J.R.R. Tolkien fantazyanın edebi bir tür olarak sayılıp saygın bir konuma gelmesinde belki de en önemli kilometre taşıdır. Ancak her yazın türünde olduğu gibi, fantastik edebiyat tam olarak şu noktada ortaya çıkmıştır demek fazlaca iddialı olacaktır. Elbette Tolkien öncesinde de fantastik unsurlar birçok kalemin dimağından kağıda akmış ve okurlarla buluşmuştu. İşte bu yazıda, deyim yerindeyse bu “türleşmemiş” eserlere göz atacağız.
İnsanlık tarihi bir anlamda hayal gücünün tarihidir. Bizi on binlerce yıl öncesinden selamlayan mağara resimleri atalarımızın dünyayı zihinlerinde yeniden yaratması sürecinin görkemli meyvelerinden yalnızca bir salkımdır. Yazının icadıyla dünyanın zihinlerde oluşan yansıması yeni bir yaşam alanı bulmuştur.
Fantastiğin ilkel çağ insanları için sıradan bir olgu olduğunu biliyoruz. James George Frazer gibi araştırmacıların da dikkat çektiği üzere, yabanıl insanlar doğaya hükmedebildiklerini düşünürler. Doğaüstü güçlere sahip olmak onlar için sıradandır. Fantastik bir yaratık bu nedenle gündelik yaşamlarının bir parçası kadar aşina gelebilir. Hayal güçlerinin ürünü olan şeyleri aynı zamanda gerçeğin, somut dünyanın uzantısı olarak görme eğilimindedirler.
Örneğin Homeros tarafından üretilmiş eserler olarak kabul edilen İlyada ve Odysseia bizim için abartılı öğelerle dolu bir hikayeler bütünü olsa da o dönemin birçok insanı için bu anlatılanlar gerçekti. Aynı şekilde Enuma Eliş de Babil halkı için bir kurgudan daha fazla anlam taşımaktaydı. Bu nedenle söz konusu destanları çağdaş anlamda fantastik edebiyat türüne dahil edemeyiz. Yine de Marduk’un diğer tanrılara boyun eğdirmesi yahut Odysseus’un görülmemiş yaratıklarla mücadele ederek sürdürdüğü yolculuğu fantazyanın ruhunu bizlere yaşatır.
Bizim kültürümüzdeki destanlarda da aynı şekilde fantastiğin ayak izleri seçilebilir. Oğuz Kağan’ın ağaç kovuğunda gördüğü bir peri kızıyla evlenmesi, bir kurdun bir çocuğu emzirmesi yahut Ülgen’in gökyüzünü kontrol etmesi bunlara örnektir.
Modern dünyanın fantastik kurgu yazarları mitolojik anlatıları, destanları ve masalları eserlerinde çokça kullanmışlardır. Dolayısıyla binlerce yıl öncesinin ürünleri uzun kollarıyla hâlâ edebiyatımıza dokunmaya devam etmektedir. Elfler, cüceler ve büyücüler gibi fantastik dünyaların en bilinen öğeleri çok eski bir mirasın evrimleşmiş halleridir.
Fantastik kurgu biriken düşlerin, aykırı fikirlerin, hayal gücünün açığa vurduğu benzersiz güzelliklerin bir toplamıdır. Gerçeğin sınırlarını aşma cüretini gösteren herkesin fantastiğin duvarında bir tuğlası vardır.
Peki sadece fantastik unsurları eserlerine alanlar mıdır bu alanı inşa edenler? Elbette değil. Örneğin Walter Scott tarihi roman diyebileceğimiz türün bir temsilcisi olsa da yazdıkları, fantastik kurgulardaki Orta Çağ atmosferinin inşasında çok etkili olmuştur. Unutulmamalı ki gerçeğin tırtılı bir kozanın içinde, yani bir dahinin beyninde fantastik bir kelebeğe dönüşebilir.
