in ,

Ray Bradbury Anısına: Öteki Dünyaya Yolculuk

Usta yazar Ray Bradbury’nin anısına, Margaret Atwood’un kaleme aldığı anma yazısını sizler için çevirdik. Bradbury’yi, belki de onu en iyi anlayan yazarlardan birisinin ağzından dinlemek gerçekten de özel bir deneyim!

Ray Bradbury - Margaret Atwood
- Reklam -
- Reklam -

2012 şubatının sonunda Chicago Hilton’da bir barda oturmuş Ray Bradbury hakkında konuşuyordum. Hilton’da kaldığım o dönem Bradburyvarî bir tuhaflık anına şahit olmuştum. Süite girdiğimde televizyonda ABD seçimlerini yeni kazanan Başkan Obama konuşmasını yapıyordu.

Aslında çok-odalı büyük süit; aileler, güvenlikler ve siyasîlerle dolu olmalıydı ama ben tek başımaydım. Burası Bradburyvarî bir şeyler gerçekleşirken bulunmak için pek uygun bir yer değildi. Yan odada bir başkasının varlığını kolayca hayal edebiliyordum. Daha da kötüsü bu kişi benim şeytani ikizim ya da başka bir yaştaki halim olabilirdi. Belki orada yansımamın görülmediği bir ayna vardı. Gidip kontrol etmemek için kendimi zor tutuyordum.

Yine de Chicago Hilton’ın şubatta gizli servis elemanlarıyla dolu olduğunu söyleyemeyiz tabii. Bunun yerine benim açılış konuşmasını yapacağım Yazarlar ve Yazma Programları Birliği konferansına katılmak üzere orada bulunan dört bin yazar vardı. Yazmayı öğrenen, hali hazırda yazan ya da bu işi öğreten bu insanların her birisi elbette Ray Bradbury’nin kim olduğundan haberdardı.

- Reklam -

Otelin barındayken, Ray Bradbury’nin biyografisini yazmış olan Sam Weller yanımdaydı. Onunla şahsen ilk karşılaşmamızdı ancak zaten daha önceden tanıyormuş gibi hissediyordum. Deneyimli korku yazarı Mort Castle ile birlikte hazırladıkları saygı duruşu niteliğinde bir iş için katkı sunup sunamayacağımı öğrenmek için Twitter üzerinden –bir yirmi birinci yüzyıl hikayesi- bana ulaşmıştı. Özetle Bradbury tarzıyla bir öykü yazmamı istiyordu. Tabii burada Bradbury’nin hep aynı usulle yazmadığını, çok değişik tarzlarda işlere imza attığını hesaba katmak gerekiyordu. Heyecan içerisinde bu riski almayı kabul ettim. Neil Gaiman, Alice Hoffman, Harlan Ellison, Dave Eggers, Joe Hill, Audrey Niffenegger ve Charles Yu gibi isimlerin de aralarında bulunduğu yirmi beş yazar daha aynı şekilde elini taşın altına sokmaktan çekinmeyerek projeye katıldı. Her birimiz bir şekilde Ray Bradbury’den etkilenmiş olduğumuz için bu projeye dahil olmak istedik.

İşte Sam’le “Shadow Show” ismiyle HarperCollins tarafından basılan bu koleksiyon hakkında konuşmaktaydık. Kitabın ismi 1962 tarihli Ray Bradbury romanı “Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana”’dan alınmıştı. Ray’in kendisi bir önsöz yazmıştı ve temmuz ortasında San Diego’da gerçekleşmesi planlanan; grafik sanatçıları, çizgi roman yazarları ve hayranlarının toplandığı Comic-Con’da yapılacak büyük kutlamaya katılmayı umut ettiğini belirtiyordu. Orada beşimiz Bradbury hakkında bir panel düzenleyecektik: Sam, Mort Castle, Joe Hill, ben ve Ray’in kendisi.

