in ,

Yetişkinler İçin Fantastik Edebiyat

Fantastik edebiyat yalnızca “çocuklara masallar”dan mı ibaret? Peki yetişkinler bu işin neresinde? İşte göz atmanız gereken kitap önerileri!

yetişkinler için fantastik edebiyat
- Reklam -
- Reklam -

Fantastik Edebiyat yıllar yılı pek çok ağızdan “çocuksu, masal, gerçekle hiçbir şekilde örtüşmeyen, edebiyat altı, gençleri satanistliğe yöneltici, saçma sapan vb.” pek çok ithama, yakıştırmaya ve hakarete maruz kaldı. Yerildi, yıpratılmaya çalışıldı. Ancak ne okurları onu terk etti, ne de yazarları bu alanda kalem yarıştırmaktan vazgeçti.

Bu projemiz, çoğunluğu yetişkinlerden oluşan yukarıdaki tanımlamaların sahiplerine bir cevaptır. Amacımız hiçbir şekilde eserlere sansür uygulatma isteği değildir. Hatta aşağıda sayılan hiçbir eserin okunması için “mutlaka şu yaşta olmalısınız” gibi iddialarda da bulunmak amacını içermez. Sadece ve sadece, asılsız yakıştırmalara “eserlerin okurlarından gelen” kesin cevaplardır. Unutulmaması gerekir ki, fantastik edebiyatın okurlarının yaş ortalaması hayli gençtir. Bu nedenle de cevap yetişkinlere yöneliktir.

Aşağıdaki listede yer alan her kitap, o eseri okumuş kişi ya da kişiler tarafından anlatılmıştır. Kişiler dilleri döndüğünce bu suçlamalara okudukları eserlerin en güçlü yanlarına dikkat çekerek cevap verdiler.

- Reklam -

Ve şimdi sıra sizde! Eğer bu listede olması gerektiğini düşündüğünüz bir kitap/seri varsa durmayın, bize mail atın. Neden bu eserin yetişkin okurlarca beğeniyle okunacağını tıpkı buradaki gibi anlatın, biz de projemize ekleyelim.

Yetişkinler için Fantastik Edebiyat Örnekleri

Amber Yıllıkları Serisi

Roger Zelazny

Amber Yıllıkları kitabından bahsetmeden önce yazardan biraz bahsetmemiz gerektiğini düşünüyorum. İsminin yazımı ve okunuşu bize göre bir çile olan Roger Zelazny her şeyden önce çok sağlam bir bilimkurgu temeline sahiptir. Yazdığı birçok kitap Hugo ve Nebula ödüllerini kazanmış ve birçoğu da aday gösterilmiştir. Fakat kendisinin de dediği gibi hayatındaki en büyük başarısı Amber Yıllıkları’dır. Yazarın anlatım dili doğum yılı itibari ile (1955) biraz ağırdır ve kitap içerisinde geçen politik çekişmeler ve bazı durumların anlaşılması elbette ki olanak dahilindedir. Ama kitabın anlattıklarının tamı tamına anlaşılması için belirli bir bilgi birikiminizin olması gerek.

Amber Yıllıkları serisi öncelikle sıradan fantastik kurgu eserlerinden sıkılanlar için birebirdir. Bu kitapta bir kahraman başarması zor bir göreve çıkıp, ormanda gezerken başka maceracılarla karşılaşıp “ultimate evil” bir karakteri yenmeye çalışmaz en basitinden. Amber Yıllıkları bunun aksine günümüz dünyasında geçer. Carl Corey, bir hastahane odasında başı sargılı bir şekilde uyanır ve geçmişe dair en ufak bir bilgi kırıntısı dahi hatırlamadığını fark eder. Tek bildiği siyah ve gri renklerden hoşlandığı ve insanüstü bir güce sahip olduğudur. Carl Corey bunun yanında hafızasını kaybetmiş olmasına rağmen oldukça zeki bir insandır. Her olasılığı ince eleyip sık dokuyarak geçmişine dair ipuçları bulmak için çıktığı yolda hiç de beklenmedik bilgiler elde eder kendisi hakkında.

Kendini arayan bir adamın öyküsü yaklaşık olarak ilk kitabın ortalarına doğru (ki o sayfalara gelinceye kadar “Bu ne böyle canım, bu fantastik bir kitap değil ki” demeniz gayet normal) birdenbire çok değişik bir hal alır. Bu noktada söyleyeceklerimizi kitabın arka kapağından birkaç cümle ile bitirmemiz gerek diye düşünüyoruz.

“Sadece Bir Tek Gerçek Dünya Var. Diğerleri -Yaşadığımız Dünya Da Dahil- Gölgelerden İbaret… Yaşadığımız dünya, ölümsüz şehir Amber’in sayısız gölgelerinden yalnızca biri; kendisi de iradesiyle gerçekliğe yön verebilen Amber Prensi Corwin’dir.”

Buğra Şenyüz

Anita Blake Serisi

Laurell K. Hamilton

Bir kadın düşünün. Tek başına bir kadın. Ufak tefek, minyon tipli bir kadın. Belki yanınızdan geçse, dönüp bakmayacağınız bir suret. Ve günümüz dünyasını hayal edin. Ama vampirlerin, kurtadamların ve şekil değiştiricilerin olduğu bir dünya olsun bu.

İşte bahsi geçen bu kadın, bu türler arasında “Cellat” diye anılsın.

Laurell K. Hamilton’un 90’lı yılların başlarında yazmaya başladığı ve şu ana kadar yirmiyi aşkın kitabı bulunan Anita Blake serisinden bahsediyoruz sizlere. Yazım tarzı, urban fantazi olarak adlandıracağımız sokak fantazyası türünde yazılan kitapları ile dünya çapında ilgileri üstüne çekmeyi başaran bu seri Anita Blake adlı vampir avcısının maceralarını anlatır.

Serinin kilit noktası, Anita Blake’in gözünden izlediğimiz bu ilginç dünyanın konusunu çok iyi yansıtabilmesinde gizlidir. Yazar, maceraları o kadar iyi şekilde kaleme alır ki kendi günlüğünüzü okur gibi olursunuz. Devamını merak eder, o çekiciliğine kapıldığınızı fark edersiniz.

Bahsettiğimiz bu maceralar güllük gülistanlık, Pollyanna’nın yaşadığı tarzda serüvenler değildir elbette. Burada parlayan aşk vampirleri de yoktur. Vampir vardır evet, ama vahşet saçmak için vardır. Anita’nın infaz ettiği vampirlerdir. Anita Blake infaz eder evet. Lakin diriltir de. O ayrıca bir ölü dirilticidir. Polislerle de çalışır. Kiralık bir katille de.

Kısaca, rahatlıkla söylenebilir ki; yaptığı işlerin tamamı “pis”tir.

Anita Blake serisini diğerlerinden ayıran önemli yanlardan biri de erkek-kadın arasındaki çatışmanın en yalın haliyle romana yansıtılmasıdır. Bu kapsamda vahşet ve iğrençliğin yanı sıra cinselliğin de had safhada kol gezdiğini belirtmek gerekir. Anita’nın peşini bir türlü bırakmayan şehrin en güçlü vampiri Jean-Claude ve karışık hisler beslediği kurtadam Richard ile yaşadığı karmaşık “aşk” hayatı okurlara “birinci ağızdan” anlatılır örneğin. Seri ilerledikçe bu cinsellik bölümleri de daha açık ve uzun paragraflara dönüşür.. Öyle ki birinin özeline girdiğinizi düşünüp bir elinizle gözlerinizi kapatarak, kalan aralıktan okumaya çalışabilirsiniz kitabı.

Peki yetişkinlerin okuma önerilerine bu seriyi dahil etmemizdeki sebep cinsellik ve vahşet dolu bölümler midir? Elbette hayır. Türü anlamak ve bu türün alt kollarından biri olan sokak fantazyasının en iyi örneklerinden biriyle tanışmak isteyenler, ayrıca bu mitlere ilgi duyup felsefik yaklaşımlar ve göndermelere dolu esprili dili tatmak isteyenler için kaçırılmaz fırsattır.

Anita’nın dünyası pis, aşk hayatı çalkantılıdır. Evet. Fakat unutulmaması gereken bir şey vardır: Anita, nefes aldırır.

