Stephen King, hem hızlı eser üretmesiyle hem de okuyuculara bıraktığı birçok şahane kitabıyla edebiyat dünyasında hatırı sayılır yer edinmiş önemli bir kalem. Hayvan Mezarlığı, O, Mahşer, Kara Kule serisi ve daha birçok eseriyle yıllar boyu raflarımızı şenlendirdi(!) Her zaman çok satan listelerinin baş kısımlarında dolaşan Kral, film ve dizi uyarlamalarında da bir numaralı tercih oldu ve olmayı sürdürüyor.
King, bir hayli okuru hikâyelerine âşık etmesinin yanı sıra birçok yeni yazarın da esin kaynağı olmayı başarmış bir isim. Usta kalem iyi yazarlığın önemini şu sözlerle ifade etmişti: “Eğer okumak için zamanınız yoksa, yazmak için de yoktur.” Eğer yeni hikâyeler yaratmak ve bu işi iyi bir şekilde yapmak istiyorsanız, önemli bir üstadın önerisine kulak vermemek olmaz.
Evet, çok okumak elzem. Peki hangi kitapları okumalıyız?
Kendisi “Yazma Sanatı” (On Writing) adlı eserinde bizlere oldukça kıymetli bir okuma listesi vermişti. Hatırlarsanız biz de yakın zamanda sosyal medyadan sizinle bu önerileri paylaşmıştık.
Gelin şimdi de derli toplu olarak Kral’ın önerilerine birlikte bakalım. Her kitabın nevi şahsına münhasır bir dersi var. King’in yeni öğretim yılının müfredatını kapsayan ders kitapları ise işte karşınızda!
Stephen King: Yazar Adaylarına Kitap Önerileri
Karanlığın Yüreği – Joseph Conrad
Joseph Conrad’ın denizci olduğu yıllarda Kongo’ya yaptığı bir yolculuktan esinlendiği Karanlığın Yüreği, yazarın en önemli yapıtı olmasının yanı sıra sömürgecilik konusunu derinlemesine irdeleyen bir çalışmadır.
Roman, sömürgecilik olgusunu incelerken, roman kahramanı Marlow’un karşılaştığı üç farklı karanlığı; insan eli değmemiş Kongo’nun karanlığını, Avrupalıların yerlilere yaptığı zulmün karanlığını ve her insanın içinde gizli olan kötülük yapma arzusunun karanlığını ele alır. Conrad Kongo Nehri’nde bir teknenin kaptanı olarak çalıştığı sırada, kendisi de Avrupalı sömürgecilerin acımasızlığıyla karşı karşıya kaldı ve zulümden, binlerce filin öldürülmesine neden olan fildişi elde etme hırsından, sömürgeci yaşamının nafileliğinden nefret etti.
Karanlığın Yüreği de, aslında insanoğlunun ruhundaki karanlığın derinlerine yapılan bir yolculuktur. Conrad bütün bu olumsuzlukları aktardıktan sonra, şu temel soruyu soruyor: “Tanrı insanı bunları yapsın diye mi en üstün canlı olarak yarattı?”
Geceyarısı Çocukları – Salman Rushdie
Salman Rushdie, bugüne kadar pek çok ödüle layık görülen, ülkesinin gerçeğinden beslenerek evrensele açılan eserleriyle çağdaş edebiyatın en önemli temsilcilerinden biri.
Anlatacak öyle çok hikâye var ki, bir sürü, birbirine geçmiş bir hayatlar olaylar mucizeler yerler rivayetler bolluğu, olanaksızla olağanın son derece yoğun bir karışımı! Ben bir hayat yutucusuyum ve beni tanımak için, bir tek beni tanımak için sizin de bütün hepsini yutmanız lazım.
15 Ağustos 1947, geceyarısı saat on ikide, Hindistan’ın bağımsızlığının ilan edildiği anda dünyaya gelen Salim Sina, basında ilgi odağı olup Başbakan Nehru tarafından kutlanır. Ancak bu tesadüf, kahramanımız için beklenmedik sonuçlar doğuracaktır. Zira kendisi gibi aynı saat doğmuş bin çocukla telepati kurmak ve tehlikeleri koku alma duyusuyla sezmek yetenekleri bahşedilmiştir kendisine. Bu yolla içinden çıkılmaz bir biçimde ülkesinin tarihine bağlanan Salim, zaman içinde yol aldıkça modern Hindistan’ın zaferlerine, felaketlerine, trajedilerine ve büyük çelişkilerine ayna olur.
Kadim mitlerin günümüz anlatılarıyla, masalların tarihle birlikte dokunduğu, zengin, eğlenceli ama trajik; aynı anda hem gerçekçi hem de fantastik bir başyapıt, Geceyarısı Çocukları… XX. yüzyılın en iyi 100 romanından biri…
Oliver Twist – Charles Dickens
Oliver Twist, düşkünler evinde dünyaya gelmiş ve yetim kalmış bir çocuktur. Daha fazla yemek isteme cesaretini gösterdiği için düşkünler evinden kovulur ve bir cenaze levazımatçısının yanına girer. Orada da kötü muamele görünce kaçar, ama bu kez de yankesici Fagin ve çetesinin eline düşer. Yeraltı dünyasının acımasız ortamında korkunç Fagin’in pençesinden kurtulmak için akıl almaz serüvenlere atılan Oliver’ı hiç ummadığı bir gelecek beklemektedir…
19. yüzyıl İngiliz edebiyatının en büyük romancısı olarak kabul edilen Charles Dickens, ilk yapıtı Bay Pickwick’in Serüvenleri’nin ardından yayınladığı Oliver Twist’te, dönemin Londra yaşamından yola çıkarak keskin bir toplumsal eleştiriye yönelir. Zenginlerin ikiyüzlülüğünü ve yoksulluğun insan ruhunda açtığı derin yaraları son derece etkileyici bir üslupla betimleyen Oliver Twist, hem bu dünyanın horlananlarının güçlü bir savunucusu hem de sürükleyiciliğini başından sonuna kadar yitirmeyen bir serüven romanıdır.
Yörünge – Tess Gerritsen
Bu öyküde kötü adamlar yok, sadece kahramanlar var.
Kozmik tozlar, uzayın soğuk, karanlık yerlerinden gelen ele avuca sığmayan gezginler, yaklaşan biyolojik tehlikenin heyecanına karışan duygusal ilişkiler ve küçük, güzel mavi küreden çok uzakta başlayan bir gerilim… Tess Geritsen bu kez bambaşka bir yörüngede yazıyor.
Dr. Emma Watson, mesleğinde hızla yükselmiş bir araştırmacıdır ve nihayet uzun zamandır düşlediği bir deney üzerinde çalışma fırsatını yakalamıştır. Bu deney için yapacağı uzay yolculuğu artık bitmek üzere olan evliliğinden daha önemlidir. Yerçekimsiz ortamın farklı canlı türleri üzerindeki etkilerini incelemek için Uluslararası Uzay İstasyonu’na gönderilir. Ne var ki birtakım aksaklıklar olur ve işlerin kontrolden çıkmasıyla deney son derece tehlikeli bir biyolojik savaşa dönüşür.
Emma’yı hem büyülü uzay yolculuğunda hem de dünyada zorlu bir mücadele beklemektedir.
“Tess Gerritsen, kütüphanemden asla eksik etmediğim yazarlardan biri. Her kitabıyla beni kendisine hayran bırakıyor.”
