in

Spencer Holst Rüyası “Büyücünün Kızı” İle Devam Ediyor! | Tadımlık Ön Okuma

Amerikan Edebiyatı’nın en önemli yazarlarından Spencer Holst’un “Zebraların Hikâyecisi” başlıklı öykü külliyatının ikinci cildi “Büyücünün Kızı” Dedalus Kitap etiketiyle raflarda! Üstelik bu heyecan verici habere kitaptan tadımlık bir parça da eşlik ediyor!

Spencer Holst - Büyücünün Kızı
- Reklam -

Dedalus Kitap geçtiğimiz şubat ilk cildini yayınladığı Hikâyeci Zebra başlıklı Spencer Holst öyküleri külliyatının ikinci cildini harika bir titizlikle bizlerle buluşturuyor!

Hatırlayacağınız üzere Kedilerin Dili – Hikayeci Zebra 1 öykü okurunun az olduğu yalnız ve güzel ülkemizde iyi okurlar tarafından oldukça çabuk benimsenmişti. Birçok okur uzun zamandır Holst‘un büyülü dünyasının ikinci cildini heyecanla bekliyordu. Güzel haberse gecikmedi. Büyücünün Kızı raflardaki yerini aldı ve böylece Holst‘un bütün öyküleri Türkçeye kazandırılmış oldu. Yayınevi ise yazarın Yarım Kalmış Bir Beyzbol Destanı adlı novellasının şu an çeviri aşamasında olduğunu duyurarak bizleri iyice şımarttı.

İrem Uzunhasanoğlu‘nun Türkçeye kazandırdığı, Abdullah Başaran‘ın ise editörlüğünü üstlendiği kitabın tanıtım bültenine birlikte göz atalım:

- Reklam -

buyucunun kizi spencer holst
Holst, yaşamı boyunca çoğunlukla New York’ta sahnelere çıkıp hikâye anlatan bir meddahtı. Allen Ginsberg, John Cage, W.S. Merwin, Hugh Seidman gibi edebiyatçılarla birlikte yeraltı edebiyatının karakterine uygun olarak hikâyelerini her ortamda, izbe yerlerde anlattı. Holst’un hikâyeleri gerçekliği alaşağı eden türden. Gündelik, sıradan bir olayı ya da herkes tarafından bilinen bir masalı eğip bükerek, hayal gücünün sınırlarını zorlayan bir edebiyat yapıyor.  Geleneksel anlatım yöntemi ile modern anlatıyı birleştiriyor. Keskin mizah anlayışına da değinecek olursak, kendine has tarzıyla modern öykünün yapı taşlarından birisi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Holst hikâyelerinde eroin bağımlısı “Kurbağa Prens”ten, kedilerin dilini öğrenen profesöre, bütün Noel babaların yerine geçen ve dünya barışını sağlayan Noel annelere, gizemli sihirbazlara, aslında bir kedi olan Sherlock Holmes’a rastlanır…

Büyücünün Kızı, hayal gücümüzü tetikleyecek, edebiyat algımızı genişletecek bir kitap.
Tanıtım bülteni ile yetinemeyenlerden misiniz? Doğru yerdesiniz! Hemen aşağıda kitaptan şahane bir öyküyü sizler için yayınlayarak ağzınıza bir parmak bal çalıyoruz.

Keyifli okumalar!

* * *

Hans Christian Andersen

Bir zamanlar hepimizden çok çok üstün bir adam yaşarmış.

Bu adam bir bülbülü sevmiş.

Bülbül de sıradan bir bülbül değilmiş çünkü dünyanın şimdiye kadar duyulmuş en güzel sesine sahipmiş bir kere, ikinci olarak da hiç tüyü yokmuş ve uçamıyormuş. Hatta kendisi çok hoş bir kızmış, yani aslında bir bülbül filan değilmiş ama herkes onu öyle çağırıyormuş.

Kızın adı Jenny Lind’miş.

