Dağlar Kükrediğinde, Türkçe raflarındaki yerini aldı. Genç Timaş etiketiyle çıkan eser, daha önce Vahşi Doğanın Kalbinde eseriyle de ülkemizdeki okurlarla buluşan Jess Butterworth tarafından kaleme alındı.
Çocukluğunu İngiltere ve Hindistan arasında geçiren ve büyükannesinden Himalayalar hikâyeleri dinleyerek büyüyen Jess Butterworth, orijinal adı When The Mountains Roared olan kitabında ölüm, keder gibi ciddi konuları macera ve merhamet ile birleştiriyor. Dağlar Kükrediğinde hayvan haklarının gündemde olduğu bugünlerde gençlere bir hayvanı korumanın önemini de anlatıyor.
Dağlar Kükrediğinde – Jess Butter Worth | Arka Kapak Tanıtım Yazısı
Vahşi Doğanın Kalbinde’nin yazarından arkadaşlığın, ailenin ve hayvanları korumanın önemini anlatan sürükleyici ve macera dolu bir hikâye.
Yılan bilimci bir anne ve otel müdürü bir babanın kızı olan Ruby, Avustralya’nın kırsal bölgelerinde yaşar. Hem annesinin etkisi, hem de kırsal bölgede büyümenin etkisiyle doğaya karşı oldukça ilgilidir ve yaban hayat fotoğrafçısı olmak ister. Fakat Ruby’nin bir günde apar topar tüm hayatı değişir. Babasının okyanusun ötesinde, Hindistan’da, yeni açılacak bir otelin işletmesini kabul etmesiyle Avustralya’da kurduğu düzeni sarsılır. Artık kendini ait hissettiği yerden, okulundan ve arkadaşlarından uzak kalacaktır.
Ruby, Avustralya’yı özlese de Himalayalar’da kendisini eşi benzeri görülmemiş bir doğa karşılar fakat yüzleşmesi gereken bazı şeyler vardır: Dağın lanetli olduğuna dair söylentiler ve kurtarılması gereken son dağ leoparları.
Kitapla ilgili daha fazla detayı, Sevim Altıntaş‘ın kaleme aldığı aşağıdaki yazıda bulabilirsiniz.
Dağlar Kükrediğinde: “Dağlar Da Bir Leopar Gibi Kükrer!”
Jess Butterworth, Dağlar Kükrediğinde adlı hikâyesine, “60’larda beraberinde bir İskoç çoban köpeği ve bir de kanguruyla Avustralya’dan Hindistan’a seyahat eden babaanneme…” ithafıyla başlıyor. Bu, önemli bir istasyon. Çünkü kalemleriyle yeni bir dünya çizenlere, okuru başka göklerin altına götürenlere ilham veren hatıralarıdır genelde. Çocukluğunu İngiltere ve Hindistan arasında geçiren yazar için de bu hâl, kuşkusuz böyle. Peki, ne anlatıyor Jess Butterworth? Arka kapakta da belirtildiği gibi, yılan bilimci bir anne ve otel müdürü bir babanın kızı olan Ruby, Avustralya’nın kırsal bölgelerinde yaşıyordur. Hem annesinin hem de böylesi bir coğrafyada büyümesinden ötürü, tabiata karşı oldukça ilgili bir çocuktur. Ruby, doğanın o kendine has üslubundan, tavrından ve tarzından dolayı yaban hayat fotoğrafçısı olmak ister. Fakat kahramanımızın hayatı bir günde beklenmedik bir biçimde değişir. Babası, okyanusun ötesinde, yani Hindistan’da, yeni açılacak bir otelin işletmeciliği işini kabul eder çünkü. Hâliyle, ailenin Avustralya’da kurdukları düzen sarsıntıya uğrar. Ve Ruby, kendini ait hissettiği yerden, okulundan ve arkadaşlarından uzak kalacaktır.
İşte böylesi bir anlatıya şu cümlelerle başlıyor yazar:
“Ön kapıdan içeriye adımımı atar atmaz, bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştım. Sahip olduğumuz her şey, bir kıyafetler ve ev eşyaları denizi hâlinde oturma odasına dağılmıştı. Oturma odasının halısı rulo hâline getirilip kaldırılmıştı, raflar boştu ve hatta mutfak dolabındaki tabaklar bile dolabın yanındaki halının üstüne yığılmıştı.”
Malum, psikologların da dikkat çektiği üzere, özellikle çocuklarda ‘taşınma travması’ denen bir örselenme durumu var. Çocukların bu süreci sağlıklı bir şekilde atlatmaları için, ebeveynlere; taşınma günü gelmeden önce, çocuklar için yaşadığı çevreyle vedalaşması için vakit ayırmaları, varsa oynadığı park, sıklıkla gidilen market ve komşulara ‘güle güle’ denilmesi tavsiye ediliyor. Yazar da kendi ‘veda ritüeli’ni güzel bir şekilde yedirmiş metne.
