in ,

Dünyalılar: Yerli Bilimkurgudaki Harika Yükseliş

Varoluş, toplum, insanoğlunun geleceği ya da sadece bir olasılığın yaratabileceği ruh halleri olsun, bu memleketin yazarlarının da bilimkurgu aracılığıyla anlatacağı hikâyeler var!

bilimkurgu oykuleri dunyalilar
- Reklam -
- Reklam -

Bilimkurgu, ona uğraş verenlerin şimdi ve gelecek için kelamlarda bulunmasına imkân vermekte. Hatta bizim şu anımız, kendileri için gelecek olanların bazı düşlerinin hayat bulmuş hali denebilir. Bilimkurgunun en çok gözden kaçan özelliğiyse, evrendeki türlü olasılığın merkezine insanı koyarak insanı anlatması. Yabancı yazarların eserlerinde buna pek çok kez şahit olduk ve olmaya devam ediyoruz.

Şimdi bilimkurgunun imkânlarını kullanarak evrenden ve insandan bahsetme sırası yerli yazarlara geldi. 2011-2015 yılları arasında, Türkiye Bilişim Derneği Bilimkurgu Öykü Yarışmaları’nda dereceye giren öykülere merhaba diyin. Varoluş, toplum, insanoğlunun geleceği ya da sadece bir olasılığın yaratabileceği ruh halleri olsun, bu memleketin yazarlarının da bilimkurgu aracılığıyla anlatacağı hikâyeler var!

O zaman aralarında sitemiz çevirmenlerinden Bülent Özgün‘ün de bulunduğu bu her bir yazar ve eserine yakından bakalım:

- Reklam -

Salyangoz – Murat Başekim

Bilinmezi açıklığa kavuşturmak için bilgi birikimine başvurarak hakikate ulaşan ideal kahraman pek yabancı sayılmayız. Bu kahraman prototipinin itkisel özünün ters yüz edilmesiyle gerçekten ustaca birkaçışın öyküsü ortaya çıkıyor.

Anlatıcı ve ana karakterin her yorumunda yenilenen ve üstüne eklemelerde bulunulan bilgi yığınında kaybolup anlatıcıya teslim oluyoruz. Öykünün sonundaysa bu bilgi ve yorum bombardımanına teslim olanın yalnızca biz olmadığımızı öğrenmek; öykünün genel dramatikliği kadar bilgi ve gerçeklik algısı üzerine vardığı nokta açısından da bütünlük içeriyor.

Kullanım Kılavuzu – Funda Özlem Şeran

Douglas Adams’tan alıntıyla başlayan öykü, DNA’nın mizahını kopyalamadan kendine has bir kara mizah. Mizahi tonu olmasa, iç burkuculuğun yoğunluğu öykünün sonunu getiremez hale gelirdi belki de.

Yaşlılığın, etrafındaki dünyanın değişimine yetişememekle yaşandığı gözleminin çevresinde, teknolojiyle içli dışlı olmanın nerelere varabileceğine hafiften göz gezdirilmiş.

Öykü bitiren son söz, hikâyenin içerdiği olasılıkların nerelere kadar varabileceğini ima ederek içeriğinden fazlasını düşünmeyi sağlıyor. Vurucu son cümlenin yan etkisi, yaşlı adamın ailesi ile arasındaki gerçek bağ hakkında soru işaretleri oluşturmaya meylettirmesi olmuş.

Eşçip – Burçin Tetik

Cinsiyet eksenli beden politikalarının, teknolojinin gelişimi ile farklı seviye ve algılara taşınmasının öyküsü.

Teknolojinin insan ihtiyaçlarını karşılarken yeni ihtiyaçların doğmasına sebebiyet vermesi olağanken; tabuların şekil değiştirip, ihtiyaç duyulduğu düşünülen ürünlere dönüşerek yaygınlaşması tedirgin edici.

