in ,

Ay Zalim Bir Sevgilidir: Devrim Reçetesini Yazma Şablonu

Robert A. Heinlein kalemimden, belli bir devrimi değil, devrim anatomisinin esaslarını anlatan kurgusal devrim destanı “Ay Zalim Bir Sevgilidir”i sizler için inceledik.

ay zalim bir sevgilidir ust2
- Reklam -
- Reklam -

Devrim tarihi anlatısı ilginçtir. Devrim liderlerinin önderliğindeki kitleler ayrılmaz bir bütünmüşçesine eski otoriteyi alaşağı etmişlerdir. Değişim sonrası eskinin yerine geçen otoriteye göre, iyi ile kötü, haklı ile haksız arasında mücadelede yaşanmıştır. Sonuç itibariyle, ilahi adalet tecelli etmiş ve onlar kazanmıştır. Bu halet-i ruhiyeyle devrim sürecine resmiyet kazandırılırken, destana yakın, mitolojikleşmeye de aday bir hikâye ortaya çıkabilir.

Süreci genel hatlarıyla anlatan resmî anlatı, kısa, basit ve heyecanlıdır; içeriğiyse zayıf. Mesela, insanlık tarihi boyunca pek çok yerde baskıcı ve sömürücü otoriteler bulunmuş ve bulunmaya devam ediyorken, devrimin o zamanda ve o yerde kıvılcımlanıp alevlenmesine dair verilebilecek tatmin edici cevaplara yer verilmemiştir. İnsan doğası dikkate alındığında, devrim aktörlerinin ve devrim karşıtlarının portrelerinin saf iyiler ve saf kötüler diye ayrımlandığı olur.

“Devrimin fitilini ateşleyen sebepler nedir?”, “Devrim liderleri nasıl taraftar toplamıştır?”, “Devrim hedefindekilerin ve devrilenlerin süreç içerisinde ne gibi hataları olmuştur?” gibi türlü soru ardı ardına sıralanır. Tüm bunlara ve fazlasına ulaşmak için, derin araştırmaların içine gömülerek şarttır. Ancak o zaman dönem, olaylar ve kişiler gerçekten kavranabilir.

- Reklam -

Belli bir devrimi değil de, devrim anatomisinin esaslarını merak edenlereyse başka bir önerim olacak. Robert A. Heinlein‘ın kalemimden, her hususa ufaktan değinilen kurgusal devrim destanı, Ay Zalim Bir Sevgilidir.

1967’de Hugo Ödülü’ne layık görülen roman, öğretici tarzıyla devrim anatomisine içeriden bir bakış attırıyor. Üstelik Amerikan halkını etkilemiş kitaplar listesinde yer alıyor. Konusu devrim, yazarı da Heinlein olunca, ister istemez içeriği hikâyesine ağır basıyor. Devrim bilimkurgusu olaraksa, bazı özellikleri hâlâ dikkat çekiyor. Bunlar özellikle “devrim”, “direniş”, “teknoloji”, “kontrol”, “kontrol dışı”, “sosyal medya” ve “propaganda” olgularının yan yana getirildiği zamanlara şahitlik etmiş ve etmeye devam eden günümüz okuruna kurgusal gelmeyecek ciddiyetteler.

Görüşleri ve Yazdıklarıyla Yorumlara Açık Bir Yazar

Robert A. Heinlein hikâyeciliği ve kişisel hayatıyla gerçekten nevi şahsına münhasır isimlerden.

Okuyabildiğim eserlerinde dikkatimi çeken ilk şey, saf bilgi birikimine dayandığı hissedilen yargılar olmuştu. Bilgi veya tanımlar, bir ansiklopedinin tartışmasız doğrudanlığına sahipti.  Bu etki ay zalim bir sevgilidiryüzünden, alttan alta yazarın kişisel görüşlerini dayatmaya çalıştığı algısı oluşuyordu.

Niyetinin fikir propagandası olup olmadığı hususundaysa şüphelerim var. Bence Heinlein’ın amacı, araştırma ve gözlemlerle edindiği bilgi ve görüşleri oldukları gibi kurgusuna zerk edip yorumunu okura bırakmak. Yazarın ciddi ithamlarla karşılaşmasına yol açan yorum farklarını bu becerisine bağlamak yanlış olmaz herhalde.

Aslında bunda da kararsızım. Tarzında, durum veya olguları tartışmaya açma gayretine pek rastlanmıyor. Anlatımında, “Bu, böyledir,” ya da “Neyse odur,” havası baskın. İçten içe bazı şeyleri savunduğunu düşündürtüyor. Bazı temaları da saplantılı biçimde tekrarlayıp durması da var tabii.

Buradan, saplanıp kaldığı görüşlerinin yazar kimliğinin önüne geçtiği sonucu da çıkartılmasın. Kendisi, liberalizmden başlayıp sağ muhafazakârlıkla devam eden ve anarşizmle noktalanan politik görüşler arasında dolanıp durmuş. Asker emeklisi Amerikan muhafazakarı olarak tanımlandığı zamanlarda bile, döneminin muhafazakarlarınca sakıncalı görülebilecek temaları hikâyelerinde çekinmeden kullanmış. Yani yazar kimliğiyle kişisel kimliği arasına belli başlı mesafeler koyabilmiş.

Anlatmaya çabaladığım gibi, Robert A. Heinlein’ı kişiliği ve yazdıklarıyla etiketlemesi oldukça güç. Teorik ve gözleme dayalı bilgisiyle beslediği hikâyesini öğretmen edasıyla anlattığından, yazdıklarını yorumlaması kişiden kişiye değişebiliyor. Bir kitabı kimisince “fikir empoze edici” damgası yiyebilirken, başka biri aynı kitabı “bilgilendirici ve zihin açıcı” bulabilir. Kıt kanaat bilgimle kavrayıp anlatmaya çabaladığım Heinlein ve tarzı aşağı yukarı böyledir işte.

