Emirhan Burak Aydın. Bu ismi daha önce duymuş muydunuz? İnceleme yazısının başına oturmadan önce Emirhan’ı aşağı yukarı kaç yıldır okuduğumu hatırlamaya çalıştım. Geçmişe doğru saymak zaman yolculuğu gibi. O vakitler şunlar vardı, bunları okuyorduk, kimlere inanıyorduk… Saydıkça can sıkan sorular ortaya çıkıyor. Yine de ulaşılan nokta insana koca bir, “Vay arkadaş!” dedirtiyor. Nazikçe.
En iyimser tahminle 2008 ya da 9. Xasiork’ta. Birçok karanlık hikâyenin tohumunun atıldığı yerde. 2010’da aynı platformda birlikte kalem oynatma şansı bulduk. Buzul Dünya e-Yayınevi’nde. Birim Sıfır adlı gerçeküstü/polisiye serisi için. Emirhan’ın Buzul Dünya’da çevrimiçi yayınlanan birkaç bağımsız çalışması daha oldu. Sonra yıllar kimseye sormadan devam etti.
Emirhan’ın anlattıkları en başından beri ilgimi çekiyordu. 2013 yılında yola çıkan gerçeklerle arası iyi olmayan edebiyat fanzini Marşandiz ve Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi’nin özel sayıları için ondan öykü isterken içim hep rahattı. Yazdıklarının izini Notos, Sözcükler, Öykü Gazetesi, Öykülem, Lacivert gibi dergilerde zevkle sürdük.
2017’de Ferit Edgü’nün “Parçalar”ının tamamlandığı öykü derlemesinde, “Çevirmen” başlıklı taslağı harika bir şekilde hayata geçirmeyi başarmıştı. Ayrıca Philip Pullman’ın “Masum İsa ve Hain Mesih”inin, Svetislav Basara’nın “Bisikletçi Kumpası”nın ve İthaki Yayınları’ndan çıkan “Doctor Who: 11 Doktor 11 Öykü” derlemesinin de çevirmenliğini üstlenerek kaleminin çok yönlülüğünü herkese göstermekle meşguldü.
Bir gün anlattığı hikâyeleri matbu ve nevi şahsına münhasır olarak göreceğimiz aşikârdı. Nihayet ilk adım Ocak 2018’de, Dedalus Kitap’la birlikte atıldı. Gözlemci Olarak Buradayız. Pek çok bekleyenini şaşırtarak ilk adım bir öykü kitabıyla değil de romanla oldu. Ancak derdi anlatmak olan herkes kadar Emirhan’ın da üst başlıkları kafaya takmadığından eminim. Sonuç olarak önümüzde üzerinde uzun vakitler çalışıldığı her halinden belli olan, başarılı bir roman var.
“Onlar sustukça okyanusun derinliklerinde yaşayan devasa bir canavarın karnı şişiyor. Denizanaları taş üstünde, sıcak güneşin altında. Sahile kurulmuş antik bir kent. Orada da insanlar yaşıyor, balık tutuyorlardı. Artık yoklar. Yusuf. Derin. Hamza. İlayda. Bu isimlerin hepsi unutulacak. Tarih budur işte, unutulanları öğüterek kendini devam ettiren bir canavar.”
Gözlemci Olarak Buradayız: Geçmişin Canavarlarıyla Yüzleşmek için Bir Davet
Tarih budur işte. Yazıya başlamadan önce geçmiş canavarıyla yüzleşme sebebim de buydu. Ne kadarının unutulduğunu, nehirde ne kadar balık kaldığını tartmaya çalışıyordum. “Gözlemci Olarak Buradayız”ın kolayca öğütülemeyecek bir roman olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Hem tarih tarafından hem de okurlarca. Onu bugün konuşacağız. Birkaç ay daha. Sonra, yine anlatacağız. Yıllar geçtikten sonra. Canavarın dişlerini kırmak için.
Çünkü bunu hak ediyor.
Canavara verilebilecek azami zarar için buradayız.
Kitap bir grup gencin etrafında dönüyor. Ve biraz da sizin etrafınızda.
Öncesinde, 19 Şubat 2014’te bir dizi cinayet işleniyor. Sonra intihar. Sebepsiz değil. Eylemlerin hâkimiyeti kaybolsun istenmiyor. Zaman kırılıyor. Gözlemci, kâinattaki her şeyi görebilmeye başlıyor. Ancak hiçbir şeye müdahil olamıyor. “Benim eskiden gözlerim vardı, artık yoklar, en iyi ihtimalle kindar bir kamerayım sadece,” diyor.
Cinayeti filmleştirmek isteyen gençler, hikâyeye devam ediyor. Hepsinin buhranları, intiharları, kanayan yaraları var. Sonunda ışık olmayan bir tünelde, her sabah aynı hevessizlikle kahvaltı ediyorlar. Kadıköy’deler. Barlar. Moda. Sahil. Kafeler. Çıkartılan fanzinler. Takip edilen edebiyat dergileri. Film gösterimleri. Bizim insanımız. Çağımızın, mutsuz zombileri.
“Bir öğrenci evi. Üç dört arkadaş kahvaltı ediyor. Salonun ortasında bir ceset. Kafasının etrafında kan birikmiş. Karakterler çaydanlığı almak için cesedin üstünden geçiyorlar. Herkes cesedi görüyor ama kimse ilgilenmiyor. (…)”
Filmin hangi akımın bir parçası olacağından tutun da, sinopsisinden senaryosuna, çekimlerine kadar yapımın her aşamasının tanıkları oluyoruz. Bu sırada aşklar yaşanıyor, içkiler tüketiliyor ve zaman geçiyor. Etrafından dönüp durduğumuz karakterler artık bizim de odalarımıza uğramaya başlıyor. Varsa bir dal sigaramızı istiyor, menemenimize ekmek banıyor.
