in ,

Alaycı Kuş İncelemesi: Mirası Kabullenmek

Alaycı Kuş incelemesi sizlerle. Son dönemlerde Vezir Gambiti kitabıyla sıkça anılan Walter Tevis’in distopya türündeki eseri hakkında kapsamlı bir görüş yazısı.

Alaycı Kuş - Walter Tevis - inceleme
- Reklam -
- Reklam -

Alaycı Kuş incelemesi ile karşınızdayız. Walter Tevis imzalı bilimkurgu eseri hakkındaki kapsamlı görüşlerimiz sizlerle.

Birçok okur Walter Tevis’i Netflix’in sevilen dizilerinden The Queen’s Gambit (Vezir Gambiti) sayesinde tanıdı. Dizinin kitabı da çok geçmeden ülkemizde yayımlandı. Ama ülkemiz okurunun Tevis ile tanışıklığı çok eskilere dayanıyor. 1985’te Kuzey Yayınları, 1989’da Altın Kitaplar, The Man Who Fell To Earth’ü (Dünyaya Düşen Adam) Türkçede yayınlamışlar. Everest Yayınları bu harika romanı 2014 yılında yeniden yayınladı ve en son İthaki Yayınları, eseri geçen yıl Bilimkurgu Klasikleri serisine dahil etti.

Bu yazının konusu olan Mockingbird (Alaycı Kuş) ise Türkçede ilk kez Alteo Yayınları tarafından 2004 yılında yayımlanmış. Çevirisi Şükrü Zafer Serinken’e ait.

- Reklam -

Ben romanı İthaki Yayınları çevirisinden okudum. Kitap bu yıl 69. Bilimkurgu Klasiği olarak Cihan Karamancı çevirisiyle okurların karşısına çıktı.

Alaycı Kuş: Hikâyelerin Yoğunluğu

Distopik bir yapının içinde yaşayan kişi, o yapıdan genellikle rahatsız olmaz. Çünkü ona göre bu, olabileceklerin en iyisidir. Daha iyisini görmediği için karşılaştırma yapamaz. Peki hiçbir şeyden rahatsız olmazsa o kişi ya da kişiler sistemi nasıl çökertir? Geçmişe dair, daha güzel zamanlara dair bir kanıt bulur, yaptığı karşılaştırma onu rahatsız eder ve zihninde bir kıvılcım yanar.

Ana karakterimiz Paul Bentley bir üniversitede hocadır ve tesadüf eseri okumayı öğreten bir dizi kitap bulur ve okumayı öğrenir. Okumanın ve yazmanın unutturulduğu bir toplumda bu yetiye sahip olmanın ne denli tehlikeli sonuçları olabileceğini bilmez ve bunu saklamaz.

“Spofforth ebediyen yaşayacak ve hiçbir şeyi unutmayacak şekilde tasarlanmıştı. Tasarımı gerçekleştirenler durup da öyle bir hayatın neye benzeyeceğini düşünmemişlerdi.” s. 23

Geçmişe dair her şeyi bilen, bu yüzden de toplumun kontrolünü elinde tutan insansı robot Robert Spofforth, Paul Bentley’yi bulur ve ondan eski, siyah-beyaz, sessiz filmleri izleyip, filmdeki metinleri okuyup bir ses kayıt cihazına kaydetmesini ister.

alaycı kuş walter tevis kapak

Okumayı bilmeyen Spofforth bu yetiyi saniyeler içinde Bentley’den öğrenebilecekken neden filmleri (kitapları değil) okuma işini ona verir bilinmez ama her ne kadar özgür iradeye sahipse de okumak ve yazmak gibi büyük bir suçu işleyecek kadar emirlere karşı gelemeyeceği aşikardır.

Spofforth… “Okumak mahremdir,” dedi. “Seni başkalarının hislerine ve fikirlerine çok fazla yaklaştırır. Rahatını kaçırıp kafanı karıştırır.” s. 88

Tüm kontrol elindeyken Spofforth sıradan bir bireyin geçmişe dair bilgi edinmesine izin verir, çünkü onun zihni bir insandan kopyalanmıştır ve geçmişi araştırarak kişiliğini oluşturan insansı tarafları tamamlamak ister. O bir nevi ileri teknoloji çağının Pinokyo’sudur.