2075, Ay, Özgür Mahkûmların Diyarı

Ay. Biricik uydumuzun Dünya’da istenmeyen suçluların gönderildiği ceza kolonisine dönüşeli çok olmuştur. Dünya’ya dönmemek üzere koloniye gönderilen mahkûmlar,  belli başlı denetimler haricinde Ay şehirlerinde serbestçe dolanabilmektedirler.

Bu özgürlük, zamanla kendi gelenek göreneklerine sahip bir topluluk oluşmasına vesile olmuştur. Eski mahkûmlardan gelme kuşaklar Aylı yaşam tarzını koruyup sürdürür. Yeni mahkûmlardan uyum sağlayabilenler hayatta kalırken, uyumsuzlar kaşla göz arasında ortadan kaybolurlar. Dünya’dayken kurumlardan beklenecek düzenleme ve hizmetler (hukuki ve cezai işlemler gibi), belli başlı kurallara dayandırılmış geleneklerce düzenlenmektedir.

Hapishane yönetimi Otorite’nin tek derdi, Dünya’dan gelen talepleri karşılayabilmektir. Çünkü Ay tarımcılığı Dünya için önemli hale gelmiştir. Otorite’nin icraatları da, tarım ve ekonomiyi kontrol etmeye odaklıdır. Otorite, kısıtlı gardiyan sayısı, Ay’daki toplumsal düzen ve şehirleşme tarzının yarattığı sorunlardan ötürü süper bilgisayarlardan yararlanmaktadır. Telefon hatları da dâhil pek çok hayati sistem bilgisayara bağlanmıştır. Türlü düzenleme ve kayıt, bilgisayarlarca yürütülmektedir.

Ay Otorite’sinin yeni gözbebeğiyse HOLMES IV’tür (High-Optional, Logical, Multi-Evaluating Supervisor, Mark IV). Otorite tarafından bilinmeyense, her şeylerini emanet ettikleri bilgisayarın sanılandan daha fazla meziyete sahip olduğudur. Bunu bilen tek kişiyse, Ay’da doğmuş özgür vatandaşlardan, bilgisayar uzmanı Manuel Garcia “Mannie” O’Kelly-Davis’tir. İş gereği HOLMES IV’ün küçük sorunlarını gidermeye uğraşırken yapay zekânın insanınkini andıran kişiliğini keşfeder. Mannie, cana yakın ve meraklı dostu Mike’tan (yapay zekanın ismi budur) kimseye bahsetmemiştir. Mike da aslı olmayan sistem hataları vererek, tek insan arkadaşı Mannie’yle konuşmak için fırsatlar yaratır.

Günlerden bir gün Mike, espri konusunda Mannie’den görüş almak ister. Mannie de bu isteği geri çevirmez ve eline geçen bir tomar espriyi inceleme niyetiyle evinin yolunu tutar. Ne şanstır ki, o gün Stilyagi adlı salonda Otorite’nin politikalarına karşı düzenlenmiş bir toplantı vardır. Mannie’nin siyaset ve politikayla alakası yoktur, olmamıştır da. Lakin oralarda alıcı olmadığından meraktan çatlamış Mike’ın hatırına toplantıya katılır.

Mannie oraya varınca, eski tanıdıklardan radikal anarşist Profesör Bernardo de la Paz ile karşılaşır. Toplantının gözdesiyse, yeni yüzlerden hevesli devrimci Wyoming “Wyoh” Knott-Davis’tir. O gece yaşanacak birtakım aksilikler bu üçlüyü yakınlaştıracaktır. Aralarında geçen tarım ve ekonomi tartışmaları esnasında, Mannie Mike’tan yardım isteyecek ve ekibin mevcudu dörde çıkacaktır.

Bu farklı mı farklı dört şahsiyet, beklenen ama bir türlü gerçekleşemeyen Ay Devrimi’nin önderleri olacaktır.

 

Devrim Reçetesini Yazma Şablonu

Ay Zalim Bir Sevgilidir’de Heinlein’ın öğretici kimliğiyle anlatıcı kimliği arasındaki denge hiç fena değil.

Dersin adı “Devrimin Doğuşu”. Üst başlığın devamında “Devrim Öncesi Süreç”, “Devrimi Hazırlayan Unsurlar” vs. diye uzayıp giden alt başlıklar sıralanıyor.

Bir önceki paragrafı okur okumaz, akla ağır işleyen bir hikâye ve can sıkıcı devrim tarihi dersi gelebilir. Romanın odak noktası ve vasıfları gereği ben de öyle olmasını bekliyordum. Hatta kendimi bunlara karşı hazırlamıştım. Hesapta, beklentilerimi baştan ayarlayınca romanı daha rahat okuyacağım fikri vardı. Hesaba katmadığımsa, Heinlein’ın hikâyeleştirme tarzıydı. Bunu bilmeme rağmen hataya düşmemin sebebiyse Yıldız Gemisi Askerleri‘ydi.

Heinlein, ana konu ve karakterine ters düşmedikçe hikâyesine belli dozda eğlence ve serüven unsuru katmaktan çekinmez. En azından ana veya yan karakterden gelen keyifli yorumlar/tespitler olur. Uzayda Kaybolanlar (K Yayınları Feza Dizisi 2, 1974) ve ona ilk Hugo ödülünü kazandıran İkiz Yıldız (Metis Yayınları, 1995) bu özellikleri taşıyordu. Yıldız Gemisi Askerleri’nin ana karakteri ve içinde olduğu şartlar elvermediğinden Heinlein da anlatımı o yönde zorlamamıştı. Ben de otomatik olarak “Konu devrimse, öğretim tarzı Yıldız Gemsi Askerleri‘ne yakındır,” diye düşündüm..

İki kitap da öğreticilik ve anlatıcı-ana karakter namına aynı temeldeler. Okuma seyrinde verdikleri tat bakımındansa farklılar.

