in ,

Her Yerden Çok Uzakta: Kendinle Başbaşa

Tam 12 sene sonra yeni baskı yapmış, 94 sayfalık bir mucize.

her yerden cok uzakta ust
- Reklam -
- Reklam -

Bu siteye uğrayan, buralarda gezinen çoğu kişinin hayatında bir dönem vardır. Bazen o dönem bugüne dek sürer gider, bazense ergenlik çağında ortaya çıkıp kabullenmeyi ya da reddetmeyi beraberinde getirir. Kimileri reddetmeyi seçerek kendini akıntıya bırakır; kimileriyse akıntıya karşı tek başına yüzüp, kolları kopana dek acıyana kadar tekrar tekrar dener.

Nedir o peki? Farklı olduğunun farkındalığıdır elbet. Ailenin, arkadaşlarının ve içinde yaşadığın toplumun isteklerine cevap veremediğinin bilincidir. Yalnızlığın ta kendisidir ve yalnızlığın da sevilebilecek bir şey olduğunu yine aynı toplum, aile ve arkadaşların sizden şiddetle saklamasıdır. Çünkü onlar da bunun ayırdına varamadan o korkunç uçurumdan atlamış ve büyümüştürler. Yoksa öyle mi sanmaktadırlar?

Ne diyor Alper Canıgüz?

- Reklam -

İnsanlar doğar, ölür ve sonra büyür.

Daha iyi özeti var mıdır bunun?

Ursula K. Le Guin’in bilimkurgularına, fantazyalarına ve çeşit çeşit kurmacalarına aşinasınız. Ancak bu minicik, 94 sayfada mucizeler yaratan romancıkta (novelette) bize gerçeğin kalbinden gelen gümlemeleri dinletiyor büyük usta. Türüne genç-yetişkin de denilebilecek romancığında aslında pek çoğumuzun hayatından kesitler taşıyor.

Le Guin, o yalın ama çarpıcı diliyle, her şeyi olduğu gibi anlatarak, tüm karakterlerine yine gerçekçiliğin nefesini üfleyerek bizlere bizi anlatıyor. Altı çizilesi sayısız cümlesiyle büyümeyi, yalnızlığı, farklı olduğunu anladığın o anda topluma mı kucak açacağını yoksa çarpık bir yolda emin adımlar atacak gücü mü bulacağını işliyor. Çavdar Tarlasında Çocuklar tadında, ama kendi dokusunda sıcacık bir hikâye.

Küçük çocukların akıllısı da kafası çalışmayanı da aptaldır işte. Aptalca şeyler yaparlar. Akıllarından geçenleri pat diye söyleyiverirler. Düşünmedikleri bir şeyi söylemeyi öğrenmemişlerdir henüz. Bunu daha sonra, yetişkinliğe geçip, yalnız olduklarını anladıkları zaman öğrenirler.

Başkarakterimiz Owen 17 yaşında. O bir dâhi. Az sayıdaki arkadaşlarına ayak uydurmak ve yalnız kalmamak için müstehcen fıkralar anlatıyor. Onların yanında pot kırdığında yeniden kabul görmek için daha fazla müstehcen fıkra öğrenerek durumu kurtarmaya çalışıyor. Ama Owen daha da içimizden biri. Çünkü o şimdilerde bırakmış olsa da, zamanında Thorn adında hayali bir ülke düşlemiş, haritalarını, bitki örtüsünü çizmiş, hayvanlarını şekillendirmiş ve hatta yönetim tarzını bile belirtlemiştir. Ne kadar tanıdık, değil mi?

Babasının ona hediye ettiği arabayla başlıyor her şey. Bilime tutkun, zekası ve ilgisi yaşıtlarına göre çok ileri seviye olan Owen’ın en büyük hayali MIT’ye gitmekken, babası onun sıradan bir Amerikalı erkek olmasını, annesi ise fazla uzağa gitmeden, riskler almadan Eyalet Üniversitesi’nde bilindik, sınırları güvenli ve toplum tarafından rahat kabullenilecek bir hayat sürmesini istiyor. Ancak Owen ne bir araba istiyor, ne de Eyalet Üniversitesi’ne gitmek. Stereotipik beyaz Amerikan erkeğine dönüşmekte en büyük korkularından biri.

O nesneyi okula götürüp, okul sahasına park etseydim hediyesini kabul etmiş olacaktım. Ben arabaya, araba da bana sahip olacaktı.

Dayanamadığım şey de bu işte. Daha kim olduğumu bilmiyordum ama bildiğim bir şey vardı: Direksiyona geçtiğim anda koltukla bütünleşip arabanın bir parçası haline gelecek bir tip değildim ben.

Ve Owen, o yaşlardaki pek çok genç gibi kendini bulmak için ruhsal açıdan oradan oraya savruluyor. Pek çoklarına benzeyen anne babasını kırmamaya çalışırken kendini keşfetmeye, güçlü bir dayanağa ihtiyaç duyuyor. Çünkü o yaşlarda hem herkesçe hor görülen dehanızla, hem de yalnızlığınızla nasıl baş edebileceğinizi bilemezsiniz. Ama Owen ne istediğini en başından beri biliyor aslında, ancak bunu kendine ve çevresindekilere yüksek sesle söyleyecek kadar cesur olmayan dâhi bir çocuk o. Ve dâhiler yalnız olur. Ta ki bir başka dehayla karşılaşana dek.

