Annemi Öldürdüğüm Hikâyeler incelemesi ile Can Evrenol’un tuhaf kurgu, korku, fantazi ve bilimkurgu türlerinde yazılmış çeşitli öykülerini bir araya getiren kitabını değerlendiriyoruz.
Bu kitap hakkında yazacaksam öncelikle yazarı Can Evrenol’dan bahsetmem gerek. Çünkü Can Evrenol halihazırda, zihnindeki akıl almaz hikâyeleri filmlere dönüştürmüş iyi bir yönetmen. Çocukluktan beri kitap okumayı seven, iyi edebiyatın peşinde olan biri. 20’li yaşlarına geldiğinde kendini bir kısa film yönetmeni olarak tanımlıyor ve Tarantino, Cronenberg, Lynch, Kubrick, Romero, Fulci, Haneke, Noe, Takashi Miike, DePalma, Chris Cunningham, Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz gibi yönetmenlerden ilhamını aldığını belirtiyor.
Sayılan bu isimler Can Evrenol’un sinemasal bakışını gösterdiği gibi edebiyat dünyasında da neye yönelebileceğini belli ediyor. Bana göre Evrenol için sinema ve edebiyat iki ayrı alan değil, o tuhaf hikâyeler anlatmayı seviyor ve bunun için hangi araç olanak dahilindeyse onu kullanıyor: kısa metraj film, öykü, uzun metraj film, roman, novella.
Ben bu yazıda, Ocak 2024’te İthaki Yayınları tarafından yayımlanan öykü kitabı Annemi Öldürdüğüm Hikâyeler’den bahsedeceğim.
Annemi Öldürdüğüm Hikâyeler İncelemesi – Aynı Karanlık Evrene Ait Öyküler
Her ne kadar içinde sadece bir öyküde annesini öldüren bir karakter olsa da Can Evrenol kitaba bu ismi vermeyi uygun görmüş:
“Slayer’ın solisti efsane Tom Araya’ya, ‘Neden yeni albümünüzün ismi God Hates Us All? Gerçekten Tanrı’nın hepimizden nefret ettiğine mi inanıyorsunuz?’ gibi bir soru sormuşlar. Tom Araya da cevap olarak, ‘Because it’s a fuckin great album title (Çünkü bence harika bir albüm ismi),’ demiş. Bu kitabın ismi de bunun gibi biraz. Ama her daim olumlu bakmak isteyenler Annemin Yüreğine İndirdiğim Hikâyeler gibi de yorumlayabilirler.” (s. 130)
Bir öykü kitabı, yazarının ürettiği rastgele öykülerden oluşturulduğunda, yani belirli bir temayı korumadığında okur olarak yazarın dünyasına layıkıyla giremediğimizi düşünüyorum. Böyle olduğunda öykülerin atmosferleri birbirini desteklemiyor ve her öykü kendi başına var olmaya çabalıyor. Bazı öyküler ayakta kalabiliyorken bazıları yanlış bir seçkinin içinde, okurun ilgisini kaybetmesi yüzünden heba oluyor.
Bu açıdan Annemi Öldürdüğüm Hikâyeler harika bir eser. Öykülerin hepsinin aynı evrene ait olduğu hemen hissediliyor. Kitabın genel havasına uymayan hiçbir öykü yok. Hepsi Evrenol’un yarattığı tuhaf, tekinsiz, rahatsız edici ve ürkütücü bir evrenin parçaları. Bu parçaların bazıları başı sonu belirli bir hikâye olarak sunuluyor, bazılarıysa bir rüya sekansı olarak kalıyor.
Kitaptaki 17 öykünün kimileri iki sayfada bitiverirken kimileri on sayfayı geçebiliyor. Ama her birinin tek oturuşta/tek solukta okunduğunu söylemeliyim. Tüm öyküler, yüksek bir merak duygusuyla ve kesintiye uğratmadan okutuyor kendini.
Öykülere daha yakından bakmamız gerekirse (endişelenmeyin, okuma keyfinizi bozacak hiçbir öğeyi açık etmeyeceğim):
Salıncak
İki oğlunu bir parkta salıncakta sallayan bir babanın (ya da anne) ağzından, gerçekliğin sorgulandığı bir iç döküş okuyoruz. Sinemada sık sık başvurulan tanıdık bir konu. Görselliği yüksek bir öykü ama çok kısa olduğu için dünyasına girip çıkmamız bir oluyor.
