“Başlangıçta canımızın acıdığından bahsetmiyorduk, çünkü erkekçe değildi. Şimdi utancımızdan, korkumuzdan ve her birimiz umudumuzu kaybedip yapayalnız kaldığımızdan bundan bahsetmiyoruz. Aradaki geçişin ne zaman olduğunu söylemek zor…” – Tunde
Ülkemizde kadına şiddetin inanılmaz boyutlara çıktığı şu günlerde, biz zaten bir distopyanın içinde yaşıyoruz. Öldürülmemizin yanı sıra korkunç oranda artan tecavüzlere de maruz kalıyoruz. Bu sırada kimsenin çıtı çıkmıyor. İşte böyle bir zamanda geldi Misis Kitap’ın atağı ve İngiltere’nin en prestijli edebiyat ödüllerinden biri olan, kadın yazarlara verilen Baileys Women’s Prize For Fiction’ın 2017 kazananı Güç’ü bizlerle buluşturdu.
Güç, bir feminist distopya; fakat feminist distopya denilince hemen aklınıza gelen türden değil. Yani burada ezilen kadını değil, dengeleri çağlar boyunca sürecek türden değiştiren kadınları görüyoruz.
Kitap kadınların mutasyonla tanrısal bir güç kazanmasını ve ataerkil düzeni akıl almaz bir biçimde yerle bir edişinin öyküsünü kalbinde barındırıyor. Tanrısal güç burada oldukça sembolik, çünkü mitolojilerde de olduğu gibi, Tanrı çoğu zaman düşürdüğü yıldırımlarla anılır. Çarpılmak sözcüğünü düşünelim. Kadınlar ise bu kurguda köprücük kemiklerinin üstünde büyüyen bir kas çilesiyle birlikte elektrik akımları oluştururabilmekte, bu sayede can yakmaktan acı verici ölümlere kadar pek çok şeye yol açabilmekteler. Ancak sanmayın ki bu eser yalnızca “erkek egemenliğine baş kaldıran kadınlar”ı içeriyor. Bu yazar Naomi Alderman’a haksızlık olur. Çünkü Alderman bir distopya yarattığının gayet farkında. Bu da şu demek: Bir distopyanın rahatsız ediciliğini sonuna kadar kullanmaktan çekinmemiş. Ortaya da kadınların ataerkili yıktıktan sonra erkeklerden gördükleri kötülükleri uyguladıkları karanlık çağ bir çıkmış.
Bu senenin Baileys’inde kurgu dalında ödülü kapmış olan Güç, beni 250’li sayfalara kadar hayal kırıklığına uğratıp, 250’den sonrasındaysa fikirlerimi bambaşka bir yöne çekti. Detaylara inmeden önce alt metni daha güçlü, Le Guin gibi (ışıklar içinde uyu kraliçe) insanın aklına mıh gibi işleyen sözlerin barındığı bir eser beklentisiyle başladığımı belirtmem lazım. Bulduğumsa kurgu bazlı, fakat bir distopya yazdığının yeterince bilincinde olan, 250’li sayfalardan itibaren kurguyu bambaşka bir yöne çekerek olayı kadınlardan çıkartıp insanın çirkin doğasına bağlayarak tatmin edici bir sonla buluşturan bir eser oldu.
O zaman ne duruyoruz? Şimdi köklere dalma ve Güç’ü tatma vakti!
Güç İncelemesi: “Kadın Yıldırımı Eline Aldı ve Ona Çarpmasını Emretti”
Güç, özünde kimi teolojik sorgulamalar da yatan bir distopya. Merkezinde İngiliz bir mafya babasının gayri meşru, fakat dünyada görülmüş en güçlü kas çilesine sahip kızı Roxy’i; Amerikan valisi Margot’u; geçmişinde hem cinsel, hem fiziksel şiddet olan ve vahiyler alan kadın peygamber Allie’yi; son olarak da Nijeryalı erkek muhabir Tunde’yi tutuyor. Bir yandan Allie’nin peygamberliğe giden yolda duyduğu Ses’in Tanrı mı yoksa Şeytan mı olduğunu sorguluyoruz, diğer yandan eşi benzeri olmayan bir güce sahip Roxy’nin mafya ailesinde nasıl imparatoriçe olduğunu görüyoruz. Tunde’nin basit bir üniversite öğrencisiyken çektiği videolarla Youtube kültürünü arkasına alarak önce fenomen, sonra bir gazeteci oluşuna tanıklık ediyoruz. Bu sırada Margot, dünyada ani bir fenomen olarak başlayan bu akım verebilen kızları korumak için çaba harcıyor. Kendisinin iki kızı ve sorunları da kurguda büyük yer tutuyor.
