in ,

Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları: Kitapları ve Okurları Hiçe Sayan Bir Film

Ransom Riggs’in Bayan Peregrine Serisi’nin Tim Burton imzalı filmini sizler için inceledik, eleştirdik, hayıflandık. Gelin yılın en büyük hayal kırıklıklarından birine, tüm detaylarıyla birlikte göz atalım.

Bayan Peregrine İnceleme
- Reklam -
- Reklam -

Film hakkında bir iki şey söylemeden önce söze bu incelemeyi kitaplardan bağımsız bir şekilde yapamayacağımı belirterek başlamam gerekiyor sanırım. Serinin üç kitabını okuyup, karakterlerle epeyce zaman geçirdikten sonra onları bir kenara itip filmde gördüğüm kadarını ele alabileceğimi sanmıyorum. Bu yüzden başlığı da gördükten sonra, tahmin edersiniz ki film hakkında pek iyi şeyler söylemeyeceğim. Ve bu noktadan sonra okuduklarınız epeyce sürpriz bozacak bilgi içerecek, söylemedi demeyin.

Aslında çoğu okur, okuyup beğendiği kitapların – çok başarılı istisnalar dışında- filme aktarılma şeklinden hoşnut kalmaz. Çünkü filmler zamanla kısıtlandıklarından dolayı kitaplar kadar detaylı bir tablo sunamazlar. Bu yüzden ufak detaylarda yakaladığımız tadı filmde bulamamak can sıkıcıdır, kitapla film arasında kurduğumuz duygusal bağı koparır. Fakat Bayan Peregrine ve çocuklarına yapılan haksızlık, basit bir detayları ya da olayları çıkarma durumundan çok daha fazlası. Çünkü karşımızda, son zamanlardaki kötü imajını tazeleyebilmek için seriyi ele geçiren ve yalnızca ilk kitabın tanıttığı dünyayı baz alarak kendi serim ve çözüm bölümünü yaratmaya çalışan -fakat pek de başaramayan- bir yönetmenin çektiği ortalama altı bir film var.

Üç kitaplık koca bir serinin tek filmde başarılı bir şekilde aktarılacağını umacak kadar hayalperest değildim elbette ama en azından kitapların özüne saygı duyulmasını ve asıl hikayeden bu kadar uzaklaşılmamasını beklerdim. Hatta uzaklaşmayı bir yana bırakalım, filmin asıl sorununu baştan söyleyeyim ben size. Senaryo yazılırken serinin ikinci ve üçüncü kitapları direkt olarak çöpe atılmış ve ilk kitaptaki konseptler sömürülmüş.

- Reklam -

Oysa ki daha önce Peregrine kitaplarına yazdığım incelemeleri okuduysanız serinin ikinci kitabını ilk kitaptan çok başarılı ve sürükleyici bulduğumu söylediğimi hatırlarsınız. Üçüncü kitabı da yeni bitirdim ve bu düşüncem değişmedi, bence serideki kitaplar içerisinde en yavaş ilerleyen ve en zayıf olan kitap ilk kitap. Ve siz kalkıp, gayet güzel yazılmış ve öykünün gidişatını tamamıyla değiştiren son iki kitabın tek bir cümlesini dahi kale almazsanız, kusura bakmayın ama ortaya böyle başı ve sonu kopuk, seyirciyi kitapları okumuş olsa da olmasa da pek tatmin edemeyen bir kavram karmaşası yaratırsınız.

Bu kadar sert çıkmama anlam veremiyorsanız, başından başlayıp, hikayenin ne kadar hırpalandığına teker teker göz atalım öyleyse. Haksız olmadığımı göreceksiniz.