-Stephen King-
“Bir sayfa çevirin… The Hot Zone kadar sürükleyici. Durmaksızın okuyabilirsiniz.” USA Today
“Neredeyse dayanılmaz derecede heyecanlı.”
-San Jose Mercury News-
“Merak uyandıran, akla uygun bir roman. Heyecandan tırnaklarınızı yiyebileceğiniz bir biyolojik kaza hikâyesi.”
-Publishers Weekly-
Döşeğimde Ölürken – William Faulkner
20. yüzyılın büyük modernist romancılarından William Faulkner’ın yazım tekniğinde radikal bir yeniliği temsil eden, benzersiz bir yapıt. Ölüm döşeğinde olan Addie, kırk mil uzaklıktaki Jefferson mezarlığına, ailesinin yanına gömülmeyi vasiyet eder. Addie’nin tabutunu bir katır arabasına yükleyen Bundren ailesi, sıcakla ve sellerle boğuşacakları uzun bir yolculuğa çıkar. Döşeğimde Ölürken, on beş farklı anlatıcının ağzından anlatılan elli dokuz bölümden oluşur. Ailenin öfke, üzüntü, endişe ve tutku dolu serüveni karakterlerin zihninden geçen akışın ritmiyle birleşir. Bilinçlilik akışı tekniğini çarpıcı bir yetkinlikle kullanan Faulkner’ın karakterlerinin “gözleriyle sesi kendi içine dönüp ağlayışını dinlemeye koyulmuş gibidir”. Düzyazıyı şiirselleştirmekte sıradışı bir yeteneği olan Faulkner’ın bu romanı, sezgilerin, duyarlıkların, iç seslerin, boşlukların destanıdır.
“Döşeğimde Ölürken’in bir Amerikalı tarafından yazılmış en özgün roman olduğu söylenebilir. Faulkner, 20. yüzyılın en büyük romancıları arasında.”
-Harold Bloom-
Şair – Michael Connelly
Bütün kuralları yıkan, heyecan dolu, özgün bir polisiye! Stephen King’in önsözüyle…
Gazeteci Jack McEvoy için ölümün tanımı nettir: Kalp atışı. Ölüm onun kalp atışıdır; onun tutkusu, onun takıntısı, onun haberi, onun hikâyesi… Ancak bu sefer ölüm, asla yazmak istemeyeceği bir hikâye ve çözmeye umutsuzca ihtiyaç duyacağı bir gizemle birlikte gelir.
Eşine az rastlanacak türden bir kurnazlıkla hareket eden seri katilin hedefinde, dehşet verici davaların içinde sıkışıp kalmış cinayet masası dedektifleri vardır.
Katilin ardında bıraktığı ipuçlarıysa Edgar Allan Poe’nun eserleri arasından seçtiği alıntılardır. En son kurban ise, Jack McEvoy’un ikiz kardeşidir. Jack, kardeşinin ölümünü araştırarak yeni cinayetlere engel olmaya çalışırken farkında olmadığı büyük bir tehlikenin içine düşer. Amansız seri katilin sıradaki hedefi,
Jack McEvoy’dan başkası değildir!
Bülbülü Öldürmek – Harper Lee
1960 yılında yayımlandığından bu yana bütün edebiyatseverlerin gönlünde özel bir yer edinen, Pulitzer ödüllü Bülbülü Öldürmek Amerika’nın güneyinde yaşanan ırkçılığı ve eşitsizliği bir çocuk kahramanın, Scout Finch’in gözünden anlatıyor.
Harper Lee, kullandığı yalın ama çarpıcı dil aracılığıyla adalet, özgürlük, eşitlik ve ayrımcılık gibi hâlâ güncel temaları, Scout’un büyüyüş öyküsüyle birlikte dokuyarak, iyilik ve kötülüğü hem bireysel hem de toplumsal düzeyde mercek altına alıyor.
Bir “zenci”nin haksız yere suçlanması üzerinden gelişen olaylar; önyargılar, riyakârlık, sınıf ve ırk çatışmalarıyla beslenen küçük Amerikan kasabasının sınırlarını aşıp, insanlar arası ilişkide adaletin ve dürüstlüğün önemini anlatan evrensel bir hikâyeye dönüşüyor. Etkileyici gerçekliğiyle ürperten, “insani” vurgusuyla sarıp sarmalayan, çağdaş dünya edebiyatının en önemli örneklerinden biri olan bu klasik roman, Ülker İnce çevirisiyle tekrar Türkçede.
“İstediğin kadar saksağanı vur vurabilirsen ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır.”
Sineklerin Tanrısı – William Golding
“Sineklerin Tanrısı”, günümüzde bir atom savaşı sırasında, ıssız bir adaya düşen bir avuç okul çocuğunun, geldikleri dünyanın bütün uygar törelerinden uzaklaşarak, insan yaradılışının temelindeki korkunç bir gerçeği ortaya koymalarını dile getirir. Konusu, R. M. Ballantyne’ın Mercan Adası gibi eşsiz bir mercan adasının cenneti andıran ortamında başlayan bu roman, çağdaş toplumlardaki çöküntünün, insan yaradılışındaki köklerini gözönüne sermek amacıyla Mercan Adası’ndaki duygusal iyimserlikten apayrı bir yönde gelişir. Uygar insanın yüreğinde gizlenen karanlığı deşerken “Sineklerin Tanrısı”; daha çok Conrad’ın kısa romanı “Karanlığın Yüreği”ni andırır. Golding’in romanındaki çocuklar da başlangıçta tıpkı Kurtz gibi, uygar toplumun baskılarından uzak bir örnek düzen kurmak isterlerken, gitgide hayvanlaşır, korkunç bir kişiliğe bürünürler. Bu yönüyle Sineklerin Tanrısı’nın Mercan Adası ile öbür ıssız ada serüvenlerinden ayrıldığı en önemli nokta, ıssız ada yaşamının çetin güçlüklerini ya da mutluluğunu anlatmaktan daha çok, bir insanlık durumunu, kişiler arasındaki çatışma aracılığıyla ortaya koymaya çalışmasıdır.
Darboğaz – Michael Connelly
FBI ajanı Rachel Walling’in yıllarca bir kabus gibi beklediği telefon nihayet gelir: Şair geri dönmüştür. Ajan Rachel, cinayetlerinin her birini bir mısra ile ören bu seri katilin izini sürmektedir ve kendini şair olarak adlandıran cani Robert Backus’u asla unutmamıştır. Backus da onu… Öte yandan Los Angeles polisinden emekli Harry Bosch’a da bir telefon gelir. Birlikte çalıştığı eski bir arkadaşının eşi olan kadın, kocasının ölümünün doğal olmadığından kuşkulanmaktadır. Harry Bosch ile Rachel Walling’in yolları belirli bir aşamada kesişecek, böylece Los Angeles tarihinin en acımasız ve kurnaz katilinin izinde soluk soluğa bir takip başlayacaktır.
Savaş ve Barış – Lev Nikolayeviç Tolstoy
Lev Nikolayeviç Tolstoy (1828-1910): Anna Karenina, Kreutzer Sonat ve Diriliş’in büyük yazarı Tolstoy, yaşamının son otuz yılında kendini insan, aile, din, devlet, toplum, özgürlük, boyun eğme, başkaldırma, sanat ve estetik konularında kuramsal çalışmalara da verdi. Bu dönemde yazdığı roman ve öykülerinde yıllarca üzerinde düşündüğü insanlık sorunlarını edebi bir kurguyla ele aldı. Tüm zamanların en büyük romanlarından biri ve Tolstoy’un başyapıtı olarak kabul edilen Savaş ve Barış ilk kez 1867 – 1869 yılları arasında Ruskiy Vestnik dergisinde tefrika edildi.
