in ,

Dev Kule Gölgesi Tüm Günahları Örter Mi?

Bir kulenin inşası sadece tuğlaları üst üste dizmek demek değildir. Kule yükseldikçe idealler yükselir, hırs giderek artan katları tırmanır. Merdivenleri ve asansörleri onun emekçileri çıkar. Kulenin tepesi yıldızlara uzanırken onu yapan her nefes teker teker tükenerek onun yükselişi için söner.

cam kule
- Reklam -
- Reklam -

Cam Kule, uzaydan gelen bir mesaja, “Biz buradayız! Sizi duyuyoruz!” demek için ortaya çıkmış bir dev. Simeon Krug adındaki iş adamının yıllar önce gelmiş ve hala ne demek istediği anlaşılmamış bir mesaja vermek istediği yegane cevap. O cevabı vermek için 300 ışık yılı bekleyemez. Buna ömrü yetmez. Cevap hemen, şimdi verilmeli. Ve Krug bu amaç uğruna robotları bir kenara atıp androidleri yaratır. İşte bu da Tanrı Krug ve onun kulları androidlerinin kurtuluş gününü bekleyişinin hikayesi.

Hadi Başlayalım

Dilimizde okuduğum bu 4. Silverberg kitabı beklentimi sonuna kadar karşıladı. Robert Silverberg beni bir kez daha hayal kırıklığına uğratmadı ve her kitabında usanmadan dediğim, “Bu adam bu konuları nereden buluyor?” sorumu yineletti.

Eseri anlatmaya başlamadan önce önemli bir bilgi vermek gerek. Silverberg bir Yahudi ve bu kitap da Yahudiliğin en ince katmanlarından yükselen bir kule. Ama o da her bilimkurgu yazarı gibi dindar bir profil sergilemiyor. Tam tersine, bakın içine doğduğu kültürü eserinde nasıl bir sosyolojik bombadırmana ve sorgulamalara dönüştürüyor.

- Reklam -

“Başlangıçta Krug Vardı”

cam kule

Simeon Krug bir iş adamı. O tipik zalim bir patron değil. Zeki ve idealleri olan bir adam. Uzaydan gelmiş mesajı takıntı haline getirmiş ve cevabı radyo dalgaları gibi şeylerle vererek 300 yıl beklemek yerine takyon ışınlarıyla çözmeyi planlıyor. Böylece muazzam Cam kulesi yükselmeye başlıyor. Bunun ilk adımındaysa işlevsiz bulduğu robotların yerine androidleri getiriyor.

Androidler tıpkı Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sında olduğu gibi sınıflara sahip. Bir insana denk alfalar, onlardan biraz daha geride kalan betalar ve tamamen alt sınıf olan, sadece kol gücü için kullanılan gamalar.

Alfalar bilgisayarların başında, yönetici ve yönlendirici konumunda. Betalar onlardan sonra gelerek ustabaşları olarak yer alıyor. Gamalarsa değersiz işçiler. Ama olay bununla da bitmiyor. Çünkü Krug DNA dizilimlerinden ürettiği bu canlıları ne kadar insana benzerse benzesin “insan olmadıklarını” vurgulayacak şekilde üretmiş. Evet, onlar fiziksel açıdan bir insandan daha mükemmeller ancak kısırlar. Tenleri kızılımsı bir renk, gözleri metalik gri. Yani anlayacağınız, hepimizin çok aşina olduğu o ten rengi farkı burada da kendini gösteriyor. Oysa Cam Kule’nin geçtiği 23. yüzyılda artık insanlar birbirlerini ten renklerine göre ayırmıyor. Artık daha büyük bir ayrım var: Rahimden Doğan ve Tanktan Doğan.