Bedenin sınırlarını aşarak, en mahrem yere, bilinçli zihne yapay gereklilikten ötürü müdahale edilmesi tedirgin ediciliği aşıp korkunçluğa varıyor.

Beden mahremiyetinin yoğun tartışmalı alanlarında kaybolmadan, baskı altına alınmış birey için meselenin ne anlama geldiğini kaba hatları ile özetlenmiş.

Ana karakterin giderek artan iç gerilimi okuru da rahatsız etmeye başlıyor. Zihni ele geçirmek için bedeni, bedeni ele geçirmek için zihni tutsak alan teknolojiyle olan imtihanın sonu basit. Ama öyküyü tamamlanmamış bırakan bir basitlik değil. Ana karakteri tutsak eden teknolojiyi ve onu var eden düşüncelerin basitliğini ima eden bir basitlik.

Gitmek – Deniz Uymaz

Öykünün daha büyük mantıksal boşlukları engellemedeki en büyük kozu, dünyaya gelen uzaylının da kendi gezegeninde sıradan bir vatandaş olması. Kendisinin de çıkmaya hevesli olmadığı yolculuk ile vardığı dünyamızda yaşadıklarının ucu “miras” kavramında düğümleniyor.

Uzaylının kimlere ifade verdiğini bilmememiz, sorguyu yapan tarafı, tüm insanlık olarak genişletiyor.

Trajikomik öykünün sonu, ciddi bir soruya dönüşüyor.

Benden Geriye Ne Kaldı? – Can Oral

Kültür mirasını korumak için onu oluşturanları korumaya almak nasıl olurdu? Hayatın sürekli değişimine karşı koymanın sonucu nedir acaba? Sanatın/kültürün hayattan kopartılıp fildişi kuleye hapsedilmesi en iyi tercih midir? Diğer türdeşlerinden ve doğduğu yaşamdan kopartılan sanatın/kültürün varoluşuna ters değil midir bu?
Sanat ve kültürün nasıl bir canlı olduğunu, onu bizzat korumak için yaşayarak temsil edenin dramı akla bu soruları getiriyor.

Sssz – Bülent Özgün

Kısacık öykünün tadını kaçırmamak için tadında bir yorumda bulunsam daha uygun düşer: İletişimin vazgeçilmezliği, iletişimi sekteye vuran engellere rağmen sürer. Yoksa halimiz nicedir.

Olmak ya da Olmamak – Özgür Hünel

Sanatın gerçekliği yaklaşımı ile teknolojinin gerçeğin yanılsamasını oluşturmadaki mahareti, gösteri sanatını nasıl biçimlendirir acaba?

Olmak ya da olmamak; var olan, ama aslında orada olmayan ile büyüleyebilmek…

Anlam Satan Android – Murat Kaya Beşiroğlu

dunyalilar 1Felsefenin metalaşma karşısındaki tutumu yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan sorusuyla gündemde.

Var olmasının amacı varoluşsal cevaplar satmak olan bir makinenin çelişkiler ile dolu ve ucu açık öyküsü fazlasıyla tanıdık geldi bana. İş-güç veya eğlence peşindeyken, ucu açık ve cevaplaması zor soruları taşısak ta, maddi hazza doyana ya da kaybedene kadar bunları pek düşünmediğimiz aşikâr. Varoluşsal sorular aklımıza takıldığındaysa felsefeyi daha kolay tüketilebilir şekilde kullanmakta pek yabancısı olunan bir tutum değil.

Tüketilebilir varoluş anlamı satan android, bu dünyanın halet-i ruhiyesinde pek de yabancı değil.

Çivi – Sinan İpek

Makine üreten makineler fikrine yabancı sayılmayız. Üç boyutlu yazıcılar bunun en son örnekleri.

Ve öykümüz, her mucize gibi felaketi de beraberlerinde getirebileceklerinden hareket ediyor. Tabii suçun hepsini hemen teknolojiye atmamak şartıyla. Bu öyküde de kendi kendinin kurdu olan insan. Kendi ham maddesinden kaynaklanan eksiklikler neticesinde başına çorabı gene kendi örüyor.

