in ,

Alien: Covenant – Eski Dost Yeniden Bizlerle

Alien, öyle bir yaratık ki sizde hem korku ve tiksinti duyguları uyandırır hem de sizi kendisine aşık eder.

alien covenant ust
- Reklam -
- Reklam -

Ümit Kireççi’nin geçtiğimiz günlerde sitemizde yayınlanan Alien ve Çizgi Romanın Göbeğinden Çıkışı başlıklı yazısında da görüldüğü üzere, Alien sizde önce korku uyandırır ama sonra sıkı bir hayranı olursunuz. Bu durumu ben de yaşamıştım ama benim Alien’le tanışmam çocukluğuma rastlamıyor. Çünkü ben çocukken çevremdeki yetişkinler bir şekilde bu filmi izlememi engellemeyi başarmışlardı.

Korku bana hitap eden bir tarz olmamasına rağmen Alien’ı diğerlerinden oldukça farklı olması ve aldığı övgüler nedeniyle hep merak etmiştim. Yetişkinliğe ulaştıktan sonra ardı ardına bütün filmleri seyrettim. Filmleri izlemek zordu ama izlemeyi bırakmak daha da zordu. Beni o halde gören ağabeyim, “İnsan kendisine bu işkenceyi neden yapar ki?” diyerek içinde bulunduğum durumu güzelce özetlemişti.

Alien’ın izleyicide birbirinden böylesine farklı duyguları uyandırabilmesi, bu yaratığın dahice tasarlanmış olmasından kaynaklanıyor. Alien fazlasıyla iğrenç bir yaratık ama aynı derecede büyüleyici. Kusursuz bir biyolojiye ve ilginç bir davranış tarzına sahip. Gelin, Alien: Covenant filmini konuşmadan önce bu sıra dışı yaratığın davranışlarına ve insanlığa ne mesaj vermek istediğine bir göz atalım.

- Reklam -

Alien’ın Bazı Özellikleri

Alien, nam-ı diğer Yaratık, kusursuz bir biyolojiye sahiptir. Dış görünüşünü tasvir etmeme gerek olduğunu sanmıyorum. İğrenç görünmesi için her şey düşünülmüş. Filmleri izlediyseniz bilirsiniz, izlemediyseniz birkaç resmine bakabilirsiniz. Fakat onun çok şaşırtıcı üç özelliği var:

Birincisi, beslenmeye hiç ihtiyacı olmaması. Doğduktan sonra bu kadar kısa sürede üstelik hiç beslenmeden nasıl büyüyebildiği muamma ama hiçbir şey yemediği kesin. Açlık gibi bir sorunu yok.

İkincisi ise kanının asitli olması. Bu nedenle onu öldürmeden ya da yaralamadan önce birkaç kez düşünmek gerek. Çünkü bir uzay gemisinde onu öldürürseniz etrafa sıçrayan asitli kanı her şeyi eritebilecek ve uzay gemisini delip geçecek potansiyele sahip. Yani “beni öldürsen bile bunun bedelini ödersin” diyor.

Üçüncüsü ise, sanıldığından daha zeki bir yaratık olmasıdır. Belki Life filmindeki Calvin kadar aşırı derecede zeki değil, belki Predator gibi teknolojiyle içli dışlı değil ama yine de zekidir. Sinsice yaklaşmada, her deliğe girip çıkmada, çevresine uyum sağlamada bir uzman. Dördüncü film olan Alien: Resurrection (Yaratık: Diriliş) filminde bir grup yaratık, kilitli tutuldukları yerden kaçmak için içlerinden birini feda ederler. Onun kanı zemini eritir ve böylece kaçış yolu açılır. Dahice bir taktik. Ayrıca bu yaratıklar, kraliçenin türün devamlılığını sağladığının bilincindedirler ve kraliçeyi korumak için her şeyi yaparlar. Hatta kendilerini feda ederek kraliçenin zincirlerini erittikleri ve böylece onu esaretten kurtardıkları görülmüştür.

alien covenant

Bu yaratığın beslenme gibi bir amacı olmadığı için geriye tek bir güdüsü kalıyor: Üremek. Mecbur kalmadıkça ve üreme imkânı olmadıkça insanları doğrudan öldürmez. Onları kaçırır ve üreme için kullanır. Şimdi onun ilginç üreme sistemini ele alalım. Alienların kraliçe hariç bir cinsiyeti yoktur. Kraliçenin de üremek için bir erkeğe ihtiyacı yoktur. Tek ihtiyacı olan şey konakçı bedenlerdir ki diğer yaratıklar kaçırdıkları insanlarla ona bunu sağlarlar.

