J. D. Salinger tarafından kaleme alınan Çavdar Tarlasında Çocuklar, yayımlandığı dönemde büyük ses getirmişti. Eserdeki Holden Caulfield karakterinin çocuk ve gençlere kötü örnek olduğu, ahlaka aykırı ifadeler kullandığı ve hatta romanın komünist propaganda yaptığı iddialarıyla kitap ABD okul kütüphanelerinde uzun yıllar yasaklanmıştı. Şu an okunması ve okullarda bulundurulması yasak olmasa da ABD’nin bazı muhafazakâr bölgelerinde eser hâlâ sansürlü bir şekilde okutuluyor.
Bugünkü yazımızın konusu olan kitabın başkarakteri Holden Caulfield, on yedi yaşında bir lise öğrencisi. Çevresindeki herkesi sahtekâr olmakla suçluyor ve hatta onlara bir isim de veriyor: Phony. Holden için küçük kız kardeşi hariç herkes phony. Holden her ne kadar herkesi phony olmakla suçluyor olsa da aslında en büyük phony bizzat kendisi. Neden mi? Çünkü Holden kitap boyunca sürekli yalan söylüyor ve okuru bir nevi kandırıyor; böylece en büyük phony kendisi olmuş oluyor. Peki, Holden neden yalan söylüyor, hiç düşündünüz mü?
Holden Caulfield ve Yalanları
Psikolojik Arka Plan: Allie’nin Ölümü
Allie, Holden’ın lösemi sebebiyle erken yaşta ölen küçük kardeşi. Kitapta bu konuda somut bir cümleye rastlayamasak da Allie’nin ölümünün Holden üzerindeki etkisi hakkında güçlü çıkarımlar yapmamız mümkün. Holden’ın yalan söyleme alışkanlığını (psikiyatride mitomani) edinmesindeki belki de en yıkıcı psikolojik sebep bu. Allie öldüğü gece Holden o kadar kötü oluyor ki çıplak elleriyle tüm camları indiriyor. Hastaneye gitmek durumunda kaldığı için de küçük kardeşinin cenazesini kaçırmış oluyor. Holden’ın yasını zamanında tutamaması, “ölüm” kavramıyla çok erken tanışması (kardeşi lösemiden öldüğünde Holden henüz 13 yaşındaydı) ve yaşadığı psikolojik sarsıntının ergenlik döneminin hemen öncesinde meydana gelmiş olması; sahtekârlık ve acı dolu bir dünyada yaşayan Holden’ın kendini korumaya almak için bir savunma mekanizması geliştirmesine sebep oluyor: Yalan söylemek. Holden aslında derin bir yalnızlık içinde olmasına ve kendini uzun uzun ifade etmek istemesine rağmen, kitapta hikâyesini anlatmaya şu şekilde başlıyor:
“Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum.”
Holden’ın öğretmeniyle olan konuşmasında da yine psikolojik bir arka plan fark ediyoruz. “Hayat bir oyundur, evladım. Hayat kurallara göre oynanması gereken bir oyundur,” diyen öğretmenine Holden, her zaman çokça yaptığı gibi “kafasını sallıyor” ancak oldukça da sinirleniyor. Hayatla ilgili “sahtekârca” tespitler yapılması onu çok öfkelendiriyor:
“Oyunmuş, kıçımın kenarı. Oyun öyle mi? Tüm asların bulunduğu takımdaysan, oyun o zaman, tamam; kabul ederim. Ya öteki takımdaysan, as oyuncu filan yoksa oyunla ilgisi kalır mı bunun? Hiç yani. Yok oyun moyun.”
Can Sıkıntısı
Holden’ın yalan söyleme alışkanlığının bir diğer sebebi de can sıkıntısı. Öyle ki “Felaket sıkıldım”, “Sıkılıyorum” , “Sıkıcı”, “Aman Tanrım, çok sıkıcı” gibi ifadeler kitapta tekrar tekrar kullanılıyor. Örneğin Holden, Bay Antolini ile konuşurken bir hayli sıkılıyor, hatta sıkıntıdan esnemeye başlıyor. Ancak yine de okura sıkılmadığını anlatarak yalan söylüyor:
“Esnememeye çalışıyordum. Sıkıldığım için filan değil -sıkılmış filan değildim- ama birdenbire acayip uykum gelmişti.”
