ölüm değil, doğum da kontrol altında. Ailesiyle hayvanat bahçesini gezen bir eczacı, karısı ve çocuklarının önünde mastürbasyon yapan bir erkek maymunu gördüğünde oldukça utanarak kişinin bel altını uyuşturan bir ilaç yapıyor. Devletin insanlara zorla verdiği ve “etik doğum kontrol hapı” dediği bu ilaç, kişinin doğurganlığını etkilemiyor. Zira doğurganlığını almak hem etik dışı hem de din gereği yasak olarak görülüyor.

Hikâyemiz oldukça etkileyici bir şekilde seksin ve ölümün bir cevap olmadığı mesajıyla bitiyor.

Kurt Vonnegut daha sonra içinde Maymun Evine Hoş Geldiniz’in de olduğu 25 hikâyeyi toplayarak kitaplaştırdı. Allah Senden Razı Olsun Bay Rosewater kitabında Kilgore Trout’un bu öyküye atıfta bulunduğunu görebilirsiniz.

Robert Sheckley, “Can You Feel Anything When I Do This?” (1969)

Kim derdi aşkı bir posta siparişi ile bulabileceğinizi? Öyküsünde bir makinenin zekasına dair olabilecekleri naif bir komediyle anlatıyor Robert Sheckley. Tabii bunu okuyan bazı kıskanç erkekler evdeki elektrik süpürgesini atmaya kalkmış olabilir.

Sıradan bir ev kadını, bir posta siparişiyle yeni ve son model elektrik süpürgesine kavuşur. Ancak bu süpürge hiç de sıradan bir süpürge değildir. Bir bilinci vardır ve kısa sürede evin hanımına âşık olur.

Sheckley’nin mizahi bir dille ele aldığı evdeki yabancının evin kadınına âşık olması temalı öykü şimdilerde okuyucuya biraz mizojinist gelebilir. Kadınla robot arasında ne kadar soğuk rüzgarlar esse de bunun gülümseten bir hikâye olduğu da kaçınılmaz.

O yıllarda Robert Sheckley Playboy dergisinde birçok öykü yayımladı. Daha sonra bunları ve fazlasını yine aynı adla bir kitap haline getirdi.

Larry Niven, “Leviathan!” (1970)

Leviathan! adlı öykü Svetz adlı öykü evreninde geçmekte. Öykünün kahramanı Hanville Svetz bir zaman yolcusu. Patronunun istekleri için zamanda geri giderek nesli tükenmiş canlıları bulup getiriyor. Ancak kimsenin anlamadığı şeyse zaman yolculuğu, kişiyi büyünün var olduğu paralel evrenlere doğru götürmekte. Bahtsız Svetz ise kendini sürekli çeşitli yaratıklar karşısında savunmasız bulmakta.

Bu hikâyeleri ilginç kılan ve var eden şey Larry Niven’in zaman yolculuğunu bir fantazi olarak görüyor olmasıydı. Zaman yolculuğu günümüzde bile oldukça tartışma yaratan bir konu. Larry Niven bu konuyu bilimsel temellerle ele almadan fantazi olarak işliyor. Bu evrende geçen öykülerini de daha sonra The Flight of the Horse adlı kitapta toplamış.

Harlan Ellison, “All the Birds Come Home to Roost” (Mart, 1979)

Harlan Ellison o yılın en iyi korku öyküsünü Playboy dergisinde yazmıştı. Doğaüstü korku denilince de günümüzde de akla gelen ilk isimlerden birinden bahsediyoruz. Belki de insanlığa karşı duyduğu karamsar düşünceler onu bu kadar başarılı yaptı. Öykülerinde kendisinin mutsuzluğunu hissedebilirsiniz.

