in ,

Şefik Karakoç’tan Kirli Gerçekçilik Esintili Öyküler: “Aklından Neler Geçiyor” – İnceleme

Şefik Karakoç’un kıvrak bir üslupla yazdığı, Kirli Gerçekçilik akımını kılavuz alan, on bir öykülük ilk kitabı “Aklından Neler Geçiyor”u inceledik.

Aklından Neler Geçiyor İncelemesi: Kirli Gerçekçi Öyküler
- Reklam -
- Reklam -

Şefik Karakoç imzalı Aklından Neler Geçiyor, geçen aylarda Notos Kitap etiketiyle okurla buluştu. Bizler de çiçeği burnunda yazarın ilk kitabı hakkında bir inceleme hazırladık.

Öncelikle yazarın hayatına kısa bir bakış atalım: 1984 Antalya doğumlu Şefik Karakoç, Antalya Anadolu Lisesi’nin ardından Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde mimarlık okudu. İstanbul’da mimarlık yapmaya devam eden Karakoç, ilk kitabı ile okurların karşısına çıktı.

Aklından Neler Geçiyor: Düş ve Gerçek Dünyasında Nedensizlik

Aklından Neler Geçiyor’daki öykülerin ikisi üçüncü tekil, birisi ikinci tekil anlatımla okurla buluşurken, diğer öykülerin hemen hepsinde iç monolog ve bilinç akışı tekniğini öne çıkaracak şekilde birinci tekil anlatım kullanılıyor.

- Reklam -

Kitapta, Kirli Gerçekçilik’te alışık olduğumuz kavramların dışında, düş ve gerçek arasındaki duvarı kaldırarak ayakları yerden kesen anlatımlara rastlıyoruz. Bazen ana karakterin bilinç akışına tanıklık edip bambaşka yerlere yolculuk ediyor ama esasen bulunduğumuz yerden kıpırdamıyoruz. Bazen iki tarafı bataklık olan bir yolda ana karakterin nihai kaderine giderken, gerçek ve imgelem arasındaki mesafeyi daraltıyor, saydam bir zarın iki tarafında kalanları bir bütün halinde, gerçek mi düş mü bilemeyeceğimiz şekilde okuyoruz. Bazen araftaki bir evliliğin kalıntılarında geziniyor, yazarın örtülü anlatımıyla sebep sonuç ilişkisini kurarak öyküden ayrılıyoruz. Bu noktada yazarın, öykülerin çoğunu nedensellik ilişkisine dayandırmadığını, uzun arayışları anlattığını ve sonunda mutlaka iyi ya da kötü bir tamamlayışla arayışı sonlandırdığını söylemek mümkün.

Aklından Neler Geçiyor’daki karakterler, kovaladıkları düşün peşinde eğilip bükülen, gerçekliklerini sorgulayan, yadırgadıkları yerlerinin yerine başka bir hayat koymaya çabalayan sıradan kişiler. Yazarın sıradanlığı kırma yolunu karakterlere yüklediği düş gücünde bulduğu; zihinlerin bulanık, ayakların yerden mesafelerce uzak olduğu öyküler, belki de bu farklı anlatım sebebi ile alışık olduğumuz öykülerden daha uzun ve daha karmaşıklar.

Öykülere Kısa Bir Bakış

Aklından Neler Geçiyor’un ilk öyküsü Düzgün Bir Hayat Yok, her zaman gidilen yoldaki farklılığı ve okurun buna dikkat kesilmesi gerektiğini, “Bir şeyler farklı işte. Geldiğimiz gibi değil, eski eve dönüşlerimiz gibi de değil. Değil ama ne.” gibi anlatıcı cümleleriyle veren yazar, merakı harlayarak dinamiği güçlü tutuyor. Öyküde, toprak ve suyun içi içe geçişiyle bataklık kavramını yer yer metafor olarak da kullanıyor; düşleri gerçeğin içine sızdırıyor. Sibel karakterinin varlığına okuru ikna ediyor ama anlatıcının zihninde olup bitenlerin gerçekliğini zaman çizelgesinde bir yere koymuyor. Okur oldu, olacak veya olmakta olan bir şeylerin kıyılarında gezinmeye devam ediyor. Okur, anlatıcının öykü boyunca çakmak ve kibrit aradığını okuyor, sona yaklaşırken aradığı çakmağın anlatıcının elinde olduğu görüyor ve fakat yeni bir düşte yine kibritle rastlaşıyor. Yazar bununla birlikte öykünün alt metnindeki sahip olunmayanı arama, sahip olunmayana ulaşma çabasını sezgisel olarak veriyor.