Fantastik Edebiyat ve Orta Çağ Cehennemi
Orta Çağ’da dini kurumların etkisiyle cehenneme dair fantastik anlatılar yükselişe geçmiştir. Elbette antik zamanlarda da insanlık bir ceza mekânı olarak yeraltını, Kur’u, Hades’i ya da cehennemi düşlemişti. Örneğin Aeneid adlı eserinde Virgil; Aeneas’ın yeraltına yaptığı yolculuğu konu ediniyordu. Antik dönemde insanların ceza çektiklerini düşündükleri mekanı tasvir eden başkaları da yok değildi. Ancak cehenneme dair tasvirlerin yükselişe geçişi Orta Çağ’ın puslu atmosferinde mümkün olmuştur.
İnsanlar bu işkenceler, acılar ve dehşetler diyarını merak ediyor ve sorular soruyorlardı. Din adamları ve edebiyatçılar tarafından yapılan sözlü açıklamalar, yazılan kitaplar ve çizilen resimler de bu merakı bir nebze dindirmekteydi.
Avrupa için cehennem anlatılarının doruk noktası sanırım Dante’nin İlahi Komedya eseri olmuştur. Eserin bir bölümü cehenneme yapılan bir yolculuğu ele alır.
Doğu’da ise Ardavirafname –ki yanlış hatırlamıyorsam bir Gerisi Hikaye bölümünde belirtildiği üzere Dante’yi etkilemiş olması muhtemeldir- ve Binbir Gece Masalları gibi eserler toplumun dinsel görüşlerinin etkilerini seçebileceğimiz fantastik soslu eserler olarak önümüze çıkar.
Bu arada Orta Çağ demişken Kral Arthur efsanesini es geçmek olmaz. Zira bugünün kılıç ve büyü türüyle Orta Çağ fantazyası eserlere en çok etki eden anlatı belki de budur.
Öğretici Mizahın Fantastik Halleri
Orta Çağ’ı takip eden aydınlanma dönemiyle birlikte “gerçek” daha bir değer kazanmış, bilimsel düşünce doğmaya başlamıştır. Ancak bu durum fantastik unsurların eserlerden kaybolmasına neden olmamıştır. Zira amaç aydınlatmak ve öğretmekse önce dikkatleri çekmek gerekir. Dikkat çekmek için de olağandışı, fantastik bir hikayeden daha iyisini bulamazsınız.
Jonathan Swift, Gülliver’in Gezileri adlı eserinde olağanüstü halkların bulunduğu ülkeler tarif eder. Ancak bu fantastik atmosfer, verilmek istenen mesajı yerine ulaştırmak için bir araçtır sadece. Bu eser öyle etkili olmuştur ki içerisinde geçen, yazar tarafından üretilmiş Lilliputian kelimesi bugün İngilizce dilinin bir parçasıdır. Gündelik gerçeğin dışına çıkan satirik eserler olarak ayrıca Voltaire’in Micromegas’ını ve Mark Twain’in Kral Arthur’un Sarayında Connecticutlu Bir Yankee adlı eserini sayabiliriz. Bunlar daha ziyade bilimkurgunun ilkel halleri olarak düşünülebilirse de aynı zamanda fantastik denilebilecek olayları barındırıyorlardı.
Tekinsizin Yükselişi
1764 yılında yayımlanan Otranto Şatosu gotik edebiyatın öncü eseri olarak kabul edilir. Horace Walpole’un bu eserinde hareket eden tablolar gibi olağanüstü fenomenler ve karanlık atmosfer türün belirgin özelliklerini yansıtmaktadır. Gotik ile fantastik bu aşamadan sonra iyice kaynaşmış ve Edgar Allan Poe gibi ustaların eserleriyle doruk noktalarına ulaşmıştır. 19. yüzyıla dehşet edebiyatı damgasını vuracak ve bu karanlık eserler hem yerilecek hem de ilgiyle takip edilecektir. 1897 yılında basılan ve gotik edebiyatın en bilindik kitaplarından olan Dracula bu akımın ustalık ürünlerinden birisidir.
Dönemin fantastik temsilcisi sadece gotik edebiyat değildir elbette. Bugünkü anlamda fantastik edebiyata çok yakın kitaplar kaleme alan George Macdonald’ın eserleri çocuklara hitap eder ve tekinsizlikten çok büyülü bir güzelliğin kapısını aralar. Yine de usta yazarın masalsı kurguları bir yandan gotik bir tat vermeyi de ihmal etmez. Prenses ile Goblin bu anlamda eşsiz bir eserdir. Kitabı okuduğunuzda şiir gibi bir fantazya ile karşılaşırsınız. Tolkien’in Macdonald’ın eserlerinden ne denli etkilendiğini görmek kaçınılmazdır.