Fakat Sam, Ray’in hafif bir rahatsızlığı olduğu için gelemeyebileceğini söyledi. Bu durumda panel işini dördümüz halledebilirdik. Sam ile ben de Ray’i evinde ziyaret edip internet üzerinden canlı yayın aracılığıyla hayranlarıyla buluşturur, kitapların bazılarını benim de içerisinde bulunduğum Fanado.com için imzalamasını rica ederdik. Sam’in belirttiğine göre Ray, internete pek güvenmese de bunu yapmaya oldukça hevesliydi. Onun sadık okurlarına ve yazar dostlarına dair coşkusu hiç tükenmezdi. Bu yüzden son çare internetse bunu yapmaktan çekinmeyecekti.

Eskiden ev ödevimi yapmak yerine gizlice okuduğum, gece yatmam gerekirken zorlu şartlar altında bir fener yardımıyla kendime yoldaş edindiğim bir yazarla tanışmak için sabırsızlanıyordum. O genç yaşlarda karşılaşılan hikayeler kadar coşkuyla okunan çok az şey vardır. Öyle ki bu eserler içinize işler ve hep sizinle kalır.

ray bradbury 2

Şimdi ise Ray Bradbury aramızdan ayrıldı. Doksan bir yaşındaydı ama yine de ölümünü kabullenmek imkansızdı. Hayatımız boyunca bizimle olup aniden kaybettiğimiz herkes için böyle olur zaten.

Bradbury’nin çalışmalarında yarattığı karakterler öyle sıradan yollarla ölmezler. Bazen bir hikayesindeki Marslının başına geldiği üzere eriyerek ölürler, ki Bradbury’yi etkilemiş bir eser olan Oz Büyücüsü’ndeki Kötü Cadı da bu şekilde can vermiştir. Bazen de kahramanlarımız uzaylılar tarafından öldürülür. Fahrenheit 451’de ise kitap okuma suçundan dolayı mekanik tazılar tarafından avlanır insanlar. Hortlaklar ve vampirler misali bazı karakterler de vardır ki tümden ölmezler. Sonuç olarak Bradbury’nin insanlarının hayatları nadiren öylece bitip gider.

Bradbury gibi korku edebiyatıyla derinden ilgili her yazarın ölümle karmaşık bir ilişkisi vardır. Bu yüzden Ray Bradbury’nin 2012 New Yorker bilimkurgu sayısındaki “Take Me Home” adlı yazısında çocukken her an ölmekten endişe ettiğini söylemesi şaşırtıcı değildir. “Arkama dönüp baktığımda,” diyor yazar, ki ironik bir biçimde kendisinin yayımlanan son yazısıdır bu, “arkadaşlarıma ve akrabalarıma nasıl bir deneyim yaşatmış olabileceğimi fark ediyorum. Bir çılgınlığımı bir coşku nöbeti ve onu da bir histeri takip ediyordu. Sürekli bağırıp bir yerlere koşturuyordum. Çünkü öğleden sonra hayatım aniden bitiverecekmiş gibi gelirdi.

Ne var ki ölüm madalyonunun diğer yüzünde ölümsüzlük vardır. Ve bu kavram da yazarın ilgisini çekmiştir. Kendi sitesinde bahsettiğine göre on iki yaşındayken Mr. Electrico adında bir sahne sihirbazıyla karşılaşır. Tam da böyle sirkleri sevip gezeceği yaştadır ve bu Mr. Electrico’nun da eşsiz bir numarası vardır: Bir elektrikli sandalyeye oturur, böylece elinde tuttuğu kılıç elektriklenir ve bununla seyircileri elektriklendirerek saçlarını dikeltir, kulaklarından kıvılcımlar çıkartır. İşte bu şekilde genç Bradbury’yi de bir yandan “Sonsuza kadar yaşa!” diye bağırarak elektriklendirmiştir. Çocuk ertesi gün bir yakının cenazesine katılmak durumunda kalır ve bu da onda Mr. Electrico’yu bulup bu sonsuza kadar yaşama işinin nasıl başarılacağını sorma isteği doğurur. Yaşlı ucube, daha sonra “Resimli Adam“a ilham olacak her tarafı dövmelerle kaplı birisi, ona ucube gösterisi denen şeyi gösterir ve sonra Ray’e Mr. Electrico’nun Birinci Dünya Savaşı’nda ölen en iyi arkadaşının ruhunu taşıdığını söyler. Tüm bunların bir insanı nasıl etkileyebileceğini takdir edersiniz. Mr. Electrico’nun ellerinden çıkan elektrikle vaftiz edilen Bradbury yazmaya başlar ve ölene kadar da hiç durmaz.

resimli adam kr
1969 yapımı The Illustrated Man filminden.