İkiye Ayrılan Dünyanın Ortasında…
Avustralya’dan deniz yoluyla başlayan seyahatin detayları da heyecan verici okur için. Şu cümlelerde olduğu gibi: “Hint Okyanusu’ndaki altıncı gününde, babam kapımı güm güm çaldı. Çabuk gel dedi, Ekvator’u geçiyoruz.” Kuzey ve güney yarımküreleri birbirinden ayıran bu hayalî çizginin adı bile bir maceraya kapı açıyor aslında. Dünyanın bu muğlak ortasında deklanşöre basan ve o ânı ölümsüzleştiren Ruby, geçmişte bıraktığı hatıralarından çok, yeni hayatın resimlerini gösteriyor hikâyesinde.
Kitabın sekizinci bölümünde Hindistan’a ayak basıyorsunuz, manzarayı yazarın kaleminden dinleyelim mi: “Himalayalar’ı ilk kez, ertesi gün takside bir köşeyi dönerken gördüm. Gece boyunca süren bir tren ve bir de otobüs yolculuğunun ardından Pencap ovalarını geride bırakmıştık ve dönemeçli yollardan Himaçal Pradeş’in (Hindistan’ın en kuzeyinde, Batı Himalayalar’ın üzerinde bulunan bir eyalet) çamlarla kaplı eteklerine tırmanmaktaydık. Ufuk boyunca yayılan dağların sipsivri ve karlı zirveleri vardı. Gözlerimi onlardan alamadım.”
Evet Ruby, her ne kadar Avustralya’yı özlese de Himalayalar’da eşi benzeri görülmemiş doğayla arkadaş olur resmen. Ve burada onu bir macera bekler: Dağın lanetli olduğuna dair söylentiler ve kurtarılması gereken son dağ leoparlar, Ruby’nin yeni hayatının yeni gündemidir. İşte kendi çocukluğu da tabiatla iç içe geçen Jess Butterworth, kırk bir bölümde kahramanımızın başına gelenleri sürükleyici bir üslupla anlatıyor. Bir yandan son dağ leoparlarının hayata tutunma çabasına ortak, öte taraftan kaçak av çetesinin çökertildiğini öğrendiğinizde mutlu oluyorsunuz.
Himalayalar’ın Harikaları…
Tam burada hikâye biterken; (belki de başa dönüp) yazarın son notunu paylaşmak istiyorum sizinle:
“Hindistan’daki maceralarını, sevdiği dağları ve orada keşfettiği yaban hayatını anlatan büyükannemi dinleyerek büyüdüm. Ben bu kitabı yazarken, hayata gözlerini yumdu ama kendisi artık o hikâyeleri anlatamayacak olsa da hepsi benim anılarımda ve yazdıklarımda yaşıyor. O daima beni Himalayalar’ın harikalarıyla, senelik kelebek göçüyle, ayılar, leoparlar ve langur maymunlarıyla, kırmızı çiçekler açan, ormangülü ağaçlarıyla dolu ormanlarıyla tanıştıran kişi olarak kalacak. Onun hikâyelerini paylaşabilmek benim için büyük bir onur. Yaban hayatının korunması çok önem verdiğim bir konu ve bugünlerde, canlı hayvanların ait oldukları doğal alanlarından uzaklaştırılmasının birçok olumsuz etkisinin olduğunu anlıyoruz. Buna hayvanların refahına kalıcı zarar verme ve istilacı türleri yayma riski de dâhil. Hiçbir koşul altında Avustralya’nın dışında bir kanguru kaçırmaya kalkışmamalısınız.”
Biz de kendi son sözlerimizi tamamlayalım o zaman: Genç Timaş etiketiyle yayımlanan Dağlar Kükrediğinde, hayvan haklarının konuşulduğu ve güncelliğini yitirmediği günümüzde, genç bellekler için önemli bir anlatı olarak çıkıyor okurun karşısına. Barış Purut’un Türkçeye kazandırdığı elinizdeki kitap, yolculukların insanı hangi tesadüflere götüreceğinin de güzel bir örneği.
Sevim Altıntaş
Dağlar Kükrediğinde‘nin çevirmenliğini Barış Purut, proje editörlüğünü Merve Okçu, yardımcı editörlüğünü Tolga Yozcu, kapak tasarımını Rob Biddulph, kapak uygulamasını Erdi Demir ve son olarak iç tasarımını ise Nur Kayaalp üstleniyor. 288 sayfadan oluşan eser, Mayıs 2022 itibarıyla raflardaki ve çevrim içi kitap satıl mağazalarındaki yerini aldı.
Kitabın konusunu sizler nasıl buldunuz? Jess Butterworth’un yine Genç Timaş’tan çıkan Vahşi Doğanın Kalbinde adlı eserini okumuş muydunuz? Yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum üzerinden bizlerle paylaşabilirsiniz.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!