Küçük Allah
Annemi Öldürdüğüm Hikâyeler’in en uzun öyküsü. Uzunluğun da katkısıyla atmosferi en iyi kurulmuş öykü olabilir. Sizi sürekli tetikte tutan bir olaylar zinciri var. Anlatıcı 9 yaşında bir çocuk olduğu için hikâyenin artan gerilimini daha derinden hissediyorsunuz. Bir çocuğun en güzel anılarını barındırması muhtemel bir yazlıkta geçiyor hikâye. Bir hayli de kanlı bitiyor.
Nazan
Bu öykünün zihnime soktuğu görüntüyü hiç unutmayacağım. Beden dehşeti (body horror) ile cinsel arzuyu tuhaf bir şekilde birleştiren bir öykü.
Çekiç
Elinde çekiç, ayağında topuklular, güzel bir kadın hayal edin. Şimdi de kadının üzerine bir kova kan ve cinnet boca edin.
Aynaşehir
İyi hissettiren ama yine de tuhaflıktan ödün vermeyen bir bilimkurgu öyküsü. Bilimkurgu yerine fantastik de diyebilirdim. Öykünün çok kısa olması üzücü.
Daydream In Blue
Evladını kaybeden bir anneyle uzaydan gelen bir ziyaretçiyi karşı karşıya getirirsek ne olur? Ya da bunların hepsi bir düştür, kim bilir?
280. Kat
Aldatıldığını düşünen bir adam eşini takip ediyor ve hayal bile edemeyeceği bir şekilde eşine kavuşuyor. Bilimkurgu ve beden dehşeti bir arada.
Halime Hanım
Kültürümüzdeki kimi olağandışı öğelerle batının dehşet üretirken kullandığı öğeleri şahane birleştiren bir öykü. Böyle bir ölümü kimse istemez.
Volkan Bey’in Kedisi – Diş Perisi Efe – Napolyon
Bu üç öykü de rüyaları merkeze alıyor. Her biri de çok tuhaf ama sundukları gerçeklik çok zayıf olduğu için tuhaflıkları etkisiz kalıyor. Kitabın en zayıf öyküleri de bunlar bana göre.
Sepsis
Evrenol, Annemi Öldürdüğüm Hikâyeler’in sonundaki notlarda şöyle diyor: Kitaptaki tek gerçek ve (en) yaşanmış hikâye bu diyebiliriz. İsminin imlediği üzere enfeksiyonun sebebini öğrendiğiniz zaman çok şaşıracaksınız.
Mithat Abi
Bu öyküde fantastik, bilimkurgusal ya da doğa dışı korkuya dair bir öğe yok ama çok tuhaf bir mahalle var. Gerçek olamayacak kadar rahatsız edici olaylar yaşanıyor ama diğer yandan okur olarak böyle olayların olabileceğini de biliyorsunuz. O yüzden rahatsız ediciliği yüksek bir öykü.
“Gerçek, kurgudan daha tuhaftır, çünkü kurgu, olabilirlikleri gözetmek durumundadır; gerçeğin öyle bir zorunluluğu yoktur.” – Mark Twain
Milan’a Selam Avrupa’ya Devam
İsmiyle müsemma bu öyküde genç bir adamın 1999 yılındaki Galatasaray – AC Milan maçına en yakın arkadaşıyla gidişini ve maçtan önce yaptığı akıl almaz şey üzerine düşüncelerini okuyoruz. Anlatıcımız maçı ayrıntılarıyla bize aktarıyor ve biz anlıyoruz ki yaptığı korkunç şeyin gerçekliğinden uzaklaşmak ve aklını korumak için bir kaçış bu maç.
Annesinin Beyni
Bu iki kelime size ne çağrıştırıyorsa muhtemelen okuyacağınız şey kadar tuhaf değildir.