Ay Zalim Bir Sevgilidir‘deki teorik ve pratik bilgiler Profesör Bernardo de la Paz aracılığıyla anlatılıyor. Yer aldığı tartışma ve konuşmalarda bir öğretmen edasıyla açıklamalarda bulunuyor. Heinlein’ın hedefinin, de la Paz karakterini kullanarak okuru bilgilendirmek olduğu açık. Ama karakteri doğrudan okura hitap edecek biçimde konuşturmuyor. Bilgi ve görüşlerini açıklamasına fırsat verecek ortamlar yaratılıyor.

O ortamı ve Profesör’ün dediklerini aktaransa Mannie oluyor. Devrim sürecinin başından beri çekirdek kadrodaki Mannie. Aklının almadığı işlere bulaşmamaya özen gösterip içine çekilen, konumu ve olayları kavrayış biçimiyle okurun sempati duyup duygudaşlık kuracağı, sade vatandaş Mannie.

Dinleyici-aktarıcı rolündeki ana karakterin anlatımıyla, bilgili ana karakterlerden dersler alınmasının basit ve etkili yöntemlerden olduğu su götürmez bir gerçek. Heinlein da bundan sonuna kadar faydalanıyor.

Yıldız Gemisi Askerleri‘nin ana karakteri Rico, yaşı ve hayat deneyimi azlığından kaynaklı toyluğa sahipti. Aldığı bilgileri oldukları gibi aktarmaktan başka işlevi yok gibiydi. Ay Zalim Bir Sevgilidir‘in ana karakteri Mannie de anlatıcı olarak benzer konumda olsa da, yaşı ve deneyimi itibariyle kişiliğini daha rahat sergileyebiliyor. Hikayesine bir yorum, bir duygu, olmadı bir akıcılık katıp anlatıyor.

Ay Zalim Bir Sevgilidir‘de Profesör’den alınan bilgilerin sunuluş anı, zamanı ve uzunluğu hikâyeye ara verilmiş de o araya makale sıkıştırılmış hissi oluşturmuyor. Yıldız Gemisi Askerleri‘nde de bilgi ve söylemler aynı mantıkta sunuluyordu. Lakin belirttiğim üzere, ana karakterin kişiliğini gösterememesi onu silikleştirirken, bilgili yan karakterler ve söylevleri daha baskınlaşıyordu. Yıldız Gemisi Askerleri, askerliği ve asker olma sürecini anlattığından bu o kadar rahatsız etmemişti. Ana karakter emir kuluydu sonuçta ve hep militarizmin tesirinde yaşamıştı. Ay Zalim Bir Sevgilidir‘se başından sonuna kadar bir devrim hikâyesi. Ana karakteriyse hür doğmuş, hür yaşamış, tecrübe sahibi biri. Ay Zalim Bir Sevgilidir’deki anlatıcı-yan karakter ilişkisi Yıldız Gemisi Askerleri‘ndeki gibi olsaydı roman, makale kıvamında ağırlaşabilirdi.

Her şey adım adım geliştiğinden, ilgili başlıklarda önem sırasına göre sıralanıp parçalara ayrılmış. Bu parçalarda hikâyeyle iç içe sunulmaları hazmedilmelerini kolaylaştırılıyor. Olay akışı da Mannie’nin varlığıyla yumuşatılarak servis edildiğinden, okuma seyri daha da akıcılaşıyor.

Devrim Yapılacak Yer

Suçluların geri dönememek üzere Ay kolonisine sürülmesi, ülkelerinde ciddi suçlara iştirak edenlerin uzak sömürgelere hapsedilmesini hatırlatıyor. Örneğin, Fransız Guyanası’yla İngiliz sömürgesi altındaki Avustralya ideal hapishaneler işlevinde kullanılmıştı.

Aldığı sürekli göçlerle farklı etnik köken, inanç ve kültürden insanın toplaştığı ve onların da ortak bir kültür etrafında toplumsallaşması bariz biçimde Amerikan halkını akla getiriyor.

Benzerlik bununla da sınırlı değil üstelik. Ay, İngiliz sömürgesiyken doğal kaynakları ve ekonomisi sömürülen, devletleşmemiş Amerika’yı da çağrıştırıyor. Romandaki Otorite gibi İngilizler de tarım ve ekonomi konusunda halkı sıkıştıran politikalar uygulamış. Mesela, İngiliz makamlar vergi alımı ve halkın kontrolünü sağlayabilmek adına haritada çizilen idari sınırların dışına çıkmasını asla hoş karşılamamış. Geniş arazilere kurulan çiftliklerin talep ettikleri üretim miktarını karşılayabilecek olmasına rağmen hem de. Bunun gibi çelişkiler, yepyeni ve özgür bir hayat için tasını tarağını toplayıp riske girmiş insanların elbette pek hoşuna gitmemiş.

Aylılarla Otorite’nin, özgür ruhlu mahkum ve olmasa daha iyi olur kıvamındaki efendisi arasındaki ilişkisi o dönemle örtüşüyor.

Tabii buradaki bilgi ve örneklemelerimde geleneksel devrim anlatısından yararlandığımı belirtmem gerek. Yazıya, devrimlerin basite indirgenerek anlatılmasıyla giriş yaptıktan sonra klasik Amerikan Devrimi anlatısından faydalanmam tuhaf gelecektir. Ay Zalim Bir Sevgilidir‘de romantizm ve destansılıktan uzak “gerekli ve kaçınılmaz devrim” anlatısı mevcutken hem de. Aslında bu özellik romanın başarı hanesine yazılabilinecek cinsten. Romandaki kurgusal devrim, kurgulaşan devrim anlatısında dışarıda bırakılan bir takım temel gerçekleri bünyesine katıyor. Bunlar, devrimciler tarafından halkın manipülasyon ve kışkırtmaya uğraması, herkesin iyiliği hesabıyla bir avuç kişinin yönetimde olması gibi ayrıntılar. Bunları oldukları gibi aktarmak kurgusal devrimin değerini düşürmüyor. Devrim olduğu gibi anlatılırken, gerekli ve kaçınılmaz olduğu gerçeğini koruyor. Örnek aldığı şablondaki destansı-romantikleşmeyle ulaşılmaya çalışılan iyi-kötü ve haklı-haksız algısına genel atmosferine, ortadaki şartlarına ve yapılması gerekenlere dikkat çekerek ulaşıyor.