Sonsuza kadar nasıl yaşarsınız? Görünüşe göre başka insanlar aracılığıyla mümkün olur bu, başkalarının ruhunu taşıyarak, başkalarının sesleriyle ve elbette sözcüklerle; yani bu sesleri ifade eden kodlarla. Fahrenheit 451’in sonunda kahramanımız kitapların yok edildiği dünyada, kaybolan kitapları ezberleyerek bu kitaplara dönüşen bir grup insan bulur. Bu, Mr. Electrico’nun sunduğu gizemi anlamak için harika bir örnektir.

Bradbury anısına yazdığım bu yazının ortasında bir şiir etkinliğine katılmak için ara verdim. Orada bir yazar arkadaşıma Bradbury’nin öldüğünü söyledim. “O benim ilk okuduğum yazardı,” dedi. “On iki ya da on üç yaşındaydım. Elime geçen her bir kitabı okuyordum ve hoşuma gidiyordu. Baştan sona iyice okurdum.” Ona birçok yazarın ve de okurun büyük olasılıkla aynı deneyimi yaşadığını düşündüğümü söyledim. Ve böylece çeşit çeşit yazarlar ve okurlar ortaya çıkıyordu, her yaştan farklı seviyelerde ve farklı noktalarda bulunan şairler ve yazarlar.

Bradbury’yi bu denli değerli kılan onun kapsadığı ufkun genişliği midir yoksa etkisinin kuvveti mi? Daha da kritik bir soru olarak hep şu soru sorulmuştur: “Onu edebiyat dünyasının haritasında nereye yerleştirmemiz gerekir?

Bana sorarsanız Bradbury; Amerika’nın karanlık, gotik özünün derinliklerine kök salmıştır. Soyunun Salem’de 1692 yılında mavi bir domuz kılığına girdiği iddiasıyla cadılıktan ve bunun gibi şeylerden mahkum edilmiş olan Mary Bradbury’ye dayanması tesadüf değildir (Mary, infazı bu çılgınlık bitene kadar ertelenmiş olduğu için asılmadı). Cadı avı Amerikan tarihinde önemli bir klişe haline gelmiştir; yıllar boyu, tekrar tekrar başka biçimlerde, hem edebî hem siyasî olarak, yaşanmıştır. Bu olgunun temelinde hayatın çift anlamlılığı düşüncesi yatmaktadır: Yani sen olduğun kişi değilsin. Gizli ve muhtemelen şeytanî olan bir ikizin var. Daha da önemlisi komşuların da aslında senin düşündüğün kişiler değiller. Eğer on yedinci yüzyıldaysak belki cadı olabilirler ya da yanlışlıkla seni cadılıkla suçlayabilirler, eğer devrimin yaşandığı on sekizinci yüzyıldaysak haindirler. Yirminci yüzyıldaysak komünist olduklarını iddia edebiliriz veya bu insanlar Shirley Jackson’ın “The Lottery” öyküsünde olduğu gibi seni ölümüne taşlayabilir. Yirmi birinci yüzyıl söz konusu ise terörist olabilirler. Kendisi de Salem mahkemelerindeki bir hakimin soyundan gelen Nathaniel Hawthorne’un kaleminden çıkma Young Goodman Brown bu temanın mükemmel bir örneğidir (Püriten mezhebine mensup Brown rüyaları aracılığıyla ya da başka bir şekilde dindar komşularının aslında şeytanî bir cadılar meclisinin üyeleri olduğunu keşfeder). Henry James’in “The Jolly Corner”’inde ise kendisinin hayaletiyle karşılaşan Avrupalılaşmış bir Amerikalı vardır. Bu hayalet, Amerika’da kalsa kendisinin alacağı haldir; bir tür zengin canavar.