Leibowitz İçin Bir İlahi – Walter M. Miller, Jr.
Yeryüzünü silip süpüren Alev Tufanı’ndan yüzyıllar sonra Aziz Leibowitz Tarikatı rahipleri kadim bilgiyi korumuşlardır. Utah Çölü’ndeki manastırlarında kurucularına ait değerli andaçları muhafaza etmişlerdir: Kutsal ozalit, mukaddes alışveriş listesi ve Radyoaktif Serpinti Sığınağı kutsal mabedi…
Ölümsüz bir gezginin korumacılığında insanlığın küllerinden yeniden doğuşuna tanıklık ederler ve ışık ile karanlık, yaşamla ölüm arasındaki savaşın sonsuz dramının canlanışını izlerler.
“Sıradışı bir roman… Tüyler ürpertici.”
TIME MAGAZINE
“Heyecan verici ve iyi planlanmış bir hikaye… Mutlaka Okuyun.”
LIBRARY JOURNAL
Antilop ve Flurya – Margaret Atwood
“Bunları kim yaptı? İçlerinde kimler yaşadı? Kim yıktı? Tac Mahal, Louvre, piramitler, Empire State Binası…”
Sağ kalan son insan Kar Adamı’nın ayakta kalabilmek için mücadele ederken bir yandan da yok olan insanlığa yaktığı ağıttır Antilop ve Flurya.
Dünyada doğal kaynaklar tükenirken büyük şirketlerin tek derdi insanları aptallaştırarak sentetik yaşamın “daha iyi” olduğuna inandırmak ve kasalarını doldurmaktır. Şirketlere ait Sitelerde yaşayanlar olan biteni izler ve Site Yöneticilerine korkuyla itaat ederler. Zaten düşünmelerine gerek yoktur, eğlenmeleri için malzeme hazırdır: internetten canlı canlı izlenen cinayetler, intiharı bir şova dönüştürmeyi vaat eden web siteleri, çocuk ve hayvan pornoları… “Reyting”, şiddet ve cinselliğin dozuna bağlıdır, doz arttıkça reyting artar.
Hâlâ düşünebilen ve isyan edebilenler ise Avam Diyarı’ndadır ve şiddetle cezalandırılırlar. İnfazları da Sitelerde yaşayanlara internetten izletilir.
Flurya ve Jimmy’nin, ilkgençliklerinde izlediği çocuk pornosunda gördükleri Antilop, hayatlarına girdiğinde üçü de geri dönülmez bir yola çıkarlar…
Düzeltmeler – Jonathan Franzen
Düzeltmeler, birbirlerine duydukları güvenle kusursuz bir “aile” olmak isteyen, ama birbirlerini sürekli hayal kırıklığına uğratan, farklı hayatlar içinde çırpınırken ortak bir alanda bir türlü buluşamayan beş kişinin ince ince örülmüş, çarpıcı ve sürükleyici hikâyesi.
Düzeltmeler, her gün yaptıkları hataları onarmaya çalışırken yeni hatalar yapan tüm insanların tuhaf olduğu kadar da gerçek hayat hikâyesi.
Bu kitabı okurken gülümseyeceksiniz, öfkeleneceksiniz, söyleneceksiniz, gözleriniz yaşaracak, yüreğiniz sevinç ve ümitle dolacak. Ama her şeyden önce neden iyi edebiyat metinlerine ihtiyacımız olduğunu anlayacaksınız.
The New York Review of Books
Hannibal – Thomas Harris
Bir korku imparatoru: Hannibal Lecter Doktor Lecter’ın hücresinden kaçarak hem kendisini hem de karanlık zevklerini özgür bırakmasının üzerinden yedi yıl geçmiştir. Ancak onu unutmayan ve bir kez daha karşılaşmak isteyen iki kişi vardır. Bunlardan biri Doktor Hannibal Lecter’ın izini süren ajan Clarice Starling, diğeri ise Hannibal’ın altıncı kurbanı olmasına rağmen hayatta kalmayı başaran, ancak yaşamını bir solunum cihazına bağlı olarak sürdürebilen Mason Verger’dir. Bu üç isim elbette bir araya gelecektir; ancak bu buluşmadan sadece bir kişi sağ kurtulabilir.
Zombi – Joyce Carol Oates
“Unutulmayacak bir kitap.” Library Journal
“Oates’un belki de en ürkütücü romanı romanı…” Booklist
Amerikan edebiyatının devi Joyce Carol Oates’un kaleminden tüyler ürperten bir seri katil hikâyesi: Zombi.
O, birilerinin oğlu, birilerinin erkek kardeşi; o, yolda yürürken yanından öylece geçip gittiğiniz biri. O, tüm diğer insanlar gibi, evrene atılmışlığın azabını çeken biri. Aynı zamanda gözünü kırpmadan can alan, cinayet ve işkence fantazileri kuran, kanla beslendikçe vahşet açlığı artan biri.
Sıradanın dehşetini, insanın karanlık yüzünü pervasızca yansıtan Oates, Zombi’de gelmiş geçmiş en vahşi seri katillerden Jeffrey Dahmer’ın gerçek yaşam öyküsünden esinlenerek kanınızı donduracak bir katil portresi çiziyor. Katilin sesini günlük benzeri bir anlatım içinde kullanarak cinayetlerin ardındaki zihnini ve eylemleri gözler önüne seren Oates, ustalığını konuşturuyor ve kolay kolay unutulmayacak bir katil profili yaratıyor.
Bram Stoker Ödülü’ne layık görülen Zombi, gerçekliğiyle ruhlara ve midelere dokunacak denli sert ve hazmı güç bir roman.
Saatler – Michael Cunningham
Üç ayrı zaman diliminde üç ayrı ayrıksı kadının birbirine koşut hikâyeleri: Sinir buhranlarıyla boğuşan ünlü yazar Virginia Woolf; eskiden sevgilisi olan şair dostu için bir parti düzenleyen New York’lu biseksüel editör Clarissa Vaughan; California banliyösünde kapana kısılmış, intiharın eşiğindeki ev hanımı Laura Brown. Umut ile umutsuzluk, yaşam ile ölüm arasında bocalayan muallakta kalmış koygun hayatlar.
1999 yılında Pulitzer ve Pen Faulkner ödüllerinin sahibi olan roman 2003’te beyazperdeye aktarıldı ve Virginia Woolf rolüyle Nicole Kidman’a En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar kazandırdı. İlknur Özdemir’in 2000 Dünya Kitap Çeviri Ödülü’ne layık görülen ustalıklı çevirisiyle.
Amerikan Tanrıları – Neil Gaiman
Yayımlandığı anda çoksatan listelerine giren, Hugo, Nebula, Locus, Bram Stoker ve SFX gibi ödülleri kazanarak zoru başaran Amerikan Tanrıları, bu kez yazarın tercih ettiği metinle karşınızda. Kitabın onuncu yılı için hazırlanan bu özel çalışma, sadece yeni önsöz ve sonsözlerle değil, metne yapılan eklemelerle de genişletildi ve Neil Gaiman’ın hayal gücünü gözler önüne seren bu başyapıtın benzersiz bir edisyonu ortaya çıktı. Gölge son üç yılını hapishanede geçirmiştir ve tahliyesine iki gün kala karısının ölüm haberini alır. Cenazeye katılmak için uçağa biner. Yanına en masum tanımla “esrarengiz” denilebilecek Bay Çarşamba oturur. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. “Artık Gölge on yaş daha yaşlı. Amerika da öyle. Ve Tanrılar beklemede.”