İşte bu androidler arasında Thor Watchman, Krug’a olan bağlılığın en büyük sembolü, Cam Kule’nin yegane yöneticisi. Krug’un gözbebeği. Onu bir oğul gibi seviyor. Ama Krug aynı zamanda androidleri bir mal olarak da görüyor. İçinde duyduğu o sevgiye rağmen, takdire ve saygıya rağmen, Watchman’a baktıkça onu yaratmada duyduğu gurura rağmen onlar birer mal. Ancak Watchman ve onun önderliğindeki milyonlarca androide göre Krug bir tanrı. Ve onlar bu dinin müritleri. Krug onları bir gün Rahimden Doğanlar’la aynı düzeye getirecek bir gücün tezahürü. Androidler için iki Krug var: İnsan Krug ve Tanrı Krug. Böylece androidlerin büyük bir kısmı, Simeon Krug’dan bunu uzun yıllar saklayarak ona tapınıyor. Daha doğrusu ona değil, içindeki tanrıya. Ona sadık kalıyorlar. Bir gün onları da insanlarla eşit düzeye getireceğini umuyorlar. Oysa Krug bilmek şöyle dursun, böyle bir ihtimali aklına bile getirmiyor.

Diğer yandan oğul Manuel Krug’u görüyoruz. O kimsenin gözünde “Krug” değil. O sadece bir insan, bir Ademoğlu. İşte, en önemli noktaya da tam şu an geldik. Tanrı Krug ve ondan doğan oğul Manuel, yani Adem. Böylece Silverberg yaradılış mitini kendi bilimkurgu şaheseri içinde yoğurmaya ve yedirmeye başlıyor. Ortayaysa yaradılışın temellerinde yükselen bir kule ve onun kahramanları çıkıyor.

“Ardından Diğerlerini Yarattı”

Kitap boyunca her karakterin benliğiyle bütünleşerek olaylara onların gözünden bakıyoruz. Hem andoridlerin gözündeki Tanrı Krug’u, hem de kuleyi bir an önce bitirip mesaja cevap vermek için her şeyi hiçe sayan İnsan Krug’u görüyoruz. Bir yandan Simeon Krug bilimadamlarıyla konuşuyor, emirler veriyor, Watchman’la gurur duyuyor, androidleri yönetiyor ve kulenin yükselişini seyretmek için binlerce kişiyi davet ediyor. Diğer yandaysa ondan gizli bir ayin yürüyor.

Manuel Krug, Silverberg’ün eserinde tamamıyla bir “Adem” sembolüyle karşımıza çıkıyor. Babası gibi güçlü değil, onun hırsından nasibini almamış. İyi huylu, ama meraklı. Evli, kendi Havvası Clissa’ya sahip, ama Yahudilikteki Adem gibi Lilith tarafından baştan çıkartılmalı.

Clissa, yani Havva, adeta bir çocuğun bedenine sahip. Yaradılış mitinde Adem’in kaval kemiğinden yaratılmış, Clissa olaraksa iyi niyetli ve androidlerin insanlarla eşit olduğunu düşünen bir çocuk-kadın o. Krug’un – Tanrı’nın- kendi yaratımı Adem’inin (Manuel) soyunu devam ettirmesi için büyük bir heyecanla bacakları arasından çocuklar çıkmasını beklediği bir ürün. Manuel Clissa’ya aşık, ama Manuel aynı zamanda cinsel açıdan mutsuz. Oysa Lilith adında bir dişi android ona tutkulu bir aşkın kapılarını açmaya hazır. Manuel görünümlü Adem’i baştan çıkartmak ve ona Krug’un, yani Tanrı’nın yasakladığı şeyi söylemek için orada. Android Lilith Meson diyor ki, insanlarla androidler eşittir. Sen de öyle düşünmüyor musun Manuel?

Lilith ki ilk yaratılan kadın, bir kaval kemiğinden değil de Adem’le eşit biçimde yaratılmış, Adem’in hükmünü kabul etmeyip sürülmüş… Ama eserdeki Alfa Andorid Lilith o nefret ve intikam arzusuyla dolu değil. Tıpkı Havvamız Clissa’nın bu kitapta yasak meyveyi yemeyeceği gibi, Manuel’in bilinen Adem tanımına uymayacağı gibi, Silverberg yaradılış mitinde bazı değişiklikler ve uyarlamalar yapmış durumda.

Lilith, bir dindar. O, Watchman ve diğer milyonlarca android gibi, zeki alfalardan olmasına rağmen Tanrı Krug’a tapıyor. Manuel’i memnun ediyor, Adem Manuel Lilith’e delicesine saplanıp kalıyor. Lilith’in tek istediği Tanrısının onun insanlarla eşitliğini kabul etmesi. Tıpkı Krug’a muazzam bir sadaketle bağlı olan Watchman gibi. Krug cezalandırır, Krug esirger, Krug’a şükürler olsun.

