Azrail Koşuyor incelemesi ile karşınızdayız. Stephen King imzalı The Running Man’in Türkçedeki yeni baskısına detaylı bir bakış atıyoruz.
Stephen King okurlarının yıllardır beklediği Azrail Koşuyor otuz üç yıl sonra yeniden raflara geldi. Üstelik yeni bir kapak ve farklı bir edisyonla. İlk baskıyı okuyanlarınız hatırlayacaktır. O edisyon iki roman içeriyordu: Azrail Koşuyor (The Running Man, 1982) ve Uzun Yürüyüş (The Long Walk, 1979). Yeni edisyon sadece Azrail Koşuyor’dan (The Running Man) ibaret. İki roman da King’in yayımlanan ilk romanı Göz’den (Carrie) uzun aslında. Dolayısıyla ikisi de ayrı ayrı basılabilirdi. Altın Kitaplar o dönem (Türkçe 1. Baskı 1989 tarihli) neden bu iki eseri birlikte bastı bilmiyoruz. Ama şu bir gerçek ki bu iki romanın belirgin ortak yanları var. İkisi de King’in müstear ismi Richard Bachman adıyla yayımlanmış ve ikisinin de hikâyesi ölümüne yarışmaların yapıldığı distopik bir gelecekte geçiyor. Bana kalırsa bu iki roman King’in gözünde de kardeş gibi. Umarız çok yakında Uzun Yürüyüş’ün de yeni baskısını görürüz.
Azrail Koşuyor ve Televizyonun Gücü
Gelelim Azrail Koşuyor’a. 2025 yılında geçen hikâyede hava kirliliğinin ölümcül hale geldiği, yoksulluğun ve hastalıkların her yanı sardığı, çetelerin kol gezdiği, cinayetin ve fuhşun sıradanlaştığı, televizyonun insanlar için tek eğlence kaynağı olduğu karanlık bir gelecek tasvir ediliyor. İnsanlar, bu berbat dünyada Bedava-V (Free-Vee) dedikleri televizyonlarda, kazananların çok büyük paralarla ödüllendirildiği ama bu uğurda yüzlerce insanın öldüğü yarışmalar izlemektedir. Romanın baş kişisi Ben Richards derin bir sefalet içindedir. İsyankâr tavrı yüzünden sürekli işten kovulmaktadır. Kara listededir:
“Bu genç tehlikeli. Ona sokulmayın. Bir işçiye çok ihtiyacınız varsa onu bir hafta çalıştırın, sonra da defedin.” Azrail Koşuyor, Altın Kitaplar, 2. Baskı, s. 141
Richards, tüm ülkenin hâkimi olan General Atomik şirketinin gözünde Kızıllık Görülmüş (Shown Red) biridir artık. Mimli olmasa bile, bu berbat işlerden çok az para kazanmakta ve birçok hastalık kapmaktadır. Karısının çaresizlik içindeki hali ve küçük kızının hastalığı, onu yarışmaların en popüleri “Koşucu”ya katılmaya iter.
Yarışmanın başında Ben Richards’a belirli bir miktar para verilir ve nereye isterse oraya gidebileceği söylenir. Yapması gereken; peşindeki uzman iz sürücülerden, polisten ve sıradan halktan 30 gün boyunca kaçmaktır. Yarışma süresince Richards’ın yerine dair ipucu veren herkes, verdiği bilginin değerine göre ödül alacaktır. Adamımız günde iki kez kendisini kameraya alıp bu kasetleri programcılara yollamak zorundadır.
Richards, her ne kadar çaresiz olsa da, gururlu biridir. Program yapımcılarına yalakalık etmez, her şeye boyun eğmez. Bu tavrı onu televizyon ekranına yakışır bir av yapmaktadır. Yapımcıların onu seçmelerindeki ana etken budur. Çok becerikli ve akıllı biri olan Ben Richards kaçarken, yaşadığı dünyaya dair birçok yeni bilgi edinir. Bunu bir şekilde halka iletmeye çalışsa da yönetimin elinde olan Bedava-V buna izin vermez. Televizyonun hâkimi olan yönetim bilginin de hakimidir, onu istediği gibi çarpıtıp yeniden yaratır.