Yapraklar Evi – Mark Z. Danielewski
“Bu şeytani derecede parlak kitabı elden bırakmak ya da sonuna varmadan
okumaktan vazgeçmek imkansız.”
− Jonathan Lethem –
“Eğlenceli, dokunaklı, cezbedici, enfes bir dille yazılmış, biçimle içeriğin başarıyla iç içe geçtiği bir anlatı.”
– The New York Times Book Review –
“Pynchon’ı akla getiren şen şakrak bir tuhaflık, Nabokov’u akla getiren bir dilbilimsel takıntı ve Borges’i akla getiren bir gerçekdışılık. Yapraklar Evi, edebi türlerin sınırlarını ortadan kaldıran bir coşkuyla, postmodern bir şevkle ve piyasadaki bütün kitapları iyice gölgede bırakacak türden, takıntılı derecede geniş bir hayal gücüyle, enerjisi hiç dinmeyen kıpır kıpır bir kitap.”
– San Francisco Examiner and Chronicle –
“Yılın en iddialı, karmaşık ve heyecanla beklenen ilk romanlarından bir tanesi. Yapraklar Evi, daha önce okuduğunuz diğer romanlara hiç benzemiyor.”
– Newsweek –
“Bir göstergebilimci tarafından yazılmış bir aşk hikâyesi. Güftecilere özgü bir yüreği olan Danielewski hem yürek sızısına kulak veriyor, hem de bunu yaparken Derrida’nın gösterge teorisine.”
– Time Out New York –
“Elinize alın ve hafızanıza kazıyın. Her sayfada açılan sizin zihninizden başka bir şey değil. Her şey sizin zihninizde olup bitiyor.”
– The Village Voice –
“Melville’in Moby-Dick’i, Joyce’un Ulysses’i, Nabokov’un Solgun Ateşi neyi ifade ediyorsa, çok katmanlı Danielewski’nin Yapraklar Evi de aynı şeyi ifade ediyor.”
– San Diego Union-Tribune –
Harry Potter ve Felsefe Taşı – J. K. Rowling
“Harry, elleri titreyerek zarfı çevirince mor balmumundan bir mühür gördü; bir arma – koca bir ‘H’ harfinin çevresinde bir aslan, bir kartal, bir porsuk, bir de yılan.”
HARRY POTTER sıradan bir çocuk olduğunu sanırken, bir baykuşun getirdiği mektupla yaşamı değişir: Başvurmadığı halde Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’na kabul edilmiştir. Burada birbirinden ilginç dersler alır, iki arkadaşıyla birlikte maceradan maceraya koşar. Yaşayarak öğrendikleri sayesinde küçük yaşta becerikli bir büyücü olup çıkar.
Harry Potter ve Sırlar Odası – J. K. Rowling
“Bir komplo var, Harry Potter. Bu yıl Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’nda dehşet verici şeyler yapmak için bir komplo.”
Dursley’ler o yaz öylesine çekilmez olmuşlardır ki, Harry bir an önce okulu Hogwarts’a geri dönmek için can atmaktadır. Eşyalarını toplarken ortaya çıkan ev cini Dobby ise onu uyarır: Hogwarts’a dönerse, bir felaket olacaktır. Olur da: Sırlar Odası’nın açılmasıyla ortaya çıkan karanlık bir güç, Hogwarts’takileri taşa çevirmeye başlar. Harry, hayatını tehlikeye atarak, Oda’nın elli yıllık ölümcül gizemini çözmeye çalışır. Ve gerçekten de başına gelmedik felaket kalmaz.
Harry Potter ve Azkaban Tutsağı – J. K. Rowling
“Mahsur kalmış cadıların ve büyücülerin acil durum taşıtı Hızır Otobüs’e hoş geldiniz. Asanızı tuttuğunuz elinizi uzatın, otobüse atlayın, sizi istediğiniz yere götürelim.”
Sirius Black adında azılı bir katil, tüyler ürpertici Azkaban kalesinde tam on iki yıl boyunca tutsak kalmıştır. Tek lanetle on üç kişiyi birden öldüren Black’in, Karanlık Lord Voldemort’un hizmetkârı olduğuna kesin gözüyle bakılmaktadır. Bir yolunu bulup Azkaban’dan kaçan Black’in peşinde olduğu bir tek kişi vardır: Harry Potter. Harry, büyücülük okulunun sihirli duvarları arasındayken, arkadaşları ve öğretmenleriyle birlikteyken bile güvende değildir. Çünkü aralarında bir hain olabilir.
Gizli Tarih – Donna Tartt
Ahşabı içeriden kemiren bir tahtakurusu gibiydi sakladıkları sır. Dışarıdan görünen heybetli, parlak ve güçlü bir bedendi, içeride ise un ufak olmuştu ruhları.
Richard Papen büyük hayallerle geldiği üniversitede Antik Yunanca profesörünün ve onun özenle seçilmiş öğrencilerinin cazibesine kapılıp bir şekilde aralarına girmeyi başarır. Fakat içlerine girdikçe bu cazibenin altında karanlık bir şeylerin yattığını fark eder.
Antik Yunan felsefesinden, kültüründen ve mitolojisinden etkilenen gençlerin başına, gerçekleştirdikleri bir ayin sırasında korkunç bir olay gelir. Etik ve ahlak sınırlarının aşıldığı, masum ile suçlunun birbirine karıştığı ve hatta işlerin cinayete kadar varabileceği bir karmaşanın içinde bulurlar kendilerini. Gerçek dünyaya döndüklerindeyse artık saklamak zorunda oldukları büyük bir sır ve omuzlarında hayatları boyunca taşıyacakları bir yük vardır.
“Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sının kurgusunu alın, Euripides’in Bakkhalar’ının hikâyesiyle birleştirin ve arka plana da Bret Easton Ellis’in Çekim Kuralları’nı ekleyin. Çok güçlü bir yapıt.”
-The New York Times-
Küçük Arkadaş – Donna Tartt
Saka Kuşu‘nun Pulitzer Ödüllü yazarı Donna Tartt’tan etkileyici bir roman: Küçük Arkadaş
İyilik ve kötülük, yin ve yang gibi aslında; kötülük olmasaydı masumları ayırt edemezdik, iyilik olmasaydı da şeytan nedir bilemezdik. Ve işte insan dediğin de ya birinden birine meyletmiş ya da içindeki sonsuz dengeyi bulmuş bir varlık değil mi zaten?
On iki yaşındaki Harriet, ilaçlarla ayakta duran annesi ve kendi rüya âleminde yaşayan ablasıyla birlikte kalmaktadır. Başka bir şehre taşınan babasıyla ilişkisi ise yalnızca babasının onlara gönderdiği paradan ibarettir. Seneler önce, Harriet daha küçücük bir bebekken ağabeyi bir cinayete kurban gitmiş ve katili asla bulunamamıştır. O günden sonra da ailesi bir daha hiç eskisi gibi olamamıştır. Bu nedenle buhran dolu bir ailenin içinde hayatını sürdürmeye çalışan Harriet, bir şeylerin değişmesi için ağabeyi Robin’in katilini bulmaya karar verir. Fakat bir oyun olarak başlayan bu iş, küçük kızın kasabanın karanlık ve şeytani yüzüyle tanışacağı bir macera halini alacaktır.
