in ,

Yalın Tutku: Tutkunun Yok Edici Ateşi ile Yüzleşmeye Hazır Mısınız?

Annie Ernaux imzalı Yalın Tutku, aşkın yalnızlaştırıcı ve yok edici gücünü tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.

Annie Ernaux ve Yalın Tutku Üzerine Bir İnceleme
- Reklam -
- Reklam -

“Beni gizlice takip eden bir panter var:
Bir gün ölümüm O’nun elinden olacak;
Koruyu yangın yerine çevirdi açgözlülüğü,
Güneşten daha fazla gurur duyarak dolanır durur.
En yumuşak, en rahat şekilde kayar şu adımı,
İlerler hep ardımdan;
Tahribatı gaklar ekinkargaları, sıska baldırandan:
Av başlamıştır ve atlanmıştır tuzaktan.
Dikenle derimi soymuşken sürüklerim kendimi kayalara,
Yorgun argınım sıcak beyaz öğle boyunca.
Damarlarının kırmızı ağı boyunca
Hangi ateştir koşan, hangi arzudur uyanan?”

Takip (Pursuit), Sylvia Plath

Sylvia Plath Takip şiirinde tutkuyu, içten içe kemiren ve nihayetinde yok eden bir güç olarak betimler. Bu karanlık ve alevli enerji, Annie Ernaux’nun Yalın Tutku eserinde bambaşka bir şekilde, fakat aynı yok edici kudretle karşımıza çıkıyor.

- Reklam -

Edebiyat Dünyasında Bir Devrim: Annie Ernaux

Kaydedilmeyen ya da dikkate değer bulunmayan her şeyi titizlikle irdeleyen ve bir arşivci duyarlılığıyla toplayıp belgeleyen Annie Ernaux, anı ve roman arasında gidip gelerek kurgu ve kurgudışının sınırlarını ustalıkla zorluyor, edebiyata yeni bir soluk getiriyor. Kimi zaman bir ülkenin kimi zaman anne-babasının yaşamından kesitler sunan Ernaux’un yazılarının ortak noktası ise yabancılaşmaya ve acıya ortak bir erişim imkânı sağlaması. Edebiyatı evrensel bir deneyim alanına dönüştürmesi ve bu yenilikçi yazı stili Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmasındaki en güçlü etkenler arasında yer alıyor.

Annie Ernaux, anıların ruhumuzda bıraktığı izleri yalın ve yıkıcı bir dille acımasızca hatırlatıyor. Günümüz edebiyatında kadınların cinsellik hakkında yazmaları hâlâ bir tabuyken yazar bu kalıpları yıkıyor ve duygularını filtrelemeden acı verici bir keskinlikle anlatıyor.

Yalın Tutku: Tutkunun Sessiz Tragedyası

Çağdaş Fransız edebiyatının cesur ve yenilikçi isimlerinden Annie Ernaux, Yalın Tutku ile kişisel deneyimlerinden yola çıkarak bireysel kimliğin ötesine geçiyor. Geçmişinin parçalarını bir yapboz gibi birleştirerek okuru tüm insanlığın ortak deneyimine dair derin bir düşünceye sevk ediyor: TUTKU!

Annie Ernaux

Yazar, evli ve yabancı bir adamla yaşadığı sekse dayalı ilişkiyi tüm ahlaki yargıları geride bırakarak anlatıyor, insan kalbinin yoğun tutkulara nasıl kapıldığını ele alıyor, gözler önüne seriyor.  Beklemenin acısı, umuda bağlı bir yaşamla birleşerek yazarla birlikte okurun da kalbini incitiyor.

 “Geçen yılın eylül ayından bu yana bir erkeği, bana telefon etmesini, evime gelmesini beklemekten başka bir şey yapmadım. Markete, sinemaya gidiyor, kuru temizleyiciye giysiler götürüyor, okuyor, ödev kâğıtlarına bakıyor, tamamen eskisi gibi davranıyordum ama bu eylemlere uzun süredir alışık olmasaydım, fevkalade bir çaba harcamadan hiçbirini yapamazdım. Özellikle konuşurken, eski gücümle yaşadığımı sanıyordum. Düşüncemin yahut irademin gerçek bir katkısı olmaksızın, sözcükler ve tümceler, hatta kahkahalar dökülüyordu ağzımdan. Zaten yaptıklarımı, gördüğüm filmleri, karşılaştığım insanları artık belli belirsiz anımsıyorum.”

Kitap yalnızca 51 sayfadan oluşuyor. Ancak sözcüklerin arasına gizlenmiş yoğunluk, okuma sürenizin çok ötesinde sizi sarıp sarmalıyor. Annie Ernaux, utanç, bağımlılık ve kendine acıma gibi duygulara teslim olurken bunları dürüstçe itiraf ediyor.

Aşkın ve tutkunun sancılı doğası varolmanın dayanılmaz hafifliği ile çarpışıyor. Ortaya, bir kadının tüm benliğini tüketen bir ilişkiye nasıl kapıldığını gösteren bir tablo çıkıyor. Tutku; dünyayı basitleştiren, hayatı alevlendiren, varoluşa renk katan bir deneyim gibi görünüyor ancak bunun tam tersi yaşanıyor. Yalın Tutku’da bu duygu korkutucu ve hastalıklı bir karanlığa bürünüyor. Zaman acı verici bir bekleyiş hâlini alıyor. Tutku, varoluşu genişletmek yerine daraltıyor, kişiyi kendi çevresinde dönen boş bir yörüngeye mahkûm ediyor. Aşk bir yükseliş değil, soyutlanma.