Üreme sistemi belirli aşamalardan oluşur:

  1. Kraliçe yumurtlar. Bu yumurtalar bir odada büyük kapsüllerin içinde konakçı bedenleri bekler.
  2. Oraya getirilen bir insan veya başka bir canlının suratına kapsülün içinden sıçrayan bir facehugger (yüzesarılan) yapışır ve ağızdan içeri yumurtayı bırakır.
  3. Konakçı canlının içine yumurta ile yerleştirilen canlı kısa süre içinde gelişir ve konakçının göğsünü patlatarak doğumunu tamamlar.
  4. Kısa süre içinde yetişkin boyutlara ulaşarak yeni konakçı bedenler bulmak için ava başlar ve üreme döngüsü bu şekilde devam eder.

Üçüncü aşama hakkında ek bir bilgi vereyim. Bu aşamada yaratık, içinde bulunduğu canlının DNA’sı ile kendisininkini harmanlar. Böylece konakçının doğal ortamında yaşayacak adaptasyonlara sahip olur. Bu nedenle Alien serisindeki filmlerde farklı tipteki türlerle de karşılaştık. Köpek bedenini konakçı olarak kullandığından köpek gibi koşabilme yeteneğine sahip olan bir tür, insan bedenini defalarca kullandıktan sonra insani üreme sistemi geliştiren bir kraliçe, hatta bir Predator bedeni kullandığı için Predalien adlı Predator-Alien karışımı muazzam bir tür bunun çeşitli örnekleridir.

Bütün bu özellikleri bir araya topladığımızda Alien neredeyse yenilmez bir canlı olmaktadır. Öldürmemek tehlikelidir ama öldürmek de tehlikelidir. Ortama çok iyi uyum sağlar. Ortama uyum sağlamak için konakçı bedenlerin DNA’sından da faydalanır. Yemeğe ihtiyacı yoktur. Zekidir. Daha ne olsun? Mide bulandırıcı olabilir ama bu onun mükemmelliğinden bir şey kaybettirmez.

Alien ve Feminizm

Alien bir korku eseridir ama farklı türde bir korkuyu kullanır: Cinsel korku. Hem kadınların hem de erkeklerin cinsel korkularına hitap etse de erkeklerinkine daha çok hitap ettiğini belirtmek gerek. Alien, tecavüzcü bir yaratıktır. Bunu çeşitli şekillerde yapar ve genellikle erkeklere yapar. Her seferinde de ona haddini bildirense bir kadındır.

Alien filmlerinde erkeklerin cinsel korkularını kullanmanın ilk yolu yüzesarılanlardır. Kapsüllerin içinden çıkıp insanların yüzüne sarılan bu şeyin orta kısmı vajinayı andırır. Yumurta da buradan çıkıp kişinin ağzından içeri girmektedir. Böylece erkeklerin cinsel korkularına hitap ederken “siz erkekler vajinadan korkuyorsunuz ve korkmalısınız” mesajı verir (ki sanılanın aksine erkeklerdeki vajina korkusu nadir görülen bir şey değildir).

Yaratığın, insanın göğsünü patlatarak doğmasından sonraki ilk hali de dikkat edilirse penise benzer. Fakat burada penisin normal haliyle değil de olabildiğince korkutucu ve tiksindirici bir şekilde resmedilmesi söz konusu. Kendisininki dışında penis görmenin de bir sorun olması erkekler arasında nadir görülen bir şey değil. Hele bir de korkutucu bir canlının bu şekilde resmedilmesi erkeğin cinsel korkularına hitap eder. Ne de olsa homofobi sadece eski moda ahlakçı tutum değildir, o temelinde birtakım cinsel korkuların ifadesidir. Ve Alien, erkekleri bütün cinsel korkularıyla yüzleştiriyor.