“Birazcık anlayış ve hak ettiği intikamı arayan küçük bir kızın yüzünüze tokat gibi inecek öyküsü… Geçmişin bizi asla yalnız bırakmadığı karanlık bir yola doğru derin bir keşif.”
-Esquire-
Beyaz Kaplan – Aravind Adiga
Dünyanın en prestijli edebiyat ödülü olan Man Booker ödülünü ilk kitabıyla, birçok popüler yazarı geride bırakarak alan Aravind Adiga sizi, etkisinden günlerce kurtulamayacağınız Balram Halwai’nin muhteşem öyküsüne davet ediyor.
“Komplike, akıcı ve acayip matrak bir kurgu… Anlatım o kadar doğal ki sizi güldürecek sahnelerle dolu ve oldukça eleştirel… Adiga sizi Balram’ın ruhuna sokuyor. Onu seviyorsunuz, yanlış davrandığında üzülüyor ve onun için endişeleniyorsunuz.
Cinayet sahnesini hiçbir zaman unutamayacaksınız. Son yılların en iyi romanlarından olan Beyaz Kaplan oldukça eleştirel bir lezzet ile kelimelere dökülmüş öfkeli bir politik roman. Sizi düşünmeye itecek ahlaki karmaşa üzerine büyüleyici bir buket.”
-Nick DiMartino, yazar-
“Hindistan’da geçen bu akıcı roman Batılı okuyucuların hayali egzotizmine bir alternatif olarak sunulmaktadır… Eğer Hindistan’ı inşa eden bu ellerse, bunların torunları Amerika’nın kıçını tekmeleyecektir… Kesinlikle Alın.”
-New York Dergisi-
“Evrensel bir anlatımın izini süren yeni bir İlham Perisi var karşımızda; koyu tenli, öfkeli, komik, yarı eğitimli, taşralı, alışılmışın dışında, laf cambazı. Aravind Adiga Hindistan’da küçük bir kasabadan asi bir ses yükseltiyor. Bu Üçüncü Dünya’nın sesi, bu sesi daha önce duymamış olabilirsiniz. Adiga evrensel bir Gorki, modern bir Kipling. Geleceğin Romanı Burada…”
-John Burdett-
Angela’nın Külleri – Hatıralar – Frank McCourt
Ekonomik kriz sırasında, Amerika’ya yeni gelmiş bir göçmen ailesinin çocuğu olarak, Broklyn’de dünyaya gelen ve İrlanda’nın Limerick kentindeki yoksul mahallelerde büyüyen Frank McCourt’un anıları böyle başlıyor. Frank’ın babası Malachy, genellikle çalışmadığı, çalıştığı zamanlar da aldığı parayı içkiye yatırdığı için, annesi Angela’nın çocuklarını bakıp besleyecek parası yoktur. Ancak aynı Malachy, sorumsuz ve garip bir adam olmasına karşın, Frank’in hikâye yazma yeteneğini ortaya çıkacaktır. Frank, babasının, İrlanda’yı kurtaran Cuchulain hakkında anlattığı hikâyelerle, annesine bebekler getiren, Yedinci Basamaktaki Meleğin hikâyesiyle beslenerek büyür. Belki de Frank’in hayatta kalmasının nedenidir bu hikâye . Frank, paçavralar giyerek, Noel yemeği için domuz başı dilenerek, ateş yakmak için sokak kenaklarından kömür toplayarak, yoksulluğa, açlığa ve akrabalarıyla komşularının umursamaz zalimliğine katlanır. Katlandığı gibi, hakâyesini, yaşama sevinciyle dolu, olağanüstü bağışlayıcı ve etkili bir dille anlatmak için sağ kalır.Her sayfası, Frank McCourt’un şaşırtıcı ve sevencen mizahı ile dolu olan ANGELA’NIN KÜLLERİ, bir klasiğin tüm belirtilerini veren muhteşem bir kitap. Why Should You Doubt Me’ (Benden Niye Kuşkulanasın ki?) isimli kitabın yazarı, Mary Breasted’in dediği gibi, “Frank McCourt’un kitabı çok dokunaklı, çünkü insanın yüreğini dağlayan hikayesi gerçek. Hiç kimse, hiçbir zaman yoksullukla çocukluğu böyle anlatmadı. Frank McCourt’un hikaye yazmak için sağ kalması insanı hayrete düşürüyor. Böylesine bir pislik ve sefaletten, kusursuz bir başyapıt yaratabilmiş olması da az mucize değil”
Angela’nın Külleri 2 – Umuda Doğru – Frank McCourt
Frank McCourt’un çocukluğunu anlatan Angela’nın Külleri dünyanın her yerinde büyük bir okuyucu kitlesi tarafından okundu ve çok sevildi. Büyük bir yoksulluğu anlattığı halde, McCourt’un kaleminden sevecenlik ve ince mizah, satırlarının arasından sızan umutla birleşince, ortaya bir kurtuluş, bir başarı öyküsü çıkmıştı. Kitap birçok ödül aldı (Pulitzer Ödülü – Ulusal Kitap Kritikleri Çevresi Ödülü – Los Angeles Times Kitap Ödülü). Pek çok dilde defalarca basıldı.
Umuda Doğru işte bu öykünün devamı; Frankie’nin yoksul bir göçmenden pırıl pırıl bir öğretmene ve mükemmel bir yazara dönüştüğü Amerika serüvenini anlatıyor.
Frank, büyük çabalardan sonra on dokuz yaşında, New York’a gelmeyi başarır. Gemide tanıştığı bir papaz ona Biltmore Oteli’nde bir iş bulur. Otelde çalışırken, bu “sınıfsız” ülkedeki çarpıcı sınıflandırmayla tanışacaktır.
Askere alınıp Almanya’ya gönderilir. Orduda köpekleri eğitmeyi ve daktilo kullanmayı öğrenir. 1953’te Amerika’ya döndüğünde doklarda çalışmaya başlar. Amerika, Frankie’nin karnını doyurmuştur; ama yüreği hala hoşnut değildir. Çevresindeki tüm göçmenler, ülkelerindeki benzer yaşam biçimlerini benimser ve ısrarla başka bir şeyin imkansız olduğunu söylerken, onun hayallerinde okuyup eğitim görmek, Amerika’da Amerikalılar gibi yaşamak vardır. On dört yaşında okulu bıraktığı halde, kendini, New York Üniversitesi’ne kabul ettirmeyi başarır. Orada, uzun bacaklı, sarışın, su katılmadık bir Yankee’ye aşık olur ve hayallerini gerçeğe çevirmeye çalışır. Ancak dünyadaki yerini, öğretmenliğe -ve yazmaya- başladıktan sonra bulacaktır.
Umuda Doğru, Frank McCourt’un Amerika’da yaşadıklarını, olağanüstü insancıl bir mizaha sararak büyüleyici bir dille anlattığı bir öykü.
Köpekbalığı Metinleri – Steven Hall
Eric Sanderson bilmediği bir yerde gözlerini açar, kim olduğunu hatırlamıyordur.