Daha yıllarca yaşamam gerekiyor, bunu nasıl becereceğimi bilmiyorum.

Böylece kitabımızın diğer karakteri, sonradan Owen’ın “aşık olmaktan önce aşık olduğuna karar verdiği” müzik dehası Natalie sahneye giriyor. Natalie, Owen’ın aradığı dayanak. Natalie, kadın bir besteci olarak belki de imkansızı başarmayı kafasına koymuş, insan üstü bir gayretle bunun için neredeyse günün 24 saatini harcayan, soğuk ve kararlı bir kız. Ama onun da gülmeye ihtiyacı var ve Owen’ın maymun taklitleri bu her saniyesi dolu, azim dolu günlerinde ona bir mola sunuyor.

Evet, tam burada kitabı anlatmayı bırakmalı ve Le Guin’in parmak bastığı noktalara geçmeliyiz. Çünkü Owen ve Natalie’nin hikayesi bir yere kadar bizimle olacak, sonrasındaysa o korkunç seçim ortaya çıkacak: Toplumun çizdiği model olmak mı, yoksa kendin mi?

- Reklam -

her yerden cok uzaktaAşık olmaya karar vermek mi, yoksa aşık olmak mı? Başkalarının gözündeki erkek olmak mı, yoksa sevgili ya da dost mu? Bilim insanı olmak ve yalnızlığı kabullenip hedefe doğru her şeyi bertaraf etmek mi, yoksa ailenin sıcak kanatları altında beyaz Amerikalı’ya dönüşmek mi? Owen, bu ayrımda tüm okurun yaptığı şeyleri yapacak, tökezleyecek ve biz de onunla birlikte yalpalayacağız. Tıpkı bir zamanlar kendi hayatımızda da yaptığımız gibi.

Le Guin bu kitabında özellikle dâhi çocukların toplum tarafından daha bir yalnızlaştırıldığını gözler önüne seriyor. Owen’ın “okul” olgusunu eleştirirken, herkesi kim olduğuna bakmaksızın eşit seviyeye törpüleyen yapısına değinmesi çok manidar. Çünkü bir müzik dehası Natalie ve bilim dehası olan kendisi de bu sistemde kazınarak sıradanlaştırılmak, zekasıyla sivrilmesi, dolayısıyla başkalarının önüne geçmesi engellenen çocuklar. Oysa Natalie ne kadar güçlü ve kararlıysa, Owen bir o kadar kararsız ve değişken.

Bu kitabın bir diğer değindiği noktaysa, çok yüzeysel geçilmiş olmasına rağmen, gençlere atfedilen cinsellik. Owen, Natalie’ye aşık olduğuna “karar verdiğinde” işin cinsellik boyutunu da ele alır ve Freud’u da kendine ispat olarak sunar. Oysa onun aşktan ve cinsellikten en başından beri anladığı şey bu değildir.

“Biliyor musun, bir erkek için farklı.”

Tam da burada, pek çok denemesinde açıkça söylediği gibi Le Guin’in Jungcu yanını görürüz aslında. Freud’a ufak bir dokundurma, ufak bir eleştiri göz kırpar okura.

Öfke bütün benliğimi kaplamıştı. “Bu her zaman kadınların ayrıcalığı galiba, öyle değil mi?” diye sordum kırıcı, alay eden ses tonumla.

“İnsanlar gerçek seçimlerini birlikte yaparlar.”

Erkek için farklı mıdır gerçekten? Yoksa toplumun erkeğe yüklediği yük müdür ortada olan? Owen, Natalie’ye o beyaz Amerikalı erkeği oynamalı mıdır? Sadece kendi olarak, aptalca maymun taklitleriyle katıla katıla güldürerek bile bu soğuk kıza ulaşmasının ne kadar kolay olduğunun farkına nasıl varmalıdır?

Son değineceğimiz nokta da canını dişine takan ve bunun ardındaki neden de eşi ve çocukları olan anne rol modeli üzerinden kitapların gücüne gelsin:

Annem, çalışıp didinir, kafasını da kullanırdı. Ama asıl sorun, annemin başka bir şey yapmaktan, başka bir şey olmaktan korkması. Kendinden korkmaz ama bize bakmaktan başka bir şey yaparsa bizi düş kırıklığına uğratacağından, iyi bir eş ve anne olamayıp yüzümüzü kara çıkaracağından korkar. Her zaman yanı başımızda olması gerektiğini düşünür. Kitap okumak için bile kendine vakit ayırmaktan çekinir. Galiba kitap okumamasının asıl nedeni, gerçekten bir kitaba kendini kaptırıp giderse başka bir dünyaya gireceği ve kendi kendiyle olacağı, o zaman da bizimle birlikte olamayacağını düşünmesi.