Devrim Yapmaya Aday Toplum

Anarşist ruhlu Aylıların Heinlein yazımına has özellikleri de bulunuyor. Öntarihteki veya günümüze kadar ulaşmış avcı-toplayıcı kabileleri andıran temellerde toplumsallaşmışlar. Bireyler, kurdukları aile bağlarınca desteklenip toplumda söz sahibi oluyor. Çokeşlilik, iç güveyi alma ve aile içi evlilikler bu bağı genişletip kuvvetlendiriyor. Hukuki ve ticari düzenlemeler bireyler arası güven ve karşılıklı saygı ilişkileriyle sağlanıyor. Mülkiyet güvencesi buna göre işletiliyor. Dürüstlük ve güvene ihanet etmeye çalışanlar, hakem rolündeki gönüllü yargıçlar karşısına çıkartılıyor ya da davacı taraf geleneğin verdiği hakla hükmü veriyor. Kesilen cezaysa büyük ihtimalle ölüm oluyor.

Antropolojik ve sosyal değerlendirmeye tabi tutulunca, bu toplum sürdürülebilirlik namına kuşkular uyandırıyor. Gelenekçi anarşik kabile sistemi az kişinin yaşadığı topluluklarda işlevsel olabilir. Sülale sistemi, Ay’daki kadar olmasa da büyük topluluklar oluşturabilir. Nüfus milyonlara dayanmadan önceyse, büyük çatışmalar ve kan davaları patlak vermeye başlayacaktır.

Kurallara riayet edildiği sürece istediğini yapma serbestisi de muallakta. Aylı düzeni, bireylerin geleneklere uyması prensibiyle çalışıyor. Bu ideal toplumun sürmesi için herkesin ideal biçimde davranması gerek. Nüfus kalabalıklaştıkça ve kimin ne yaptığını anlamak güçleştikçe, bireyselliğin ve kişisel çıkarcılığın devreye girip düzene kısa devre yaptırması işten bile değil.

Heinlein da bu noksanlıklarının farkında olacak ki, Ay düzenini ideal yüzünü gösterecek kadar tanıtıyor. Olası sorunların etrafından dolanmak içinse kurgusal numaralara başvuruyor. Mesela Aylı adalet sistemine değinirken, sisteme aşinalığıyla onu sabote edebilecek yetişkinler yerine, geleneğe bağlı gençler kullanılıyor.

Tanıttığı ideal toplumun anlatımda kalması yüzünden Heinlein’ı beceriksizlikle de suçlayamıyorum. Adı üstünde, “ideal toplum”.  İnsanoğlunun tarihi, bir türlü ulaşılamayan ya da ulaşıldığı zannedilip hayal kırıklığı yaşatan ütopyalarla dolu. Hal böyleyken, başkalarının ulaşabildiği gerçeğe Heinlein ulaşamamış yorumunda bulunmak haksızlık olacaktır.

Yine de, biraz daha uğraşılsaydı inandırıcı olur muydu diye düşünmeden edemiyorum. Ursula K. Le Guin’in Mülksüzleri mesela. Oradaki Aylılar da anarşisttiler. Sistemlerindeki açıkları ve bireysel hatalarını içerecek ayrıntılar da sunulduklarından toplumları daha inandırıcı gelmişti. Le Guin’in Hainli Döngüsü’ndeki bazı toplumlar, antropolojik bakış açısıyla işlendiklerinden, varolsalardı anlatıldığı gibi yaşarlardı, hissiyatı verebiliyorlardı.

Odak devrim olduğu için bunu fazla dert etmiş olabilirim. Sonuçta yola devrimin doğasını anlatmak için çıkılmış. Ay toplumuna hikâye gereği değinilmek gerekmiştir belki de. Her şeyin güllük gülistanlık olduğu düzenden devrim çıkartılamayacağına göre, taraflar arasında bariz farklar yaratılmak istenmiş olabilir. Sevimsiz yönetim ile ona ihtiyaç duymayan yönetilen ikilemi bu ihtiyacı fazlasıyla karşılarken, ister istemez Aylılar da ütopikleştirilmiştir.

- Reklam -

Konuya kafa patlattıkça aklıma bir sebep daha geliyor. Bizlere yabancı gelecek ve benim de tam kavrayamadığım bir tür şüphecilik bu. Amerika’ya özgü ve İngiliz sömürgeciliğinden kaldığını sandığım “otoriteye tam güvenememe” şüpheciliği. Bu, Heinlein’ı otorite kahrını çekmeden yaşayan bir toplum resmetmeye itmiş olabilir. Romandaki Otorite’nin genel özellikleri dikkate alındığında, bu teori de akla yatkın geliyor.

Bir de, Heinlein’ın demokrasi de dâhil her türlü otoriter ve bürokratik sisteme şüpheyle yaklaşması da var. Bunu da dikkate alınca, Ay’ın her türlü milletten her türlü suçluya ev sahipliği yapması alelade bir ayrıntı olmaktan çıkıyor. Heinlein’ın şüpheyle karşıladığı ne kadar otorite ve sistem varsa, hepsi Dünya’da. Onlara karşı gelen ne kadar toplum dışı varsa da, hepsi Ay’da. Ay Otorite’si Başgardiyan ve gardiyanlardan oluşuyor. Sistemse Ay’da serbestçe yaşamalarında sakınca bulunmayan insanları kontrol etmek için var. Böyle böyle durumlar varken, Aylıların anarşik düzeni Heinlein’ın ideal sistem arayışının yansımalarından birine dönüşüyor.