Hakan Tunç

Buz ve Ateşin Şarkısı Serisi

George R.R. Martin

Kabaca konusundan bahsedecek olursak, kendilerini çok daha büyük bir tehlikenin beklediğinden habersiz olan Westeros adlı bir kıtanın kontrolü için mücadele eden hanedanların hikayesini Ortaçağ temalı fantastik bir evrende anlatıyor Buz ve Ateş’in Şarkısı Serisi ve yetişkinler için fantastik edebiyat denilince belki de ilk akla gelmesi gereken eserlerden biri. “Fantastik Edebiyat = Çocuk Kitapları” düşüncesine saplanıp kalmış insanlarla giriştiğiniz seviyeli(!) tartışmalarda gönül rahatlığıyla kullanabileceğiniz bir karşı sav.

Lafı fazla uzatmayayım.

Öncelikle Buz ve Ateşin Şarkısı, bünyesinde artık klişeleşmiş “aydınlığın karanlıkla son büyük mücadelesi” gibi bir konuyu ufak boyutlarda barındırıyor olsa da – ki G.R.R. Martin’in elinde bu klişe konunun bambaşka bir yoruma bürüneceğine emin olabilirsiniz- konu aldığı olay örgülerinin temeli Ortaçağın acımasız gerçeklerine dayanıyor. Hal böyle olunca okurların yetişkin temalara bolca rastlaması da kaçınılmaz hale geliyor. Tarihte, özellikle feodal düzenlerde -kitaptaki çoğu olay o zamanın Britanya adasında yaşananlardan esinlenilmiştir- bolca gördüğümüz, özenle hazırlanmış entrikalar, girift ihanet örgüleri, politik oyunlar, iç savaş ve taht kavgası gibi birçok derin ve kompleks mevzu seri boyunca sık sık karşımıza çıkmakta.

Seri onlarca ana karaktere ev sahipliği yapıyor ve her bir karakterin kendine özgü büyük bir amacı var – ve çoğu amaçlarının genel geçer ahlak yapısına uyup uymadığını kesinlikle umursamıyor. Onların bu uğurda verdikleri mücadeleleri, sonunda ortaya çıkan kaosun tüm çıplaklığıyla birlikte ortaya seriyor seri. Bu anlatım tarzı da kitapları daha çok yetişkinlere hitap eden bir fantastik eser haline getiren nedenlerden (Ayrıca çoğu eserin aksine, başlarını belaya sokan karakterlerin mucizevi şekillerde kurtulmalarını beklemeyin. Kitabın üçte birini onun gözünden takip etmiş olsanız bile).

Bir başka konuya gelirsek, baz aldığı zaman dilimi ve yaşanan olaylar gereği, kitaplar yüksek dozda şiddet ve cinsellik içermekte. Ve emin olun, yazar bunları açık açık anlatmaktan çekinmemiş. Ama Martin’i “Seks ve şiddet satar” mantığıyla hareket eden ucuz yazarlarla da karıştırmayın. Buz ve Ateşin Şarkısı’nda bu tür sahneler gereksizlikten uzak ve kurgunun gidişatına uygun. Yazarın yapmaya çalıştığı, evreninin karanlık atmosferini okuyucuya sonuna kadar hissettirebilmek. Eh, bunu yaparken de yüzünüzü bol bol buruşturmanıza neden oluyor.

Bu serinin her yaştan okuyucunun kitapları okumasında herhangi bir problem görmesek de anlatılanları ve altlarında yatan ilişkileri, politik oyunların inceliklerini özümseyebilmek için ciddi bir bilgi birikimine sahip olunmasına ve belirli bir olgunluğa ulaşılması gerektiğine inanıyoruz. Yoksa, kitaplar okunduktan sonra eğlentilik birer nesne olmaktan öteye gidemez maalesef. Buz ve Ateşin Şarkısı gerçekten kompleks bir seri ve hedef kitlesinin yetişkinler olduğu da aşikar. Hatta çocuk ve genç-yetişkin kitleyi bırakın, çoğu yetişkinin bile yoğun ve acımasız içeriğinin altında ezilebileceği bir yapıt.

Son olarak Buz ve Ateşin Şarkısı’nın “gritty” olarak tabir edilmeye başlanan ve fantastik edebiyatta daha gerçekçi, şiddete ve kanlı anlatıma dayanan akımın öncülerinden biri olarak görüldüğünü de söylemeden geçmeyelim.

Volkan Çalışkan

Danilov Beşlemesi

Jasper Kent

Jasper Kent’in yazdığı ve ülkemizde ilk üç kitabı Oniki, On Üç Yıl Sonra ve Çarın Laneti yayınlanmış olan Danilov Beşlemesi, tarihi ve fantastik kurguyu aynı potada eriten sıradışı bir seri. Konularına kısaca değinmemiz gerekirse ilk kitap On İki, 1812 yılında, Fransız General Napoléon Bonaparte’ın seferiyle çalkalanan Rusya’da geçmektedir. Napoléon birer birer bütün Rus şehirlerini almakta ve yavaş yavaş Moskova ve o dönemin başkenti olan St. Petersburg’a ilerlemekteyken Rus ordusundaki hiçbir güç onun bu ilerleyişini durduramamaktadır. Bu durumdan endişelenen ve içlerinde ana karakterimiz Yüzbaşı Aleksey İvanoviç Danilov’un da bulunduğu bir grup yüksek rütbeli asker, Romanya kökenli Opriçnik adı verilen on iki askerden yardım ister. Fakat Fransız ordusuna yaptıkları baskınlarda yaşanan şüpheli ölümlerin de ışığında Danilov ve arkadaşları Rusya’nın başına Napoléon’dan daha büyük bir felaket sardıklarını fark ederler.

İkinci kitapta ise Fransız ordusu def edildikten on üç yıl sonra 1825 yılında, Rus Çarı, 1. Alexander tahtta kalabilmek için katı ve baskıcı bir siyaset uygulamaktadır. Bu baskılar da ordu içerisinde bir takım ayaklanmalara neden olunca her zaman Çar’ı destekleyen Aleksey İvanoviç Danilov kendisini onun için ajanlık yapmak zorunda hisseder. Fakat Çar’ın asıl endişesinin bu ayaklanmalar değil, eskiden kalma ve giderek güçlenen bir tehdit olduğunu daha sonra öğrenecektir.

Üçüncü kitapta da 1855 yılına gidiyoruz. Sivastopol’un kuşatılması ve St. Petersburg’un kuşatılmasıyla savaş yeniden yüzünü göstermiştir. Bu sırada Moskovada bulunan Tamara Koramova ise 1812 yılında başlayan bir dizi cinayetin sonuncusunu araştırırken, Sivastopol’da ve savaşın ortasında bulunan Dimitriy Alekseyeviç Danilov babası Aleksey İvanoviç Danilov’un yok ettiğini sandığı vurdalaklarla ( Rusça’da vampir ) mücadele etmek zorundadır.

Seri genel olarak tarihle kurguyu aynı potada eritiyor ve aynı zamanda konusu bakımından da okuyucuları yeni dönemin “modern” vampirlerinden biraz da olsa kurtaran, özüne sadık bir vampir romanı özelliği kazanıyor. Üç kitapta da mekan ve atmosfer betimlemeleri birçok okuyucunun takdirini kazanmış durumda. Kanın, vahşetin ve işkencenin gırla gittiği ve açıkça anlatıldığı bölümleri mevcut. Zaten korku – gerilim kategorisi altında yayınlanmış bir seriden bahsediyoruz. Bu yönden yaşı küçük okuyuculara pek de hitap edeceğini söyleyemeyiz.

İlk kitap başlarda biraz yavaş aksa da sonlarına doğru vampirlerle girişilen bu mücadelenin nasıl biteceğini merak etmeden duramıyorsunuz. Başkahramanın kendisiyle yaşadığı çatışmalar da kitaba renk katıyor diyebiliriz.

İkinci kitapta ise Fransa’daki devrimci düşüncelerin Rus Ordusu’nda nasıl etkilediğine tanık oluyoruz. Bu kitapta aynı zamanda yazarımız ani bir kararla birinci tekil şahıs anlatımından üçüncü tekil şahıs anlatımına geçerek karakter sayısını arttırma olanağı yakalıyor. Bir yandan da ilk kitaptaki ana karakterimiz Danilov’un, oğluyla çatışmalarını okuyarak Rus halkının o dönemki değer yargılarını da incelemiş oluyoruz.

Kısacası bu seri türünün meraklılarının zihninde yer eden serilerden biri oldu. Vampirlere romantik aşık rolü yükleme zorunluluğunu kaldırmasının yanında tarihi dokusuyla da “yetişkinler için” sıfatını almaya hak kazandı.