Bentley’nin filmleri izlemesiyle yanan kıvılcım, ayrıksı bir kadın olan Mary Lou ile karşılaşınca alevlenir. Mary Lou, bir şekilde sistemin dışında kalabilmiş, uyuşturuculardan uzak durarak zihnini açık tutmayı başarabilmiş güçlü bir bireydir.

Kişilerin başına gelen bu olaylar, sistemin çökmesi için ideal ortamı hazırlar. Ancak ana hedefe böylesine yoğunlaşan hikâye, Bentley’nin çeşitli mekânlarda çeşitli sebeplerden bulunmasıyla seyrelir. Gittiği her yer ona bir şey katmaktadır, bu inkâr edilemez. Çöküşü sağlayacak yetileri edinmek için dolaşmaktadır sanki. Bu yolculuk onu bir kahramana dönüştürecektir. Nihayetinde Mary Lou ve Bentley bir isyan başlatırlar mı onu romanı okuyunca göreceksiniz ama Bentley’nin başından geçenler, hikâyenin yoğunluğunu öyle bir dağıtıyor ki aşağıda sayacağım tüm o etkileyici fikirler ortada kalıyor ve kitabın geneli okuru tatmin edemiyor:

İnsani vasıflara sahip olmak isteyen melankolik bir robot. Amaçsızlıktan kendini yakan insanlar. Okuma ve yazmanın yasak olduğu bir dünya. İnsanlardan daha çok yetkiye sahip robotlar. Bir süpermarkette yaşayan ilkel bir topluluk. Robotlar tarafından yönetilen bir hapishane. Hiç çocuk olmayan ve nüfusu gitgide azalan bir dünya. Haplarla, sigaralarla ve televizyonla uyutulan bir millet. Mahremiyetin aşırı önemsenmesi. İnsanların birbiriyle sosyal ilişki kurmaması. Sorgulamanın hoş karşılanmaması. Kadın – erkek ilişkilerinde duygunun ortadan kalkması.

Kolaj mı, Mirası Kabullenmek mi?

Bu konular size bir yerlerden tanıdık geliyor, değil mi? Hepsi de çok iyi bilinen bilimkurgu eserlerinde karşılaştığımız öğeler. Alaycı Kuş, bilimkurgu klasiklerinden bir kolaj gibi: İçinde Bradbury’le, Asimov’la, Huxley’le, Orwell’le, Philip K. Dick’le, Silverberg’le ve daha birçok sesle karşılaşmanız mümkün.

walter tevis
Walter Tevis

Burada Walter Tevis’i büyük ustalardan intihal yapmakla suçlayabiliriz belki ama bir kolaj çağında yaşıyoruz ve gerçekten özgün bir şey yaratmak imkânsız. Orwell’in Zamyatin’den, Huxley’nin Wells’ten etkilendiği bir gerçek. Bilimkurgu edebiyatında fikir (ç)almak alışılmadık bir eylem değil. Diğer yandan bir distopya fikri oluştuğunda bazı temel meselelerin kendiliğinden ortaya çıkması kaçınılmaz: Bilgiye erişim, denetleme ve kontrol, mahremiyet, totaliterizm, tektipleşme, ritüeller, bireyselleşmenin ortadan kalkması vs.

Dolayısıyla bir distopya yazma tohumu bir yazarın zihnine düştüğünde daha evvel yazılanlardan tamamen farklı bir metin ortaya koyması zorlaşıyor. Tevis de özgünlük yarışına girmektense kendine miras kalan bilimkurgu külliyatını kucaklamayı seçmiş.

Bu seçime saygı duyuyorum. Ancak bunca hikâye, romanın odak noktasını belirsizleştiriyor ve her biri kendi başına çok etkili olabilecekken romanın içinde birbirlerini gölgeliyorlar.