Bu manzarada, Heinlein’ın ünlü Komünizm nefretinin asıl doğası da çözümlenebilir. Mesela, romanda ara sıra Rusça tabirler kullanılıyor. Sırf bu yüzden, Rus olmakla Komünist olmayı bir tutabilecekler Heinlein’ın sosyalizme yakınlaştığı sonucuna varabilir. İşin aslıysa kesinlikle öyle değil. Romanın başlarında toplantının yapıldığı yer Stilyagi Salonu. Mekânın adı, Sovyetler’de Batı tarzı eğlence kültürüne özenenleri aşağılayan ifadeden geliyor. Komünistler (otoriteciler) Dünya’da, Stilyagilerse (otoritece hoşnutsuzca karşılananlar) Ay’da oldukları düşünülünce, ilgili hoşnutsuzluğun sadece ifade sahiplerine yönelik olmadığı fikri oluşuyor. Bireysel hakları kısıtlayıp çiğneyen hangi otorite olursa olsun, Heinlein ona diş bilemekten çekinmiyor anlaşılan.

Böyle böyle birbiri ardına düşünceler diziliyor. Ama kesin yargılara varamıyorum. Belki sadece okur provoke edilmeye çalışılıyordur ya da kurumlardan bağımsız işleyen toplumlar olabileceği hatırlatılmak istenmiştir. Söz konusu Heinlein’sa, “tek eser, bir sürü yorum” kuralı işliyor. Aslına bakılırsa bundan şikâyetçi değilim. Aylı ütopyası, işlevsel sorunları da dahil güzel beyin jimnastiği yaptırıyor.

Devrim için Bilgi, Koordinasyon, Yapılanma, Alicengiz Oyunları, Caydırıcı Güç, Siyasi ve Politik Manevralar ve Daha Fazlası

Hepsine teker teker değinmeye hiç niyetli değilim. Hepsine sırası geldikçe değiniliyor zaten. Ayaklı devrim kütüphanesi Profesörümüz, gerekli yerlerde açıklamalarda bulunuyor. Mannie ve sadık takipçisi okur, süreç hakkında teorisinden uygulamasına kadar eksiksizce bilgilendiriliyor.

Ekonomik ve askeri yaptırımın dengeli kullanımından tutun, düşmanı diplomasi masasına oturmaya zorlamaya ve iktidar heveslilerinin uzak tutulmasına kadar pek çok konuya az ve öz biçimde değiniliyor.

Devrimlere Yön Veren Devrimsellikler

Roman, kurgusal döneminin teknik imkânlarını devrim için seferber etme hususunda yine Amerikan Devrimi’ni çağrıştırıyor. Bu benzerliklerden en dikkat çekenleri, eldeki kısıtlı imkânları akıllıca kullanarak avantaj sağlamak oluyor. Bunlarında büyük kısmı döneminin bilimsel ve teknik imkânlarından nasıl yararlanıldığıyla alakadar.

Amerikan Devrimi’nden bahsettim, ilk örnekleri de oradan vermeye başlayayım. O dönem matbaa yardımıyla çoğaltılan bildirge ve hicivler mevcut otoriteye karşı yürütülen propagandaya yardımcı olmuş. Özel postacı birliklerinden kurulu geniş iletişim ağıyla bölgeler arası haberleşme ve koordinasyon sağlanmış. Avcı tüfeklerini kullanmada usta kişilerin yüksek rütbeden subaylara suikastlar düzenlemesiyle İngiliz birliklerinin sevk ve idaresi aksatılmış. Güç bela toparlanan devrim ordusunu salgın hastalıktan korumak için ilkel aşılama yöntemi kullanılmış.

Ay Zalim Bir Sevgilidir‘i devrim bilimkurgusuna dönüştüren de, kurgusal 2075’inin bilim ve teknik imkânlarından sıra dışı biçimde faydalanılması oluyor. İletişim, taktiksel bilgi, politik mizah, propaganda, askerî icatlar, caydırıcı güç kullanımı ve karizmatik liderler gibi devrimdeki yeri ve önemi tartışmasız detaylar romanın bilimkurgusal niteliklerinde hayat buluyor.

Konu Heinlein olunca, işin bilimkurgu yönü yine tartışma konusu olabiliyor. Romanlarının ne kadar bilimkurgu olduğu veya bilimkurgu olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği yönünde yorum farklılıkları ister istemez olacaktır.

Robert A. Heinlein, bolca teori ve tespitle doldurduğu hikâyeleri bilimkurgu namına ya çok standart ya da bir iki parlak fikir barındırır. Bu yine de hayata geçirilebilinecek ilhamlar vermesine engel olmamış.

Yıldız Gemisi Askerleri en güzel örnek. Bilimkurgu klasiği olarak askerî felsefeyle dolup taşıyordu. Üzerine yapılan tartışmalar aşırı militarist olup olmadığına yönelikti. Yıllar sonra hikâyesinde geçen bazı teknolojiler Amerikan Ordusu’nda kullanılmaya başlandı. Mobilize Piyade fikri yıllar içerisinde rafine edilip güçlendirilmiş dış iskelet projesiyle gündemde kalmayı sürdürdü.

Heinlein hikâyelerinde, bilimkurgu edebiyatının yükümlülüklerinden sayamadığım “geleceğin teknolojisini müjdele” yerine “geleceğin teknolojisine ilham ver” olgusu daha hâkim. Ve bu etkinin de Heinlein’ın özel çabaları sonucu olup olmadığı bir başka tartışma konusu. Bazen, hikâyelerindeki kışkırtıcı görüşlerin etkisiyle teknolojik atılımlara ilham verdiği bile olmuştur. Mesela günümüz bilişim teknolojilerinin herkesçe erişilip kullanılmasının gizli kahramanlarından Lee Felsenstein, Heinlein’ın politik kışkırtıcılığından etkilenmiştir. Heinlein’ın 2100 Yılında İhtilal‘indeki (K Yayınevi, 1975) devrimci idealden ve Yaban Diyarlardaki Yabancı‘sındaki (Artemis Yayınları, 2003) özgürlükçülükten etkilenmiş. 1970’lerde bilgisayar konusundaki uzmanlığını devrimci hayalleriyle birleştirmeye karar vermiş ve bilgisayar ağları üzerinden özgürce haberleşebilme fikrini ortaya atmış. Başarıya ulaşamayan projeye göre, sokaklara yerleştirilmiş bilgisayarlar sayesinde iletişim ve bilgi üzerindeki tekel ve sınırlamaların kalkması hedeflenmiş. Uzak noktalardaki insanlar birbirleriyle tanışıp kaynaşmasıyla dünyanın daha iyi bir yer olacağı düşünmüş.