Kitapların Gücü
“Biz kitapları okuyoruz. O Bedava-V pisliği boş kafalılar için.” s. 121
King, hikâye boyunca televizyonun karşısına kitapları koyar. Televizyon uyuştururken kitaplar uyandırır; televizyon kaçışken, kitaplar kurtuluştur. Örneğin yarışma başlamadan önce Richards birkaç gün bir yerde ağırlanır ve bir isteği olup olmadığı sorulur. O içki ve kitap ister. İki gün boyunca, zihnini hazırlamak için roman okur. Başka bir yerde, hikâyenin dönüm noktalarından birinde, bir karakter kitaplar sayesinde onlardan gizlenen kimi gerçekleri öğrendiğini söyler.
“Bir kültürü yok etmek için kitapları yakmanıza gerek yok. İnsanların okumayı bırakmasını sağlayın yeter.” – Ray Bradbury
King’in dünyasında ne kitaplar Fahrenheit 451’deki gibi yakılır ne de 1984’teki gibi değiştirilir (Romanda bu iki esere açık göndermeler var). Televizyon insanların o kadar çok ilgisini çekmektedir ki okumak akıllarına bile gelmez. Kitaplar kütüphanelerde özgün halleriyle durmaktadır. Her ne kadar yoksul halkın bu kütüphanelere girmesi zor olsa da imkânsız değildir. Fakat onların böyle bir amacı kalmamıştır.
“Ben Richards koltuğa oturduğu zaman beşe geliyordu. Ancak dokuza çeyrek kala içeri girebileceğini hesapladı. Keşke kitap getirseydim, diye düşündü. Ama belki de böylesi daha iyi… Kitaplar şüpheyle karşılanıyordu. Özellikle Kanalın güneyinden birinin elinde olduğu zaman. Sapık dergileri daha güvenliydi.” s. 29
Genç, Hızlı ve Gözü Kara
King Göz’ü (Carrie) yayımlamadan önce Koşan Adam, Öfke (Rage) ve Uzun Yürüyüş’ü yazdı. Genç ve gözü kara King bu kitapların her birinde Amerika’yı sert bir şekilde eleştirdi. Ancak aynı gözü karalığı yayımlama sürecinde gösteremedi çünkü o da biliyordu ki Amerika kendisini eleştireni pek sevmez. Belki de bu kadar sert romanlarla kendini göstermek doğru değildi. Temkinli olmalıydı. Daha kişisel meseleleri ortaya koymak kimseyi incitmeyecekti. Carrie’nin hikayesi daha doğru bir seçimdi. Yine de bu romanlar gün ışığına çıkmalıydı. Ve bu öfkeli kitapları Richard Bachman adıyla yayımlamaya başladı.
“Eskiden, şimdikinden daha hızlıydım; kitaplarımdan biri (The Running Man) bir haftada yazılmıştı.” – Stephen King, Yazma Sanatı
Bu denli hızlı yazılan Koşan Adam’ın kendisi de çok hızlı. Hikâye bir an olsun yavaşlamıyor. Ben Richards birden olayların ortasına atlıyor. O da kendini yazan adam gibi gözü kara. Bu cesaret ve hızın hayvani bir içgüdüyle tetiklendiğini hissediyorsunuz zaman zaman ama Richards her zaman akıllı ve temkinli. İnsan ilişkilerindeki yeteneği ve kurnazlığıyla çok iyi saklanıyor. Hırs ve öfkeyle hareket ediyor gibi görünse de hep eşini ve çocuğunu düşünüyor. Aslında çok elim bir hikayesi var Richards’ın ama ona üzülemiyoruz. King, fiziksel olarak zayıf ama kişilik olarak güçlü bir roman kişisi yaratmış. Ona acımamızı istemiyor. King bizim bir macera romanı okumamızı ama diğer yandan bir toplumun çürümüşlüğü üzerine düşünmemizi istiyor.
Kitabın yazılış biçimi de onu müthiş bir hızda okumamızı sağlıyor. Bölüm başlıklarında rakamlar var ve 100’den geriye doğru sayılıyor. Kimi birkaç sayfa kimi yarım sayfa süren bu bölümleri okurken elinizde saatli bir bomba tuttuğunuzu hayal ediyorsunuz. Hikâye müthiş bir sona ve belki de yeni bir başlangıca doğru hızla ilerliyor.