Beyza Taşdelen

Dracula

Bram Stoker

Stoker’ın ölümsüz eseri ve her dönemde kendini okutabilmiş, beyaz perdeden bilgisayar ekranlarına dek kendine yer bulabilmiş efsanevi Kont Dracula… Günümüzün popüler vampir romanlarındaki “evcilleştirilmiş” sözde canavar imajının aksine, Dracula insansı suretine rağmen tarihin karanlık dönemlerinden kopup gelme esaslı bir canavar olduğunu -üstü kapalı bir şekilde, okuyucuya hissetirmektedir.

Peki nasıl bir vampir romanı bu denli dikkat çekmiş, döneminin de ötesine geçmiştir?

  • Köklerini tarihsel bir karakterden, tarihte de hakkında vampirlik söylentileri bulunan bir soyludan almıştır. Aristokrat, eksantrik bir Rumen soylusunun arka planı ve tarihsel hatalara rağmen çıkış noktası Vlad Dracula olduğundan, okuyucuya bir açıdan “gerçekçi” görünmüştür. Böylece tarihsel bir karakter ölümden dönmüş, vampir haliyle kabul görmüştür.
  • Eserin anlatım tarzı mektuplar ve günlüklerden, telgraf notlarından, gazete haberlerinden oluştuğundan istemsiz bir gerçeklik hissi uyandırmaktadır. Bazı noktalar haricinde aksiyon ve akıcılık kesintiye uğrasa da o belirsizlik ve dehşet halini birebir yaşatırmışçasına, sanki olaylar sıradan bir okurun başından geçiyormuş gibi düşündürebilmektedir. O yüzden doğrudan bir canavarlık ve dehşet söz konusu olmasa bile, örtülü bir korku hali okuyucuya sayfalar boyunca kendini hissettirir.
  • Eser normal şartlarda sıkıcı olabilse bile bu sıkıcılık kendisinden ziyade olayların aktarılış biçiminden kaynaklanmaktadır. Zaten bu yüzden roman ilk çıktığında pek dikkat çekmemiş ancak sonradan sonraya o sıkıcı addedilen gerçekçi yapı farkedildiğinde öyle bir fırtına koparmıştır ki günümüzdeki vampir imajını saymazsak, Doğu Avrupa kökenli, soylu, pelerinli bir figürü zihinlere nakşetmiştir.

Dracula romanını yetişkinler neden okumalıdır?

  • Bir klasik olduğu için değil ancak sıradan, gündelik hayatın bile bağrında nasıl örtülü dehşetler barındırabildiğini görmek için okumalılar. Doğaüstü unsurlarım gerçekçi bir şekilde kullanılmasına onlar da hayret edeceklerdir.
  • Kitapta geçen din, ahlak, aydınlanma, batıl inançlar, paganlık, kilise ve felsefe tartışmaları okumalı ki eserde bir de böyle bir yön bulunmaktadır. Gotik edebiyatın aydınlanmaya karşı duyduğu tepkileri de bilerek yahut bilmeyerek göstermesi açısından da incelenebilir.
  • Evcil ve sevimlileştirmiş vampir romanlarının kasıp kavurduğu edebiyat dünyasında, o eski dönemlerdeki vampir tiplemesini, folklor etkisini daha canlı görebilmek, korku unsuru olarak işlendiğini görebilmek için okunmalıdır.

Dracula çağlara rağmen yerini koruyabilen başlı başına bir korku karakteri, efsanevi bir figür olarak tozlu raflar kadar süpermarketlerin kitap reyonlarının arasından da sırıtmakta. Anime ve mangaların dünyasında da kapital dönemin diğer somut, soyut ürünleri arasında da kendine yer bulabilmekte. Bu canlı etkinin sırrı biraz da romanın sayfaları arasında gizli…

Mehmet Berk Yaltırık

Dresden Dosyaları

Jim Butcher

Ülkemizde pek tanınmasa da dünyada 7 milyondan fazla satan, neredeyse her kitabıyla New York Times Bestseller listesine giren Dresden Dosyaları, mizahi yönünün güçlülüğüne ve sürükleyici yapısına rağmen her yaşa hitap eden bir seri olmaktan çok uzak. “Urban Fantasy”, yani Şehir Fantastiği türündeki seri, günümüz Chicago’sunda yaşayan gerçek bir büyücü olan Harry Dresden’in başından geçen olayları anlatıyor. Güçlerini kayıp eşya ya da kişileri bulmakta kullanarak güç bela hayatta kalan ve bu işle geçimini sağlamaya çalışan kahramanımız, aynı zamanda ortaklık kurduğu komiser Karrin Murphy ile de açıklanamayan cinayetleri araştırarak “danışmanlık” adı altında dedektiflik yapıyor.

Başkahramanımız Harry Dresden kesinlikle “tipik” bir ana karakter olmaktan çok uzak. Çünkü Harry sürünüyor, acı çekiyor ve bu her kitapta tekrar tekrar vuku bularak aşırı güçlü başkarakter klişesini yerle bir ediyor. Kan revan içinde, tıknefes, ha öldü ha ölecek bir haldeyken sonlanıyor bazen soruşturmaları. Harry’nin başına gelenler kimi zaman okuyucuyu güldürse de kimi zaman yüzünü ekşitip, tıpkı onun yaptığı gibi başını öteye çevirmesine sebep olabiliyor. Çünkü fantastik olduğu kadar çok ciddi ve çok iyi kurgulanmış bir polisiye de aynı zamanda bu seri. Öyle ki, polisiye hayranları bile büyük zevk ve beğeniyle okuyor Dresden Dosyaları’nı. Vahşet sahnelerini atlamayan açık ve doğrudan anlatımı ve dozunda işlediği cinsellik öğeleri de bu kitapları yetişkinler için uygun bir kategoriye sokan diğer etmenler…

Ülkemizde maalesef sadece 3 kitabı yayınlandı ve şu sıralar 4.kitabın çeviride olduğu haberini aldık. Dünya ise 14. kitaba kavuşmanın sevinciyle harıl harıl Harry Dresden ve onun soluk kesen yeni macerasını tartışıyor.

Dresden Dosyaları’nın konu itibariyle özgünlüğü tartışılmaz. Zaten satış rakamları da ortada. İster fantastik sever, ister polisiye tutkunu olun bu eseri severek okuyacağınız kesin. Her iki kesime de hitap ediyor etmesine; ama hiçbir sahneyi hafifletmeyişi ve zeka kokan ince esprileriyle aslında hiç de genel izleyiciye açık değil. Eğer hitap ettiği fantastik/polisiye sever grubunda olduğunuzu düşünüyorsanız, kesinlikle bir şans verin deriz. Harry’nin de dediği gibi, “Daha kötü ne olabilir ki?”

Hazal Çamur, M. İhsan Tatari, Tarık Kaplan

Mary Shelley

Frankenstein

Mary Shelley’nin ölümsüz eseri Frankenstein’ı duymayanımız yoktur. Genç ve hırslı bir bilim adamı olan Victor Frankenstein’ın tanrı olma denemesini konu alan eser, bulunmuş her fikrin tekrar tekrar kullanıldığı günümüzde bile en özgün eserler arasında yer almaya devam ediyor. 7’den 70’e herkesin bildiği klasikleşmiş sahneleri ve hâlâ orijinal kalan fikirleriyle türünün eşsiz bir örneği olma özelliğini koruyor. Peki ama acaba o “klasikleşmiş” sahneleri doğru mu biliyoruz? Frankenstein’ın o ünlü “Yaşıyor!” bağırışı, ya da canavarın yalnızca dehşet saçmak için yaratılmış gibi duran görüntüsü? Ya da düşen yıldırımlar ve elektriğin bu deneydeki yeri? Cevap sizi şaşırtacak, çünkü bu kitap bildiğimiz korku eserlerinin aksine, olaylara psikolojik bir açıdan yaklaşıyor ve önyargılarımızı defalarca kırıyor.