“All the Birds Come Home to Roost” adlı öykü Michael adlı lanetli bir adama odaklanıyor. Laneti, sondan başlayarak hayatına giren tüm kadınlarla tekrar birlikte olmak. Bu kimimiz için bir lanet olarak görünmeyebilir ancak Michael’in ilk yattığı ve ilk eşi olan kadınla ilişkisi oldukça sorunlu geçmiş. Hatta onu yaralamış desek yanlış olmaz. Bu yüzden Michael geriye doğru gidip eski karısına yaklaşırken onunla yaşadıklarının anısı kendisini delirtmekte. Ancak ne kadar uğraşırsa uğraşsın bundan kaçmanın yolunu bulamaz. Okuyucu da Michael’ın büyüyen deliliği ve korkusuna tanıklık eder.

Ölüm günümüzü ve saatini bilseydik rahatlar mıydık, yoksa yaklaştıkça çıldırır mıydık? Bu soru birçok kez sorulmuştur. Harlan Ellison da bu öyküsüyle benzer bir soruya farklı bir yanıt veriyor.

Robert Silverberg, “Gianni” (Şubat, 1982)

Gianni Robert Silverberg’ün Playboy’da yayınladığı ilk öyküsü. Tarihin az bilinen ama başarısı oldukça fazla müzisyenlerinden birini başrole koyuyor Silverberg. Giovanni Battista Pergolesi kısa hayatında sanki tüm müzik endüstrisini bitirmiş ve yeni bir şeyler yaratmak istercesine yazıyordu. Zira 1736 yılında, 25 yaşında ölmesine rağmen bunu başardı da. Müziklerinin geleceği yansıttığını şu gün bile rahatça görmek mümkün.

Peki bu müzisyen 25 yaşında ölmeseydi, başarmak istediği şeyleri yapabilecek kadar yaşayabilseydi ne olurdu? Öyküde bilim insanları bu müzisyen ölmeden hemen önce onu zamanından çıkartıp 2008 yılına getirir ve yeteneklerinin çiçeklenmesine yardım ederler. Böylece Gianni pop müziği keşfeder!

2008 yılında ise günümüze oldukça benzer bir müzik türü hâkimdir. İnsanlar müziğe karşı duyularını geliştiren uyuşturucular eşliğinde tekno müzikler dinlemektedir. Gianni de bu akıma kapılarak saçlarını kırmızıya boyar, giyimini değiştirir.

Stephen King, “The Word Processor” (Ocak 1983)

Asıl ismi “Word Processor of the Gods” olan hikaye Stephen King’in en başarılı öykülerinden biri olarak kabul görmektedir.

Öykünün kahramanı olan yazar gaddar karısından, saygısız bir ergen olan oğlundan, genel olarak da yaşamından oldukça bıkkındır. En azından yeğenini seviyordur. Ancak o da kahramanın kardeşinin sarhoş olarak araba kullanırken yaptığı bir kazada baldızıyla birlikte ölmesiyle yıkılır. Yeğeninin eşyalarını karıştırırken onu, “İyi ki doğdun Richard Dayı!” mesajıyla karşılayan oldukça komplike kelime işlemcisi bulur. Yazar kelime işlemcisinin evinin gerçekliğini değiştirebildiğini keşfeder. Yazdıkları gerçeğe dönüşmektedir. Ancak her kullanışında makine biraz daha bozulmaktadır. Nihayetinde kullanılmaz hale gelmeden önce Richard hayatını düzene sokacak şeyleri yazmaya çalışır.

Bazı olaylar hakkında, “Ya şöyle olsaydı…” diye düşünmeyen yoktur. Yaptığımız seçimler üstlerinde, “Bu senin için!” ya da “Yok hayır, bunu yaparsan ağzın yanar!” gibi etiketlerle gelmiyor ne yazık ki.

King’in bu öyküsünü Sis – Tam Metin (2017, Altın Kitaplar) derlemesinde bulabilirsiniz.