Fakat aynı zamanda Lilith Adem’i (Manuel’i) kendisiyle eşit de görüyor. Krug’un oğlu olduğu için ona tapınma eğiliminde hiç değil. Manuel bir sevgili, bir aşık, aşkın diğer yarısı, ama Tanrı değil. Silverberg bu ayrıntıyı da atlamayarak küçük görünümlü büyük bir detayı başarıyla gözler önüne seriyor.

Diğer yanda daha mantıklı androidlerimiz var. Andorid Eşitlik Partisi (AEP) üyeleri ve eşitliklerini, bir insandan farklarının olmadığını savunan siyasiler. Onlar senatoda bir koltuk istiyor sadece. Anayasada eşitlikleri, seçme ve seçilme hakları için birer madde istiyor.

Her şey ne kadar tanıdık değil mi aslında? Dünyamızda hala devam eden ırkçılığın ve tarihinin her iki kolunu da Silverberg’ün bu kısa ama etkili romanında görüyoruz. Nelson Mandela’lar geliyor aklımıza, Martin Luther King’ler…

“Ve Krug Yarattıklarını İnsana Hizmet Etmeleri İçin Gönderdi”

Unutmamak gerekir ki bu bir bilimkurgu eseri ve Silverberg’ün okuduğum 4 kitabı içinde en fazla teknolojik gelişmeye ve bilimsel bilgilere dayanan eseri de bu. Tüm bunların gerisinde yazara özgü bir teknoloji de yükseliyor, ancak ona sonra geleceğiz. Ondan önce size anlatmak istediğim başka bir şey var.

- Reklam -

Cam Kule’deki seyrimiz boyunca androidlere acımasızca davranıldığını falan görmüyoruz. İç parçalayan sahneler yok. Onları seven, sayan kişiler var. Clissa gibi, bir senatör gibi. Onlarla gurur duyan ve takdir eden kişiler var. Krug gibi. Onlardan nefret eden kişiler var. Krug’un yardımcısı Spaulding gibi.

Her şeyin arkasındaysa bir proleterya dünyası var. Androidler alfa bile olsa özünde işçiler. Ülkemizde artık korkunç boyutlara ulaşan bazı şeyleri bu kitapta da görüyoruz. Bu dev bir inşaat ve işçiler android de olsa zarar gördüklerinde acı çeken, ölebilen işçiler onlar. İş kazalarında ölmek de onların kaderi. Yerlerine yenileri gelse bile giden gitmiş oluyor. Hepsi Tanrı Krug’a şükrederek, törenlerle ölüme uğurlanıyor. Alt sınıf, üst sınıfa tapıyor. İş kazaları başkalarının hırsları arttıça artıyor ve üst sınıfın ruhu bile duymuyor. Gidenin yerine yenisi, ölenin yerine başka taşerondan birisi. Bakın, yine nasıl tanıdık yerlere geldik, değil mi? Tek fark, Silverberg’ün kitabında işçiler üretiliyor. Hepsi bu. Ama onlarla tanıştığınızda insanla olan denklikleri aklınızı fena halde karıştıracak.

Bir de Watchman’ın kitabın başında ettiği bir laf var ki, kitabın beni tavladığı ilk an tam orası oldu. Proleterya emeği veriyor, üretiyor, yok oluyor ve üst sınıfa hiçbir şey olmuyor ya hani, bir de onları destekleyenler var. Ama onlar ne yapıyor? Meclislerde, senatorlarda koltuklarında oturarak işçileri savunuyorlar. Fakat ortada bir ironi yok mu? O ironiyi devletin varlığının artık anlamsız olduğunu savunan Senatör Henry Fearon’un Alfa Watchman’a yaptığı iltifatta görebiliriz. Hadi, Thor Watchman bizim için durumu kendi sözleriyle özetlesin:
“Kendi siyasi görüşü, olduğu kadarıyla, kesinlikle Kendiliğindenci’ydi; ulusal sınırların terk edildiği bir transmat toplumunda resmi bir devlete ne gerek vardı? Bırak kanun yapıcılar kendilerini feshetsinler; doğal yasalar var olmaya devam edecektir. Ama Kendiliğindenciler’in vaaz ettikleri gibi devlet hiçbir zaman kendi kendine yok olmayacaktı. Bunun kanıtı da Senatör Henry Fearon’du. Nihai paradoks; yönetim karşıtı bir partinin üyesi yönetime hizmet ediyor ve her seçimde koltuğunu korumaya çalışıyor. Hani yok olacaktı, Senatör?”