Alien’ın yukarıda söylediğim şeyleri kadınlara da yaptığı görülmüştür elbette ama ondan en çok çeken hep erkekler olmuştur. Alien’ın iç ağzının (Alien’ın iki tane ağzı var) bir uzantı şeklinde çıkıp vücudu delip geçerek parçalaması gibi cinsel şiddet ögeleri, yüzesarılanla vücuduna zorla yumurtaları bırakma gibi tecavüzcü davranışları genellikle erkeklere yöneliktir. Elbette kadınlara yönelik olduğu sahneler de var, bunu inkar etmiyorum. Zaten bu yaratığı herhangi bir şekilde normalleştirip savunmak mümkün değil. Bu sahneler; erkeklerin, bir kadının tecavüze uğrama korkusunu bir anlığına bile olsa hissetmesini sağlar. Bu noktada erkeklere söylenebilecek şey: “Senin bu filmi izlerken hissettiklerini kadınlar gerçek hayatta her gün hissediyorlar. Biraz olsun empati yap.”

alien ripley

Alien’a karşı kurtuluşun sembolü ise her zaman bir kadın olmuştur. İlk filmde ağırlıklı olarak erkeklerden oluşan Nostromo mürettebatı bu yaratığın kurbanı olurken onun cezasını kesen Ripley’di. Aynı durum ikinci film için de söz konusudur. Üçüncü filmde Ripley tek kadın karakterdir ve hayatı pahasına bu yaratığı yok eden de odur. Dördüncü filmde Alien’ın karşısında hayatta kalan ve onu yok eden bir kadın (Ripley) ve kadın görünümündeki bir robottur (Call). Alien evreninde geçen bütün filmlerde başrolde bir kadın vardır. Bu; ilk dört filmde Ellen Ripley, Alien vs. Predator’de Alexa Woods, Alien vs. Predator: Requiem’de Kelly, Prometheus’ta Elizabeth Shaw ve Alien: Covenant’ta Daniels’tır.

- Reklam -

Alien evreninde uzay gemilerine de dişi bir kişilik atfedilmiştir. Bu gemileri yöneten yapay zeka sistemi dişidir. Nostromo mürettebatı ona mother(anne) diye hitap eder. Aynısını Covenant mürettebatı da yapmaktadır.

Kısacası Alien evreni içi boş bir korku evreni değildir. O, dibine kadar feminist bir eserdir. O, erkeklik kavramına karşı bir meydan okumadır. Daha sonra iki ayrı filmde Predator gibi erkeklik sembolü bir yaratıkla karşı karşıya konulmuştur. Predator‘un cinsiyeti açıkça bilinmese de onun vücut yapısı ve davranışlarından erkeklik akar. Fakat tüm zekâsına ve yüksek teknolojili silahlarına rağmen Predator de bu yaratığı tek başına yenilgiye uğratamamış, ancak bir kadınla işbirliği yapmak zorunda kalmıştır. Fakat Alien: Covenant’dan itibaren kadınların rolünde bir azalma görülmektedir ki bu beni rahatsız etmekte.

Alien: Covenant

Alien: Covenant bu hafta beyaz perdeye Yaratık: Covenant ismiyle geldi. Neden filmin isminin sadece yarısının Türkçeye çevrildiğine gelince, oradaki “Covenant” özel isim. Filmdeki uzay gemisinin adı. Elbette o da Türkçeye çevrilebilirdi. Örneği var: Uzay Yolu’nda Enterprise uzay gemisi bizde Atılgan olarak biliniyor. Fakat Alien: Covenant’ta aynısının yapılmama sebebi “covenant” sözcüğünün anlamının “antlaşma” olması olabilir. Bir uzay gemisi için enteresan bir isim. Filmin Türkçedeki ismine karar verenler sanırım Yaratık: Antlaşma isminin absürt görüneceğini düşündüler ve bu yüzden bu şekilde karar verdiler.

Bizim meşhur yaratığın pek çok özelliğini bilsek de onun nerede ve nasıl ortaya çıktığı bir muammaydı ve izleyicilerin sık sorduğu sorulardan birisiydi. Alien’ın bir mitolojisi olmalıydı. Alien ve Predator filmlerinde bununla ilgili birtakım açıklamalar olsa da pek tatmin edici değildi. Onun yerine başka bir mitolojisi inşası 2012’deki Prometheus filmiyle başladı. Bu filmle birlikte Ripley’den uzun zaman önceki bir dönemde insanlığın yaratıklarla ilk tanışmasını gördük. Fakat film doğrudan yaratığın kendisiyle ilgili sorulara cevap vermek yerine öncelikle insanlığın yaratılışına dair yeni bir mitoloji yaratmıştı.

Alien: Covenant ise Prometheus’un devam filmi. Konu olarak onu temel almasının yanı sıra Alien evrenine katkıda bulunmakla kalmıyor ve nihayet istediğimiz bazı soruları cevaplıyor ama onların yerine yeni sorular da yaratarak bir sonraki filmin taşlarını döşüyor.