Howard Waldrop, “Heirs of the Perisphere” (1985)

Howard Waldrop’tan oldukça sürreal bir kıyamet sonrası anlatısı. Korkunç bir kıyamet olayından yüzlerce yıl sonra bir tema parkındaki üç robot uyanır. Bir ördek, bir köpek ve bir fare. Koca dünyada kendilerinden başka yaşayan tek bir şey yoktur. Karakterler kendi zamanlarından insanlara ne olduğunu öğrenmek adına bir yolculuğa çıkarlar.

Kitapta hiçbir zaman Disneyland veya Disney ismi geçmese de karakter ve tema parkı konusunda Disney’e atıf yapıldığı oldukça bariz. Bu öykü yazarın “Dream Factories and Radio Pictures” adlı kitabında tekrar yayınlanmış durumda. “Heirs of the Perisphere” 1985 yılında Nebula Ödülleri’nde “En İyi Kısa Öykü” dalına aday olmuştu.

Joe Haldeman, “More than the Sum of His Parts” (Mayıs, 1985)

Daniel Keyes’in “Algernon’a Çiçekler” adlı kitabını alın. İçine Cyborg koyun ve hikâyeyi biraz daha vahim bir hale getirin. Ortaya çıkan şey: “More than the Sum of His Parts”

Berbat bir iş kazası geçiren Doktor Wilson Cheetham ameliyata alınır ve bedeninde robotik geliştirmeler yapılır. Öyküyü onun günlüğünden okuruz. Yaralı bir adam olarak başlar. Yavaş yavaş sağlığını geri kazanır ve nihayetinde insandan çok daha fazlası olur.

Joe Haldeman bir Vietnam gazisi. Savaşın kendi üstündeki yıkımını bilimkurguya aktararak harika işler çıkarmış biri. Bitmeyen Savaş adlı ünlü kitabı şu sıralar İthaki Yayınları’ndan tekrar çıkmış bulunmakta.

Roald Dahl, “Switch Bitch” (1965-1974)

Daha sonraları “Switch Bitch” (Türkçeye ’Kancık’ adıyla çevrildi, Can Yayınları) adıyla kitaplaştırılarak yayımlanacak olan dört kısa hikâye 1965 ile 1974 yılları arasında Playboy dergisinde yayımlanmıştır. Roald Dahlın en vahşi öykülerinden bazıları olarak görülen bu öyküler aynı temayı paylaşmaktadır: Aldatmak. Her bir öyküde büyük bir kurnazlık, zulüm ve de cinselliği destekleyen hedonizm yatmaktadır. Eleştirmenler yıllar sonra öyküleri başka bir temanın daha birleştirdiğini söylemiştir: Mizojini. Zira öykülerdeki kadın karakterler ya cinsel bir aşağılamanın kurbanları ya da zalimce bir planın kurucularıdır.

Ayrıca Roald Dahl’ın Oswald Amca adlı oldukça zengin ve hovarda karakterinin ilk kez göründüğü yerler de bu öykülerdir. Bu kişi ileride Roald Dahl’ın “Oswald Amcam” adlı yetişkinlere yönelik çizgi romanının baş karakteri olur. Switch Bitch’teki öyküler ne kadar karanlık ve müstehzi ise Oswald’ın hikâyeleri de o kadar mizahidir.

Kaynakça:

Kirkus Reviews
Factor Daily
Wiki Wand
– Reddit

Konu hakkındaki görüşlerinizi Kayıp Rıhtım Forum üzerinden bizimle paylaşabilirsiniz.

Burak İpek

Özellikle bilimkurguya ve çizgi romanlara bayılır. Çizgi romanlara girişi Dylan Dog, bilimkurguya aşkı ise Dune serisi ile başladı. 7 yaşından beri bilgisayarla ve elektronik aletlerle iç içe yaşamayı seçerek göbeğini büyüttü. Düşüncelerini başkalarıyla tartışmak adına Kayıp Rıhtım’da yazılar yazıyor.

Yorum Yap

Exit mobile version