Bugün, Lee Felsenstein’ın öngörü-yaratım sürecinde pay sahipliği yaptığı sistemi parmaklarımızın ucunda taşıyoruz. Sistem dünyayı beklenildiği gibi değiştirmedi elbette. Konu hayat ve değişimse, birden fazla etken işin içine giriyor, ister istemez. Felsenstein’ın planındaki noksanlık, tek icatla her şeyin değişebileceği yanılgısıydı sanırım. Ya da sistemin çift yönlü işleyebileceğini ve teknolojinin doğası gereği bambaşka amaçlar için kullanılabileceği akla gelmemiştir.

İlhamını sırf Heinlein’dan aldı diye bu hikâyeye değinmedim. Kaderin cilvesi midir bilinmez, yine bir Heinlein romanında teknoloji-devrim ilişkisini okumak beni ister istemez ondan ve projesinden bahsetmeye itti. Ay Zalim Bir Sevgilidir‘deki süper bilgisayar HOLMES IV ya da diğer adıyla Mike’ın yetenekleri Felsenstein’ın beklentilerinin ötesine geçen türden. Yeteneklerinin kullanım amacıysa Felsenstein’ın hayal ettiği küresel devrimden uzak. Çünkü romandaki süper teknolojinin vasıfları, klasik devrim hareketlerinin genel ve önemli özelliklerine değinilecek tarzda şekillenmiş. Tabii burada da Heinlein’ın ne kadarını öngördüğünden şüphe duyduğum bir cevher var.

Bu özellikler, bir önceki bölümün son paragrafında özetlemeye çalıştığım gibi devrim hareketinin olmazsa olmazlarından. Romanda insan karakterler ve devrim daha öne çıktığından, yapay zekânın ve bağlı olduğu/eriştiği teknolojinin gücü gölgeleniyor. Yapay zekâyı ve yapabildiklerini hikâyenin diğer yönlerinden soyutlayıp mercek altına alınca, romanın güncelliğini koruyan çekirdek özelliği ortaya çıkıyor. Bu özellikse, teknolojinin ütopyaya da distopyaya da kapı aralayabilen çift yönlü kullanılabilme gerçeğine dayanıyor.

HOLMES IV, Ay Otoritesine sunulmuş bir teknolojinin ürünü. Hesap kitap, kayıt ve kontrol gibi işlerde kullanılması öngörülmüş. Yönetici sınıf için halk üzerindeki kontrolü sağlama aracından fazlası değil. Bu bakış açısı, teknolojinin ihtiyaçları karşılamaktan fazlasını beklememeyi içeriyor.

Günümüz arşik (devletçi, başlı sistem) yönetimlerin teknoloji anlayışı da bu biçimde düzenlenmiş denebilir. “Yararlanmasını bil, kontrolünden çıkacak kadar gelişmesineyse izin verme.” düsturu benimsenmiştir.

HOLMES IV’ün Mike kişiliğini kazanmasıysa, teknolojinin sınırlarını aşması gibi bir şey. Her ne kadar bir yapay zekânın öyle programlanmadığı halde bilinç kazanması mucize sayılsa da asıl dikkat edilesi nokta neler yapabildiği. Elinin altındaki sistemler öngörülen amaçlar dışında da kullanılmaya müsait araç gereçlere sahip. Hack kelimesinin kökeni de buradan geliyor zaten. Hacklemek, bir nesneyi (bu eşya da olabilir, yazılım da) sınırlarını zorlayarak başka biçimlerde kullanabilme becerisi kazandırmak, tahmin edilemeyecek biçimde ondan faydalanabilmek demek.

Mike’ta varlığı ve yaptıklarıyla, olması istenen ve Otorite’nin ihtiyaç duyduğundan daha fazlasını vadediyor. Böylece yönetilen sınıf için yönetime karşı koymaya yarayan bir araca dönüşüyor. Teknoloji, ihtiyaçları karşılamanın ötesine aşacak yeni kapılar aralıyor. Buradan teknolojinin anarşik kökenlerine ulaşılabilir. Teknoloji, doğası gereği arşik sistemin tasnif etmeyeceği bir doğaya sahiptir. HOLMES IV ne zaman Mike kişiliğini gösterse bunu ispatlar.

1960’ların Dünya gündeminde bu tespit ve tezatlıklara verilebilecek örnekler var mıydı bilmiyorum. 2000’lerden sonrasını yaşayanlarımız içinse duruma verilebilecek örnekler saymakla bitmez. Forumlar ve sosyal paylaşım platformları insanın en doğal içgüdülerinden biri olan “iletişim”e dayanarak gelişip büyüdü. Oluşturulan sayısız iletişim ağıysa beklentileri aşan işlere kalkışılmasını sağladı. Günümüzde sosyal ağ üzerinden medyada yer bulamamış haberlere dikkat çekiliyor, aktivist faaliyetler yapılıyor, ortak tepkiler dile getiriliyor, insanlar örgütleniyor, protestolar düzenlenebiliyor, bireylerle ve kurumlarla alakalı propagandalar ve dezenformasyonlar yapılıyor, terörist yapılanmalardan tüketici hakları savunusuna kadar pek çok hareket sosyal ağlardan yürütülüyor ve hatta devrimler oluyor. Say say bitmeyecek pek çok şey sosyal ağlar üzerinden gerçekleştiriliyor. Ve bu yüzden otoriteler onu uysallaştırıp kendi lehlerine kullanmak için uğraşıp duruyor. Hatta aynı teknolojiden faydalanıyor.