Yaratıcı ile yaratımının acı dolu hayatlarını okurken karşılaştığımız imge ve olaylar ile bunların arkasında yatan derin felsefe, bu kült eseri genel okuyucu grubundan çekip yetişkin okurlar için uygun hale getiriyor. Sahip olduğu tüm sevgiye ve iyi niyetli akrabalarına rağmen hayattan umduğunu bulamamış bir adam görünümündeki Victor’ın Tanrılığa soyunması ve yaşayan bir insan yaratmaya kalkışması hikayenin temelini oluşturuyor. Üzerinde büyük bir hırsla aylarca çalıştığı, kendi sınırlarını zorlayacak işler yaparak sonunda başarıya ulaştığı eseri -yani kitapta geçen şekliyle “ucube” ya da “yaratık”- tamamlandığındaysa kahramanımız “gerçek bir Tanrı”nın yapacağı gibi yaratımını kabullenip ona yol göstermek yerine, büyük bir korkuyla karışık tiksinti duyup, sonucu acımasız dünyada bırakıp kaçma yolunu seçiyor. Ve Tanrıcılık da ancak buraya kadar sürüyor…

Kendi yaptığı işi tüm çıplaklığıyla gördüğünde dünyanın en büyük pişmanlıklarını yaşayan Victor için bu dönemden sonra bambaşka bir hayat başlıyor. Peki ya yaratıcısında uyandırdığı tiksintiyi görmüş olan “yaratığın” düşünceleri? İşte bu noktadan sonra kitap ikilinin hayat hikayesine dönüyor ve birbirleriyle olan karmaşık ilişkisini anlatıyor bizlere.

Klasik üslupla yazılmış kitabın dili çok ağır değil belki ama içerdiği düşünceler hiç de hafife alınmayacak türden. Tanrıcılık felsefesinden düşünülmeden yapılmış eylemlerin sonunda gelen pişmanlıklara, dönemin siyasi içeriğinden bilimsel gelişmelerin satır aralarındaki yansımalarına kadar pek çok alt başlığı olan kurgu, fantastik özelliğinden çok klasikliğiyle dikkat çekiyor. (Hatta bazı kesimlerce bilimkurgu türüne giren de bir klasik.) Yaratım alanını sadece Tanrı’ya bırakmak, dogmalara karşı gelmenin kötücül sonuçları gibi temalar işlenirken, diğer yanda döneme göre günahkar teşebbüsün acı ve terk edilmiş sonucunun psikolojik tahlili de kitabın bilinçli çelişkilerinin bir parçası, bir sorgulatma unsuru.

Bunun yanı sıra eserin edebi boyutu da hiç hafif alınmayacak türden. Mary Shelley cümlelerini uzun ve süslü kurmasına karşın güzel betimlemeleri ve akıcılığı da üslubuna katmayı başarıyor. Sonuç mu? Alabildiğine derin ve kültlüğünü sonuna kadar hak eden, yetişkinlere yönelik bir dram…

Tanrıcılık oynayan bir adamın hikayesinden de daha azı beklenebilir miydi zaten?

Hazal Çamur, Tarık Kaplan

Gormenghast Üçlemesi

Meryvn Peake

Mervyn Peake’in gotik atmosferli şaheseri Gormenghast Üçlemesi, aslında sadece tek bir türe tam oturmayan aykırı bir eser de. Gelin biz ona fantastik-gotik diyelim. Ama bunu derken unutmayalım ki, (Çevirmeni Dost Körpe’nin de dediği gibi) bu esere “fantastik-gotik” deyip geçmek de imkansız. Çünkü o tek başına bir tür edebilecek cinsten, ciddi bir edebi eser.

Gormenghast bir şato ve içindeki lordlar ile leydiler de onun nefes alan birer parçası. Ancak Gormenghast öyle bir şato ki, melankoli ve mizah ögeleri içinde aynı anda barınıyor. Mizah ögesi diyorum, ama okurken gülemiyorsunuz. Karakterlerin her birinin gerek seçilen adında, gerekse fiziksel durumlarında normal zamanda gülünecek durumlar genel olarak mevcut. Fakat bununla eğlenebiliyor muyuz? Bir önceki cümlemi tekrar düşünün sevgili okurlar: Gülemiyorsunuz…

Peake’in bu fantastik-gotik diye genel anlamda tabir edebileceğimiz eseri çok ciddi bir edebiyatı da içinde barındırır. Bir yanda Gormenghast’ın felaketi olacak Steerpike, diğer yanda Groan hanedanının tek erkek çocuğu Titus karşı karşıya gelip dururken Peake’in müthiş yazım gücü ve betimlemeleri de sizi zorlamak için orada olacak. Eser hiçbir detayı atlamayacak, bir takım okurları detaycılığıyla boğacak, ama kimileriniyse yazım gücüyle mest edecek. Size şiddet, cinsellik ya da herhangi bir aksiyon da vaad etmeyecek bile.

Gormenghast Üçlemesi aslında edebiyata gönül vermişler için eşsiz bir üçleme. Çünkü doludizgin bir macera ya da soluksuz bir aksiyondan çok çok uzak bir eser bu. İşte tam da bu yüzden fantastiği çoğu zaman “çocuk edebiyatı” olarak gören yetişkinler için biçilmiş kaftan. Kendi içindeki düşünsel süreci, okumak için sabır ve birikim isteyen anlatımıyla durağan seğirli, ancak aynı zamanda tuhaf, gotik ve aynı garip çerçevede fantastik de. Genç okurların kolayca sıkılabileceği bu başyapıtı hakkıyla okuyacak, içindeki o çarpık düzende çıkış yolunu bulup, durgun bir denizi andıran sayfalarını sabırla okuyabilecekler işte tam da bu bahsettiğim kesimdir.

Bitirirken bir de çevirmeni Dost Körpe’nin dilinden bir özet alalım:
“Bu karakterleri tuhaf, komik, hatta fantastik bulabiliriz; ama acıları, hırsları ve tutkuları son derece gerçek.”

Hazal Çamur

İçeriden Ölmek

Robert Silverberg

Robert Silverberg ülkemizde değeri az bilinen bilim kurgu üstatlarından biri. Ne var ki Türkçe’ye çevrilen sayılı eserinden biri olan İçeriden Ölmek bir bilimkurgu kitabı değil. Aslında bu kitabı bir kategoriye sokmak zor, fakat en yakın olduğu tür olan fantastiği doğru kabul edelim ve neden bir yetişkin kitabı olduğuna bakalım.

İçeriden Ölmek insanların zihnini okuyabilen, fakat bu yeteneğini yavaş ve sancılı bir şekilde kaybetmekte olan bir adamın psikolojik hikayesini anlatıyor. Başka bir deyişle, bu bir tükenişin hikayesi. Silverberg ustalığını kitaptaki yoğun edebiyatta ve tükenmekte olan bir insanın dünyaya bakışındaki o tuhaf gerçekçilikte gösteriyor. Altı çizilesi cümlelerle dolu olan kitap aynı zamanda arkasında da derin düşünceler barındırıyor. Dahası, karakterin eser içinde kaleme aldığı Kafka’nın Şato’su ve Yunan trajedyaları gibi edebi dozu yüksek incelemeler de bizleri sadece bir kurgu değil; aynı zamanda farklı eserlerin edebi incelemelerini de okutmuş oluyor. Kitap bu ve benzeri eserlerin göndermeleri ile dolu ve dipnotlardan öğrendiklerimiz bazı kitapların tamamında görebileceğimizden bile daha fazla…

- Reklam -

Kitabın yetişkinler için uygun olma sebebine gelecek olursak, bu noktada bir kez daha diline bakmak gerekiyor. Silverberg adeta karakterine can verip onu bizim boyutumuzda yürütüyor, bu da kitabın diline keskin bir gerçeklik ve açıklık veriyor. Bu açıklık kimi sahnelerde cinsellik olarak çıkıyor karşımıza, kimi sahnelerde sadece insanı rahatsız edecek kadar göz önünde olan düşünceler olarak…Cinselliğin, tükenen bir adamın dünyaya bakışındaki karamsarlığın, bilginin getirdiği rahatsızlığın etkilerini açık bir şekidle görüyor, hissediyoruz sayfalar arasında. Kesin olan bir şey var ki, bu eser içerdiği derin anlamları ile yoğun edebiyatıyla ancak belli bir yaşın üzerindeki okuyucuya hitap ediyor.

Tarık Kaplan

Kara Kule Serisi

Stephen King

Stephen King kendi hayranlarına “sabit okurlar” olarak hitap eder. Muhtemelen bugüne kadar yazdığı hiçbir kitap Kara Kule kadar okurlarını yıpratan ve okurlarını sabretmeye mahkum kılan bir yapıda olmadı. Bu durum ne serinin tutarsızlığından, ne de kötü olmasından kaynaklanmakta. Aksine, Kare Kule içerdiği tüm fantastik unsurlara rağmen mümkün olan en tutarlı hikayeye sahiptir.