Ayıklama ve Temizleme
“Bulabileceğiniz herhangi bir silah yerine bacaklarınızdan yararlanın. Ve sizin gibilerin yakınından ayrılmayın.” Elini Richards’a doğru salladı. “Salondaki o orta tabakadan iyi insanlara sokulmayın. Onlar sizden nefret ediyorlar. Bu karmaşık ve karanlık çağın getirdiği bütün korkuların simgesisiniz. İzleyicilerinin davranışlarının hepsi de rol değildi. Richards, onlar sizden nefret ediyorlar! Bunu hissetmediniz mi?” s. 78
Orta ve üst tabaka için bu yarışmalar bir nevi toplum temizliği. Varsıllar, o yoksul gettolarda yaşayanlardan tiksiniyor. Devletle bir anılan “Şebeke” adlı şirket de bu “pisliklerin” eğlenceli bir şekilde temizlenmesini sağlıyor. Tüm yarışmalar ölümle dolu. Kiminde timsahlara yem oluyorsunuz kiminde sıcaktan kavruluyorsunuz. Özellikle yaşlı ve kalp rahatsızlığı olan insanlardan seçilen yarışmacılar, “Paraya Çıkan Merdiven” adlı bir yarışmada ölüme doğru yürüyorlar. Bu yarışmalar modern çağın “gaz odaları”. Televizyon en çok aşağı tabakadakiler tarafından izleniyor. İnsanlar kendilerinden olanın acı ve dehşet içinde ölmesini zevkle izliyorlar, bu yarışmalar onlar için hem uyuşturucu hem de umut kaynağı.
Ama çabucak “temizleyemedikleri” bir adam tüm sistemi bozuyor. Ben Richards hayatta kaldıkça “Şebeke”ye olan saygı azalıyor. Aşağı tabakadaki insanların kan ve vahşete karşı ilgileri, ödüle duydukları arzuları Richards’ın hayatta kaldığı her geçen gün başka bir şeye dönüşüyor: Şüphe. İnsanlar, onlara Bedava-V’den pompalanan gerçekleri, içinde bulundukları sistemi sorgulamaya başlıyorlar.
Çöküş
Her distopya gibi “Azrail Koşuyor” da tektonik bir çöküşe doğru meyleder. Sistemin altındaki tabakaları yerinden oynatacak kadar güçlü bir sarsıntı her şeyi alt üst etmeye yetecektir. O sarsıntı Ben Richards’ın ta kendisidir. Onun başlattığını, bilinçleri açık olan binlercesi sürdürecektir. Örneğin okuyarak siteme dair gerçekleri öğrenen cesur Bradley Throckmorton ya da Şebeke’nin tekelindeki teknoloji ateşini çalan dahi Elton Parrakis.
Richards’ın eli güçlendikçe Şebeke’nin eli zayıflar. Çünkü kartlar açık oynanmaktadır artık. Şebeke, Richards bir yıldıza dönüştükçe onu ekranlarda öldürmekten çekinir. Tabi bunda Richards’ın elinde bulunan üst sınıftan bir rehinenin de etkisi büyük. Hikâyenin başında beceri ve zekasıyla hayatta kalan Richards, sona doğru, gösterdiği cesaret ve öfkeyle Şebeke’de korku ve endişe yaratır. Artık kontrol Richards’ın elindedir. Richards bu gücü boşa harcamamaya kararlıdır.
O karanlık sokaklarda, yaşadığı hayatı hak etmediğini düşünen, bu gelir eşitsizliğinden, bu sefaletten bıkan o kocaman kitle hep bir ışık bekler. Richards da onlara “gökyüzünü Tanrı’nın gazabı gibi” aydınlatan devasa bir meşale verir.
Film Uyarlaması
Bu harika romanın iyi bir uyarlaması var: Ölüme Karşı Koşan (The Running Man). Arnold Schwarzenegger’ın başrolünü oynadığı 1987 yapımı aksiyon filmi, romandan bir hayli farklı. Ama filmin, romandaki distopik atmosfere, karakterlere ve yarışmalara sunduğu yeni bakış açısı görmeye değer. Bakalım Edgar Wright’ın elinden çıkacak yeni uyarlama nasıl olacak?