Adamın adıysa Hans Christian Andersen.

Adam kıza âşıkmış ama kız adamı sevmiyormuş.

Adam aktör olmak, tutkulu rollerde oynamak, konuşmalar yapmak, farklı şiveleri kullanmak, kraliçelerle ve prenseslerle sevişmek istiyormuş, ama yok – hiç kabiliyeti yokmuş.

Bu yüzden de yaşamak için çocuk hikâyeleri yazmaya başlamış.

Ve 1875’te ölmüş. Tabii bu, mezar taşının, anıtların üzerinde yazan ve insanların da dediği.

Ah! Keşke gerçek olsaydı. Keşke gerçekten de ölebilseydi… O da bunu arzu ederdi.

Hans Christian Andersen bugün on beş santim uzunluğunda.

Ve yaşıyor.

Bugün onunla, burada, kendi mutfağımda sohbet ettim. Onun iki masalını okumayı yeni bitirmiştim ki aniden bir yerden fırlayıverdi.

Sandalyemin ön ayaklarının arasında öylece durdu.

Tanrım! Çok tuhaf görünüyordu.

Kelly yeşili Çin pantolonlarından giyiyordu, üzerinde mavi bir denizci gömleği, ayağında gümüş tüylü fildişi sandaletler vardı –çorap da giymiyordu– kafasında da soluk kırmızı renkli bir bere vardı.

“Seni korkuttum mu?” diye sordu.

Konuşmak istedim ama buzdolabının üzerine fırlamıştım ve titreyen bacaklarım ona cevabı vermişti, bana döndü ve “Aşağı in. Ben seni incitemem. Ben Christian Hans Andersen’im,” dedi.

Son cümlesini o kadar kibarca söylemişti ki mutfak tabanına şiddetle çarpan ayaklarımla ona itaat etmiş oldum.

“Pek güzel zıplıyorsun,” dedi ve gülümsedi, yanaklarım kızardı, her türden iltifata bayılırdım çünkü, en komik olanlarına bile.

O kadar salak görünüyordum ki bir an aklımı başıma toplamak istedim.

Kim olduğunu kanıtlamasını istedim. Sonra ona güzel bir masal uydurmasını söyledim.

Sevinçten çılgına döndü.

Evin dört bir yanında parendeler atmaya başladı, sonra çember, takla, parmak ucunda dönüş filan derken kafasının üzerinde durup muşamba zeminimde elleriyle yürümeye başladı.

“Yeter!” diye bağırdım öfkeyle, çünkü öyle hızlı hareket ediyordu ki yönünü tayin edemiyor ve onu gözlerimle takip edemiyordum, bu da beni sinirlendirmişti.

Ansızın durdu.

Bembeyaz oldu.

Gözleri fal taşı gibi açıldı.

Ve bayıldı.

Koşarak yanına gittim ve onu yerden kaldırdım. Buz gibi olmuştu ve kesik kesik nefes alıyordu. Onu ellerimin arasına alarak ısıtmaya çalıştım ve nazikçe alnını okşadım.

Üzerindeki kıyafetleri bile beyaza dönmüştü.

- Reklam -

Göz kapakları açılıp kapandı, ondan özür dilemeye çalıştım.

Vücudu soğuk terden yapış yapış olmuştu, ben de onu bir el bezine sarmaladım, nefes alabilsin diye de başını açıkta bıraktım ve onu banyoya götürdüm.

Güçsüz bedenini ellerimle kavrayıp küvet musluğunun altına tuttum, sıcak suların üzerinden akıp gitmesi bayağı bir hoşuna gitmişti!

“Biraz daha sıcak olsun,” dedi.

Musluğu hafifçe çevirdim, keyifle kıpırdanmaya başladı.

“Daha da sıcak,” dedi.

Kahkaha attım.

O da bana çan sesini andıran bir çınlamayla kıkırdayarak cevap verdi, arı bir ses perdesiyle ecza dolabımdaki bütün şişelerimi paramparça etti.