“Okuyamazsam, öğrenemezsem ve düşünmeye değer şeyler bulamazsam yaşamaktansa kendimi yakarım daha iyi.” s. 141

Örneğin sebepsiz yere kendini yakan insanlar. Sebepsiz diyorum çünkü romanda sebebi açık seçik ortaya konmuyor. Televizyon, sigara ve hapla uyuşturulan zihinleri ve bedenleri ile amaçsız kalmış bir toplumu işaret ettiğini düşündüğüm bu “yanma”lar, romanda bir iki yerde karşımıza çıkıyor. Üzerinde fazla durulmadığı için okurun zihninden uçup gidiyor. İyi işlense Bradbury bunu alkışlardı eminim.

“Fakat daha başka Dokuzuncu Yapımlar üretebilseydi muhakkak dünyaya hissetme becerileri olmadan gelmelerini sağlardı. Ve ölme becerileri olarak. Bu kadarını onlara çok görmezdi.” s. 73

Daha insani kararlar alsınlar diye robotlara kimi insanların zihinsel kopyaları yüklenmiş ama Spofforth örneğinde olduğu gibi bazı durumlarda robot, sahip olmadığı bir geçmişin silik anıları ve hisleriyle kalakalmış. Üzerinde yeterince durulsa Asimov buna şapka çıkarırdı.

Tevis, mirası kabullenip ortaya hızlı okunan, merak duygusunu sürekli diri tutan, okura üzerine düşünecek onlarca konu veren hem tanıdık hem özgün bir eser çıkarmış ama birçok farklı türde kalem oynatabilen böylesine iyi bir yazarın çok daha büyük bir roman yazabileceğini düşünmeden edemiyor insan.

“Ormanın kenarında bir tek alaycı kuş şakır.”

Walter Tevis romanını kurarken bir alaycı kuşu örnek alıyor kendine. Bir parodi sığlığına düşmeden tüm o ustaların seslerini bize getiriyor. Neyi taklit ederse etsin bir alaycı kuşu dinlemek her zaman keyif verir.

Çeviri, Editörlük, Redaksiyon ve Baskı

Kapak her zamanki gibi Hamdi Akçay’ın elinden çıkmış. Tüm İthaki Bilimkurgu Klasikleri gibi sade ve etkileyici. Kitabın mühim bir anını sahneliyor. Yayıma hazırlayan Alican Saygı Ortanca, düzelti Ömer Ezer, çevirmen Cihan Karamancı.

Emek verenlerin ellerine sağlık. Bilimkurgu Klasikleri ekibi Türkiye yayıncılık tarihine unutulmayacak bir iz bıraktılar. Baskısı tükenmiş onlarca eseri yeniden bastılar ve bizi yepyeni kitaplarla buluşturdular.

walter tevis Mockingbird / alaycı kuş

Bilimkurgu Klasikleri serisi hızla devam ederken, bu hız ister istemez bazı sorunlar doğuruyor. Alaycı Kuş özelinde şunu belirtmem gerek: Kitabın yarısından sonra kayıtsız kalınamayacak sayıda tapaj hatasıyla karşılaşıyoruz. Diğer baskılarda düzeleceğine eminim.

Kitabın çevirisi ise aslına sadık, şahane bir çeviri. Ancak bu sadakat, kimi yerlerde metinden uzaklaşmama sebep oldu.

Örneğin (Ağustos 2021,1. Baskı, sayfa 81):

Daha sonra “Gel yanıma otur”, dedi. Kendimi öyle yaparken buldum. Gidip yanındaki kilime oturdum.

Okur olarak tercihim:

Daha sonra “Gel yanıma otur”, dedi. Kendimi dediğini yaparken buldum. Gidip yanındaki kilime oturdum.

Sayfa 63:

Mary Lou üç gündür burada. Onların ilk ikisinde bana kendisine ilişmememi söyledikten sonra öğleye kadar uyudu.

Bence:

- Reklam -

Mary Lou üç gündür burada. İlk iki gün bana kendisine ilişmememi söyledikten sonra öğleye kadar uyudu.

Sayfa 64:

Parmaklarını saçında gezdirerek onu taramaya çalışıyordu.

Tercihim:

Parmaklarını arasında gezdirerek saçlarını taramaya çalışıyordu.

Bir de ancient sözcüğünün hep aynı çevrilmesi sorunu var.

Sayfa 19:

Kız o kadim pardösüyü kış boyunca giymişti ve bahar gecelerinde hâlâ giyiyordu.

