“Eskiden her şeyin tadı bir başkaydı,” klişesine girmeden özellikle 80’ler ve 90’lar korku sinemasına değinmenin zor olduğunun farkındayım. Özellikle nostaljik bir tutkuyla eski filmleri anmanın hemen her şeyin ışık hızıyla tüketildiği günümüzde fazlasıyla romantize edilmiş olacağının da farkındayım. Bu sebeple yazının amacı, günümüzde her alanda fazlasıyla tartışma konusu olan overrated ve underrated kelimelerinin çaresizliğinin peşine takılıp kimi eserleri görmezden gelerek kimilerini de göklere çıkarmak değil. Yazının amacı, yalnızca “çok ama çok az” torpilli olarak 80’ler ve 90’lar korku filmleri furyasına ve bunların yaratmış olduğu öncü eğlenceye bir göz gezdirmek.
Eski Korku Filmleri Hakkında Konuşmadan Önce “Ortam”dan Bahsetmeli
Ortam dediğim kavram, film izlerken yaratılan auradır; Twitter bildirimleri, Whatsapp mesajları, reklam ve banka SMS’leri ile bölünmediği takdirde daha da etkili olan ortam. 1975 senesinde bir yazlık sinemada havada hafif esen bir rüzgârın tatlı serinliği ile birlikte Steven Spielberg şaheseri Jaws denen film bütün bir dünyayı aynı zaman diliminde aurası içine hapsetmiş, insanlar bir yandan dehşete düşerken bir yandan da sanırım (kesinlikle) çok büyük eğlenmişlerdir. Üstelik bu bir seferliğine yahut belirli bir zaman dilimine ait bir çılgınlık da değil.
Yalnızca üç sene sonra John Carpenter denen ve janranın takipçileri arasında tanrısal bir mertebeye erişmiş bir yönetmen, bebek bakıcılarının katledildiği bir film sunuyor izleyiciye. Halloween filmi elbette korku hayranları arasında hayli bilinmekte çünkü defalarca remake ya da devam filmleri yapıldı, üzerine çokça yazılıp çizildi. Burada üzerinde durmam gereken yegane konu ise elbette “filmin ortamı”. Bir damla dahi kanın akmadığı bu filmde Michael Myers efsanesi doğdu ve izleyenlerde uzun süre çalılıkların arkasını kontrol etme isteği uyandırdı. Bu efsane, kendinden sonra geleceklere öyle bir ilham oldu ki bugün -yarım asır sonra dahi- etkisini sürdürüyor.
Bugünkü anlamda teknoloji kullanımının zerresinin dahi bulunmadığı 1978 senesinde, 20’lerinde bir gencin -hatta toplanıp birlikte izleyen gençler olursa keyfin çarpan katsayısı oldukça büyüyecektir- bu filmi izlemesi heyecanlı, korkunç, şaşırtıcı ama en önemlisi oldukça eğlenceli olmuştur. Filmin tüm büyüsü karakterlerinden, dijital teknolojilerin böyle gelişmediği bir ortamda yapılan makyaj tasarımlarından, efsanevi ürkütücü jenerik müziğinden, kısacası tüm ekibin filme verdiği kıymetten gelmektedir. Dolayısıyla David Gordon Green bugün Halloween Kills filmini çekerken 43 sene sonra da olsa “Myers’ın yüzü gözükecekmiş, maskenin arkasındaki saf şeytanı göreceğiz” diyerek heyecanlanan seyircinin yani bizim bugün de aradığımız şey ortamdır. Yani tam anlamı ile “kalıcılık”. 43 sene önce Doktor Loomis saf şeytani Myers’ı bize nasıl tarif ettiyse bugün de aynı heyecanı sürüyor.
Zamanın atmosferinde kaybolan izleyici büyülenmişçesine bir özlem duyuyor o günlere. Aslında olan biten, izleyici ve bu filmler arasında kurulan duygusal bağ. Salt bir nostalji tutkusu da değil bu durum. Bu filmlerin kalıcılığını sağlayan, zamanında verilen emek ve karşılığında tutkulu bir avuç genç seyirciden bir dünya seyircisine dönüşen janra ve hatta furya takipçileri. Şimdiki zamanda politik doğruculuk ve onulmaz sansür yasaları içerisinde böylesine samimi ve kalıcı içerikler üretmek ise oldukça zor gözüküyor.