Çeviri, Editörlük, Kapak
Altın Kitaplar, baskısı tükenen Stephen King kitaplarını okurlarına kavuşturmaya devam ediyor. Yeniden basımı beklenen daha nice kitap var. Diğer yandan Kral yazmaya devam ediyor. Biz onun yeni kitaplarına yetişmeye çalışırken eski kitaplarının özlemini duyuyoruz.
Öncelikle yeni baskıda şahane bir önsöz var: “Bachman Olmanın Önemi”
Önsözde King, Richard Bachman mahlasının nasıl ortaya çıktığını ve nasıl öldüğünü anlatıyor. Sırf bu giriş yazısı için bile yeni baskı alınmaya değer.
Çeviri, ilk baskıdaki çevirinin aynı. Gönül Suveren onlarca çeviri yapmış iyi bir çevirmen. Azrail Koşuyor’un çevirisi de 33 yıl öncesinin Türkiye’si için gayet iyi bir çeviri. Ancak iyi bir editörlükle aşılabilecek kimi sorunlar mevcut. Aşağıdaki örnekte, ilginçtir, ilk baskıdaki çeviri sanırım anlaşılmaz bulunup değiştirilmiş ama her iki çeviri de doğru olmamasına rağmen ikinci baskıdaki karşılık özgün metinden bir hayli uzak.
- Baskı, s. 12:
Cathy hâlâ ağlıyor, ince plastik-tahta bölme de çocuğun sesini pek boğuklaştırmıyordu.
- Baskı, s. 22:
Cathy hâlâ ağlıyordu. İnce bölmeden dolayı çocuğun sesi zar zor duyuluyordu.
Özgün metin:
Barely muffled by the thin plastiwood, Cathy’s wails continued.
Yaklaşık karşılığı:
İnce plastik-tahta bölmenin ardından boğuk boğuk gelse de Cathy’nin feryatları devam ediyordu.
Bir başka çeviri sorunu:
- Baskı, s.90:
Stacey’nin gözleri irileşti. “Tanrım! İçinde et de var!”
Bradley, “Hayır,” diye alay etti. “Koyu olması için tencereye becerdik.” Çocuk çabucak başını kaldırdı. Sonra ağabeysinin şaka ettiğini anlayarak kıkır kıkır güldü ve hızla yahniyi yemeye başladı.
- Baskı, s. 118:
Stacey’nin gözleri irileşti. “Tanrım! İçinde et de var!”
Bradley, “Hayır,” diye alay etti. “Koyu olması için tencereye, becerdik.” Çocuk çabucak başını kaldırdı. Sonra ağabeyinin şaka yaptığını anlayarak kıkır kıkır güldü ve hızla yahniyi yemeye başladı.
Özgün metin:
They boy’s eyes widened. “Jesus, there’s meat in it!”
“Naw, we jus shat in it to make it thicker,” Bradley said. The boy looked up sharply, saw his brother was joking, giggled, and fell to.
Altı çizili kısımlar ikinci baskıda ufak bir değişikliğe uğramış. Koyu kısım ise sanırım dönemin sansürüne uğramış. Yaklaşık karşılığı: Yo, azıcık daha koyu gözüksün diye içine ettik.
Bu sorunların yanında kitapta, o dönemin yayım dünyasının yaşadığı sıkıntıların getirdiği eksiklikler de var.
Maalesef bu sorunların ve eksikliklerin çoğuna dokunulmamış. Sanırım bir editör ya da redaktör (sanıyorum çünkü kitabın içinde çevirmen ve kapak tasarımcısı dışında kimsenin ismi anılmıyor) kitabı okuyup kimi eskimiş ifadeleri ve anlaşılması zor cümleleri değiştirmiş. Bunun dışında ilk baskıyla arasında hiçbir fark yok. Umarım üçüncü baskıda metin yeni bir çeviriyle bize sunulur.
Osman Selçuk Özdoğan’ın elinden çıkan kapak, tabi ki ilk baskının kapağına göre daha modern çizgilere sahip. Kitabın Türkçe ismi Azrail Koşuyor olsa da metinde Azrail’e dair hiçbir gönderme yok. O yüzden ilk baskının ve ikinci baskının kapağındaki orak figürleri, kitap bittiğinde bir şey ifade etmiyor.
Siz yenilenmiş baskıyı nasıl buldunuz? Kitap hakkındaki yorum ve eleştirilerinizi Kayıp Rıhtım Forum’da bizlerle paylaşabilirsiniz.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!