Çünkü gerçekler. Onları yadırgayıp da gerçekliklerine gölge düşürmemiz elde değil. Ama onların bile bazı ihtiyaçları var:
“Paltosunun yakalarını kaldırıyor. Bugün, burada bir roman kahramanı olmaya ihtiyacı var. Hikâyesinin bir yönü olduğunu hissetmeli, her an, ileride yaşanacak çatışmaya hazırlık olmalı.”
Kanlı Canlı İnsana Dönüşen Karakterler
Bir roman kahramanı olmaya duyulan ihtiyaç bile, “Gözlemci Olarak Buradayız”ın karakterlerini, benim nazarımda yaşayan kanlı canlı insanlara dönüştürüyor. Sadece akıbetlerini merak ettiğiniz için değil, onların size eşlik etmelerinden keyif aldığınız için de okumaya devam ediyorsunuz.
“Yaşanırken gözlemlemekle yetindiğin felaketler peşini bırakmaz, onları daha da içselleştirirsin sadece.”
Felaketlerle birlikte, Yusuf, Derin, Hamza, İlayda ile de içselleşiyorsunuz. Kendini sahnenin dışına bir türlü atıp gidemeyen bu değersiz kişilerin dokunduğu yerleriniz acıyor, yine de bundan zevk duyuyorsunuz.
Edebiyatın yetmediği anlara şahit oluyorsunuz:
“Ya da kutsal olan başka bir şeyi keşfetmek amacıyla kullandı onu. Güzelliği, kötülüğü anlamanın, doğru şeyi yapmanın, tanık olmanın, göstermenin, öğrenmenin peşindeydi. Bu hedeflerin hiçbirini gerçekleştiremedi. Yetmedi edebiyat.”
O anları hepimiz biliriz. Neden uğraştığınızı sorguladığınız, aldığınız nefeslerin inandırıcılığını yitirdiği gri anlar. Söylenmekten vazgeçilen vakitlerde yaratılan paralel gerçeklikler.
Emirhan Burak Aydın, 21. yüzyılın yapay, içi boşaltılmış, tadı kaçmış gerçeklerini çıkartıp masaya koyuyor. Sorular soruyor. “Ne anlatacaksın?” diyor. Kendine acıyanları yakalarından tutup güzelce silkeliyor. Siz yerinizden kalkıp kendinizi odanın dışına atana kadar, bütün gerçekleri tek tek yüzünüze çarpıyor.
Önce utanıyorsunuz. Sonra hoşunuza gidiyor.
Sürüklenip giderken yalnız olmadığınızı hissediyorsunuz. Yaşayanlara saygı duyacaksınız. Yargılarınızdan gelen kokular burnunuzun direğini sızlatacak.
Gözlemci, bulunduğu zamansız ve mekânsız koğuştan kalbinize dokunacak:
“Bir anda beni burada terk edebilirsin. Ama bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Çünkü ben ve içindeki boşluk hep var olacak. Hiçbir yere gitmeyeceğiz. Ben hep buradaydım. Hep yoktum. Tetiği çektiğim gibi hiçliğin sürekliliğine karıştım. Sense içinde yok olma ihtimalini, tehdidini barındırıyorsun, seni kıskanmak istiyorum ama başaramıyorum. Neden biliyor musun? Her şeyi görmeme rağmen gözlerim bile yok benim.”
Gözlerinizi masada bırakmak isteyeceksiniz. Ama artık çok geç. Olan oldu ve hepsini gördünüz.
Bitkinsiniz.
Bütün ve Toplam İlişkisi
“Gözlemci Olarak Buradayız” ilk bakışta gerek Kadıköy’de geçmesi, gerek içinde bolca alkol, argo, fanzin ve kaybediş barındırmasıyla son yıllarda iyice çivisi çıkan kaybedenler kulübü ya da Kadıköy edebiyatı gibi tuhaf ve anlamsız başlıkların altına itilebilir. Kuşkusuz, bu böyle bir esere yapılabilecek en tatsız şakalardan biri olacaktır. Tüm bunları içermesine rağmen, felsefesi ve ne yaptığını bilen duruşuyla böyle aforizma çorbalarıyla aynı elde tanımlanması kabul göremez. Bütün, kendisini oluşturan parçaların toplamından çok daha fazla.
İçindeki senaryo, e-posta, ufak tefek öyküler, öğretici metinler ve bildirilerle biçim olarak da sınır tanımayan kitap, Baran Güzel tarafından yayına hazırlanmış. Yağmur Yavaş da eserin düzeltisi üstlenmiş. Ufak tefek imla hataları dışında ortaya oldukça temiz bir iş konulduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Kapak ise Dedalus’un görsel anlayışına yeni bir soluk getiren Barış Şehri’nin mahir ellerinden çıkmış.
Keşifleriyle beni heyecanlandıran, bile isteye karanlık bir tünelde kahvaltı etmeye devam etmemi sağlayan, karakterleriyle odanızı ziyaret eden kıymetli bir roman.
Gözlemci olarak buradayız.
“Sen de her şeyin farkındasın aslında ve buna rağmen ikimizin de keyfi yerinde.”
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!