Yalın Tutku - Annie Ernaux

Kaybetme korkusu, arzular ve yoksunluk… Sevgilinin gelişi ya da bir telefon çağrısı dışında dünya bulanıklaşır. Tutkunun bireyi nasıl içten içe kemirdiğine, kimliğin sınırlarının nasıl aşındığına tanık oluruz. Kendini gerçekleştirme ve bir olma deneyimi, yok olmaya dönüşür.

Klasik anlatıların aksine aşk bireyin eksikliğini tamamlamaz, daha çok eksiltir. Kendinden vazgeçme Ernaux’da sessiz bir trajedi gibi: Anlatıcı eski hayatının parçalarını yavaşça unutur; geçmiş, geleceğe dair planlar ve hatta kendi bedeninin özerkliği bile tutkunun mutlak hâkimiyeti altında erir. Ernaux, bu derin yalnızlığı ve kaybı öyle yalın ama sarsıcı bir dille anlatır ki biz de kendi içimizdeki boşluklarla yüzleşmeden edemeyiz. Tutku, bir zamanlar hayatı alevlendiren bir kıvılcımken, sonunda küle dönen kimliğimizin sessiz ağıdı olur.

- Reklam -

Gustave Flaubert ve Annie Ernaux: Tutkunun Yok Edici Doğası

Gustave Flaubert ve Annie Ernaux, eserlerinde tutkunun insan ruhunda yarattığı tahribatı benzer bir şekilde işler.  Flaubert’in Madame Bovary adlı eserinde Emma Bovary, aşkla hayatını yüceltmeyi arzulayan bir kadındır. Ancak tutkusunun, onu tüketen bir yok olma süreci olduğunu görmekte zorlanır. Emma’nın tutkusu, başlangıçta ona hayatın anlamını sunar, ancak giderek onu başka bir dünyadan, diğer insanlardan koparan bir çileye dönüşür. Emma’nın büyük hayalleri, hayatla arasında gerçek bir bağ kurmayı engeller ve sonunda kendini tamamen kaybetmesine yol açar.

Annie Ernaux Yalın Tutku’da benzer bir süreç işliyor. Arzu, başlangıçta yaşamı anlamlı kılmaya çalışırken, zamanla onu yok ediyor. O, tutkunun içinde ileriye dönük bir yenilenme değil, sürekli bir gerileme yaşıyor. Tıpkı Emma gibi, tutku onu kişisel kimliğinden ve dünyaya bakışından yavaşça uzaklaştırıyor.

Özetle hem Flaubert hem de Ernaux’nun eserlerinde yaşamı genişletme değil, daraltma sürecidir. Ruhsal bir yıkıma yol açarken her iki tarafta da yürekteki boşluğu daha belirgin hâle getirir.

Tutkunun Ardından

Annie Ernaux Gençliği

Bir zamanlar onu yakıcı bir şekilde sarıp sarmalayan tutku, bugün sadece geçmişin hatırasıdır. Bir zamanlar kalbini ateşle yakmış olan o duygular şimdi soğumuştur. Bütün bu duygular, artık sadece acı bir tebessümle, kaybolan zamanın ve kaybedilen benliğin birer hatırlatıcısı olarak anımsanır.

“Çocukken benim için lüks, kürk mantolar, uzun elbiseler ve deniz kıyısındaki villalardı. Daha sonra, bunun entelektüel bir yaşam sürmek olduğuna inandım. Şimdi bana öyle geliyor ki lüks aynı zamanda, bir erkeğe ya da bir kadına olan tutkuyu yaşayabilmektir.”

Zamanı bu süre içinde tüm bedeniyle bambaşka biçimde yaşayan yazar, her şeye rağmen tutkunun bir zenginlik olduğunu düşünerek ona sahip çıkıyor. Zor olsa da bu gücü hissetmek, yaşamak ve ona sarılmak, insanın kendini tüm derinlikleriyle keşfetmesine olanak tanıyor.

Peki ya siz? Her şeye rağmen tutkuya sarılmayı mı yoksa bu duyguyu size bahşedene yüz çevirip uzaklaşmayı mı seçerdiniz?

İlginizi Çekebilir: Dünyaca Ünlü Yazarlardan Hayat Değiştiren Kitap Önerileri

Fikirlerinizi yorumlarda veya Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilir, daha fazlası için bizleri Google News ve WhatsApp kanalımızdan takip edebilirsiniz.

Gülçin Kaya

1993’ten bugüne kitaplara, resimlere, notalara, evrenin her bir köşesine seyahat ediyor. Eğlenceli, zamansız ve mekansız yolculuk serüvenini paylaşmaktan büyük mutluluk duyuyor.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

The Gilded Age 3. Sezon Yolda | İlk Fragman

HBO’nun Dönem Dizisi The Gilded Age’in 3. Sezonundan İlk Fragman

X-Libris Kitap: Fantastik ve Gizemli Dünyalar Tek Çatıda

X-Libris Kitap, Genç Okurları Fantastik ve Gizemli Dünyalarla Buluşturuyor