Hikâye 22. yüzyılda geçiyor. Uzak bir gezegene doğru koloni kurma amacıyla yola devam eden Covenant uzay gemisi bir kazanın ardından yolda kalır ve bütün mürettebat uyandırılır. Tabii kaptanın da dahil olduğu bir kısım mürettebat hayatını kaybetmiştir. Covenant tamir edilir ve sorunun kaynağı tespit edilir. Yakınlarda başka bir yaşanılabilir bir gezegen bulunmuştur (ne tesadüf). Yolculuğa ara verip o gezegene gitmeye karar verirler. Sanırım devamını anlatmama gerek yok.

Bu filmin başlıca sorunu, filmdeki pek çok olayın kolayca tahmin edilebilir olması. Eldeki malzeme zaten ortada, orijinal bir şey beklemiyoruz ama çok fazla şeyin önceden tahmin edilebilmesi de can sıkıcı bir durum. Bir karakter yalan mı söylüyor, hemen o an bunu fark ediyorsunuz ve beş dakika sonra nasıl açığa çıkacağını da biliyorsunuz. Film daha o noktaya gelmeden işin aslını hemen çözüvermek mümkün. Hatta filmin sonu bile fazlasıyla tahmin edilebilir olmuş. Hiç de öyle şok edici değil.

alien covenantHadi bunları bir kenara bırakalım. Asıl sorun, yaratığın hareketlerinin de kolayca tahmin edilebilir olması. Eski Alien filmlerinde sadece yaratığı gördüğümüz sahneler değil, görmediğimiz sahnelerde de geriliyorduk. Filmi her an diken üstünde izliyorduk. Çünkü ne zaman ve nereden ortaya çıkacağı, ne şekilde saldıracağı kestirilemeyen bir yaratıktan söz ediyoruz ama bu filmi izlerken aynı gerilim yok.

Yaratığın kendisi de yeterince korkutucu ve mide bulandırıcı görünmedi. Evet, yaratık bizim aynı yaratık. Fakat bir iki sahne hariç korku ve heyecan hissedemedim. Elbette yaratığın üremesine dair ayrıntıların olduğu sahneler bu filmde aynen mevcut, fakat çekimler ve efektlerden ötürü o hissiyatı almak mümkün değil. Biraz daha aydınlık renkler kullanılsa, CGI efektleri yerine doğrudan maketler ve kana benzeyen malzemeler kullanılsa ama hepsinden önemlisi kameralar yaratığa biraz daha odaklansa ve sahneler biraz daha yavaş görüntülense yaratığın bedenini görebileceğiz ve midemiz kalkacak. Burada tam tersine o kadar hareketli bir yaratık var ki ne olduğunu net göremiyoruz. Normalde Alien yavaş ve sincice yaklaşır ve onun bütün mide bulandırıcı ayrıntılarını görürdük ve sahnenin bir an önce sona ermesi için dua ederdik.

Aksiyon sahnelerinin gereğinden hızlı olmasının yanı sıra, filmde konu akışını yavaşlatan bazı sahneler var. Bazı gereksiz sahneler sıkıcı oluyor. Özellikle filmin ilk yarısı gereksiz ayrıntılarla uğraşıp bir türlü asıl konuya gelemedi. Neyse ki sıkıntıdan iyice bunaldığım noktada bizim eski dost sahneye sert bir giriş yaptı da bu gidişi bir nebze olsun tersine çevirebildi. Bu gereksiz sahneleri kaldırsalar film bayağı kısalacak gibi görünüyor. Sanırım bu yüzden bu sahnelere ihtiyaç duydular. Fakat bunu asıl önemli sahnelere odaklanarak telafi edebilirlerdi. Sorulara daha çok cevap veren, mitolojiyi daha çok geliştiren ve yaratığı daha çok gösteren sahneler olabilirdi.

Bu film, Alien evreninin feminist yönünü de törpülemiş. Bu seriyi feminist yapan kadınların yaratığa karşı baskın yönünün olduğunu pek söyleyemeyeceğim. Elizabeth Shaw’ı bir Ellen Ripley olamadığı için eleştiriyordum. Aynısı Daniels için de geçerli. Zaten yaratığı yenmek de bu kez biraz daha kolay oluyor. Yaratık da tecavüzcü olmaktan çıkıp düpedüz seri katile bağlamış.