Seride, hikayenin hızlanmaya başladığı ve en sarsıcı olması beklenen bölüm elbette Büyükbaba Portman’ın ölümüydü. Bu noktada Jacob’un verdiği tepkiler gelecekte vereceği kararların da anlam kazanmasını sağlıyordu. Ama bilin bakalım ne oldu? Asa Butterfield oldu. Bu derecede inandırıcılıktan ve duygudan uzak bir oyunculuk izlemeyeli uzun zaman geçmişti gerçekten. Oysa ki büyükbabası ve Jacob arasındaki ilişkinin anlatıldığı sahneleri gerçekten güzel ve olması gerektiği gibi bulmuştum. O sahnelerle, ölüm sahnesini yanyana koyduğumuzda aradaki duygusal uçurum filmi resmen ikiye bölüyordu. Mekan olaraksa Büyükbabanın evi, arkasındaki ormanlık alan ve ölüm kurgusu tam hayal ettiğim gibiydi. Ah bir de Asa olmasaydı, işte o zaman düzgün bir çıkış noktası yakalayabilirdik sanırım.

Aklıma gelmişken, filmde Slenderman‘in de olacağından haberim yoktu. Gerçekten o gölgeler de neydi öyle? Jacob’un aylarca kabus görmesine ve tir tir titremesine neden olan Gölgelerin biraz daha “korkunç” olmasını beklerdim açıkçası. Ama iki metrelik, belki biraz da sakar görünüşlü bu Gölge tasarımları tam Tim Burton filmlerinde görmeye alışık olduğumuz türden miydi derseniz, evet bunu kabul ederim.bayan-peregrine-filmi-golgeler

Büyükbabanın ölümünden sonra Jacob’un içine düştüğü bunalım Asa yüzünden pek hissedilmese de aile cephesindeki oyuncuları oldukça başarılı ve kitabın atmosferini yakalayabilmiş buldum. O noktadan itibaren filmin gidişatına dair biraz daha umut beslemeye başladım. Sonrasında Cairnholm adası, Jacob ve babasının ilişkileri, kaldıkları pansiyon gibi detaylar filmin toparlayacağına dair inancımı daha da yükseltti. Belki de Asa’ya kafayı çok takmadan da bu filmden keyif alabilirdim. Her ne kadar Jacob kitapta, bütün hikayeyi kendisinden dinlediğimiz ve bu yüzden okuyucu olarak kendimizi en yakın hissettiğimiz kişi olsa da, kitap başka bir sürü son derece önemli ve ilginç karakterle doluydu.

Yerle bir olmuş yetimhaneyi tam anlamıyla gördüğümüz de keyfim iyice yerine gelmişti ve kendimi filme kaptırmıştım. Sonunda hayalimde canlandırdığım atmosferi yakalıyorduk. Sonrasında Jacob’un tuhaf çocukları ilk gördüğünde onları takip etmek yerine kaçmaya çalışması bile keyfimi o esnada kaçıramadı – ki bu hareket Jacob karakterinin kişiliği üzerinde yapılan devasa değişikliklerin kısa bir özeti gibiydi.

Fakat sonra keyfimi kursağımda bırakan o makus haberi aldım. Ayağındaki metal ayakkabılar dışında, oldukça zararsız ve aklı bir karış havada görünen sarı saçlı hanım kızımız, sözüm ona Emma‘ydı. Hem de Olive‘in olması gereken “havadan hafif olma” tuhaflığına sahip olduğundan, gün boyu yuvasından düşen yavru sincapları falan toplayıp ağaç tepelerine koyuyordu. Ay ne şeker!bayan-peregrine-filmi-emma

Kitaplarda çoğu zaman Jacob’dan bile daha güçlü ve kararlı bir kişiliğe sahip olan, sert ve ulaşılması zor Emma‘nın, elinden kendi güvenliğini sağlamak da dahil hiçbir iş gelmeyen, muhtaç, porselen bir kıza evrilmesini gördükten ve yeterince rahatsız olduktan sonra filmi izlemeye duyduğum heves de balon gibi söndü. Tim Burton’un Alice Harikalar Diyarında filmini izlediyseniz oradaki Alice ile bu filmdeki Emma’nın kişilik bakımından oldukça benzediğini söylersem, ne demek istediğimi anlarsınız sanıyorum. Zaten sonrasında, üç kitap boyunca yetimhanedeki tüm çocuklara kol kanat geren, gerçekçi ve oldukça güçlü bir abla figürü olan Browyn‘in ufacık bir çocuğa dönüştürülmesini de çaresizlik içerisinde sineye çekip kös kös saatimi kontrol etmeye başladım. Sevdiğim bütün kadın karakterler harcanmıştı, erkek karakterlerin de onlardan aşağı kalır yanı yoktu.