Kara Kule okurlarını ilk yayınlandığı zaman ve seri henüz tamamlanmamışken gerçekten çok zorladı her şeyin finale ulaşması bir hayli uzun sürdü. Silahşör, yani ilk cilt yayınlandığında tarih 1982 idi. Son kitabın, yani Kara Kule’nin yayınlanışı ise 2007 tarihinde gerçekleşti. Seriyi ilk günden takip etmeye başlamış şanssız okurlar için kabusun bitmesi 25 yıl sürdü.

Bizlere ne mutlu ki, yeni bir okurun şu anda seriyi ele aldığında bitirmesi sadece tüketicinin okuma hızı ile orantılı. Yakın zamanda çıkan ve Kara Kule 4.5 olarak anılan Anahtar Deliğinden Esen Rüzgar’ı da saydığımızda şu anda sekiz kitap olan seriyi toplu olarak herhangi bir kitapçıdan satın almak mümkün. King’in kendisi serisini magnum opus’u olarak nitelendiriyor. Yani şaheseri. Kara Kule’nin diğer Stephen King kitaplarından daha iyi bir örnek olup olmadığı yoruma açıktır, ancak şüphesizdir ki, Kara Kule bir fantastik kurgudur ve bu konuda diğer Stephen King kitaplarının büyük kısmının aksine, fantastiği sadece gizemde bırakmaz ve gerçekten ortaya koyar.

Buna rağmen Kara Kule günümüz bilindik fantastik kitap kültüründen büyük ölçüde ayrılmaktadır. Bunun başlıca sebebi, çoğu zaman King’in Kara Kule’yi anlatırken Arthur C. Clarke hikayelerine benzeyen bir yapıda işlemesidir. Sihirden ayırt edilemeyecek bilim ve gerçek büyünün getirdiği gizem yan yana, bazen kaynaşıp bazen ayrılarak, okura sunulurlar.

Kara Kule her şeyden önce bir Western olarak başlar. Roland Deschain, yani ana karakter bir silahşördür ve muhtemel kötü adamın peşine düştüğü bir serüvene atılmış durumdadır. Yine de Roland bir silahşörden daha fazlasıdır. Silahşörlük ise Camelot için yuvarlak masa şövalyeleri ne anlam ifade ediyorsa, Orta Dünya için de aynı o değerde bir ünvandır. Böyle bir kurguyu yüksek miktarda fantastik unsur ile birleştirdiğimizde ve King’in hızlı ama yine de çok uzun bir sürece yaydığı karakter gelişimleri ile de süslediğimizde Kara Kule gibi orijinal bir eser ortaya çıkmaktadır.

Yeri geldiğinde Roland’ın Clint Eastwood’dan Sir Lancelot’a dönüştüğünü, bazen ise bir sığır baronu gibi karakterin önce Al Capone’a ve daha sonra da karakter olarak bir iblise dönüştüğünü gözlemlemek mümkün olabiliyor. Akıcı anlatım elbette karakter gelişimleri ile kısıtlı kalmıyor. Keşfedilecek dünyalar ve serüvenler var.

Bu dinamizm Kara Kule için bir avantaj olduğu kadar aynı zamanda bir dezavantaj olarak da algılanabilir, çünkü okurun zaman zaman kafasını toplayarak geçmiş bölümleri kendisine hatırlatması ve kafasını toplaması icap edebiliyor. Eğer “Kara Kule’yi okuma rehberi” adında iki ciltlik bir kitap yayınlanmış olsaydı bu gerçekten hiç şaşırtıcı olmazdı. Kara Kule sıradan bir fantastik kurgu severin algısını ve zekasını zorlayacak düzeyde bilgi ve betimleme içermekte. Bu durum okurların belli bir spektrumda olmalarına ve genel fantastik kurgu okuru yaş ortalamasının üstünde bir yaştan kitlenin ilgisini toplamasına sebep olmakta.

Erman Yücel

Perdido Sokağı İstasyonu

China Miéville

China Miéville’in 3 kitaptan oluşan ünlü Bas-Lag serisinin ilk kitabı olan Perdido Sokağı İstasyonu, büyünün ve steampunk teknolojisinin aynı anda varolduğu tamamen özgün bir evrenin Yeni Crobuzon adlı şehrinde geçer. Diğer pek çok fantastik eserde olduğu gibi Miéville’in bu evreninde de insanların haricinde özgün ırklar bulunur; şahin-insan karışımı Garudalar ya da insan vücutlu, böcek kafalı Khepriler gibi… Fakat bu kitabı diğerleriyle aynı kefeye koymak yanlış olur. Çünkü eseri diğer klasik fantastik eserlerinden ayıran önemli bir faktör var; işlediği konuları ele alış şeklindeki özgünlük…

İçerdiği tüm fantastik öğelere rağmen Perdido Sokağı İstasyonu, tıpkı diğer Bas-Lag kitapları gibi, yaşadığımız dünyaya daha yakın bir eserdir ki, zaten yazarı China Miéville de kitabın türünü fantastik değil kendi bulmuş olduğu tür olan “Tuhaf Kurgu” olarak tanımlar. Sözde, siyasetle yönetilen özgür bir şehirdir Yeni Crobuzon ama baskıcı rejim her an iş başındadır. İnsanların arasında gizlice dolaşır, hükümete ya da düzene karşı edilen tek bir sözle aniden ortaya çıkar ve toplumun “huzur” ve “düzeninin” bozulmaması için “vatan hainini” kıskıvrak yakalarlar hükümet askerleri. Siyasetçiler zengin evlerinde tembelce oturur ve göbeklerinin topografya haritasını çıkarırken, açlıkla sefalet şehrin daha az saygın sokaklarında kol gezer. Kağıt üzerinde varolmayan sokak çeteleri, uyuşturucu satıcıları ve fahişeler ara sokakların hakimiyeti için çekişir. Vodyonai ya da Khepri gibi halklarsa tüm diğer azınlıklar gibi hem kendi aralarında hem de kendi içlerinde kabul görme ile geleneklerine bağlı kalma savaşı sürdürürler.

İşte bu atmosferde oldukça heyecanlı ve sonuyla ters köşeye yatıran bir macera işlenir kitapta. Bir yanda gizemli bir yaratığın dehşeti, diğer yanda alt sınıftan insanların şehrin kaderini belirlemesi durumu varken işler iyice içinden çıkılmaz bir hal alır.

Kitap içerdiği siyasi mesajlar, insan doğasıyla ilgili gözlemleri ve dünya bakışı ile genele hitap eden sıradan bir fantastik eserden çok yetişkinler için yazılmış, aykırı bir roman niteliğindedir. Çünkü iyinin ve kötünün kesin çizgilerle ayrılmadığı bir dünyada, çıkar ilişkisi ve hayatta kalma dürtüsü üzerine kurulu bir düzende, olağanüstü krallıkların ve kusursuz kahramanların olmadığı acımasız bir evrende geçer Perdido Sokağı İstasyonu.

M. İhsan Tatari

Temeraire Serisi

Naomi Novik

Temeraire Serisi’ni bir kitapçıda elinize aldığınızda ilk olarak kapak dizaynıyla gönlünüzde taht kuracağına eminiz. Kabartmalı ve üzerinde emek harcandığı her halinden belli görseliyle okuyacaklarınızın bir habercisi gibidir. Öncelikle yazar Naomi Novik, kitabın her noktasında konuyu detaylıca araştırdığını belli ediyor. Tolkien, kitabı için sıfırdan bir dil yaratmış olabilir, ama askeri terimlerle hiç alakası olmayan bir yazarın sıfırdan ordu literatürü öğrenmesi de takdire şayandır doğrusu. Bunun dışında kitap hakkında söylenmesi gereken bir diğer şey de bu kitabın biraz daha yetişkinlere göre olduğudur. Çünkü yazar kitabı yazarken ister istemez ağdalı bir dil kullanmıştır. Kitabın geçtiği yıllar söz konusu olduğunda bu kaçınılmazdır zaten. Ayrıca, politik oyunlar ve stratejik konular hakkında bazı açıklamaları da vardır. En basitinden kitabımızın başkahramanı Laurance diğer onlarca kitabın başkahramanının aksine olgun bir beyefendidir.

Kitap, piyasada yeni yeni görmeye başladığımız tarihi fantastik türünde. Bu türü şöyle de tanımlayabiliriz. “Dünya tarihinin küçücük bir kısmı değişik olsaydı günümüze yansımaları ne olurdu?”, sorusunun cevabını arayan ve bunun sonucunda ortaya ilginç konular çıkaran bir tür.