Bu filme dair aklımda kalan tek olumlu ayrıntı oyuncular oldu. Hepsi iyi kötü bir şekilde görevini yerine getirmiş. Fakat Michael Fassbender oynadığı rolde devleşmiş. Birbirinden iki farklı karakteri bir arada oynayıp tipleri aynı olmasına rağmen ikisinin birbirinden farklı olduğu hissini yaratmayı başarmış. Beden dilini ve mimiklerini çok başarılı bir şekilde kullanmış. Bende duyguları olan robot izlediğim hissiyatı yaratabildi. Zaten bu filmin asıl odak noktası yaratığın kendisi değil robot David karakteri. Film onun üstüne kurulmuş, Fassbender de en azından bu görevi başarıyla yerine getirmiş.

Filmin fragmanında gördüğümüz uzay gemisinin yabancı bir gezegende bir şehrin ortasına indiği sahne benim en çok merak ettiğim sahneydi. Elizabeth Shaw ve David insanlığın yaratıcılarıyla tanışacak ve bazı cevaplar alacak ya da çok kötü karşılanacak diye umuyordum ama işler bambaşka bir şekilde değişmiş. Mühendisler denilen bu yaratıcıların insanlığı önce yaratıp sonra yok etmeye karar vermesinin nedenini öğreneceğimi umuyordum ama öğrenmeyi bırakın, öyle bir şekilde bitti ki bir sonraki film o konulara hiç girmeyebilir.

Kısacası Alien evrenine yakışmayan bir film olmuş. Alien filmlerini Alien filmi yapan şey isimleri değildir. İzlerken gerilimden dolayı tırnaklarınız avuç içlerinizi kanatacak derecede yumruklarınızı sıkıyorsanız, dişlerinizi yüksek sesle gıcırdatacak kadar dişlerinizi sıkıyorsanız, yaratığı her gördüğünüzde “şu sahne geçene kadar perdeye bakamayacağım” diyorsanız, yaratığı görmediğinizde ise “şimdi bir yerlerden çıkacak, kendini hazırla” diyerek kendinizi sakinleştirmeye çalışıyorsanız işte o zaman bir Alien filmi izliyorsunuz demektir. Açıkçası ben bu filmde bir ya da iki sahne hariç bunu hiç yaşamadım. Elbette daha önceki filmlerin de hepsi bu dediğim nitelikte değil. Mesela Alien’ın Predator ile kapışmasının olduğu filmler de aynı dertten muzdarip. Fakat bu sefer ki sadece bir Alien filmi olduğundan ben daha iyisini bekliyordum.

Bütün bu sorunların temelinde Ridley Scott’ın bu filmin türünü değiştirme çabası yatıyor. Alien gerçekte bir bilimkurgu filmi değildi, bilimkurgudan faydalanan bir korku filmiydi. Benim gibi korku türünden hoşlanmayan birini bile kendisine hayran bıraktırmıştı. Şimdiyse korkudan faydalanan bir bilimkurgu filmine dönüşmüş. İkisi arasında dağlar kadar fark var. Bunu neye dayanarak söylüyorum? David meselesine dayanarak. Filmin odak noktası yaratığın kendisi olmaktan çıkmış ve David olmuş. Kötü adamımız yaratık değil, David.

Bu film bu kadar mı kötü de ben bu kadar eleştiriyorum? Hayır. Film kötü bir film değil, sadece benim beklentilerim farklıydı. Alien: Covenant iyi bir bilimkurgu filmidir, ben de bilimkurguyu çok seven biriyim. Fakat bu filmi bir korku filmi beklentisiyle izlediğim için hayal kırıklığına uğradım. Bilimkurgu beklentisiyle izleyenleri tatmin edeceğine inanıyorum.

Okan Akıncı

1986’da Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesinde doğdu. 1998’den beri ailesiyle birlikte Adana’da yaşıyor. 2010’da Mustafa Kemal Üniversitesi Muhasebe Önlisans bölümünden ve 2013’te Anadolu Üniversitesi İktisat bölümünden mezun oldu. Katı bilimkurguya bayılıyor, kendi çapında öyküler yazıyor. Şu sıralar en büyük hobisi yeni diller öğrenmek ve bir gün tüm dünyayı görebilmek istiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

renkli gogun altinda ust

“Renkli Göğün Altında” Raflarda

ay isigini icen kiz ust

Ödüllü Fantastik Masal “Ay Işığını İçen Kız” Yakında Bizlerle!