Anne çalışıp didinir, ama kitapların onu başkaları tarafından sınırlandırılmış, kafese kapatılmış sorumlulukları ve ilgi kılıfındaki demir parmaklıklarından çıkaracağını bilir. Ama dışarıda hayat nasıldır? Bunun yerine anne ev dekorasyonu dergileri okur, Eşi maç izlerken meyve soyar ve kitaplardan uzak durur. Baba da aynı şeyi dışta tamamen farklı, ama özün tamamen aynı nedenlerden yapar. Böylece Owen kitaplarıyla başbaşa kalır ve başka dünyalara yelken açmaktan çekinmeyen bir maceracı olarak iyice içinde yaşadığı aileden bile farklı biri olduğunun farkına satır aralarında varır.

Her Yerden Çok Uzakta, keşke ergenlik çağımda okusaydım dediğim bir mucize. İçinde kendimden çok şey buldum. Owen’ın yaşadığı tökezlemeler, toplum, aile ve sözde arkadaşlar tarafından kabullenilme çabaları bana fazlasıyla tanıdıktı. Okul ve meslek seçimlerine kadar, hayatın her anında bizden önce söz sahibi olan o “diğerleri” ile bir anne elinin sıcaklığı, Owen gibi bir ayna ve Natalie gibi bir dost aracılığıyla yüzleşmek için büyük bir şans.

Her Yerden Çok Uzakta olmanın dayanılmaz hafifliği ve farklı olmanın, farklılığını bağrına basmanın, dehanın utanılacak bir şey olmayıp da toplum içinde sivrilmenin ayıp etmek demek olmadığının 94 sayfalık bir şahidi bu kitap.

İmge Kitabevi tam 12 sene sonra tekrar basmış. Semih Aksözlü’nün tertemiz çevirisi ile Güleda A. Berkalp‘in editörlüğünde bizlerle buluşturmuşken kaçırmayın. Eğer benden gençseniz, bu kitabı şimdi okuyun ve emin adımlarla yolunuza devam edin. Eğer yaşınız bana yakın ya da büyükse, o her şeyden çok ama çok uzakta olan yüksek tepeye birlikte çıkalım ve ayaklarımızı aşağı sarkıtarak eski, karmakarışık ama güzel, çalkantılı günlerden bahsedelim. Ne dersiniz?

Hazal Çamur

2009 yılında Kayıp Rıhtım'a elimi verdim, sonra da ruhumu kaptırdım. Bu yolun devamında çeşitli gazetelerin kitap eklerinde kitap incelemelerim, TRT Radyo 1'de canlı yayın konuğu olarak katılıp kurgu edebiyatını anlattığım 2 yayın, 5 yıldır süren Kahramanın Yol Türküsü adlı kendi edebiyat temalı radyo yayınım, kitap inceleme videoları serim Kayıp Rıhtım İnceliyor ve bir de bonus olarak Oyungezer Dergisi'nin kültür sanat sayfalarında düzenli yazarlığım oldu. Tüm bunların yanı sıra, gerçek hayatın sıkıcılığında, bir bilgisayar mühendisi olarak yaşıyorum. Ama biz ona Clark Kent kimliğim diyelim.

1 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for periyodiknesriyat periyodiknesriyat dedi ki:

    Bu kitabı yeniden hatırlamak ne güzel. Onu okurken duyduğum huzuru özledim. Elinize sağlık Hazal Hanım. Kitaptaki o mühim olaydan bahsetmeden (ki belki de mühim olan o değildir) kitabın ruhunu iletmişsiniz bize. Her okurun evinin bir köşesinden durmalı bence. Gençsek bir yoldaş buluruz, yaşlandıysak gençliğimiz gelir aklımıza.

    Ve bu şiir. Bir arkadaşım var, bu şiiri okur bana ezberden. İçimi ısıtır.

    Önceden de oldu yüce anlarım.
    Bir kez geceleyin parkta yürüken,
    yağmur altında, güzün.
    Bir kez çöl ortasında, yıldızlar altında,
    ekseni üzerinde dönen
    yeryuvarına döndüğüm gün.
    Kimileyin düşünürken,
    sadece düşünüp tartarken olan
    biteni.
    Ama hep yalnız.
    Kendi başıma.
    Bu kez yalnız değilim.
    Yüce dağ başında bir arkadaş vardı yanımda.
    Natalie.
    Bir şey yok, hiçbir şey yok bundan üstün.
    Ömrümce görmezsem de bir daha,
    eh diyebilirim yine de,
    Bir kez orada bulundum.

    Dahası da var elbet, ama bu konuda
    anlatmak istediklerimin hepsi bu kadar
    sanırım. “Dahası” dediğim, bundan
    sonra olup bitenler, olup duranlar…

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Agatha Christie Nil’de Ölüm

Bir Agatha Christie Öyküsü Daha Beyazperdeye Uyarlanıyor

ada yaniyor ust

Ada Üçlemesinin Son Kitabı Çok Yakında Raflarda