Prenses ile Goblin’de yer alan goblinlerin dağın içinde yaşadıkları yeri madenci kahramanımızla gezerken yahut prensesin gözünden goblinlere ait tuhaf yaratıkları görürken modern bir fantastik kurgunun içinde hissederiz. Yine de tam anlamıyla bir fantastik kurgu olamayacak kadar yumuşak bir anlatım söz konusudur. Eser, masal ile roman arasındaki çizgide hülyalı bir vaziyette dolaşmaktadır.
Fantastik Kurgunun Ayak Sesleri
20. yüzyılın başında eserlerini Lord Dunsany ismiyle kaleme alan Edward Plunkett fantastik yazın sahnesine çıktı. Kendisi birçok otoriteye göre H.P. Lovecraft gibi usta yazarları derinden etkilemiştir. Yazmış olduğu Yann’ın Ülkesi adlı eserini Babil Kitaplığı serisi kapsamında Türkçe olarak okumak mümkün. Kendisinin bir cümlesi eminim size tanıdık gelecektir. “İnsan çok küçük bir şeydir, gece ise tam tersine çok büyük ve harikalarla doludur.” Buz ve Ateşin Şarkısı serisinde Melissandre tarafından söylenen o ünlü repliğe ne kadar benziyor değil mi? “Gece karanlık ve dehşetlerle doludur.” Bu benzerliği daha önce fark eden mutlaka olmuştur diyerek arama yaptığımda Matt Staggs adlı bir Unbound Worlds yazarının bu konuya değindiğini gördüm. Demek ki George R.R. Martin de sıkı bir Lord Dunsany okuru. Zaten Lovecraft gibi bir devi etkileyebilen birisinin başka yazarlara ilham vermemesi şaşırtıcı olurdu.
1907 yılında tuhaf kurgunun nadide örneklerinden olan William Hope Hodgson imzalı Sınırdaki Ev yayımlandı. İnsanın bildiği gerçeklerin üzerinde bir dehşeti konu alan bu türden eserlere daha sonra Lovecraft’ın şaheserleri ve meşhur Cthulhu mitosu damga vurdu.
Robert E. Howard ile birlikte yükselen Kılıç Ve Büyü akımıyla fantastik, artık bildiğimiz diyarlarına doğru yol almaya ve yavaş yavaş rayına oturmaya başladı. O dönem üretken hikayecilerin çağıydı ve Weird Tales dergisi ve benzerleri edebiyat dünyasının aykırı çocuklarını bir araya getiriyordu.
Ne yazık ki dönemin bütün eserlerini Türkçe olarak bulmak zor. 2000 yılında İthaki Yayınları tarafından bu türde eser veren ustaları bir araya getiren Kılıç ve Büyü adlı bir kitap yayımlanmış. Yine o zamanların üretken kalemlerinden Clark Ashton Smith tarafından kaleme alınan Düşler İmparatorluğu’nda fantastik öyküler bizi beklemektedir. Belki ilerleyen zamanlarda bir yayınevi kapsamlı bir Weird Tales dosyasıyla karşımıza çıkıp yüzümüzü güldürür.
Fantastik edebiyat bir anlamda kitabın başındaki haritaya bakıp hayal dünyasında bir süreliğine kaybolmaktır. 1920’lerde farklı diyarların lezzeti artık yavaş yavaş kurgu eserlere sinmektedir. Lovecraft kozmik dehşeti anlatırken E.R. Eddison ise uzak gezegenlerdeki iki krallığın savaşını düşler. Bir yandan Howard, Conan’ı Hiborya’da maceradan maceraya koşturmaktadır. Hayaller biriktikçe birikir ve artık ortam Tolkien’in zuhur etmesi için müsait hale gelir. O meşhur cümle dökülür kalemden:
“Topraktaki bir oyukta bir hobbit yaşardı.”
Siz de Tolkien öncesi fantastik edebiyat hakkındaki görüşlerinizi bizimle Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilirsiniz.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!