- Reklam -

ray bradbury

Vladimir Nabokov “Pnin” adlı kitabında Salvador Dali’nin gerçekte Norman Rockwell’in Çingeneler tarafından bebekken kaçırılmış kardeşi olduğunu söyler. Ancak aynı zamanda Bradbury de Rockwell’in ikizidir. Daha karanlık güçler kaçırmıştır onu küçükken, belki sekiz yaşındayken hevesle okuduğu Edgar Allen Poe. “William Wilson” adlı öyküsünde Poe, ikiz benlikleri karşılaştırır. Bradbury işte onlar gibidir: Hem avluda kokteyl içerken güneşlenen aydınlık bir benliği vardır, hem de The Veldt’de olduğu gibi iki çocuğun ebeveynlerini ölüme sürüklemesini hayal edebilecek karanlık bir tarafı. Mars Yıllıkları’ndaki iki öykü bu hali çok güzel yansıtır. “Marslı” öyküsünde çocukları ölen Amerikalı bir aile yeni bir yaşam için Mars’a taşınır. Ancak ölen çocuk olduğu gibi geri döner, böylece anne, baba ve oğul Rockwell tipi bir olağanlığı yaşamaya başlarlar. Çocuk gerçekte bir Marslıdır. Diğerlerinin arzularını yansıtan bir şekil değiştiricidir. Ve hikaye sondaki linç eşdeğeri ile bir trajediye dönüşür.

Üçüncü Mars Seferi” öyküsünde Dünya’dan uzay kaşifleri Mars’a gidip orada savaştan önceki güzel memleketlerini bulurlar. Bütün eski arkadaşları, aile üyeleri ve hatta ölüp gitmiş olanlar bile oradadır; ta ki tüm bunların bir serap olduğu ortaya çıkana kadar. Marslılar zararlı olduklarını düşündükleri bu işgalcileri uyuşturmak için böyle bir şey planlamışlardır. Böylece onları yok edebileceklerdir. Bu durumda kime güvenebilirsiniz? Lanet olsun ki hemen hemen hiç kimseye! Ya da şöyle diyelim, Rockwellyen bir olağanlık gösteren birine güvenemezsiniz, dış görünüşe göre karar veremeyecek durumdasınızdır.

Ancak aynı Rockwellyen olağanlığa nostaljik özlem Bradbury’nin eserlerinde çok içtendir, ayrıntıları sevgiyle yoğrulmuştur. O 1920’de, Waukegan, İllinois’de doğmuştur. Ve bu zaman dilimi –1920’ler ve gençliğinin 1930’ları- defalarca görülür eserlerinde; bazen Dünya’da, bazen Mars’ta.

Eve geri dönemezsin ama yazdıklarınla geçmişi geri getirebilirsin,” der bir başka nostalji sever Amerikalı Thomas Wolfe. Belki de Wolfe ve Bradbury’nin yaptıkları şey budur. Ne var ki gece yarısı geldiğinde büyülü fayton balkabağına dönüşecektir. Poe’nun öyküsü Kızıl Ölümün Maskesi’nde bahsi geçen siyah örtülü saat, Bradbury’nin dünyasında hep varlığını hissettirir. En güneşli anlarda dahi zaman bir düşmandır.