Ona Clio’yu, artık sahip olmadığı mükemmel aşkını hatırlatan güncenin parçalarından baska bir seyi kalmamıştır.
Eric ile alaycı kedisi Ian’ı, hayatını tehdit eden Ludovician’ın ve onun sırlarını bilen tek kişi olan Dr Trey Fidorus’un peşine düsüren gerilimli macera iste böyle başlar.
“Yılın en benzersiz okuma deneyimi…”
Independent
“Matrix, Jaws ve Da Vinci Kodu’nun aşk çocuğu… Çok eğlenceli…”
Mark Haddon
Körebe – Lee Child
“Her parçada zekanızı biraz daha zorlayacak bir bulmacayı çözmek gibi.”
-Publishers Weekly-
“Uykusuz geçecek bir geceye ve sonunda soluksuz kalmaya hazır olun.”
-Kirkus Reviews-
“Reacher serisinin en iyi kitabı. Konusu tam bir başyapıt.”
-Booklist-
Ülkenin dört bir yanında kadınlar öldürülüyor, cesetleri kamuflaj boyasıyla dolu küvetlerde bulunuyor ve katil ardında en ufak bir iz bırakmadan kayboluyor. Ölüm sebebi belli değil. FBI’ın elinde fiziksel bir kanıt yok, tüm soruşturma körlemesine sürüyor. Kurbanların tek ortak noktası, hepsinin Jack Reacher’ı tanıyor olması.
Herkesin aklında, şaşkınlıkla cevabını aradığı aynı sorular var: Katil yüksek güvenlikli bu evlere bir hayalet gibi nasıl girdi? Özel eğitimli asker kadınları, boğuşma yaşanmadan, ölüm sebebi anlaşılamayacak şekilde nasıl öldürebildi? Küvetleri kamuflaj boyasıyla doldurmasının arkasındaki amaç neydi?
Bir anda soruşturmanın kilit noktası haline gelen Jack Reacher, aklında yazdığı cinayet senaryolarını üç haftalık zaman periyotlarında gerçekleştiren ve attığı her adımı en ince detaylarıyla hesaplayan katilin izini sürerken, akrebin yelkovanı yelkovanın akrebi izlediği amansız bir kovalamacanın içine düşer. İçine zorla çekildiği bu oyunun sonunda ya avcı olacaktır ya da av.
Asla Geri Dönme – Lee Child
Kitapları 42 ülkede yayımlanan, son dönem polisiye romanın en çok okunan yazarlarından Lee Child, her sayfada artan aksiyon ve gerilimle sizi nefes nefese bırakacak.
Adresi yok, cep telefonu yok, ehliyeti yok, hiçbir şeyi yok… tam bir hayalet.
Takıntılı, zeki ve asla bir sonraki adımını tahmin edemeyeceğiniz biri.
Yurtdışındaki askeri üslerde büyüdü. Hayatının büyük bölümünde bir askerdi.
Kendisi bulunmak istemedikçe asla bulamayacağınız bir adam.
O Jack Reacher.
Jack Reacher eskiden çalıştığı ve her zaman evi olarak gördüğü birimin merkezine yıllar sonra döndüğünde kendini zekice tasarlanmış bir ihanet çemberinin içinde bulur. On altı yıl öncesine ait bir cinayet davasının bir numaralı şüphelisi olarak aranıyordur. Onu devre dışı bırakmak isteyen gizli güçlerin oyununa karşı hamlesi bellidir: Ya büyük oyna ya da oyundan çekil.
“Jack Reacher’ın acımasız dünyasına ve onun doğru zamanda yanlış yerde olma eğilimine hoş geldiniz.”
-Associated Press-
“Dahice… Lee Child daima çıtayı daha yükseğe çıkarıyor. Aksiyonu herkesten daha iyi harekete geçiriyor. Ama hepsinden iyisi, bizi Reacher hakkında her zaman şaşırtıyor.”
-Booklist-
Pi’nin Yaşamı – Yann Martel
Bir yük gemisinin trajik şekilde batmasının ardından, bir filika uçsuz bucaksız, vahşi Pasifik Okyanusu’nun ortasında yapayalnız kalır. Sandalın, hayatta kalmayı başarabilen mürettebatı bir sırtlan, kırık bacaklı bir zebra, bir orangutan, Richard Parker adında üç yüz kiloluk bir Bengal kaplanı ve Pi adlı 16 yaşında Hintli bir çocuktan oluşmaktadır. Ve roman asıl bundan sonra başlar. Pi’nin açlık, susuzluk, soğuk, sıcak ve en önemlisi korkuyla mücadele ettiği günler boyunca gösterdiği direnç ve inanç okunmaya değer çünkü.
Yatak Odası Dersleri – Tom Perrotta
“Tom Perrotta, Yatak Odası Dersleri’nde taraf tutmamaya özen gösteriyor; tıpkı, Orhan Pamuk’un eğitimli laiklerle köktendinci fanatikler arasında kopan sürtüşmelere yüzlerce sayfa ayıran Kar isimli romanında olduğu gibi… İnananlara ve şüphecilere anlatım içerisinde eşit bir ifade şansı veren Perrotta, okuru kendi sonuçlarını çıkarmaya davet ediyor.”
-The New York Times-
Bir grup insanın çevrenizde güç odağı haline geldiğini ve neye inanıp, nasıl yaşayacağınızı belirlediğini düşünün. İnançlarınız sadece size ait olmaktan çıkıp başkalarınca sorgulanabilir mi? Ya ilişkileriniz? Kimliğiniz? Çocuklarınızı nasıl yetiştireceğiniz? Cinsellik bile “öğretilirken,” aşka, mutluluğa ve kendi doğrularınız ışığında yaşayacağınız bir hayata yönelik inancınız sağlam kalabilir mi?
Yatak Odası Dersleri, gündelik hayatın perdesi ardındaki güçlü duyguları, zorlu çatışmaları ve insancıl zaafları gözler önüne seriyor. Ünlü yazar Tom Perrotta’nın ince ve eşsiz bir mizah ile süslediği bu sürükleyici romanı okurken kendi çevrenizden de bir şeyler bulacak; inançlar söz konusu olduğunda insanların nerede olursa olsun benzer sorunlarla yüzleştiklerine şahit olacaksınız.
New York Times’ın Yılın Dikkat Çeken Kitapları Seçkisi’nde yer alan, amazon.com’da “Yılın En İyi Kitapları” listesine giren Yatak Odası Dersleri’ni bir solukta okuyacaksınız.
İnançlar, hiç bu denli tartışılır olmamıştı…
“Amerika’nın şimdiye dek en sıkı saklanmış edebi sırrı: Tom Perrotta.”
-Newsweek-
Sıkı Dostlar – John Le Carre
“Shakespeare’in III. Richard’ı, Orwell’in 1984’ü gibi polemik yaratacak bir eser.”