Güç ilk olarak ergenlik çağındaki kızlarda uyanıyor. Hemen sonra yeni doğan kız bebeklerde elektrik gücünü sağlayan kas çilesi tespit ediliyor. Elbette en başta bebekler öldürülüyor, genç kızlar evlerden kovuluyor ya da sakat bırakılıyor. Bu güçten kurtulmak isteyen, eski pasif hayatlarının güvenli sınırlarında kalmak isteyen kadınların sayısı da hiç az değil başta. Bu noktada bir birlikte beraberlik başlıyor. Burası oldukça önemli, çünkü ergenlik çağından çıkmış, başka bir deyişle erginlenmesini tamamlamış kadınlarda gücün uyanmasını bu genç kızlar sağlıyor. Verdikleri akımlarla köprücük kemiğinin üstündeki potansiyel kası uyararak yaşlılara, olgunluk çağındakilere ve yetişkinlere gücü aşılıyorlar. Böylece gerçek bir dayanışma başlamış oluyor.
Bu kısmın önemi ise şurada yatıyor: Gençten yaşlıya aktarılan bilgelik. Her yeni jenerasyon kendi karakteristiğini içinde barındırır. Her yeni jenerasyonla birlikte dünya kabuk değiştirir ve yeni bir çağ başlar. Bu noktada geçmiş nesiller giderek atıl kalır, etkisini yitirir. İşte onları hayata dahil eden, sembolik manada bakacak olursak, geçmiş yılların esaretinden kurtaran da gençlerin ta kendisidir ki bu oldukça mantıklı.
Batılı ülkeler çocuklarını evden atmak ya da kızları eğitilsin diye bir yer aramakla uğraşırken İslam coğrafyasında işler daha farklı. Dinmeyen isyanlar, kanlı çatışmalar, yıllardır ellerinden alınmış ya da hiçbir zaman onların olmamış haklara karşı misliyle geri ödetme faslı baş gösteriyor.
Tam da bu sırada dünyanın fuhuş merkezlerinden biri olan ve gerçekten de kadınların kaçırılıp seks kölesi olarak korkunç şartlarda eziyet gördüğü Moldova kurguda yerini alıyor. Çünkü bu cinsel şiddete karşı kurulacak Kadınlar Cumhuriyeti için bundan daha uygun bir yer olamaz.
Olayın dini boyutuysa bir hayli düşündürücü. Allie’nin peygamberliğinin temel başlarını oluşturan mantık özellikle dikkate değer. Hıristiyanlık’taki teslis sistemi olan Baba – Oğul – Kutsal Ruh yıkılmaya başlıyor önce. Oğuldan önce anne gelir savı ile ortaya çıkan Allie, oğula değil anneye dua etmeyi öğretiyor. Böylece devrim dini alanda da gerçekleşerek Güç’ü elinde bulunduran tarafın nasıl da her şeyi değiştirip kendi çıkarına göre çevirebileceğini gözler önüne seriyor.
Tam burada durup bir Yerdeniz alıntısı yapmak istiyorum. Neden mi? Çünkü Allie, Roxy ona korkunç gerçeği gösterene kadar fark etmeyecek olsa da, yarattığı etkinin bir de şöyle bir yüzü var:
“Bir mum yakan, bir gölge yaratır.” – Yerdeniz Büyücüsü, Ursula K. Le Guin
Her durumda kendi çıkarını sağlayacak karanlık benlikler de tozlu köşelere çörekleniyor. Ah, unutmadan, bu sözü Yerdeniz’de Ged’e söyleyenin Şekil Değiştirme Ustası olması da oldukça manidar. Ne de olsa Güç’ün kendisi de dünyasının şekil değiştirmesinin şafağını anlatıyor.
Allie’ye konuşan Ses buradaki en muallak nokta öte yandan. Tanrı mı yoksa Şeytan mı olduğu sorunsalı kitabın sonuna kadar sürse de, şu bir gerçek ki süregelen düzeni değiştirmek konusunda belki de Allie’den daha kararlı.