İkinci öykü Bozuk Olan Şeyler Hakkında, birinci tekil anlatım tekniğiyle ve giriş paragrafındaki, “’Artık katlanamıyorum,’ dedi annem. Havaya kaldırdığı satırı kesme tahtasının üstündeki kemiğe indirdi.” cümleleriyle okuru tekinsizliğe ve öykünün son noktasına dek sürecek karanlığa çağırıyor. Olan ve olacak her şeyi kabul eden metanetli baba, kendini dine, kurban etlerine, ucu her daim babaya dokunacak suçlamalara adayan anne ve bozulan şeyleri tamir etmeyi kendine iş edinen anlatıcı arasında geçen öyküde; evin havuzunu örten toprak, okurun üzerine bocalanıyor ve okur onları bu duruma getiren ölümü okumaya bırakılıyor. Anlatıcının her şeyi tamir etme isteği, aileyi düzeltme güdüsünden geliyor. Babanın eninde sonunda her şeyin bozulacağına ve bu duruma uyumlanmak zorunda kalınacağına vurgu yapan cümleleri, anlatıcının her şey düzeltilebilir imgesi ile çatışıyor. Anne figürü üst güç olarak dışarıda varlığını sürdürmeye ve okur üzerinde tesirli bir tedirginlik bırakmaya devam ediyor.

Üçüncü öykü Hep O Reçel Yüzünden, yazarın yine birinci tekil anlatımı tercih ettiği ama oldukça kıvrak bir üslup kullandığı ve sonuna dek dikkatin dağılmasına izin vermediği bir öykü olarak okurun karşısına çıkıyor. İç monoloğun hakkını veren öykü, uzun bir süre anlatıcın tekrarladığı, “Nasıl geliriz,” cümlesiyle yazarın üslubunun yetkin yanlarına reverans yaparken, önceki öykülerde de süregelen bilinç ve bilinçdışının içi içe geçişini şu cümlelerle ortaya koyuyor:

“Tam uykuya dalacağım ya da tam rüyanın ortasındayım, koptu bir yaygara.”

Yazar öyküye adını veren ve öykü boyunca okurla kalacak olan reçel imgesinin gerçekliğine dair ilk vurguları da okura, bu cümlenin geçtiği paragrafta veriyor.

Dördüncü öykü Aklından Neler Geçiyor, birinci tekil anlatımla yazılan ve kitaba adını veren öykü. Yazarın devinimli üslubuyla okurdaki algıyı daima açık tuttuğu öykü, yine de anlaşılmaz yanlarıyla kafa karıştırıyor. Yazar, ana karakter Deren’in yatakta konuştuğu Kütle’ye dair sinyalleri okura karmaşık olarak verirken, Deren’in yazarlık macerasındaki geçişleri koruyor ve zihnin berraklaştığı veyahut bulandığı anları örtülü olmayacak şekilde gösteriyor. Okur öykünün bir noktasına geldiğinde yazar beklenmeyen bir hamle yaparak öykünün seyrini değiştiriyor ve tersi yüze çeviriyor. Bu kısımdaki muğlak taraflar öykü için riskler taşımasına rağmen, merak kavramını artırıyor. Yazar öykünün ortalarında yazdığı birkaç cümleyle de bana kalırsa okura dair beklentisini ortaya koyuyor:

“Kütle bir duvar gibi dikilmiş masanın karşı ucunda. Ama duvara da ihtiyaç var ya, yoksa uçsuz bucaksız dünyayı nasıl sınırlar, kendimize nasıl alan oluştururduk, duvarın üstüne çıkmazsak etrafı nasıl görebilirdik.”