Millard’ın oldukça komik olan kişiliği epeyce törpülenmiş ve filmdeki Samuel L. Jackson bölümleri dışındaki mizah unsurları da “Bakın görünmez çocuk çıplak dolaşıyor.” esprisinin sürekli çevrilip servis edilmesiyle sağlanmaya çalışılmıştı. Kitaplarda oldukça sevdiğim ve atmosfer ne kadar karanlık olursa olsun hep söyleyecek ilginç ve komik birşeyleri olan Millard’a da böyle bir haksızlığın yapılmış olmasına inanamadım.

Haksızlık demişken kitaplarda bile pek sütten çıkmış ak kaşık olmayan fakat filmde resmen “ana karakterin işine burnunu sokup, sürekli pimi çekilmiş bomba gibi gezen sinir bozucu rakip karakter” kalıbına sokulma çalışılmış ve hatta bu kalıba zorla tıkıştırılmış Enouch için bile üzüldüğümü söyleyebilirim. Belli bir yaş gurubuna ve izleyici profiline şov yapmak için, geri kalan her şeyi üstün körü geçiştirilmişken Enouch’u yerin dibine sokmaları da anlamsızdı. Ve Emma’nın yeteneklerinin “kakalandığı” Olive’in de sürekli pervane gibi onun etrafında dönüp, pembe dizilerden hallice bir platonik aşk hikayesi ekseninde hareket etmesi yapılan işi basitleştiren bir diğer detaydı.

- Reklam -

Ben yazmaktan yoruldum ama hayır, anlamsızlıklar bitmedi. Başta da söylediğim gibi bir kitabın filme uyarlanması sırasında bazı noktaların değiştirilmeye açık olduğunu kabul ediyorum fakat bu değişimlerin ardında yatan sağlam nedenler bulamazsam da bu sefer gerçekten sinirleniyorum.

Gelelim Bayan Peregrine’in kaçırılmasından sonraki olaylara. Bu noktadan itibaren kitaplardan tamamen koptuk ve son derece yavaş gelişen bir tanıtım bölümünden sonra neredeyse ışık hızında geçiştirilen bir çözüm bölümüne doğru ilerlemeye başladık.

Filmde boş boş baktığım ve anlam vermek için epeyce çabaladığım iki sahneden biri olan gemi sahnesinde, tamamen hayal kırıklığı içinde yüzüyor olmasam muhtemelen kahkaha bile atardım. Tim Burton’un Titanik’e bir devam filmi çekebilmek için bu kadar zahmete katlanacağını kim tahmin edebilirdi ki? Tuhaf Çocukların iki kitap boyunca müdirelerini kurtarabilmek için atıldıkları onca macerayı ve çektikleri onca sıkıntıyı denizin dibinden gemi çıkartarak çözebileceğini zannetmesi cidden gülünçtü. Düşünün neredeyse bir yıldan uzun süredir su altında olan – iskeletler doğrultusunda vardığım kanı bu yönde- bir geminin sorunsuzca çalışması gibi bir saçmalığı geçtim, “Madem sapasağlam gemiymiş, o zaman neden batmış?” sorusunun içinden çıkamadım ben.bayan-peregrine-filmi-gemi

Hortlakların toplaştıkları ve nihai planlarını gerçekleştirecekleri yerin -sanki kitaplarla dalga geçercesine- bir lunapark olması, kitaplarda sürekli gölgelerle burun buruna gelip hortlaklardan köşe bucak kaçmak zorunda kalan çocukların bu noktaya kadar sanki ufak bir Cruise tatiline çıkmış gibi sorunsuz gelmeleri, Jacob ve Emma arasındaki oldukça zorlama romantik sahneler falan hepsini unutun. Asıl bomba şimdi geliyor.