- Reklam -

Suçların En Büyüğü – Murat Mıhçıoğlu

Bir önceki öykünün başında makine üreten makinelerden dem vurdum. Olayı daha da ileriye götürmeye ne dersiniz? İnsanlığı yok etmeden varlığına acılar çektirmek var bu sefer işin içinde.

Kitlesel aydınlanma her zaman insanın içine huzur verecek değil ya?

Laleli’den Dünya’ya, Laleli’den Dünya’ya… – Emel Altay

Bilimkurgusal olarak biraz daha eski usul. “Farz etki…” ile başlayıp büyü gibi işleyen bir bilim ile başka dünyalara yolculuk söz konusu.

Asıl dikkat çeken husus bu değil ama. Biyolojik olarak zamanı farklı deneyimleme, öykünün esas merkezi. Zamansızlık ile zaman bolluğunun farklı taraflardan yarattığı kişisel beklentilerin çatışması da o merkezde yer alıyor.

Anlatıcının ahlaken baştan sorunlu olması, her şeyi başlatan ve bitiren olan ana katalizör.

Sosyal (ve ilahi) (ko) Medya – Murat Başekim

Murat Başekim’in kitaptaki ikinci öyküsü. Kısa ve öz. Bizi harekete geçiren bilişsel itkileri fiziksel dünyadan soyutlayıp sosyal medya örneğiyle özetini geçerek bir ömrü özetliyor.

Öykünün kilit noktalara değinerek hayatı kısaca özetlerken, hayatın inanmak istememekte direndiğimiz beyhudeliğini anımsatıyor.

Tarak – Özgür Tırpan

Ana konu, öykünün geçtiği geleceğin kendisi olsa da, bunu o dünyada yaşayan birilerinin hayatına mercekle baktırarak yapıyor. Kafamda distopya elementlerini kullanan ütopik gelecek fikri canlandı.

Ne olursa olsun, geleceği koruyup yaşatmada nereye kadar varabileceğini ya da belki de varması gerektiğini vurgulayan bir öykü.

Süleyman Dilmaç’ın İsimsiz Meseli – Ümit Yaşar Özkan

Bilimkurguyu yeni değil eski bir icatla yapılıyor; icat ettiğimiz en eski ve en önemli buluşlardan biri olan dil ile.

Anlatımın günce şeklinde kısımlara ayrılması, dil üzerinden söylemek istediklerini doğrudan aktarırken yaşanabilecek makaleye dönüşme tehlikesini bertaraf etmiş.

Günümüzde geçen öykü, canlı bir varlık olan dilin belli olasılıkların dışına taşabilme potansiyelini ima ederken, sabit yargıların genel geçer olabileceği şüphesini ekiyor.

Fırıldak – Tevfik Uyar

Uzaylı istilası ile kıyamet sonrası dünyada yaşayan insanların küçük guruplar halinde yaşamaya çalıştığı dünya. Öykünün hedefi klişe bir hikâye anlatarak etkilemek değil. Uzaylı istilacılar ve sağkalımcıların onlara karşı hayatta kalmaları arka plan.

Sağ gösterip soldan vurma hamlesini yaparken, o ana kadar fazla tekrara girerek açık vermesi, öykünün tek kusurlu yanı. Bunun sebebi belki de anlatıcının doğrudan aklından geçenleri bize aktarmasından kaynaklanmış olabilir. Olayları, ana karakter ile birlikte tecrübe ederken, fikirler şimdiye bağlı olarak aktarılıp, o önemli bilgi fazla tekrar edilmemiş olsa, belki o hamle daha mı etkili olurdu diye düşündüm. Sondaki ters köşeye bu kadar takmamın sebebi, öykünün asıl sözünün bu ters köşenin yaratacağı şaşkınlığa bağlılığı. Hikâyenin merkezi uzaylı istilası değil insanlık halleri nede olsa.

