in ,

Gotik Edebiyatın Egzotik “Öteki”si: İtalya

İtalya’nın şeytani cazibesini vurgulamayan bir gotik edebiyat eseri pek nadirdir. Bunun sebebini hiç merak ettiniz mi? Eğer cevabınız evet ise sizleri ‘egzotik bir ötekinin’ perde arkasına davet ediyoruz.

İtalya Gotik Edebiyat
- Reklam -
- Reklam -

İtalya… Aklımızda hep güzelim sahil kasabaları, tarihi, görkemli malikaneleri ve kasvetli havalarda düşündükçe içimizi ısıtan Akdeniz güneşi ile yer etmiştir. Peki, bu denli aydınlık imgelerle bağdaştırdığımız bu ülke neden karanlık atmosferiyle nam salmış gotik roman türünün ana mekânı olarak karşımıza çıkar?

Bunun birçok sebebi olmakla birlikte, bu, gotik romanın aslında Britanya kökenli bir tür olmasıyla bağlantılıdır. İtalya, İngiliz yazarlar tarafından tamamıyla farklı ve egzotik bir ülke olarak görülür. Şüphesiz ki bu durum yazarlar üzerinde olumlu veya olumsuz birtakım intibalar bırakmıştır. Biz de bu yazıda İtalya’yı gotik edebiyat bağlamında ele alındığı şekliyle yani İngilizler üzerinde bıraktığı olumsuz intiba açısından inceleyeceğiz.

İtalya’nın Şeytanları

Bilindiği gibi gotik roman dediğimiz tür tarihsel bir form olarak 1764 yılında Horace Walpole’un Otranto Şatosu ile ortaya çıkmıştır. Roman İtalya’da bulunan bir şatoda geçen olayları konu alır. Romanın başkişilerinden olan Manfredi katılığı ve acımasızlığıyla öne çıkar. Küçükken himayesine aldığı Isabella’yı makam ve mevki kazanmak için oğluyla evlendirmeye kalkar, oğlu ölünce de kıza kendisi sahip olmak için olmadık entrikalar çevirir.

- Reklam -

Horace Walpole

Yine Ann Radcliffe’in Sicilya’da Bir Aşk Hikâyesi (1790), Udolpho Hisarı (1794), İtalyan (1797) gibi romanlarında hikâyenin İtalya’da geçtiğini görürüz. İtalya, ormanlarında acımasız haydutların gezdiği, bu yüzden en nüfuzlu insanların bile o ormanlara girmekten çekindiği tekinsiz bir yerdir.

Örneğin Sicilya’da Bir Aşk Hikâyesi kitabı, Sicilya’daki Mazzini şatosunun lanetli geçmişine bir atıfla açılır. Bu şato bir zamanlar iğrenç olayların yaşandığı, gösterişli toplantıların yapıldığı bir yerdir. Sahibi olan Marki Ferdinand ise genç eşi Markiz haricinde çevresindeki herkese eziyet çektirecek kadar hırs ve tutkularının kölesi olmuş gaddar ve vicdansız biri olarak tarif edilir ve bu yönüyle Walpole’un Manfredi karakterinden farklı değildir.

Romanlardaki İtalyan karakterler, yoldan çıkmış rahipler, haydutlar, şeytanlar veya onlarla işbirliğine giden herhangi biri olabilir. Walpole’un Manfredi ve Radcliffe’in Ferdinand karakterleri de oldukça acımasız, dominant ve kadın düşmanı karakterlerdir. İkisi de kendi hırsları uğruna kadın-erkek fark etmeksizin çevrelerine eziyet etmekten hoşlanmalarına rağmen erkek çocuklarını kız olanlardan bir adım önde tutarlar ve eski eşlerine karşı oldukça kalpsizdirler.

John Navone da “İtalyan gotik şeytanları” sözleriyle adlandırdığı karakterlerin kadınlara eziyet etmekten zevk alan birer kadın düşmanı aristokratlar olduğunu ve geçmişte işlenen günahları içeren bir gizem perdesinin onları sardığını belirtir (Bkz. Navone, 1974:73).

Manfredi ve Ferdinand ile söz konusu olan da budur. Ferdinand, Markiz ile evlenebilmek için eski karısını senelerce şatonun zindanında tutarak ona ne gün yüzünü ne de çocuklarını göstermiştir. Manfredi de atalarının zamanında gasp ederek üzerine konduğu mevkinin ve malların bedelini ödemiştir.

Bu karakterlerin yanında yine Radcliffe’in Schedoni ve Montoni, Matthew Lewis’in Coelestino ve Flodoardo, Mary Shelley’nin Castruccio, Charles Maturin’in Schemoli ve Morosini, Walter Landor’un Fra Rupert ve John Moore’un Zeluco karakterleri de gotik edebiyat tarihindeki yoldan çıkmış İtalyanların sadece bir kısmıdır (Bkz. Navone, 1974: 72).

Gotik Edebiyat Yazı

Gotik romanların İtalya’yı merkez alma sebeplerinden biri türün kendi özelliğinden kaynaklanmaktadır. Bu da yazarın, hikâyeyi yaşadığı zaman ve mekândan azade kılarak uzak bir yere ve zamana taşımasıdır. Robert D. Hume’a göre gotik romanın alametifarikalarından birisi zamansal veya mekânsal olarak çağından uzaklarda kurgulanmasıdır. Bu yüzden olaylar Fransa, İtalya, İspanya, Almanya gibi uzak yerlerde geçer (Bkz. Hume, 1969: 286). Gotik romanlardan alışık olduğumuz zaman ortaçağ, mekân da herhangi bir ortaçağ kenti olduğundan bu tespit şaşırtıcı görünmemektedir. Muhtemelen bu durumun sebebi yazarın yaşadığı dönemden uzaklaştıkça kalemini daha rahat oynatma imkanıdır. Neticede zamanının hiçbir kısıtlamasına uymak zorunda kalmaz.