Tüm gelişmeler bu şekildeyken yazarın neye vurgu yapmaya çalıştığı da bir şekilde netlik kazanıyor. Özellikle tecavüz kültürü üzerine yoğunlaşan kitap, bir yerden sonra kendini bu kültür üzerinden sürdürerek acımasızlaşıyor da. Yarısına kadar dram şeklinde süren yapısı, yarısından sonra gaddar bir havaya bürünüyor ki iyi ki de böyle oluyor.
Tecavüz Kültüründe Roller Değişiyor
Eserin ilk yarısını vasat bulmakla birlikte, geri kalan kısmında taşlar yerine oturduğunda çizdiği portreyi oldukça beğendim. Bu noktada tecavüz kültürüne eğilerek kadınları, adeta erkeklerin egemenliği zamanındaki vahşiliğine çıkarmasını takdir ettim. En nihayetinde bu bir distopya, ütopya değil. Ayrıca yüzyıllardır biriktirilmiş bir kin var ortada. Adalet dağıtan kadınların seslerinin daha yüksek çıkacağını düşünmemiz insan doğasına aykırı olurdu.
Bu noktada kitapta gerçekten rahatsız edici toplu tecavüzler görmeye başlıyoruz. Bir grup kadının erkekleri kız kardeşleri, eşleri ve annelerinin yanından sürükleyerek alıkoyduğu, tecavüz sırasında videoya çektiği, tecavüz boyunca korkunç biçimlerde can acıtan ve tecavüz bittiğindeyse bitap düşmüş erkeği öldüren şok dalgaları verdiği sahnelere şahit oluyoruz. Güçleri yüzünden gözleri oyulmuş kadınların okült tarikatlar hâline gelişini ve erkekleri kurban edişini izliyoruz. Tıpkı zamanında bakirelerin kurban edildiği gibi.
İslam coğrafyasındaysa durum daha da sert. Burada erkeğe tecavüzler çok daha yakın. Öyle ki kitabın tek erkek ana karakteri Tunde de bu tarz bir saldırı teşebbüsüne maruz kalıyor.
Kadınlar tarafından yapılan cinsel saldırılar kitapta önemli bir yer tutuyor. Erkeklerin geceleri yalnız başlarına yürümeleri artık güvenli değil. Öte yandan giderek distopikleşen kurguda kimi ülkelerde erkeklerin araba kullanması, bir kadın vasisi olmadan dışarı çıkması, bir kadının olmadığı ortamlarda erkekler olarak toplaşması gibi yasaklar devreye giriyor. Ne kadar tanıdık, değil mi?
Birkaç kişi Tunde’ye polisin artık erkek cinayetlerini araştırmadığını söylemişti. Bir erkek ölü bulunursa, bir intikam çetesinin önceki kötülükleri için ona hak ettiği cezayı verdiği düşünülüyordu.
Durumun ne derece tanıdık biçimde ileri gittiğini yukarıdaki alıntıdan da görebilirsiniz.
Ordu ise işin güç odaklı kısmında. Kadınların BM askerleri hâline gelişi, ordudaki askerlerin yerini alışı da devletlerin yeni düzene nasıl da çabuk uyum sağladığını ürkünç biçimde gösteriyor.
Kitapta erkek teröristlerden oluşan ve değişen dünyada Güç’ün ortaya çıkışından itibaren karşı gelen gruplar da mevcut elbette. Onların derdiyse tamamen iktidarı kaybetmeme üzerine kurulu. Erkeklere yapılan haksızlıklar kısmı oldukça göstermelik. Kadınların güçlenmesini hazmedememe açıkça söz konusu.
Tarihsel atıflar da kitapta az da olsa yer tutuyor:
“Erkekler daha güçlü görünmek ve kendilerini korumak için kızlar gibi giyiniyordu. Kızlar ise gücün altında ezilmemek veya kuzu postuna bürünmüş kurtlar gibi şüphe çekmeden avlarına saldırabilmek için erkekler gibi giyiniyordu.”