“Jörgensblotsplist!” diye bağırdı bana, sanırım Danca kendini daha iyi hissettiğini söylüyordu.

Onu bir havluya yatırdım ve havludan kaçmasına izin verdim.

Elbiseleri sırılsıklam olmuştu ve sandaletlerinden beresine kadar kıpkırmızıydı; tabii Danca bir şarkı mırıldanıp taramaya başladığı ayakkabılarındaki gümüşi tüyler hariç.

Dışarıda güneş batmak üzereydi, açık pembe ışınları atmosferi süpürüyordu.

İki tane uçak bulutların tepesinde ilerlerken hırıldıyordu.

Beyaz perdeler, her yaz gecesi karanlık çökmeye başladıkça olduğu gibi huzursuzca kıpırdanıyordu, pencereler açık olduğunda, gölün öte tarafındaki Elks Kulübü’nün kutlamalar için yaktıkları Japon fenerleri görünüyordu.

Uzun mavi gölgeler her şeyin üzerini örtüyordu.

Gece kaçınılmaz bir halde yaklaşıyordu.

Bir sargı bezi kadar yumuşacık.

“Bana sadece Hans de,” dedi, “Kucağına oturup kulağına bir şeyler fısıldamama izin ver.”

“İşte, böyle…”

“Benim hikâyelerimi daha fazla okuma,” diye fısıldadı Hans, “kadınlar ve erkekler, hikâyelerimi sıkıcı, saçma ve anlamsız bulana kadar ölemem.”

“Gençken bu hikâyelerin sonsuz olması için, dayanıklılığı ve devamlılığı için dualar ederdim, en azından birkaç yüzyıl kadar, ama ben kibirliymişim.”

“Bir canlının ölememesi çok üzücüymüş.”

“Çünkü uygun bir şekilde ölmek en iyisiymiş.”

“Bir cesedi tutmak kötüymüş.”

“Bırak beni öleyim, bırak beni öleyim.”

“O zamanlar bilmediğim şeyi artık biliyorum. O bana âşıktı… Bana… Bütün hayatı boyunca bana âşıktı ama beklemek zorundaydı, tıpkı ağaçtan düşmeyi bekleyen bir elma gibi.”

“O beni, bir elmanın sonbaharı sevmesi gibi sevdi.”

“Şimdi bütün dalların çıplak, gri ve yerdeki tüm yaprakların kızıl renk olduğu bir masal ormanında beni bekliyor.”

“Zaman geçirmek için beni arzulayan şarkılar uyduruyor.”

“Ah! İşte artık sonbahar geldi, fakat yüzyılın üç çeyreğini de burada, bu sert kışta yalnız başıma geçirdim, hikâyelerimi en çok okuyan insanları ziyaret ederek, en çok da çocukları ve her birine aynı ricada bulundum – lütfen benim kitaplarımı okumayın.”

“Artık bırak da ilkbahar olsun.”

“Bırak parlak güneş karların üzerindeki ayak izlerimi eritsin.”

“Beni çiçekler sarmalasın.”

Spencer Holst

Onur Selamet

1993 İstanbul. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema ve Televizyon Bölümü mezunu. Çeşitli kısa ve orta metraj film projelerinde yer aldı. Öyküleri kimi dergi ve fanzinlerde yayımlandı. 2013'ten beri üç arkadaşıyla birlikte Marşandiz Fanzin'in makinistliğini yapmaya devam ediyor. İlk öykü kitabı "Ölü Dalgıcın Sonbaharı" ise Eylül 2018'de yayımlandı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

jrr tolkien tom bombadilin maceralari

J.R.R. Tolkien’den “Tom Bombadil’in Maceraları” Geliyor!

kadinlik daima bir muamma ust

Ayşegül Utku Günaydın’dan Muhteşem Bir Eleştiri: “Kadınlık Daima Bir Muamma”