Bir iskelet savaşı! Evet yanlış okumadınız. Enouch’un çıtayı arşa çıkaran yetenek evrimi sonrası, gölgeleri yeteneklerini bir kenara bırakıp kar toplarıyla püskürtmeyi seçen (?) tuhaf çocuğun yanında savaşmaya başlayan bir grup iskeleti gördü bu gözler. Şu yazdığım cümleyi ben hazmedemiyorum, çeken gayet içine sinerek çekmiş be arkadaş.

Genelde Burton’un filmlerindeki rahatsız edici ve aynı anda absürt komediye kaçan sahneleri severim. Fakat Tim Burton’ın tarzının bu filmin ruhunu yakalayamamış olduğu film bittikten sonra salondan, “Biz ne izledik şimdi?” ifadesiyle çıkan seyircinin suratından da belleydi. Oysa ki ben filmi üstlenecek yönetmenin Tim Burton olacağını ilk duyduğumda, tam da bu işin adamını bulduklarını düşünüp sevinmiştim. Demek ki olmayınca zorlamamak gerekiyormuş. Zorlayıp da hikayenin orasını burasını kafamıza göre kesip biçmemek gerekiyormuş. Bu konuda Ransom Riggs’e de kırgınım açıkçası. İnsan kendi emeğine biraz sahip çıkar yahu. Ben onun yerinde olup filmi izlesem kahrolurdum herhalde.

Bu sahnelerde filmi izlenmeye değer kılan tek şeyin, Asa’nın sürekli fal taşı gibi açılmış gözleri ve boş bakışlarına tezat oluşturan başarılı oyunculuğuyla beni azcık da olsa eğlendirebilmiş olan Samuel L. Jackson olduğunu söyleyebilirim. Zaten film kadrosundaki ustalar bunca saçmalığın arasında filmi toparlayacak bir oyunculuk ortaya koymuş olmasa, şu an bu filmden bahsetmeye dahi gönlüm olmayacaktı.

Keza Eva Green‘i Bayan Peregrine rolünde daha fazla izleyebilmek bile filmi bitirebilmek için gereken motivasyonu tek başına sağladı. Açıkçası pek beklediğim tarzda bir Bayan Peregrine değildi. Normalde olması gerekenden daha tekinsiz, başına buyruk ve açık fikirli bir Bayan Peregrine performansı izledik fakat bence filmde, kitap versiyonunu aşabilen tek güzel taraf Green’in bu yorumuydu.bayan-peregrine-film-eva-green

Filmin sonunda Jacob’ın büyük babasını yaşar halde bulmamızın üzerinde ise akla mantığa sığdıramadığım için pek konuşmayacağım. Nereden tutsam elimde kalıyor.

Üç sayfadır durmaksızın yakınmama rağmen, büyük umutlarla gittiğim bir filmden büyük hayal kırıklıklarıyla çıktığım zaman yaşadığım haksızlığa uğramış hissini hala üzerimden atabilmiş değilim. Hala kitapların özlerine daha sağdık kalacak ve kendi egosunu tatmin etmeye kalkışmayacak bir yönetmenin elinden birkaç filmlik bir seri izleyecek olsak, ortaya ne kadar güzel bir iş çıkardı diye hayıflanıp duruyorum. Yazık oldu, çok yazık.

Beyza Taşdelen

1996 yılının Ekim ayında İstanbul’da doğdum. Sainte Pulchérie Fransız Lisesi’nde başladığım eğitim hayatımı Galatasaray üniversitesi Karşılaştırmalı Dilbilim bölümünde sürdürmekteyim. Fantastikle Harry Potter sayesinde tanışıp, okuma sevgisi kazanmış çocuklardanım. Aktif olarak Kayıp Rıhtım’da yer almaya ve irili ufaklı yazılar yazmaya devam ediyorum.

1 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for alper alper dedi ki:

    Allahtan okuduğum ve sevdiğim kitapların film ve dizilerini çok nadiren izliyorum.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

sanderson film

Brandon Sanderson Evreni Beyaz Perdeye Geliyor!

daredevil imgelen ust

Daredevil – İmgelem: Kusurlu Şeylerin Kusursuz Güzelliği