Topuklu ayakkabının ilk kez erkekler tarafından giyildiği ve kadınların maskülen görünmek için topuklu ayakkabı giymeye başladığını hatırlayalım. Sonrasında erkekler, kadınsı görünmemek için topuklu ayakkabılardan vazgeçerken kadınlığın en büyük simgelerinden birine dönüşmüştü. Burada da bu tarihi olaya başka türlü bir atıf görüyoruz.
Neye Doğru Geri Sayım?
On yıl öncesinden başlayıp her ana bölümde geriye doğru sayan kitap içinde bizi yaklaşık 1500 yıl öncesine kadar götüren tarihi kazılar bekliyor. İlginç biçimde bu tarihi kazılara dair kitap içine serpiştirilmiş çizimler ve notlara dair bir şey fark ediyoruz. Parçalar yerine oturduğundaysa yazarın kitap içine sıkıştırdığı bir başka kurgunun kapıları açılıyor. Açıkçası bu kısım kitabın değerini gözümde artıran bir yanı oldu. Ne mutlu ki Alderman distopyasının atmosferini böyle güzelce destekleyecek bir oyun eklemiş.
Çeviri, Editörlük ve Kapak
Kitabın çevirmenliğini Misis Kitap’ın diğer eserlerinde de gördüğümüz gibi Özden Umut Akbaş üstlenmiş. Editörlüğünü ise Fatma Aktaş.
Her ikisinin takım çalışmasından memnun kaldığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Özellikle eserin ödülü kazanmasından sonra bizlerle buluşması öyle hızlı oldu ki çeviriye dair içimde taşıdığım endişeyi ortaya koydukları işle silip süpürdüler.
Bu noktada kendilerine tek bir eleştirim olacak. Çevirmen ve editörümüz Türkçeleştirme sırasında popüler kültüre ait kimi unsurları da dilimize çevirmişler. Bu da neyden bahsedildiğini anlamamızı güçleştirmiş. Bunun en büyük örneği, Youtube’un etkisinden bahsedilirken verilen Zayıf Adam ekolü örneğinde saklı. Ne olduğunu sonradan anladım: Korku fenomeni Slender Man. İnternetin aktif rol oynadığı hayatımızda kimi kavramları çevirmeden dilimize katıyoruz. Hâl böyle olunca hepimizin bildiği Slender Man’i Zayıf Adam olarak karşımda bulmak bana tuhaf hissettirdi. Ayrıca neyin anlatılmak istediğini de sonradan üzerine düşünce buldum.
Ancak bunun dışında yapabileceğim bir eleştiri mevcut değil. Bir okur olarak tertemiz bir okuma seyri yaşattı bana.
Kapak tasarımı ise kitabın özgün baskısından alınmış ve bence bu çok doğru bir karar olmış. Elin sinir sistemini takip eden elektriğin o gümüş parıltısı cilde çok güzel yedirilmiş. Hem cildin kendisi, hem de cildi kaplayan dış kapaktaki parıltı Güç’ün manasını başarıyla yansıtıyor. Cilt ve kapak uygulamasında Özgür Yurttaş’ın ellerine sağlık.
Son Söz
Güç, beni başta hayal kırıklığına uğratmış, sonrasındaysa türünün hakkını vermiş bir roman. Oldukça hızlı okunan bir yapısı ve kendi içinde kimi akıl oyunları mevcut. Gönül isterdi ki böyle bir distopyada benim gibi bir okur daha düşünsel cümleler görsün, kenara not edebileceğim türden alıntılar yapabilsin. Distopyalara dair beni en çok heyecanlandıran kısım budur genelde. Bunun yerine dengeler değiştiğinde kadın da olsa, erkek de olsa, gücün insanları nasıl delirteceğini gözler önüne serdi. Bu bakımdan da adıyla büyük bir başarıyla örtüşen Güç, okunması kolay yapısıyla sadece feminist distopyalara değil, distopya türünün ta kendisine de güzel bir katkı.
Güzel bir tanıtımdı, teşekkürler.
Yine de merak ettim ve fırsatım olursa okumak isterim.
Ne ekerse onu biçer insan, biçmeli de zaten. İntikama karşı olmasam da kitap ‘ceza herkese değil hak edene verilmeli’ görüşüme biraz ters düşüyor.
Kitabı, kapağının yüzüne bakıp geçecek okurların radarına aldıracak inceleme
Anladığım kadarıyla oldukça farklı bir “Kadın Gücü” hikayesi 