Tren yolculuğu sırasında Trenton’da trene bir kadın biniyor. Holden’ın bavullarından birinde Pencey çıkartması görüyor. Mrs. Morrow adındaki bu kadın bir süre sonra kendi oğlunun da bu okulda okuduğunu ve adının Ernest olduğunu söyleyerek Holden’la tanışmak istiyor. Holden, ortada yalan söylemeye değer hiçbir sebep yokken birden adının Rudolf Schmidt olduğunu söylüyor. Bu isim de aslında yatakhanenin kapıcısının adı. Trende Mrs. Morrow ile gerçekleştirdiği konuşmanın neredeyse tamamı bir yalan ve Holden bu yalanları yalnızca can sıkıntısından söylüyor.
Mrs. Morrow’un oğlu Ernest, Holden’ın ifadesiyle, “Pencey’de okuyan en büyük namussuz, yani okulun tüm o rezil tarihi boyunca gördüğü en büyük namussuz,” ancak trendeki konuşmada Holden Caulfield yine yalan söylüyor:
“Ernest okulunuza hayran.”
“Sevdiğini biliyorum,” dedim. Sonra palavraya başladım.
“Çevresine uyum sağlamayı çok iyi başarıyor Gerçekten iyi başarıyor. Yani, uyum sağlamayı gerçekten iyi biliyor.”
Hassas Ruhunun Duyduğu Acı
Holden’ın yalnızlığı ve anlaşılmama konusunda yaşadığı hayal kırıklığı, bir süre sonra “seçilmiş anlaşılmazlık” seviyesine ulaşıyor. Holden ruhsal olarak acı çekiyor ve aslında fark edilmek, görülmek istiyor. Pencey’de dört dersten kaldığı ve ihtarlara uymadığı için okuldan atılıyor. Üstelik Pencey ilk de değil, daha önce Whooton ve Elkton Hill’den de atılmıştı. Okulda fark edilmek için yaptığı her şey onun “atılmasına” sebep oluyor. Küçük kardeşi Allie’nin ölümü ve ergenlik döneminin yaşattığı kimlik karmaşası, ruhunun belki de herkesten daha hassas olmasına yol açıyor. Öyle ki Holden, yaşadığı her şeye rağmen kış geldiğinde Central Park’taki gölde yaşayan ördeklere ne olduğunu merak edecek kadar nahif.
“Ben New Yorkluyumdur. Central Park’taki gölü düşünüyordum, şu Güney Central Park’taki yapay gölü. Göl donup buz tuttuğunda, ördeklerin nereye gittiğini merak ediyordum. Acaba, biri kamyonla gelip onları hayvanat bahçesi gibi bir yerlere mi götürüyordu, yoksa kendileri mi uçup gidiyorlardı?”
Holden, Ackley’nin sinemaya gelmek üzere hazırlanmasını beklerken pencereyi açıyor ve sert bir kartopu yapıyor. Bunu sokaktaki bir arabaya atmaya niyetleniyor ancak araba çok güzel göründüğü için bunu bozmak istemiyor. Ardından bir yangın musluğunu hedef alıyor fakat ondan da aynı sebeple “yangın musluğu çok güzel göründüğü için” vazgeçiyor. Ackley ve Mal ile otobüse binerken kartopunu hâlâ elinde tutan Holden’a şoför kızıyor ve kartopunu otobüse alamayacağını söylüyor. Holden kartopunu kimseye fırlatmayacağını söylemesine rağmen şoför ona inanmıyor. Holden’ın bunu anlatırken hissettiği boşluk ve acı ise, uzaydan bile görünüyor.
“Ona kartopunu kimseye fırlatmayacağımı söyledim, ama bana inanmadı. İnsanlar size hiç inanmıyorlar zaten.”
Holden’ın sürekli yalan söylemesi, aslında içinde bulunduğu yetişkin dünyasının ikiyüzlülüğüne karşı bir tepki. Kardeşinin ölümü ve ergenlik döneminin de getirdiği kimlik karmaşası, Holden’ı şaşırtıyor ve öfkelendiriyor. Samimiyeti sadece kız kardeşinde görüyor, bu yüzden de onun yanındayken daha rahat hissediyor. Onunla konuşurken daha dürüst, daha saf ve daha sakin. Ancak diğer insanların kendi hezeyanlarını çokbilmiş bir şekilde “gerçek” olarak sunmaları, Holden’ın bu sahtelikle baş edebilmek için bir silah geliştirmesine neden oluyor. Yalan, aslında Holden’ın tek silahı.
Siz ne dersiniz? Görüşlerinizi Kayıp Rıhtım Forum’da bizimle paylaşabilirsiniz.
Kapak kolajı: Tess Nelson, Derek Ortega
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!