Bugün Scream’in yine ve yeniden vizyona girmiş olması bile hazır bir izleyici portföyü üzerinedir. Bu heyecanı tekrar yüzeye çıkaran 1996 senesinin efsanesi ise usta Wes Craven’dır. Sadık korku takipçileri – adına ister nostalji diyelim, ister kalite, ister ortam, Ghostface’i tekrar yeni bir senaryoda göreceği için oldukça heyecanlandı. Filmi ilk kez 96’da değil de 2016’da izleyen seyirci de bir o kadar heyecanlıydı. Çünkü filmin ortamı kendi çevresini yarattı. Klişe olmaya bu kadar müsait olan bir işi böylesine orijinal bir hüviyete büründüren ekip ise tıpkı geçmişte olduğu gibi bugün de korku severlerden tüm şükranları kazandı. Gerçekten bu film günümüzde bizim için Goonies’teki tavan arasında bulunan hazine haritası kadar değerli.
Kalıcı Olmak
Bugün her ne kadar kulağa sıkıcı gelse de 80’lerde bir grup gencin kampa gitmesi ve tek tek öldürülmesi alışılmadık ve ürkütücü bir durumdu. Kökleri Mario Bava’nın A Bay of Blood (It: Ecologia del delitto) filmine dayansa da dünyaca şöhretini 1980 senesinde Sean Cunningham önderliğinde Friday the 13th filmi ile elde eden bu akım, kendinden sonra iyi- kötü birçok taklidini de beraberinde getirdi. Üçüncü filmde öldürdüğü arkadaşın hokey maskesini giymeye karar veren ve bu yüzle özdeşleşip ölümsüzleşen Jason Voorheese karakteri bugün Mortal Kombat oyunlarında rakiplerini elimine etmeye devam ediyor. Hele o “ki ki ki ma ma ma” jeneriği, bugün aynı dehşetli çekiciliğini koruyor.
İyi taklitleri çok az olmasına rağmen türün sıkı takipçileri için en trash filmler dahi çok kıymetli. Betamax ve VHS kasetleri ile bir nesli etkisi altına alan bu filmler, içerdiği tüm klişeler ve ucuz numaraları ile korku severlerin ortamlarını oluşturdu. Ortam yaratmak ve kalıcılığı sağlamak hususunda söylediklerim burada daha da ön plana çıkmakta. Cyristal Göl Kampı ve asıl bekçisi hüviyetinde Jason, sahip olduğu tüm aurası ile 80’lerin efsanesi olarak doğdu ve bugün hâlâ janranın taşıyıcısı konumunda ve ne kadar eskirse eskisin, etkisinden yine de hiçbir şey kaybetmeyecek.
Yine “kötü ama bir o kadar iyi” örneklerden Amy Holden Jones’un 1982’de yönettiği The Slumber Party Massacre bugün korku severler tarafından her pijama partisinde dile getiriliyorsa eğer, filmin tüm ucuzluğuna rağmen kattığı bir şeyler olsa gerek. Aurasını dönemin etkisinden alan, cep telefonu ekranlarına sıkışmamış gençlerin bir araya gelerek pijama partisi yapması filmin etkisini artırıyor. Üstüne üstlük çok düşük bir görüntü kalitesi ile VHS kasetlerin 55 ekran tüplü televizyonlara eşlik ettiği bir dönemden söz ediyorsak, o ortam bugün bile aranılası vaziyettedir. Kötü bir oyunculuk sergileyen matkaplı seri katil, olayını fazla abartarak home invasion korku türünün de önünü açıyor. Peki sadece matkaplı, palalı katiller mi ortama heyecan, korku ve neşe katan?
80’ler ve 90’lar dendiğinde akla Spielberg’ün ille de 24’lü bira paketleriyle beyzbol maçı izleyen aileleri gelmez mi? Sonra bu ailenin ikamet ettiği kasabada yaşanan ipe sapa gelmez olaylar silsilesi… Home Alone’un efsane yönetmeni Chris Columbus Gremlins efsanesini 84 senesinde yaratmışken, küçük tatlı Amerikan kasabası minik, sevimli ve şeytani varlıklar tarafından ele geçirileceğinden muhtemelen bihaberdi. Bugün kimilerine vasat ve gülünç gelse de dönemin sinema perdelerinde ve tüplü televizyonlarında bunlar demonik varlıklardı ve gerçekten hiç şakaları yoktu.