Omega Sahil
Bu öykü yazarın Omega Vatan adlı romanının son bölümünün farklı bir hâli. Romanı okumadan da öyküden keyif alabiliyorsunuz. Evrenol yine sizi hikâyenin içine çabucak çekiyor ve orada tutuyor. Kitapta zaman zaman bilimkurguya göz kırpılıyor ama bu öykü tam bir bilimkurgu öyküsü. Anlatılanlar bilimkurgu okurları için yeni değil ama hikâyenin sonunda varılan yer anlamlı.
Babam ve Deniz
İnsanın içini ısıtan bir anı/anma metni. Kitabın tematik bütünlüğüne hiç uymuyor ama yazarın sesine çok yakışan bir veda.
Tuhaflığı Ürkütücü Bir Şekilde Kullanmak Üzerine
Evrenol’un öyküleri hepimizin hayal edebileceği bilindik bir dünyaya açılıyor ama sonra hiç tahmin edemeyeceğiniz bir olayla son buluyor. Bunu size garanti edebilirim. Öyküleri okurken onların nereye doğru gittiklerini asla tahmin edemeyeceksiniz. Böyle olunca diğer öyküye hevesle geçmek istiyorsunuz.
Öyküler genelde rahatsız edici öğeler barındırıyor. Gore diye tanımlanabilecek sahnelerle karşılaşıyorsunuz. Her türlü insan sıvısını içeren bu sahneler, Evrenol’un sinemadan devşirdiği görselliği yüksek anlatım biçimi ile birleşince hazmetmekte bir hayli zorlanıyorsunuz.
Kanımca, tuhaflığı ürkütücü bir şekilde kullanmak zor bir iş. Beyaz perdeye ya da kâğıt üzerine bolca kan sıçratıp insan bedenini olmadık hallere sokmak korkutucudan ziyade gülünç olabiliyor bazen. Hikâyenin çok fazla kan ve tuhaflığa bulanması etkisini bir süre sonra kaybediyor. Kitaptaki öyküler bu açıdan şahane bir dengede seyrediyorlar. Yazar, her öyküde kendinizi rahat hissettiğiniz bir gerçeklik zemini sunuyor size, rahatlıyorsunuz, zaman zaman önünden geçtiğiniz bir apartmana benziyor okuduğunuz; kapıcının eşi Halime Hanım’ı gözünüzde canlandırmanız zor olmuyor ya da boşanmış bir annenin çocuğuyla ilgili endişelerini anlayabiliyorsunuz. Sonra işler tuhaflaşıyor, Evrenol size sunduğu zemini sarsmaya, sıvılaştırmaya, saydamlaştırmaya, paramparça etmeye başlıyor: tuhaf bir uzay gemisi geliyor, oyuncaklar kana bulanıyor, bedenler bozulup dokunaçlar ortaya çıkıyor.
Annemi Öldürdüğüm Hikâyeler’de bazı öykülerin neden çok kısa olduğunu okudukça anlıyorsunuz. Örneğin Annesinin Beyni sadece 2 sayfa. Uzadıkça etkisini yitirip gülünçleşebilecek bir hikâye bu. Yazar zihninize o sahneyi bırakıp gidiyor. Öncesini ve sonrasını düşünmenize gerek yok. Size sunulan o keyifli rahatsızlığın keyfini çıkarıyorsunuz. Kısa metraj bir korku filmi izlemek gibi.
Eğer kısa ve etkileyici öyküler seviyorsanız Annemi Öldürdüğüm Hikâyeler sizi memnun edecek.
Kapak, İç Resimler, Ekler
Annemi Öldürdüğüm Hikâyeler kitabında her öyküye şahane bir görsel eşlik ediyor. Her biri farklı bir sanatçı tarafından yapılmış bu resimler, her hikâyenin kendi atmosferine ve toplamda kitabın atmosferine müthiş bir katkı sağlıyor. Bu çizimlerden biri olan kapak görseli Moklich adlı sanatçıya ait. Ayrıca kitabın tamamına hakim olan siyah-kırmızı tasarım da çok etkileyici.
Stephen King’in öykü kitaplarında gördüğümüz bir hoşluğu Can Evrenol da yapmış: Kitabın sonunda her öykünün ilhamını nereden aldığını, öykünün nereden doğduğunu kısaca anlatmış yazar.
Annemi Öldürdüğüm Hikâyeler kitabı hakkındaki yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilir, daha fazlası için bizleri Google News’ten takibe alabilirsiniz.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!