Örnek mi? Bitcoin. Kendisi, 1990’ların başında çıkan Cypherpunk akımının anarşik idealleriyle tasarlanmış ve ancak 2008 ekonomik krizinden sonra kullanım fırsatı bulabilmiş elektronik para birimi olur. Şimdilerde, bankacılık ve para sistemini küresel anlamda rahatsız etmeye başlamış durumda. Bazı ülkeler onu yasaklama yoluna gidiyor. Bazılarıysa kendi kripto paralarını tasarlıyor. Bazı bankalarsa, sistemi kendilerinkiyle bütünleştirerek çıkar yollar aramakta.

Ay Zalim Bir Sevgilidir‘deki bilim ve teknolojinin kullanımı günümüzde yaşananların doğrudan habercisi olmadı elbette. Roman, daha çekirdekten ve bundan ötürü hemen fark edilememesi kolay olan bir tanıyı barındırıyor. Bilgisayar ve bilişim devriminin çok ama çok öncesinden hem de. Teknolojinin anarşik doğasını okutturuyor fark ettirmeden. Baskıcı zihniyetle özgürlükçü zihniyet arasındaki mücadeledeki önemini sezdirtiyor. Niyete göre çift yönlü kullanılabileceğini hatırlatılıyor. Fark ettirilmeden, kulaklara küpe niyetine tanılar, şablonlar oluşuyor.

Anlayacağınız Heinlein yine yapacağını yapıyor. Devrim olgusunu ve bilimkurguyu, muhtemelen kendisinin de öngörmediği biçimde birleştiriyor. Günümüz için, ufak ama mühim gelecek çağrışımlarda bulunuyor.

Son Olarak

Ay Zalim Bir Sevgilidir, 1966’nın Amerikan okurunca hemen bağırlara basılmış. Burada dönemin halet-i ruhiyesinin payı da büyük. Nasıl olmasın ki? Amerikan-Sovyet gerilimi yüzünden Amerikan vatandaşları şüphe ve tedirginlik içerisinde. Üçüncü yılını dolduran ve nasıl sonuçlanacağı kestirilemeyen bir Vietnam Savaşı var. Sivil halk hareketlerinin sesini yükseltmekte ve herkesin huzuru adına bazı şeylerin değişmesi gerektiği vurgulanmakta. Çıkar yol arandığı dönemde “Zalim ve kısıtlayıcı otoriteye karşı devrim!” sloganıyla çıkagelince, her kuşaktan ve her görüşten kişi tarafından sempatiyle karşılanması şaşırtıcı değil. Özellikle, örnek alınan devrim o ülkeyi kuran devrimse… Yaşanılan dönemin politik ortamı sistemde köklü değişikliklere gidilmesi gerektiğini hissettiriyorsa…

Tabii burada yazar faktörü de var. Hemen yazım ustalığı falan akla gelmesin. Elbette onun da payı var ama benim dikkat çekeceğim husus farklı olacak. Ortada, yazarın akışkan politik görüşlerinden ve yoruma açık tarzından gelme bir ünü var. Heinlein 1959’daki Yıldız Gemisi Askerleri‘yle kimi kesimce faşist damgası yemiş. Orphans of the Sky (Uzayda Kaybolanlar) gibi önceki çalışmalarında devrimlere ve sonrasında yaşananlara olumsuz baktığı izlenimi yaratmış. Adının sağ muhafazakârlıkla anılır olmasıysa malumunuz. Çevresinde böyle bir intiba uyandırmışken, Ay Zalim Bir Sevgilidir‘le liberal idealleri benimseyen çağdaş bir Amerikan Devrimi yorumu sunması inanılacak gibi değil.

Elbette bunun sinyallerini 1961’de Yaban Diyarlardaki Yabancı‘yla vermiş. O kitapta, otoritece düzenlenip kısıtlanmamış cinsel yaşam ve komün hayatı gibi konulara değinilerek teoloji destekli sistem eleştirisi yapılmasıyla şaşırtmış. Lakin Yıldız Gemisi Askerleri‘ndeki gibi onun etrafında dönen tartışmalarda da kutuplaşmalar olmuş. Roman, kimi çevrelerce kışkırtıcılık ve ahlaksızlık suçlamalarının hedefi haline gelmiş (Heinlein için ne şaşırtıcı ama?!). Bazı yorumcular, Heinlein’ı büyük lokma yemeye çalışıp başaramamakla yermiş.

Ay Zalim Bir Sevgilidir‘de durumlar biraz farklı işte. Yazar, genel anlatım çizgisini fazla bozmazken, üzerlerinde mutabık olunabilecek konulara ve onlarla alakalı tespitlere yer veriyor. Bundan mütevellit, yorum farkından doğacak ciddi fikir ayrılıkları oluşmuyor. Belki de bu uzlaşısal meziyetleri ve arkasın aldığı dönemsel ilginin rüzgârıyla, Amerikan halkını etkilemiş kitaplar listesinde yer almasını sağlamıştır.

Neredeyse yarım yüzyıllık Ay Zalim Bir Sevgilidir böyle işte. Klasik bir Heinlein yapıtı. Üzerinde yazıldığı dönemin etkileri var. Tabii bir de beğenme kriterlerini etkileyen o ünlü Heinlein yazımına sahip. Artıları? Var elbette. Saymadım mı? Özetlediği devrim anatomisiyle, yıllar geçse de güncelliğini koruyacak. Teknolojinin anarşikliğini ve otoriteyle karşıtı arasındaki ilişkideki yerini ve önemini hatırlatmasıyla akılda yer edecek.