Tosca V2.0 – Özgür Hünel

Hangi tür olursa olsun gerçeğin peşinde koşan dedektif ile gerçeğin örüntülerini tekrar canlandırarak gerçeğe dönüştüren tiyatro sanatı, çoktan kapanmış bir davanın öyküsünde buluşuyor.

Teknoloji ile tiyatro sanatının nasıl kaynaşabileceğini güzel örneklenmiş. Olayın yaşanmış olmasına rağmen “Neden? Niçin? Nasıl?” soruları hemen ardından geliyor. Ve fazla geciktirmeden cevaplanıyorlar. Bu sebeple, gizeme fazla hissiyat alanı bırakılmıyormuş gibi gelebilir. Gizemi uzatayım derken gereksiz yere öykünün uzamasına sebebiyet verilebileceğinden, anlatının ritmi kısa öykü için yerinde geldi.

Zafer – Tolga Aydın

Öykünün başında da belirtildiği gibi akla gelecek son varlık insanoğlunun karşısına dikilir. Daha büyük bir bilincin elçisi olarak tabii. Öykünün en hoşuma giden ayrıntısı, “fahri vatandaşlık/hemşehrilik” işinin lafta kalmayıp işlevsel bir sonucu olması.

Dünya kimin sorusuna, muzip bir cevap.

Çember – Emrah Koçak

İlk harfin küçük yazılması sizi zaten şüpheye sevk ettiği, yazım şekliyle yaşananı ve yaşanmakta olanı hissettiriyor.

Cennet – Savaş Zafer Şahin

Çember öyküsünün aksine şahsi değil, genel olarak insanoğlunun döngüsüne atıfta bulunuyor. Kavra, öğren, üret, ilerle, yayıl, bir ol. Tekten çoğa, çoktan teke doğru bizi var eden bir döngünün öyküsü Cennet.

Son Söz

Kitaptaki yerli bilimkurgu öykülerinin hepsi, bir yandan tanıdık olmayı başarırken öte yandan da evrensel olmayı başarıyor. Ülkemizden çıkan hikâyeler, bu alanda ne kadar kaliteli potansiyele sahip olduğumuzu gösteriyor. Kitabın editörlüğünü yapan Levent Cantek, içerik ve tarzlarına göre okuma seyrini canlı tutacak seçimlerde bulunmuş. İletişim Yayınları gibi ülkemizin köklü ve değerli bir yayınevinin böyle bir derlemeye imkan tanıması da kesinlikle takdir edilesi.

Yerli edebiyatımızın fazla örneğini görmediğimiz türdeki hikâyeleri keşfe dalmak isteyenlerin bir durağı da bu özel derleme.

Cemalettin Sipahioğlu

1986 İstanbul doğumlu. Bilimkurgu, korku ve fantastiği uzun süre televizyondan takip edebilmiştir. Ailesinden habersiz aldığı ucuz VCD oynatıcıyı saklayıp, onlar yokken kullanarak, bu konularda film açıklarını kapatmaya çalışmıştır. Edebiyata sonradan bulaşması; bilgisizliği; bilgisizlik de, "Raftaydı ve ben onu alıp okumadım zamanında." pişmanlıkları getirmiştir. Lem ile Küvette Bulunan Günce'yle tanışması; okumaya yeni başlayan biri için hem talih, hem de talihsizlik olmuştur. Film, kitap, animasyon, çizgi roman olsun; kendi sınırlı bilgisiyle, eserleri iç dinamikleri içinde değerlendirmeye çalışır.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Michael Ende Sabırlı Sakinyürür

Michael Ende’nin İnatçı Kaplumbağası Sabırlı Sakinyürür’ün Maceraları Raflardaki Yerini Aldı

Black Mirror Logo

Black Mirror: Baktığınıza Pişman Olacağınız Bir Ayna