Stephen Herek’in 1986 senesinde yarattığı -uzay sekanslarının pişmanlığını yaşadığını düşünsem de- Critters filmi tıpkı Gremlinler gibi bugün için de korkunçtur. Vampirler de öyle değil mi? Janranın Interview with the Vampire gibi klasikleri haricinde kült mertebesinde eserler bugün eğlence dozlarını hâlâ korumaktadır. Örneğin; nerede olduğunu dahi bilmediğimiz tamamen izole gözüken ürkütücü ve unutulmuş kasabamızda esas ailemizin yan komşusu hoyrat, yakışıklı ve aynı zamanda bir o kadar ürkütücü vampirdir. Evet, işte o film: Tom Holland’ın yönettiği 1985 yapımı Fright Night, “Allah hayırlı komşulu yerden versin” dedirten cinstendi.
Seri katiller, yaratıklar ve daha niceleri bugünün korku türünün öncülüğünü yapıyorlar. Mesela, kendi iflah olmaz ruhunu oyuncak bir bebeğe yükleyen Charles Lee Ray 80’lerin kâbus bebeği Chucky’ye dönüştü. Bugün dahi TV dizilerine konu olması Chucky’nin yarattığı auranın ispatı değil de nedir?
Katliam
Katliam mefhumu burada adı geçen filmler içinde geçen bir olay örgüsünü anlatmıyor bizlere. Zamanında Jaws gibi, Halloween gibi tüm dünyayı aynı anda sinema salonlarına, sinema salonlarından pijama partili korku filmi gecelerine götüren olaylar zincirini anlatıyor. Günümüzün streaming servisleri, “Bunu da beğendiniz mi?” üzerine temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp aynı filmleri önümüze sürerken yaşatmaya çalıştığım şey nostalji değil.
Öyle olsaydı yukarıda kötü taklitlerden bahsedemezdik değil mi? Kaybettiğimiz şey, bunca seçeneğin arasından sürpriz ihtimalinin çoktan elenmiş olması. Video kaset dükkânından ya da daha sonraları DVD/VCD dükkânından alınan filmlerin evde izledikten sonra yarattığı coşku ya da hayal kırıklığı son buldu artık. Tobe Hopper’ın 1974 senesinde bütçe yetersizliğinden mümkün olduğu kadar gündüz çekmeye çalıştığı lakin gecenin tüm şerrini 90 dakikalık muhtevasında saklayan Texas Chainsaw Massacre bugün yaşadığımız gibi bir katliam değildir. Sadece zincirli testere katliamıdır. Bugün, izlemeden bir sene öncesinden filmin bütçesini aşan reklam harcamaları ile PR çalışmalarına maruz kaldığımız filmler sanırım o günkü ortamı ve kalıcılığı yakalayamıyorlar.
Stephen King uyarlamaları eskisi kadar korkunç mu? Salems Lot 1979 yılındaki gibi tekrar uyarlanabilir mi? Bunun gibi birçok soruya nasıl bir cevap verebilirim bilmiyorum ama Alien’ın 2079 senesinde de 40 sene önceki ve bugünkü gibi ürkütücü, heyecan verici ve eğlenceli olacağını biliyorum. Çünkü ortam, bir kere yaratılmıştır artık.
Bu bölümün başlığı ismini, metin ise ilhamını Kenneth Powell ve Thomas Edward Seymour tarafından yönetilen VHS Massacre belgeselinden aldı. Belgeseli izlediğimde gördüm ki, dönemin en ucuz film yapımcıları ve oyuncuları bile bu işin ne kadar eğlenceli olduğunun bilincindeler. Şimdiki gibi en uç noktalarda bir eleştiri yağmurunun ortasında gidip gelmiyorlar. Çünkü entelektüel izleyicinin ve profesyonel eleştirmenlerin unuttuğu bir şey var. Sinema bir sektördür ve korku filmleri oldukça eğlencelidir. Ve doğal olarak korku filmleri, herkesin çocukluğunda daha güzeldir.
Siz eski korku filmleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Fikirlerinizi Kayıp Rıhtım Forum’da bizimle paylaşabilirsiniz.
Ziyaretçiler dizi olmasına rağmen ürkütücüdür, akılda kalıcıdır. Sonradan yeniden çektiler ama olmadı.
Ayrıca Critters da en aklımda kalan sahne:
Benim cevabım cgı. Yani tamam, o zamanlar da insanlar o günkü şartlarda en işi şekilde oynama yapmaya çalışıyo ama en azından oyuncuyu rol yaparken izliyoruz. Yaratıksa da oyuncu var ve onu izliyoruz insansa da. Ama şimdi bu oyunculara gerçekten gerek var mı, yüz kirası verilsin ve onu da bilgisayarda yapsınlar diye bakıyorum.