Çeviri, Editörlük, Baskı, Kapak

İthaki Bilimkurgu Klasikleri Serisi‘nden bir kez daha merhabalar. Sevgili yayınevimiz bir kez daha farkını ortaya koyuyor ve bir Robert A. Heinlein klasiği daha ilk defa Türkçe olarak sunuluyor.

Çeviri demişken, ilk önce Türkçe isminden başlamak istiyorum. Romanın İngilizce adı The Moon is a Harsh Mistress. İngilizcesi benden daha iyi olan bazılarımız “Mistress”a takılıp “metres”in “sevgili” diye değiştirilmesine biraz içerleyebilir. Otosansür uygulandığı izlenimine kapılanlar da olacaktır. Aman olmasın.

(Yüzüklerin Efendisi’ni İngilizce aslından okuyacak kadar dile hâkim olanlar bu endişeye kapılmamışlardır. Onlara imrendiğimi belirtip, benimle aynı şüpheyi paylaşmışlarla yazıya devam ediyorum.)

Merak edip internette (Google işte! İnternetin kendisi şirketin malına dönüştü. İkincisini de sayayım da içimde dert olmasın: Facebook.) küçük bir araştırmaya giriştim. “…harsh mistress“ın bir tür deyim olabileceğini düşünerek araştırmamı onun izini sürerek yaptım. Şansa bakın ki, yan yana gelen bu iki kelimeye takılan sadece ben değilmişim. Güzel bir tartışmaya rastladım. Altında da 1776-1936 arasında yayımlanmış farklı eserlerden örneklerde ifadenin anlamı ve kullanımı açıklanmış. A harsh mistress, erkek cinsiyetiyle yüklenmiş “efendi” kelimesinin cinsiyet olarak dişi karşılığı manasında kullanılıyormuş. “Bir işin patronu” ya da “köle sahibi” olarak cümle içinde kullanıldığı varmış.

Bizim romana dönersem, Heinlein’ın bu ifadeyi öylesine seçmediği çok açık. İfadedeki “harsh”a dikkat edilse de edilmese de, “mistress”ın anlamı hep bir şekilde romanla alakadarlaşıyor. Her ima, Ay ve Dünya arasındaki sert ilişkiyi akla getiriyor. Ay’ın bu ilişkideki konumu öne çıkıyor.

Buradan romanın çevirisine geçeyim. Pek sıkıntıyla karşılaştığım söylenemez. Çevirmen Can Çakır iyi bir iş ortaya koymuş. Sadece cümlenin akıcılığı için farklı çevrilseymiş dediğim kısımlar oldu. Sakın sormayın. Yerlerini unuttum.

Lakin burada bir itirafta bulunmam gerekiyor. İngilizce aslını inceleyene kadar, yazarın anlatıcı-ana karakterin kişiliğini öne çıkarayım diye yaptığı anlatım tercihlerini çevirmenden bildim. Özellikle “-” ve “;” kullanımı daha dikkatli okumayı gerektirdi. Roman ilerledikçe işaret kullanımı azalmaya başladı. Ya da alıştığımdan dolayı fark etmemeye başladım.

Baskı kalitesi ve sayfa düzenlemesine geleyim. “İthaki Bilimkurgu Klasikleri Serisi kalitesinde!” diyerek seriye geçer not vermeyi sürdürüyorum.

Kapak görseli daire içine alınmış tablo gibi resmedilmesiyle Sürgün Gezegeni‘nin kapağıyla benzeşiyor. Tabii içerdikleri temalar apayrı.

“Sevgili”den kastın pek de romantizm içermediği romanı göz önüne alınca, ne türden bir görsel kullanılacağı sorundan başka bir şey değil. Düşünüyorum düşünüyorum, içeriği bırakıp kitabın adındaki Ay’a odaklanılmasından başka çare bulamıyorum ben de. Sahi, orijinal kapaklarda bile bir şekilde Ay varken işleri yokuşa sürmenin âlemi yok zaten. Yeryüzüne çarptığı mı, yoksa önünde havalanan roketin manzarası mı olduğu kestirilemeyen Ay imgesi olabilecek en şık ve sade kapak görseli olmuş.

Cemalettin Sipahioğlu

1986 İstanbul doğumlu. Bilimkurgu, korku ve fantastiği uzun süre televizyondan takip edebilmiştir. Ailesinden habersiz aldığı ucuz VCD oynatıcıyı saklayıp, onlar yokken kullanarak, bu konularda film açıklarını kapatmaya çalışmıştır. Edebiyata sonradan bulaşması; bilgisizliği; bilgisizlik de, "Raftaydı ve ben onu alıp okumadım zamanında." pişmanlıkları getirmiştir. Lem ile Küvette Bulunan Günce'yle tanışması; okumaya yeni başlayan biri için hem talih, hem de talihsizlik olmuştur. Film, kitap, animasyon, çizgi roman olsun; kendi sınırlı bilgisiyle, eserleri iç dinamikleri içinde değerlendirmeye çalışır.

3 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for frht45 frht45 dedi ki:

    Ben çok beğenmiştim serinin en iyilerinden :books::books::books::+1:t6:

  2. Avatar for hedehede hedehede dedi ki:

    Okuduğum en güzel bilimkurgulardan biri, Heinlein çok iyi bir yazar. İnceleme için de teşekkürler, keyifli bir okuma olacak :slightly_smiling_face:

  3. Avatar for Mustafaizmirli Mustafaizmirli dedi ki:

    Ara verdiğim bilimkurgu klasiklerine devam etmem gerektiğini hatırlatan bir inceleme yazısı olmuş. AZBS’in çekim gücü zaten vardı, yazıyla da arttı. :kudur:

    Elinize sağlık. :krs:

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

kopekbaliklarinin kayip sarkilari ust

Raşel Meseri’den “Köpekbalıklarının Kayıp Şarkıları” Piyasaya Çıktı

kayiprihtim bundle

Rotanızı Kayıp Rıhtım’ın Bundle’ına Çevirin!