Bradbury, bir yazar olarak bilimkurgunun altın çağında, genellikle 1930’lar olarak düşünülür, büyüdü. Kariyerini öncelikle zaten var olan ve yıllarca daha sürecek bu platformun üzerine inşa etti. Popüler dergi pazarında öykülerin çok geniş bir yeri vardı. İlk olarak 1938 yılında amatör bir dergide yazdı, sonrasında Futuria Fantasia adlı kendi dergisinde. Super Science Stories ve Weird Tales gibi ucuz dergilerde kalem oynattı. Sonunda yolu saygıdeğer bir dergi olan New Yorker’a düşecekti. Bradbury çokça yazarak bu şekilde yaşayabildi. Her gün yazıyordu, kendini her hafta bir öykü yazmaya adamıştı ki bunu başarıyordu da. Çizgi roman adaptasyonlarından gelen para ona yardımcı oluyordu, sonrasında da elbette sinema ve TV uyarlamalarından. Playboy ve Esquire gibi gösterişli dergilerde de çalıştı. Yazmak onun hem içten gelen dürtüsü, hem de kariyeriydi. Böylece kendisini ve ailesini geçindirerek her iki yönden de başarılı oldu.

Sınıflandırmalara ve tür kısıtlamalarına yapabildiğince karşı durmaya çalıştı. Kurgu yazan ve hikaye anlatan birisi olarak bu konuda endişeliydi. Kurgunun etiketlere ihtiyacı olmadığı fikrini taşıyordu.

mars gunlukleri
Mars Yıllıkları kapağı, Micheal Whalen

Bilimkurgu terimi onu sinirlendirirdi: Bir kutunun içerisine hapsedilmek istemezdi. Ve bu da elbette öz bilimkurgucu bir kesimin öfkesini onun üzerine çevirmişti. Örneğin onun gözünde Mars bilimsel doğruluk ve dahası tutarlılıkla tanımlanan bir yer değil, onu şu anda ihtiyacı olan şeye dönüştüren bir ruh haliydi. Uzay araçları bilimsel bir mucize değil, Oz Büyücüsü’ndeki Dorothy’nin hortumla uçan evi gibi psişik taşıtlardı; sizi öteki dünyaya geçiren şamansal trans haliydi.

Ray Bradbury yazıyı öldükten sonra yaşamanın bir yolu olarak görüyordu. Ama bir de insan olarak Bradbury vardı tabii. Onu tanıyan herkes başkalarına karşı cömertliğine tanıklık etmiştir. Bradbury’nin hayal gücünde karanlık bir yan vardı ve bu karanlık ikiz kardeşinin kabuslarını eserlerinde kullanırdı;  dünyayı uyandırmak için.

Harikalarla dolu, hevesli bir çocukla sevecen bir amcanın bileşimiydi o. Yazı atölyeleri çağında kendi kendisinin öğretmeniydi, tekdüzelik çağında yürekten gelen özgün bir sesti, yapay imgelerin çağında doğal kalabilmiş birisiydi.


yazan Margaret Atwood

çeviri Mümin Can

düzelti Türker Beşe

Bu yazı Margaret Atwood tarafından, Ray Bradbury‘e ithafen 8 Haziran 2012 tarihinde The Guardian gazetesi için kaleme alınmıştır.

Türker Beşe

Müzmin arkeolog adayı. 4 yaşında atari oynamakla başlayan oyunculuk macerası şiddetle devam etmektedir. Okuma zevki günden güne değişmekle birlikte, tuhaf kurgu, büyülü gerçeklik ve tekinsiz korkudan aldığı keyfi hiçbir türden alamaz.

1 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for Nemo Nemo dedi ki:

    İki önemli yazar, çok değerli bir içerik! Atwood anma yazısını çok özenerek kaleme almış. Bradbury hakkında geniş bilgisini, örneklerle ve analizlerle detaylı bir şekilde aktarmış.

    Yazıdan bir alıntı da paylaşayım:

    Sınıflandırmalara ve tür kısıtlamalarına yapabildiğince karşı durmaya çalıştı. Kurgu yazan ve hikaye anlatan birisi olarak bu konuda endişeliydi. Kurgunun etiketlere ihtiyacı olmadığı fikrini taşıyordu.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Voldemort Origins of the Heir

“Voldemort: Origins of the Heir” Hayran Filmi Yayında! [Türkçe Altyazılı]

Kurmaca İşler Atölye

Kurmaca İşler’den Yeni Atölye: “Öyküleriniz Kitaplaşıyor!”