Düşünün ki; Bonaparte yönetimindeki Fransa ile İngiltere arasında geçen yüzyıl savaşlarının yaşandığı yıllardasınız. Sağlam bir donanmanız, barutun keşfiyle oluşturulmuş askeri birlikleriniz, toplarınız, atlı süvarileriniz ve bir de ejderhalardan oluşan hava birlikleriniz var! Evet, yanlış duymadınız. Barutla ateşlenen silaların olduğu bir dönemde ejderhalar ve üzerlerinde uçan yaklaşık yirmi kişilik hava saldırı timlerine sahipsiniz. Gerisini hayal gücünüze bırakıyoruz ama şunu söylemek isteriz ki böyle bir konuyu düşünmek bile başlı başına büyük bir iş bizce. Kaldı ki Naomi Novik sadece bu parlak fikri akıl etmekle kalmıyor aynı zamanda kitabına da başarıyla ve keyifle işlemeyi de başarıyor.

Buğra Şenyüz

Yerdeniz Serisi

Ursula K. Le Guin

Eğer hâlâ Ursula K. Le Guin adını duymadıysanız ya da herhangi bir eseriyle tanışmadıysanız hem düşünsel, hem de edebi anlamda çok büyük kayıp içindesiniz demektir.

Yerdeniz Serisi, Yüzüklerin Efendisi’nden hemen sonra fantastik deyince akla gelen seriler arasındadır. Ancak en büyük özelliği bu mudur? Elbette ki hayır. Sadece bunu söylememle bile sizlere ne kadar sağlam ve özgün bir seri olduğunun sinyallerini vermeyi amaçladım, fakat bunu detaylandırmadan önce şu diyeceğime kulak verin: Yerdeniz öyle bir seridir ki, sadece fantastik hayranları değil, türle uzaktan yakından alakası olmayan bir çoğunluk da onu büyük takdirle okur. Peki neden? İşte ona biraz daha sonra değineceğiz.

Bir dünya düşünün ki her yeri denizlerle çevrili, tüm ülkeler ada ülkesi olsun. Evleri kadınlar, gemileri erkekler yapsın. İsim dediğiniz şey sadece bir kelime ya da tınısı güzel harf dizeleri değil, anlamıyla insanı esir edebilecek türden güce sahip olsun. İşte bu yüzden iki isim sahibi olsun karakterler. Birisi belli bir yaşa gelince size verilen “gerçek” adınız, diğeriyse herkese rahatlıkla söyleyebileceğiniz “gündelik” adınız. Çünkü gerçek ad, kötü amaçlı kişilerin eline geçtiği takdirde sizin kontrolünüzü ele almanın yoludur. O yüzden onu iyi saklayın ve gerçekten güvenmedikleriniz dışında asla söylemeyin.

Le Guin bu eserin bir klişeye de ağır bir darbe indirir. Bembeyaz tenli başkarakter figürünü altüst edip, daha sonra Yerdeniz’in gördüğü en güçlü kişilerden biri olacak Ged’i (Ya da gündelik adıyla Çevik Atmaca’yı) esmer tenli bir birey olarak tasvir eder. Hatta Yerdeniz’in kuzey kısmı dışında sarışın kimseye de rastlayamazsınız. Bu bakımdan belki bilinçaltlarında “ırkçı” bir tutum olarak görülebilecek yansımaları Le Guin kendi eserinde kesin bir dille reddetmiştir.

Yerdeniz serisi iyi ve kötünün savaşını da konu etmez. Büyümek, Cinsellik ve Ölüm temalarını ilk üç kitapta işleyerek başlar yola ve sonunda sizi şok ederek kurduğu düzeni yıkarak (kıyamet gibi bir kasıt kesinlikle yok) beş kitap ve bir öykü kitabıyla serisini sonlandırır. Ancak bunu yaparken fantastiğin o klasikleşmiş iyi-kötü savaşı, son savaş gibi temalar hiç yer bulmaz. Taoist bir yaklaşımı vardır bir yandan. “İyilik yapana sen de iyilik yap, kötülük yapana da iyilik yapmaktan kaçınma” der bir nevi. İlim irfan sahibi büyücülerle bazen şifa dağıtmak, bazense öğütler vermek için dünyasını güçlü kişilerle donatır.

Ama “büyü” asla bir iki sihirli sözcük değildir. Her şeyin, ama her şeyin gerçek adını bilip onlara hükmedebilmektir. Ejderhalarıyla ortalığı yakıp yıkmaz aynı zamanda; Uzak Doğu yaklaşımıyla bilgeliklerini yol gösterici olarak kullanmaktır amacıdır. Dahası, Yerdeniz dünyasında çok tanrıcılık da yoktur. Bir yaratıcının varlığı kabul edilse de (kuzey hariç) hiç kimseyi ibadet ederken göremezsiniz. Yaratıcı’ya bir saygı vardır, ama tapınma yoktur. Yazarın ateist kimliğinin bir yansıması mıdır, tartışılır. Ama bu anlamda da eserini “bu açıdan” mitolojik ögelerle bolca doldurmaktan kaçındığı da göze çarpar.

Bunca sözden sonra şimdi gelelim ikinci paragrafın son cümlesine açıklık getirmeye. Ursula Le Guin’den saf bir macera bekliyorsanız, onu yeterince iyi tanımıyorsunuz demektir. Başta bu seriyi (ve yazarın daha pek çok eserini) bilimkurgu ya da fantastikle alakası olmayan kişilerin de çoğunlukla okuduğunu söylemiştik. Şimdi geldik nedenine.

Yazarın anarşistliğin kitabını yazmış (bkz. Mülksüzlere) yanını da göz önünde bulundurursak, her kitabının kendi felsefesi olması ve bir düşünceyi savunması da kaçınılmazdır. Yerdeniz doludizgin bir macera değil, düşünsel bir rüyalar alemidir. Göndermeleriyle güçlenen, satır arasına gizlenmiş fikirler ve karakterlerin dudaklarından dökülen cümlelerdeki derinlikle başta basit görünen yapısı muazzam bir uçuruma dönüşür. Öyle ki baktığınızda sonunu göremezsiniz. Kişinin kendisiyle yüzleşmesi gibi önemli, ağır bir konuyu bile böyle bir seriye naklederek bir kitap boyunca başarıyla işleyebilen de sayılı eserlerdendir.

Yerdeniz Serisi, aslında bazen genç okurlarca tam anlaşılamayan ve böyle durumlarda da çabuk sıkıldıkları bir şaheser olarak ele alınabilir. Bunu tüm genç okurları kast ederek “kesinlikle” demiyorum. Çünkü Ged ile çıkılan yolculukta, özgün bir yeni dünya da elbet bulunuyor. Fakat, fantastik edebiyatı daha “edebiyat altı” bulan yetişkinlerin o satır aralarında görecekleriyle ne kadar büyülenecekleri de tartışılmaz bir gerçek. Neden mi? Çünkü bunun pek çok yaşanmış örneği vardır.

Özetle Yerdeniz, sadece bir fantastik edebiyat serisi değil, aynı zamanda içinde patlamaya hazır düşünsel bir bomba taşıyan saygı duyulası da bir çalışmadır. Onu irdelemeyi bilen gözler için de zihin açıcıdır.

Hazal Çamur

Yüzüklerin Efendisi ve Tolkien’in Diğer Eserleri

J.R.R. Tolkien

Yetişkinler Neden Tolkien Okumalı?

Esasında “yetişkinler neden Tolkien okumalı” sorusuna cevap vermek Tolkien ve yapıtı adına bir zûldür ancak, özellikle film endüstrisinin Legendarium’a (Tolkien Evreni) el atmasının ardından, kültür endüstrisi yaratması bir Yüzüklerin Efendisi altkültürü doğurdu ve bu diğer kültür endüstrisi yaratması alt kültürlerde de yoğun olarak gözlemlediğimiz üzere, genelde onlu yaşlarındaki çocuklar ve gençleri hedef aldı. Tolkien’in, çok derin ve aynı zamanda ulvi sanatsal amaçlarla, engin dilbilimcilik tecrübesinin ışığında çıktığı yoldaki seyir defteri olan eserlerinin, böyle bayağı ve kof, yüzeysel bir düzlemde konumlandırılması elbette Tolkien’in değerini düşürmez ama, halka bu endüstrinin işleme sürecinden sonra ortaya çıkan ürünler ulaştığı için, okurun Tolkien hakkında önyargı beslemesine bir nebze anlayış gösterebiliriz, suçlu olan endüstri olduğu için.