Şu daha uygun sanırım:

Kız o eskilerden kalma pardösüyü kış boyunca giymişti ve bahar gecelerinde hâlâ giyiyordu.

Ve birkaç çeviri sorunu:

Sayfa 89:

“Başka biriyle bir haftadan fazla yaşamak da bir suçtur,” dedi ama sesi bu sefer daha yumuşaktı.

“Hafta nedir?” diye sordum.

“Yedi gün,” dedi Spofforth.

Neden yedi gün?” dedim. “Veya yedi yüz gün? Mary Lou’yla mutluyum. Daha önce uyuşturucunun ve çabuk seksin hiç yapmadığı kadar mutluyum.”

“Neden yedi gün?” ifadesini okur okumaz bir sorun olduğunu anladınız.

Ve “mutlu yapmak” diye bir fiilimiz yok sanırım Türkçede.

Özgün metin:

“It is also a crime,” he said, but softer now, “to live for over a week with another person.”

“What is a week?” I said.

“Seven days,” Spofforth said.

“Why not seven days?” I said. “Or seven hundred? I am happy with Mary Lou. Happier than I ever was before, with dope and with quick sex.”

Benim tercihim:

“Başka biriyle bir haftadan fazla yaşamak da bir suçtur,” dedi ama sesi bu sefer daha yumuşaktı.

“Hafta nedir?” diye sordum.

“Yedi gün,” dedi Spofforth.

Neden yedi gün olmasın?” dedim. “Veya yedi yüz gün? Mary Lou’yla mutluyum. Daha önce uyuşturucuyla ve çabuk sesle yaşadığım mutluluktan daha büyük bir mutluluk bu.

Sayfa 228:

Alışveriş Merkezi’nin altından alıp okuduğum pek çok kitabın birinden kadim dünyada yaz sonrası mevsime Yılın Sonbaharı dendiğini öğrendim. Bu güzel tabirin yüreğime hitap eden bir tarafı var.

“Yılın Sonbaharı” ifadesinin nesi güzel, diyeceksiniz. Muhtemelen tahmin ettiniz. Özgün metne bakalım:

In one of the many books from below the Mall that I have read I learned that the season after summer was called, in the ancient world, the Fall of the Year. It is a beautiful phrase and it speaks to me deeply.

Sözcük oyunlarını aktarmak zor. “Yılın Düşüşü” diye çevirmek yeterli olmazdı elbet, ben olsam “Yaprak Dökümü” diye çevirirdim. Bu da fazla yerlileştirmek olurdu. Cihan Karamancı, “fall” sözcüğünün iki farklı anlamından doğan sözcük oyununu hiç taşımamayı tercih etmiş. Belki dipnot verilebilirdi.

Bu tür sorunlar redaksiyon sürecinde kolayca fark edilip düzeltilebilirdi ama iş yükü buna pek müsaade etmiyor sanırım. Amacım hata avcılığı değil, gözüme takılanları bir okur olarak belirtmek istedim.

Bu sorunlar dışında kitap Türkçeye harika aktarılmış. Başta çevirmen Cihan Karamancı olmak üzere Alican Saygı Ortanca ve Ömer Ezer’in ellerine sağlık.

Siz de Alaycı Kuş ve Walter Tevis eserleri hakkındaki görüşlerinizi Kayıp Rıhtım Forum’da bizimle paylaşabilirsiniz.

Bülent Özgün

Edebiyat ve sinema hayranı (bazen hangisini daha çok sevdiğini kendisi de bilmiyor), İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu, öğretmen; yazmayı, okumayı, konuşmayı, öğretmeyi ve bunların hepsi üzerine düşünmeyi seven bir ademoğlu. Bir hayaledici. Ne yazık ki hep böyle kalacak.

1 Yorum BULUNUYOR


Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Bilim Susunca - Alper Bilgili

Bilim Susunca: Alper Bilgili’den Bilim ve Toplum İlişkisine Dair Yol Haritası

oturan boğa torunu kızılderili şefi

Oturan Boğa’nın Torunu Tespit Edildi: Ünlü Kızılderili Şefinin Genetik İzi Sürüldü