Aklından Neler Geçiyor - Şefik Karakoç

Aklından Neler Geçiyor’un Öne Çıkan Öyküleri

Şefik Karakoç’un toplumsal mesaj verme kaygıları beslemediği, okura hiçbir şeyi dikte etmediği, başarılı betimlemeler kullandığı, neden sonuç ilişkisini çok az kurduğu Aklından Neler Geçiyor’dan üç öykünün öne çıktığını söyleyebilirim: Bozuk Olan Şeyler Hakkında, Takla Attın mı Benim İçin, Sen Hiç Kum Şeytanı Yakalamış mıydın. Bu üç öykünün karakterleri ve kurguları diğerlerinden daha akılda kalıcı ve yazarın öykücülüğüne dair daha net mesajlar barındırmakta.

Bozuk Olan Şeyler Hakkında’dan yukarıda bahsettiğim için bu bölümde diğer iki öyküye değineceğim.

- Reklam -

Takla Attın mı Benim İçin, anlatıcı Hilmi karakteriyle, eski karısı Nalan ve yeni sevgilisi Esra arasındaki devinimli ilişkiyi konu alıyor. Yazar öykünün başında Hilmi’nin yüksek bir duvarı olduğunu ve Nalan’ın bu duvarın ardında kaldığını okura gösteriyor ancak sonrasında ilk perdede görülenler yerlerini bularak ve o şekilleriyle kalmayarak, sağlam bir zemine yerleşiyor. Nalan ve Esra’nın benzeşen taraflarını okura veren yazar, ipin iki ucunu tutan bu kadınların arasında bir o yana bir bu yana savrulan ama ihtiyatla parmak uçlarında yürümeye devam eden Hilmi’nin, ilişkilerindeki üstlenici tavrını okura ustalıkla sunuyor. Şefik Karakoç’un diğer öykülerindeki anlatımından daha farklı bir üsluba sahip olan bu öyküde, tüm karakterlerin ayakları yere oldukça sağlam basıyor ve gerçekliklerine dair okurun zihninde ufacık bir şüphe oluşmuyor.

Sen Hiç Kum Şeytanı Yakalamış mıydın’da okur, mahlası Ed olan ana karakterin karanlık bir deliğe düşürdüğü paketle karşılaşıyor ve sonrasında paketi kurtarmak için mücadele eden Ed’in çabalarına tanıklık ediyor. Yazar, öyküde Ed karakterine yakın üçüncü tekil anlatımı tercih ediyor ve Ed’in paketi kurtarmak istemesi ancak ellerini kirletmekten imtina etmesi sonucunda, okurun yolunu, Ed’in Bed lakabını taktığı ikinci ana karaktere çıkarıyor. Birbirini tanımayan bu iki kişinin diyalogları başka karanlıkları aralıyor ve Bed’in hayatında bir zamanlar var olan İrem’e dair anılar deşilen delikten alınıp okurun avuçlarına bırakılıyor. Bu kısımda yazar, karanlık deliği hikâyenin bütününde bir metafora dönüştürüp sondaki, “Hadi gidelim de o bok dolu deliğe elimizi sokalım,” cümlesiyle, aslında kimsenin bir diğerinden daha temiz olmadığının vurgusunu yapıyor. Aynı zamanda kitabın son cümlesi olan bu anekdot ile bana kalırsa yazar, okuru kitap kapağını kapatıp kendi karanlığını deşmeye çağırıyor.

Aklından Neler Geçiyor’a Eleştirel Bakış

İncelemenin bu kısmında Aklından Neler Geçiyor’un ilk öyküsü olan Düzgün Bir Hayat Yok’a değinmek istiyorum. Öykünün atmosferi ve çatısı başarıyla kurulmuş olmasına rağmen alışılagelmiş öykülerden daha uzun ve daha çetrefilli şekilde okuru karşılaması, içeride karşılaşılacak diğer öykülere karşı önyargı doğuruyor. Şefik Karakoç’un okuru çevreleyen ama bir yandan da öykünün çerçevelerini esneten anlatımı okuru sınırlarda gezdiriyor. Ana konuya hizmet etmeyen herhangi bir belirteç olmamasına veya post-modern imgelere yoğunlaşmamasına rağmen kafa karıştırıcı unsurlarla okurun kitapta devam edecek yolculuğuna dair karışık sinyaller barındırıyor. İlk öyküyü bitirip ikinci öykü olan Bozuk Olan Şeyler Hakkında’ya erişen okur için kitabın lezzetli tarafı baskın olmaya başlıyor.