Bu açıdan, yetişkinler Tolkien’i okumalı. Okumalı çünkü, ilk sebep, “Ars longa, vita brevis”, sanat Pindaros’tan öncesinden beri tanrısallığın kapısını aralayan yegane düzlemdir bizim için; belki berzahlar alemidir ve Tolkien evreninde aralayacağınız her perde size, bütün süflilikten, dünyalılıktan, sıradanlıktan uzakta, muhteşem ve ilahi bir sanatın saltanatından kesitler sunacak.

Yetişkinler okumalı, çünkü Tolkien’in yaptığı iş bir “mitoloji” yaratmak, ve sanatın da ötesinde, “yetenek ne demektir” sorusunu arayan bir yetişkin, muhteşem bir şair, mitoloji bilgini, diller uzmanı ve müthiş bir romancının birleştiği Tolkien’in şahsında ve eserinde yeteneğin ne olduğunu görecektir. Ve o eserde, insanoğlunun kolektif bilinçaltının fotoğrafını bulacaktır: Homeros’un, Dede Korkut’un çizdiği manzaranın neredeyse aynısı, sadece daha ayrıntılı ve daha şaşaalı.

Ve yetişkinler okumalı, çünkü “gerçek” buz gibi matematik kokuyor, Tolkien bu gerçeğe en okkalı tokadı atıp, reddedişin destanını yazıyor; ve diyor ki, “evet bu birkaçıştır ve kaçıştan rahatsız olanlar sadece gardiyanlardır.”

Tolkien’in çağrısı ile bitirelim: “Fantazi kaçıştır ve bununla iftihar eder. Bir asker düşman tarafından tutsak edildiyse, onun görevinin kaçmak olduğunu kabul etmez miyiz? Eğer ruhun ve aklın özgürlüğüne değer veriyorsak, eğer bizler özgürlük savunucularıysak, o zaman kaçmak bizim aşikar görevimizdir; ve kaçarken mümkün olduğunca insanı beraberimizde götürmek!”

M. Bahadırhan Dinçaslan

Zaman Çarkı Serisi

Robert Jordan

Zaman Çarkı her biri farklı bir çağı simgeleyen yedi çubuktan oluşur. Tek güç sayesinde dönen Zaman Çarkı, yaratıcı olarak da bilinen Işık tarafından dünyanın yaratımı sırasında dünyaya bağlanmıştır. Çarkın görevi insanları desene işleyerek Çağların Deseni’ni dokumaktır. Yaratıcı, ayrıca Karanlık Lord olarak da bilinen Shaitan’ın dünyaya müdahale etmesini engellemek için onu desenin ve zamanın dışına hapsetmiştir. Fakat ikinci Çağ’da tek güce alternatif bir büyü kaynağı bulduğunu sanan bir Aes Sedai tarafından Shaitan’ın zindanında bir delik açılır ve bu durum Shaitan’ın dünyaya müdahale etmesini mümkün kılar.

Dünya yıkımın eşiğine geldiğinde Ejder olarak da bilinen Lews Therin Talamon öne çıkar. Ejder Karanlık Lord’un zindanını geçiçi olarak mühürlemeyi başarır ve dünyanın kurtarıcısı aynı zamanda da yok edicisi olur. Karanlık Lord zindanına tekrar hapsedilmeden önce tek gücün eril yarısı olan saidini lekelemeyi başarır. Bu olay bütün erkek Aes Sedaileri delirmeye mahkum eder ve sonucunda Dünyanın Kırılışı olarak bilinen olaylar silsilesi başlar. Delirdiği için güçlerinin kontrolünü kaybeden Ejder karısını, çocuklarını ve arkadaşlarını öldürür ve sonrasında Kardeş Katili ismiyle anılmaya başlar. Ejderin ölümüyle birlikte Shaitan’ın yeniden serbest kalacağı ve Ejder’in yeniden doğarak Karanlık Lord’la mücadele edeceği ve bu mücadelenin dünyanın kaderini belirleyeceği kehaneti yapılır. Zaten seride tam bu noktada Üçüncü Çağ’da Ejder’in yeniden hayat bulmasıyla başlıyor ve Yenidendoğan Ejder ve yoldaşlarının Karanlık Lord’la olan mücadelesini anlatıyor. Eğer birkaç fantastik kurgu serisi okuduysanız yukarıdakine benzer “yi vs. kötü” ekseninde geçen bir hikaye mutlaka görmüşsünüzdür.

Peki Zaman Çarkı’nı yalnızca keyifli ve sürükleyici bir maceradan çok daha fazlası haline getirip onu benzersiz yapan, yazılmış en iyi epik fantazilerden biri haline geiren nedir?

Sanırım Zaman Çarkı’nın en büyük artılarından birisinin serideki olağanüstü mitolojik zenginlik olduğunu söylemek yerinde olur. Jordan karakterlerini, ulusları, onların kültürlerini, toplulukları oluştururken bulabildiği tüm destanlardan, efsanelerden ve mitlerden faydalanmış. Zaman Çarkı hakkında konuşurken gönül rahatlığıyla bahsedebileceğiniz içerik zenginliği kuralı burada da değişmiyor. Öyle ki, Zaman Çarkı’nı okurken Kelt, İskandinav, Hint, Japon veya Çin mitolojisinden bir parça görme ihtimaliniz, Budizm, Hristiyanlık ya da İslamiyet’e ait kavramlarla karşılaşma ya da Arap, Kızılderili, Aborjin kültüründen adetlere rast gelmeniz kadar olası bir durum. Jordan bu seride kendi deyimiyle, mitler üzerinden ters mühendislik uyguluyor. Bir kültürün spesifik bir özelliğini alıp onu başka bir mitten aldığı ya da kendi kurguladığı bir yapıyla birleştirerek yepyeni ve oldukça başarılı efsaneler, kehanetler, gelenekler oluşturmayı başarıyor.

Örnek verecek olursam, Zaman Çarkı evreninde zaman tıpkı Hindu mitolojisinde olduğu gibi çembersel bir şekilde akar, doğrusal değil. 7 çağ birbirini sonsuza kadar takip eder. Zaten seri boyunca okuduğumuz da bundan önce defalarca kez yapılmış olan Ejder’in Shaitan’la mücadelesidir. Yine Hindu mitolojisinde her zaman döngüsü yaratılışla başlar, belli bir süre varlığını sürdürür ve çözünmeyle son bulur. Bu süreçte Brahma yaratılıştan, Vishnu mevcudiyetten, Shiva da yok edişten sorumludur. Zaten serinin üç ana karakteri de diğer mitolojik kahramanlarla benzerlikleri bir yana, temelde Brahman’ın üçlü imajını temsil ederler: Yaratıcı-Koruyucu-Yok Edici. Jordan’ın bu sentezleri çok iyi yapabilmesi Zaman Çarkı’nda bize sunulan kültürleri en az bu dünyadakiler kadar gerçek ve inandırıcı yapıyor. Ayrıca bu kadar çeşitli mitin izini sürmek, Jordan’ın hangi toplumu oluştururken nereden etkilendiğini bulmaya çalışmak en az hikayeyi okumak kadar zevkli.

Zaman Çarkı’nı diğer serilerden ayıran bir diğer faktör ise alışılagelmiş “iyi vs. kötü” savaşını işlemesine rağmen, Jordan’ın Tolkien’in aksine karakterlerini/olayları/seçimleri siyah ve beyaz olarak keskin bir biçimde ikiye ayırmaması. Seride yer alan onlarca karakter en az bu dünyada yaşayan insanlar kadar gerçek. Hepsi kusurları, erdemleri, arzuları, pişmanlıkları, hırsları olan insanlar. Karakterler olması gerektiği gibi yaptıkları seçimlerin sonuçlarıyla yaşamak zorunda kalıyorlar bu seride. Ayrıca iyi niyetle alınmış kötü bir kararın da herhangi bir kötü karar kadar yıkıcı olabileceğini gösteriyor. Jordan bize mutlak doğru/mutlak yanlış ve de saf iyi/saf kötü kavramlarının her zaman karşılıklarının olmayabileceğini göstermeye çalışıyor hikaye boyunca.