Global Bir Köy: Dünya

tower of glassCam Kule’yi pek çok sosyal açıdan inceledik, ama gelin bir de teknolojisine göz atalım.

Silverberg dünyayı adeta düzleştiriyor kitabında. Transmatlar sayesinde ışınlanarak dünyanın her yerine anında gidebiliyorsunuz. Kitap boyunca karakterler, ülkeler arasında gezip duruyor. Bir yerde gece, diğer yerde gündüz. Dönüp duruyorlar. Dünya iyiden iyiye global bir köy olmuş ve insanlar arasındaki farklılıklar da hepten yok olup gitmiş. İnternetin dünyayı buluşturduğu noktanın daha ötesine gidilmiş. Artık kişilerin kökenleri tamamen önemsiz. Hatta dünyanın konuştuğu ortak bir dil bile var.

Aslında daha nice şeyler de var, ama onları kendiniz görün. Benim bahsetmek istediğim en büyük teknolojik unsur bu. Çünkü Silverberg bu kitabı yazdığı 1970’de insanlar arasındaki en büyük sorunu uzaklık olarak görmüş. Bunu sözleriyle söylemiyor, ama anlaşılması da zor değil. Aradaki mesafeleri yok edince, uzağı yakın yapınca insanlar birbirlerini tanıyor ve kaynaşıyor. Sonra dünya düzleşiyor ve bir adım öteye kadar geriliyor. Düşman kavramı diye bir şey kalmıyor, çünkü düşmanın evine konuk olup onu yakından tanıma imkanı orada.

Bu bakımdan kitabın ütopik bir yanı olduğunu da söylemek gerek. Ama Her Silverberg kitabının bir yanı ütopik değil mi zaten? Asla okuru tamamen ümitsizliğe düşürmüyor. Tıpkı, başta dediğim gibi, androidleri kötü ve zalim olaylara bulaştırıp okurun içini kanatmaya çalışmadığı gibi. Bunlara ihtiyacı yok. Bu da onun o tatlı tarzı değilse nedir?

Spoiler Arası

Evet, şimdi geldik kitabın sonlarında yer alan o “büyük” sahneye. Buralar kitabı okumamış kişiler için ciddi anlamda spoiler olacaktır. Ben uyarımı yapıyorum ve geçiyorum çözümlemeye.

Kitabın en büyük sorgulaması da “insan olmak” aslında. Çünkü Watchman bir androidken ve bu androidliğiyle barışıkken adeta “ideal insanı” temsil ediyordu. Fakat Lilith ile başlayan tecrübeleri, ardından Krug ile olan takası sonucu gördüğü gerçekler sonucunda “tam bir insana” dönüştü. O insan kötü, o insan zorba. İçindeki öfkeyle birlikte inandığı her şeyin yerle bir oluşuna tanık oldu ve insana dönüştü. Dönüştü diyorum, çünkü artık itaat yok. İnsan, kendi içinde yaşadığı doğaya zarar veren tek canlı türü ve Watchman da insana dönüşümünü tamamladığında sonuçları korkunç olacak bir isyanı başlatıyor. Androidler katil ve tecavüzcülere dönüşüyor. Cam Kule’nin tanrısal yükselişini baltalıyor, köküne darbelerini indiriyor. Ve ne diyor, hatırladık mı? O enkazların üzerinde Lilith ile sevişmekten bahsediyor. Kutsal olana en büyük küfürü zinayla yapmayı arzuluyor.