Aklından Neler Geçiyor Kitabından Alıntılanan Cümleler

“Tekrar deniz seviyesine doğru alçalmaya başladık. Sonunda gerilmiş çarşaf gibi hemyüz oldu dünya. Kıyıdaki kargaşa büsbütün bir çatışmaya evrildi. Denizle karanın savaşı patlak verdi. Toprak suya, su toprağa karşı.” (Düzgün Bir Hayat Yok, s.10)

“Radyo cızırdayınca kapadım. Havanın kararmasıyla beraber sağlı sollu kayalar fırladı yerin ağzından. Tabelalar uyardı. Tırmanış uzun olacak.” (Düzgün Bir Hayat Yok, s.14)

“Sonra aniden karanlığa gömüldü her yer. Elektrikler gitti. Elimdeki sigaranın yanan ucu dışında kör bir gece kaldı.” (Bozuk Olan Şeyler Hakkında, s.33)

“Gölge alabildiğine serin, kumlar alabildiğine kızgın. Denizin suyu üstümde, yapış yapış tuz kokuyor her yanım. Yandaki şezlongdan bir Rönesans heykeli gibi doğruldu Kütle, üstüme çıktı…” (Aklından Neler Geçiyor, s.53)

“Denizin kurumuş tuzu beyaz bir tül gibi örtmüş bedenini. Kolundaki yeşil damar parladı, benden yana duran tek gözü açıldı. Gözünün içinde kendi gözümü gördüm. Ürperdim.” (Aklından Neler Geçiyor, s.59)

“Önce babam baktı fotoğraflara, bana uzattı, sonra ben baktım. Teker teker. Önce o güldü, sonra ben güldüm. Aynı şeylere farklı zamanlarda güldük.” (Birilerini Öldürmemek İçin Falan, s. 91)

Son Söz

Editörlüğünü Tuğba Eriş’in, kapak tasarımını Virginia Elena Patrone’un, teknik hazırlığını Duygu Şentuna’nın yaptığı Aklından Neler Geçiyor’da editoryal olarak birkaç kelime hatasına rastlamam dışında keyifli bir okuma yapmamı sağlayan bu isimlere teşekkür ederek, değerlendirme yazımı bitiriyorum.

Sizler de yazarın ilk kitabı Aklından Neler Geçiyor hakkındaki yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum‘da paylaşabilirsiniz.

Yeni inceleme yazıları için bizleri Google Haberler üzerinden takip etmeyi unutmayın.

Gaye Keskin

MSGSU Tekstil/ Tasarım mezunuyum. Yaklaşık iki sene Turnagöl Tiyatrosu'nda; oyunculuk, sahne ve kostüm tasarımı yaptım.
Uzun yıllardır çizim yapıyorum, yazmaya şiirle başladım. Rıhtım'a demirleyene kadar hiç öykü yazmamıştım. Öykü Seçkisi'nde yayımlanan ilk öykümle beraber, öykü yazım yolculuğum başlamış oldu. O günden sonra, hep yazdım. Üç arkadaşımla yürüttüğümüz Paralel Evren Podcasti şimdilik dinlenmede. Öykü Seçkisi dışında, çeşitli mecralarda öykülerim yayımlandı. Dokuz arkadaşımla Zaman temalı bir fankit çıkardık. Bu sıralar da bir öykü kitap çalışması hazırlıyorum.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Azteklere Göre Dünyanın Sonu Nasıl ve Ne Zaman Gelecek?

Aztek Uygarlığına Göre Dünya Nasıl ve Ne Zaman Sona Erecek?

Dünyanın En Büyük Dinozor Türlerinden Birisi Keşfedildi

Yaklaşık 100 Milyon Yıl Önce Yaşamış Dünyanın En Büyük Dinozor Türlerinden Birisi Keşfedildi