Bu durum tüm karakterler için geçerli. Zayıflıklarından dolayı Karanlık Lord’a hizmet etmeyi seçen insanlar olduğu kadar; güç, mevki, aşk, zenginlik ve hatta meraktan dolayı bunu yapan insanlar da var. İnsanlar sürekli doğru olanı yapan melekler, kötülük yapmaya zorunlu zebaniler ve de sevmediklerimiz olarak basitçe üç gruba ayrılamıyor bu seride. Bu durum kitaba aynı zamanda inanılmaz bir politik zenginlik de katıyor. İnsanlar dünyanın sonu gelmesi olası olduğu için tanımadıkları bir adamın dediklerini, bir anda mucizevi bir şekilde yapmaya başlamıyorlar. Herkesin ne yapılması gerektiği hakkında bir fikri var ve insanların peşinizden gelmesini istiyorsanız onları ikna etmeniz, istedikleri şeyi vadetmeniz, duymak istediklerini söylemeniz ya da gözlerini korkutmanız gerekiyor. Son Savaş (Tarmon Gaidan) verilmeden önce yüzlerce yıldır savaşan ülkelerin birleştirilmesi ya da tamamen yabancı ulusların birlikte hareket etmeyi öğrenmesi gerekiyor. Bu durum da ittifaklar kurmak, ihanete uğramak, gizli anlaşmalar yapmak, tavizler vermek demek.

Olayların nasıl gelişeceğini kestirmek hemen hemen imkansız. Çünkü dengeler sürekli değişiyor ve olayların gelişimini etkileyebilecek çok fazla değişken var. Serinin siyasi ve sosyal yönü bir hayli ağır basmakta özetle. Bu yönüyle, sonunda iyilerin kazanmasını dilediğiniz bir macera ya da çocuklara ders verilmesi için hazırlanmış karikatürize bir öykü değildir. Kompleks politik ve sosyal ilişkiler üzerine kurulu yetişkinlere yönelik bir seridir.

Serinin kadınlara yaklaşımı onu diğerlerinden bir adım öteye koyan bir diğer husus.

Zaman Çarkı üç erkeğin etrafında şekillenen bir hikaye olmasına rağmen yazar, kadınların dominant olduğu bir dünya yaratarak fantastik kurguda genellikle ihmal edilen kadınları ön plana çıkarmayı ve türdeki erkek hakimiyetine denge getirmeyi başarmış. Kadınlar ticaretten politikaya askerlikten bilime kadar hayatın her alanında aktif bir şekilde yer alıyorlar. Seride sadece kadınların girebildiği Mızrağın Kızları denen askeri birlikler olmasının yanı sıra, köylerde Kadınlar Kurulu denilen yönetim yapıları var.

Zaman Çarkı dünyasındaki bir çok önemli ülke kraliçe tarafından yönetiliyor. Ayrıca ülkelerin politikalarını doğrudan veya dolaylı olarak yönlendirmeye çalışan Beyaz Kule, Dünyanın Kırılışı’ndan beri tamamı kadın olan Aes Sedai’lerden oluşmakta. Kitaptaki belki de en ilgi çekici millet olan Aieller’de sadece erkekler klan şefi olabilmesine rağmen hiçbir erkek mülk sahibi olamıyor. Mülk, Çatıhanımı denilen kadınlara ait ve Çatıhanımı’nın izni alınmadan evine girilmesi hoş görülmüyor. Sadece kadınlar Bilge olabiliyor ve savaş zamanlarında bile bir Bilge’ye zarar verilmiyor. Evlilik teklifi yapma hakkı kadına ait, erkek kabul veya ret edebilmesine rağmen soruyu soramıyor. Aieller arasında poligami var fakat küçük bir farkla, şöyle ki erkeğin bu konuda söz hakkı olmasına rağmen ikinci veya sonraki eşleri alma hakkı kadına ait.

Çok daha fazla örnek verilebilir ama son olarak şunu söyleyeyim. Robert Jordan’ın seri boyunca kadın erkek ilişkileri konusunda tartışılabilir fikirleri olduğu doğru. (Kadın erkek eşitliğinden ziyade kadın ve erkeklerin farklı ama eşit olduğu ya da kadın ve erkek arasındaki ilişkinin yürüyebilmesi için erkeğin kadından karakter olarak daha güçlü olması gerektiği gibi) Fakat kadın ve erkek arasındaki mücadele ve dengeyi bulma arayışı açısından Zaman Çarkı’nın okuduğum diğer serilerden çok daha başarılı, hatta tam olarak feminist diyemesem de kadın yanlısı bir seri olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Sinan Narmanlı

Zoo City

Lauren Beukes

Prestijiyle ünlü Arthur C. Clarke Ödülü’nün 2011 galibi olan Hayvanlılar Şehri, gerek özgünlükte sınır tanımayan konusu ve gerekse yazarının Güney Afrikalı bir gazeteci olmasıyla tüm dünyada büyük ilgi toplamıştı.

Yazar Lauren Beukes eserinde toplumu hayvanlılar ve normaller olarak ikiye ayırıyor. Bir yanda işledikleri bir suç sonucu ortaya çıkan hayvanı yanlarında gezdirmek zorunda olanlar, diğer yandaysa onları hor gören ve hayvanlardan şiddetle tiksinen diğerleri. İşte tam bu noktada sadece kayıp eşyaları bulmakta ısrarcı başkarakterimiz Zinzi, kayıp ve meşhur bir şarkıcıyı bulmak zorunda kalır. Bu çarpık düzende, adeletsizlikle, masumların duygularını sömürenlerle, Afrika’daki hiç bilmediğimiz zulümlerle ve Zinzi’nin eğlenceli anlatımıyla başbaşa kalıyoruz.

Zinzi’nin ince, göndermelerle dolu esprileri bu karanlık eseri okurken eğlenmemizi sağlıyor olabilir, fakat o aynı zamanda çok ciddi anlamda ağzı bozuk da bir kadın. Hayvanlılar Şehri şiddeti hiçbir şekilde gizlemiyor, hatta sonlara doğru bazı sahneler kimi okurları olumsuz anlamda da etkileyebilir.

Yazar, gazeteci kimliğiyle Güney Afrika’nın merkezi Cape Town’a merceğini odaklıyor ve dünyanın bu kısmından iç burkan olaylar anlatıyor bize. Uyuşturucuyu da görüyoruz, genç yaşta cinselliği de; popülerliği de görüyoruz, dışlanmayı da…

İşte bu ve bunun gibi pek çok yanıyla yetişkin okurların ilgisini çekecek bir eserdir Hayvanlılar Şehri. Neden suç işleyen birine bir hayvan eşlik etmeye başlar? Bu durumun psikolojik etkenleri nelerdir? Bu gibi sorulara da cevap arıyorsanız kitabın karmaşık kurgusunda okurun iyice düşünmesi gerekir. Çünkü yazar cevabı asla kendisi vermiyor.

Hazal Çamur

Sizin eklemek istediğiniz yetişkinlere yönelik fantastik kitap önerileri varsa Kayıp Rıhtım Forum üzerinden bizimle paylaşabilirsiniz.

Beyza Taşdelen

1996 yılının Ekim ayında İstanbul’da doğdum. Sainte Pulchérie Fransız Lisesi’nde başladığım eğitim hayatımı Galatasaray üniversitesi Karşılaştırmalı Dilbilim bölümünde sürdürmekteyim. Fantastikle Harry Potter sayesinde tanışıp, okuma sevgisi kazanmış çocuklardanım. Aktif olarak Kayıp Rıhtım’da yer almaya ve irili ufaklı yazılar yazmaya devam ediyorum.

5 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for CowardlyHero CowardlyHero dedi ki:

    Zaman çarkı ile başladım almaya paylaşımınız çok güzel bana ileriye dönük planlar yapmam için fikirler verdi

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

5 Yorum

  1. Bana göre eklenmesi gereken kitaplar:
    David Eddings’in Belgariad Beşlemesi ve devamı olan Mallorean Beşlemesi.

  2. Locke Lamora’nın Yalanları serisi başta olmak üzere çizgi romanları da içine dahil edebileceğimiz 70 maddeden uzun bir kitap listesi gönderebilirim size. Bunlardan sadece biri olarak saydığım seri Babil Kitaplığı serisidir ki 25’den fazla kitaptan oluşur. Bir edebiyat öğretmeni olarak hiçbir çocuğa tavsiye etmem bu listedeki kitapları. Bilim kurgu eserlerini de alırsanız sanırım listem 150’yi geçer.

iyi sanat yapin

İyi Sanat Yapın | Neil Gaiman // Zen Pencils

China Miéville

China Miéville ile Röportaj