-Washington Post-
Pakistan’da dünyaya gelen Ted Mundy bir İngiliz subayının oğludur. Sasha ise Doğu Almanya göçmeni bir papazın oğlu. Yaşamları birbirinden habersiz akıp giderken, 60’lı yılların sonlarında Batı Berlin’i kasıp kavuran öğrenci eylemleri sırasında tanışırlar. Soğuk Savaş yıllarında çift taraflı casusluk yapan iki adamın dostlukları zamanla ilerler. Sovyet rejiminin çöküşüyle Ted kendine mütevazı bir hayat kurar. Ancak beklenmedik bir anda Sasha’dan gelen bir haber tüm hayatını değiştirir. Çok zengin ve kimliği gizli tutulan bir adam hayat görüşünü yaymak üzere yetenekli ve becerikli insanlara ihtiyaç duymaktadır. Ted Mundy idealleri uğruna işi kabul eder. Böylece iki arkadaş yoksulluktan kurtulup çökmekte olan dünyayı kurtarmak için ellerine geçen fırsatı değerlendirmeye karar verirler. Ama ortada bir sorun vardır. Acaba gerçekten dünyayı kurtarabilecekler midir?
“John le Carré 75 yaşında olmasına rağmen kırk yıldır aralıksız sürdürdüğü edebiyat hayatına hâlâ bir amatörün coşkusuyla devam eden bir profesyonel. İşte bu nedenle Sıkı Dostlar gibi muhteşem bir eser yaratabilmiş.”
-Terrence Rafferty, New York Times-
Tamirci – Bernard Malamud
“Malamud’un olağanüstü yeteneklerinden biri daima, gerçek dünyayı bir seviye yukarı çıkarıp metafizik fantazi âlemine dahil edebilmesi olmuştur. Diğeri ise yaşamı, yaşamları ciddiye almak.”
Malcolm Bradbury
1905 devriminden sonra ve Rusya’nın son çarının devrilmesinden önce, 1911 yılında Kiev, “vahşi hurafeler ve gizemci görüşlerle dolu bir Ortaçağ şehri”dir. Kentin her yerinde Yahudi düşmanlığı kol gezmektedir. On iki yaşında bir Rus çocuğu bıçaklanarak öldürülmüş ve vücudundaki bütün kan akıtılmış halde bulununca, Yahudiler ayin niteliğinde bir çocuk cinayeti işlemekle suçlanırlar.
Elinden her iş gelen tamirci Yakov Bok cinayetten tutuklanır ve mahkemeye çıkarılmadan hapse atılır. Yapılan suçlamalar çeşitlenip çoğalır ve halkın konuya olan ilgisi tamircinin ıstırabını gitgide yoğunlaştırırken, beraat ihtimali, hüküm giyme ihtimali kadar dehşet vermeye başlar.
1966’da yayımlanan Tamirci, Bernard Malamud’a hem bir Pulitzer Ödülü, hem de ikinci Ulusal Kitap Ödülü’nü kazandırmıştır.
“Tamirci, Saul Bellow ve Philip Roth’un Büyük Yahudi-Amerikan Romanları arasında yer almayı hak ediyor.”
Independent
Pastoral Amerika – Philip Roth
Parlak ve gösterişli bir zırha bürünmüş Amerika, kendi zaaflarıyla yüzleşebilecek mi?
Ünlü Amerikalı yazar Philiph Roth, kendisine Pulitzer Ödülü’nü kazandıran Pastoral Amerika’yla okurunu vahşi bir yolculuğa çıkarıyor.
Varlıklı, erdemli ve ahlaklı, içine doğduğu Amerikan rüyasının gıpta edilen neferlerinden “Sarıkafa” Seymour Levov, ışıltılı hayatının kontrolünü elinden kaçırıyor. Pastoral Amerika’da Yahudiler ve Katolik İrlandalılar –sanki çarmıha gerilme olayı hiç yaşanmamış gibi– birlikte Noel’i kutluyor, dünyayı yöneten ABD, bir yandan da 60’ların donanımlı, politize olmuş öfkeli gençlerini zapt etmeye çalışıyor.
Philip Roth okuru sarsarak ve yer yer rahatsız edici olmaktan kaçınmadan anlattığı hikâyesiyle, süper güç olmaya hazırlıksız yakalanmış fakat pozisyonunu kaybetmek istemeyen ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan 90’lı yıllara kadar çektiği acıları ve kendi adına ödediği bedelleri hayatı mahvolmuş bireyler üzerinden tartışmaya açıyor.
Ejderha Dövmeli Kız – Stieg Larsson
41 ülkede rekor satış yapan kitaplarının başarısını göremeden 50 yaşında hayata veda eden İsveçli gazeteci Stieg Larsson’un zihne kazınacak sahneler, çarpıcı ve canlı karakterler, okurları adeta yerlerine çivileyecek sürükleyici bir kurgu ile her sayfasını ağır ağır ve dokuyarak yazdığı Millennium serisinin ilk kitabı Ejderha Dövmeli Kız’ı okuduktan sonra, Gefle Dagblad gibi ‘bundan daha iyisi yapılamaz’ diyebilirsiniz. Ama bu erken bir karar olabilir. Son sözü söylemeden ikincisini beklemenizi tavsiye ederiz.
“Olağanüstü… Okuyucular kitabı okurken yerlerinden bile kıpırdayamayacak.”
-SUNDAY TIMES
Bağımsızlık Yolu – Richard Yates
20. yüzyıl Amerikan edebiyatının başyapıtlarından biri kabul edilen Bağımsızlık Yolu, bir banliyö kasabasında yaşayan, iki çocuklu genç Frank ve April Wheeler çiftinin hikâyesi. Banliyö hayatından bunalan ve burada yaşayan insanlardan farklı olduklarına inanan Wheeler’lar, Paris’e gitme hayalleri kurmaya başlar. Ancak hayallerle gerçekler arasındaki mesafeyi aşmanın o kadar kolay olmadığı anlaşılacak, April’ın hapsolduğu hayattan kurtulma çabaları yavaşça trajediye doğru evrilecektir. Hüsranla biten Amerikan rüyasının usta yazarı Richard Yates, mutlu görünen evlerin içindeki yalnızlıkları, tekdüze hafta içlerini izleyen gerilimli hafta sonlarını, hem gürültülü hem sessiz kavgaları keskin bir gerçekçilikle anlatıyor. “Benim zamanımın Muhteşem Gatsby’si… Kuşağıma mensup yazarlardan çıkmış en iyi kitaplardan biri.” -Kurt Vonnegut-
Kabus – Dan Simmons
Charles Dickens, bir tren kazasında ölümden döner ve yaralılara yardım etmek üzere vagonların düştüğü vadiye inerken karşılaştığı garip görünüşlü, hayaletimsi bir ‘şey’, hayatının sonuna dek yazarın en büyük takıntısı ve kâbusu olur. Dickens’ın bu kâbusunu paylaştığı tek kişiyse, arkadaşı ve onun gölgesinde kalmaktan muzdarip, afyon bağımlısı yazar Wilkie Collins’tir.
Kabirler, mezarlıklar ve bir cesedin kireç çukurunda yok olmasının ne kadar zaman alacağına dair giderek artan bir saplantı geliştiren Dickens, dört yıl boyunca yazmaya ara verir ve gündüzleri, halkı dehşete düşüren ürkütücü okumalar yaparken geceleri de Londra’nın en berbat batakhaneleri ile yer altı mezarlarında dolaşır. Wilkie Collins’in ağzından anlatılan hikâyede, bir cinayet zanlısı olarak Charles Dickens’ın hayatının son beş yılında, şüpheli cinayetler ve Drood denen yaratığın gizemi adım adım çözülmektedir.