Watchman’a böyle bir bakış açısı sunmuşken daha da ileri gidip bir varsayımda bulunmak istiyorum. Tanrı –Adem- Lilith dedim durdum, ya Şeytan? Kitabın sonunda gerçekleşen sahneye bakarak Watchman’n Şeytan’ı o son sahnede temsil ettiğini söyleyebilir miyiz? Durun durun, hemen itiraz etmeyin! Açıklamamı kısa bir anlığına da olsa dinleyin. Çünkü Watchman baştan beri Krug’a en büyük inananken Adem’den daha aşağı görüldüğünü kendi yaratıcısının gözlerinden gördü. İnancı yerle bir olduğu gibi tüm insanoğluna zarar verecek hareketi başlattı. İnsanları kötülüğe teşvik eden habis bir Şeytan figürü değil o. Ama başta da dediğim gibi, hiçbiri bilinen yaradılış döngüsündeki karakter ve sembollerin tam yansıması değil. Watchman da tipik Şeytan olmuyor böylece. Ama baştan beri büyük bir inançla taptığı tanrısına sırtını dönerek, onun yerine tercih ettiği insanlara büyük zararlar verecek adımı atmaktan geri durmuyor. Bu da yetmiyor, içinde tanrısının tapınağı da bulunan ve tanrısının en büyük tutkusu olan Kule’yi yerle bir ediyor. Ona kocaman bir küfür savuruyor. İçindense o küfürü pekiştirmek adına Lilith ile o yıkıntıların üzerinde sevişmek geçiyor.

Watchman kalbi kırık bir kul. Reddedilmiş ve baştan beri bir hiçe inanmış bir yaratım. Tanrısının gözünde sadece bir nesne…

Silverberg bu sahnelerde kendi kaleminden damlayan kulesini bile aşarak yükseliyor. Krug’a şükürler olsun. Burada verdiği her bir mesaj sindirerek okunamalı, çünkü insanın gerçek doğası en büyük yansımasını bir androidin ellerinde görüyor.

“Ve Bütün Bunlar İçin Krug’a Şükürler Olsun”

Cam Kule, Silverberg’e yakışan ve her hayranının beğeneceğini düşündüğüm bir eser. İçten içe gözümdeki magnum opusu olan İçeriden Ölmek ile kıyaslıyorum onu. Evet, bir İçeriden Ölmek değil. Ama bu onu kötü ya da yetersiz yapmıyor.

Dıştan bakıldığında klişe bir konuya sahip, fakat detaylarında yaradılış miti ve işçi – iş veren sınıfıyla olan çift bağı sayesinde kendine has bir havaya sahip olan bir eser bu. Silverberg gibi bir ustanın ellerinden çıkmasa çok sıradan olabilecek bir kurgu, onun maharetli ellerinde sayfaları yırtarcasına çevirmenize yol açan bir kitaba dönüşüyor.

Çeviri ve editörlüğe de değinelim kapatırken. Gerçekten hem çevirmene hem de editöre şapka çıkartıyorum. Oldukça akıcı ve tertemiz bir iş ortaya koymuşlar. İkisinin de ellerine sağlık.

Cam Kule, bu sene okuduğum en iyi bilim kurgulardan biri oldu. Onu bize getirdiği için de İthaki Yayınları’na teşekkür ederim. Ama yetmez! Silverberg’ün daha nice şaheseri var. Dilerim onlara kavuşmamız da yakın zamanda gerçekleşir.

Bu eseri dilimizde okuma şansına eriştiğim için Krug’a şükürler olsun.

Hazal Çamur

2009 yılında Kayıp Rıhtım'a elimi verdim, sonra da ruhumu kaptırdım. Bu yolun devamında çeşitli gazetelerin kitap eklerinde kitap incelemelerim, TRT Radyo 1'de canlı yayın konuğu olarak katılıp kurgu edebiyatını anlattığım 2 yayın, 5 yıldır süren Kahramanın Yol Türküsü adlı kendi edebiyat temalı radyo yayınım, kitap inceleme videoları serim Kayıp Rıhtım İnceliyor ve bir de bonus olarak Oyungezer Dergisi'nin kültür sanat sayfalarında düzenli yazarlığım oldu. Tüm bunların yanı sıra, gerçek hayatın sıkıcılığında, bir bilgisayar mühendisi olarak yaşıyorum. Ama biz ona Clark Kent kimliğim diyelim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

firefly inceleme

Firefly İncelemesi: Uzayın Kovboyları

Diskdünya

Diskdünya Okuma Sırası Rehberi 2.0