2666 – Roberto Bolano
Kuzey Meksika’dan Nazi Almanyası’na, Stalin’in Moskovası’na, Drakula’nın kalesine ve denizlerin derinliklerine uzanan çarpıcı bir edebi labirent… Bolaño, ölümle yarışarak yazdığı 2666’da, kötülüğün en yalın halinin günümüz Meksika’sından bir gazete haberiyle başlayan hikâyesini anlatıyor. Hikâyenin geçtiği Santa Teresa sadece Cehennem olmakla kalmıyor, aynı zamanda da bir ayna; “sürekli işe yaramaz bir değişim içinde olan zengin ve yoksul Amerika’nın” hüzünlü bir aynası.
“Kitaplar pek çok işe yarar, sizi bazen çalışmaya bazen eğlenmeye ve bazen de yazmaya teşvik eder. Bolaño’yu okumak bana yazma konusunda ilham veriyor. Tam bir dâhi.”
Patti Smith
“Bu yılki okumalarıma çoğunlukla Roberto Bolaño hâkimdi. Bolaño, 2666’da Güney Amerika, ABD ve Avrupa geleneklerini; modernizmin vahşi gerçekçiliği ile suç romanlarını pürüzsüz bir şekilde bir araya getiriyor. Bolaño’nun romanları, yazarı modern edebiyat tarihinde önemli bir yere oturtuyor.”
Kazuo Ishiguro
“Bu doğaüstü roman tasvir edilemez; bütün ihtişamıyla yaşanması gerekir. Gelmiş geçmiş en korkunç gerçek cinayet furyasıyla, Juarez (Meksika) ve çevresinde öldürülen 400’den fazla kadınla ilgili olduğunu söylemek belki de yeterli.”
Stephen King
Arıların Gizli Yaşamı – Sue Monk Kidd
Lily, dört yaşındayken annesini kazayla öldürdüğüne inanarak büyümüştür. Kendisinin silahı elinde tuttuğuna dair bir anısı olduğu gibi babası da bu olayı kendisine anlatmıştır. Artık on dört yaşındadır ve hem annesinin hem de bağışlanmanın özlemini çekmektedir. Güney Carolina’da şeftali bahçelerinin olduğu bir yerde babasıyla yaşayan Lily’nin tek bir dostu vardır: sert görünümünün ardında yumuşak bir kalbi olan siyahi hizmetkâr Rosaleen. Altmışlı yıllarda, bölgede ırkçılık nedeniyle sık sık şiddet olayları yaşanmaktadır.
Bir gün Rosaleen de bu ırkçılığın hedefi olur ve haksız yere tutuklanıp dayak yer. Bunun üzerine Lily ile birlikte Güney Carolina’daki Tiburon kasabasına kaçarlar. Burası, Lily’nin çok küçükken kaybettiği annesinin geçmişine ait sırları da barındırmaktadır. Yeni geldikleri bu kasabada, arıcılıkla uğraşan ve birbirinden renkli kişilikleri olan üç kız kardeş onlara kapılarını açar. Böylece Lily arıların büyüleyici dünyasıyla ve alışılmadık bir dinî figür olan Siyah Meryem’le tanışır. Arıların Gizli Yaşamı, kadınlığın manevi gücü üzerine yazılmış sıradışı bir roman. Kadınların kuşaktan kuşağa birbirine aktaracağı değerli bir hikâye.
“Ustalıkla yazılmış, dokunaklı ve eğlenceli.”
-Joanna Trollope-
“Affetme üzerine farklı ve yeni bir ses.”
-Anita Shreve-
“Anneler, kızları ve sevginin sınır tanımayan gücü üzerine muhteşem bir roman. Aynı zamanda Tanrı’nın şefkatli yüzünü ustalıkla yansıtıyor.”
-Connie May Fowler-
Öldüren Kumpas – Lee Child
Jack Reacher, sabahın erken saatlerinde, Georgia’da ıssız bir yol kavşağında otobüsten iner. Yalnızca eski bir plağın anısıyla yapılmış bir seçimdir bu. Yağmur altında kimsesiz bir köy yolunda yirmi kilometre yürüdükten sonra küçük “örnek” bir kasabaya, Malgrave’e varır. Varır varmaz da tutuklanıp hapse atılır. Bölgede son otuz yıldır işlenen ilk cinayet kasabadaki tek yabancıya yüklenmiştir.
Ancak Jack Reacher göründüğü gibi bir serseri değildir. Orduda büyümüş, askeri polis olarak eğitilmiş, hızlı düşünmeyi, daha da hızlı hareket etmeyi öğrenmiştir.
Hain bir kumpasın pis sırları açığa çıktıkça ve ölü sayısı arttıkça kasabanın ileri gelenlerinin, cinayetle suçlamak için yanlış adam seçtikleri de ortaya çıkar.
Öldüren Kumpas, Jack Reacher gerilim dizisinin, acımasız ve sarsıcı olaylarla örülmüş, dokunaklı bir aşk hikayesi anlatan ilk kitabı.
Jack Reacher sert bireyselliği ve keskin zekasıyla gerçek bir çağdaş kahraman.
Düşman – Lee Child
“Ölümle sonuçlanan kalp krizinin nasıl bir şey olduğunu kimse bilemez. Doktorlar nekrozdan, pıhtılardan, oksijen yoksunluğundan ve tıkanan damarlardan söz ederler… Oysa söylemeleri gereken düşüp ölürsün olmalıydı. Ken Kramer da öyle oldu. sırlarını yanında götürdü ve geride bıraktığı bela az daha beni de öldürüyordu.”
“Lee Child’ın kitaplarının özelliği elinizden bırakamamanızdır… Gerilimlerinde bağımlılık yapan bir şey vardır. Düşman da bunlardan biri… Mükemmel.”
Baba’nın Dönüşü – Mark Winegardner
BUGÜNE KADAR YAZILMIŞ EN GERÇEKÇİ MAFYA AİLELERİNDEN BİRİNİN CORLEONE’LER HİKAYESİNDE EKSİ KALMIŞ NOKTALAR.
2002 yılının sonbaharında, random house yayınevi Baba’nın devamını yazacak bir yazar araştırmaya başladı.Uzun çalışmaların ardından bu amaç için, tarihi detayları yaratıcı bir tarzda kullanabilmek ve şehir yaşamışının değişken tasvirini yapabilmek bakımından kurgusal bir edebiyat tarzı olan E. L. Doctorov ve John Dos Passos ile kıyaslanabilecek derecede iyi ve başarılı bir roman yazarı olan Mark Winegardner seçildi. O Mario Puzo’nun efsanevi karakterlerine yeni bir enerji ve imgeleme getirecekti. Büyük efsaneler orijinal seslerle tekrar konuşturulmalıydı. Baha’nın Dönüşü’yle Corleone Ailesi’nin Soğuk Savaş dönemindeki hikayesini anlatarak Amerika’nın en önemli suç destanının eksik parçalarını cesurca ve zekice tamamlayan Mark Winegardner bunu başardı.
Kaynak: Alex and Books
Ki bu liste ve kitap büyük bir şok yarattı
Bir tek Sineklerin Tanrısını okumaya çalıştım ama nedense bitiremedim. Başlarında bıraktım kitabı.
Neden 42 ? Yoksa Nihai Cevabın Sorusu buraa mı gizli? @mit @diddem @EmrecanDogan
Her şey kuleye hizmet eder diyorum
Ve soruyu ararken cevapta boğuldun sankim
Ben de yorumdan sonra fark ettim ama arka arkaya mesaj atsam flood olacaktı. Düzenlemeye de üşendim, içimde kalmıştı. Teşekkürler, dertten kurtuldum