Günahlar Ülkesi İtalya

Gelgelelim gotik roman ile İtalya arasındaki ilişkinin anlaşılması için öncelikle İtalya ve Britanya arasındaki ilişkinin anlaşılması gerekir. Massimiliano Demata, Britanya’nın İtalya’ya olan ilgisini geç ortaçağ ve Rönesans devrine kadar götürür. İtalya’nın Antik Roma’yı içine alan görkemli geçmişi Britanya için bir medeniyet ve kültürel zarafet örneği sunar. Orta Çağ’da Fransızca ve Latincenin yanında İtalyanca bilmek saray halkı ve aydın kesim için neredeyse bir zorunluluktur. Boccaccio, Petrarca ve Dante’nin İngiliz edebiyatı üzerindeki etkisi ise tartışmasızdır (Bkz. Demata, 2006: 3)

Bununla birlikte İtalya hakkında iyi görüşler kadar kötü görüşler de oldukça popüler olmuştur. Öyle ki Niccolò Machiavelli bile bundan nasibini alır. Politik hırs ve komploların simgesi haline dönüşür.

Navone’a göre çoğu Elizabeth dönemi oyun yazarına göre Machiavelli şeytanın cisimlenmiş hâlidir. Onun kitapları şeytani öğretilerin amentüsüdür ve satanizm soslu bir materyalizm örneğidir (Bkz. Navone, 1974: 72).

Maureen Fox, Elizabeth dönemi İngiliz yazarlarının İtalya’yı üç şekilde değerlendirdiğini belirtir. Birinci grup, İtalya’nın Rönesans devrine imrenerek bakar ve İtalyan yazar ve şairleri birebir taklit eder. Bir diğer grup, İtalya’nın sanatsal ilerlemesine kıskançlıkla bakar ve İtalyan edebiyatına dair birikimlerin üzerine koyarak İngiliz edebiyatını ilerletmeye ve yüceltmeye çalışır. Son grup ise İtalyanların İngilizlerin ahlakı üzerinde olumsuz bir etkisi olduğunu düşünerek eserleri yoluyla İtalyanların ahlaksız taraflarını göstermeyi ve insanları uyarmayı görev edinir (Bkz. Fox, 2011: 40). Demata da 17. ve 18. yüzyıllarda İngilizlerin İtalya’yı sadece geçmişte kalan yüksek medeniyeti ile değerlendirmediğini, kendi dönemlerinde artık İtalya’nın yozlaştığını düşündüklerini söyler (Bkz. Demata, 2006: 3).

İşin özü, İtalya’nın İngilizler için mükemmel bir “öteki” olmasıdır. İtalya gibi ülkeler Britanya’dan coğrafi ve kültürel açılardan uzaktır. Dini açıdan baktığımızda iki ülkenin mezhep farklılığı dikkat çeker. Bilindiği gibi İngilizler Protestan mezhebine mensupken İtalya Katolik mezhebindedir. Dolayısıyla sıkı Protestan ahlakıyla yetişen İngilizler için Katolik İtalyanlardan daha uygun bir sapkın topluluk olması mümkün değildir. Fox, Elizabeth dönemi yazarlarından örnekler vererek onların İngiliz toplumunun İtalyanlara karşı olan bakış açısını dışa vurduklarının altını çizer.

Örneğin Roger Ascham’ın The Schoolmaster’ında İtalya’ya giden İngilizlerin dönerken yanlarında oraya ait kültürel ve en önemlisi dini gelenekleri de getirdiklerini vurgular. İtalya, Protestan ve ahlaklı İngiliz beylerini çekici dış görünüşüyle cezbeden oysa arkasında her türlü yozlaşmayı ve sapkınlığı saklayan bir yerdir. Okur bu konuda uyarılır.

Faerie Queene - Edmund Spenser

Aynı şekilde Faerie Queene şairi Edmund Spenser da biçim olarak İtalyan edebiyatından etkilenmesine rağmen Faerie Queene’in birinci kitabında yarı yılan yarı kadın bir yaratık olan Error’u Katolikliğin bir metaforu olarak kullanır. Error, hak dinini temsil etmeyen, yalanlarıyla insanları zehirleyen bir iğrenç bir canavardır. John Lyly, Euphues: The Anatomy of Wit eserinde Napoli’yi şehvetin, ahlaksızlığın ve dinsizliğin merkezi olarak çizer (Bkz. Fox, 2011: 44-45,46).

- Reklam -

Bu yüzdendir ki gotik romanlarda da İtalya her türlü yozlaşmanın yaşandığı bir yerdir ve bunun başını Katolik rahipler çeker. Rahipler, şeytanla iş birliği yapan yoldan çıkmış günahkârlar olarak tasvir edilir. Örneğin Sicilya’da Bir Aşk Hikâyesi’nde Radcliffe, döneminin İtalya ve İtalyanlar hakkındaki görüşlerini eserine büyük bir beceriyle yansıtır. Protestan Britanya’nın karşıtı olan Katolik İtalya’daki manastırdan bahsederken onu “ilkel batıl itikatların devasa bir anıtı” olarak tasvir eder (Radcliffe, 2011: 139).

Aynı şekilde acımasızlıkta Marki Ferdinand’dan aşağı kalmayan Dük Luovo’nun da gece yarısı denk geldiği manastır “israf ve keşmekeş” merkezidir (Bkz. Radcliffe, 2011: 108). Rahipler yer içer, şatafatlı eğlencelerde günlerini gün eder. Görünüyor ki Radcliffe, yerden yere vurmadığı zamanlarda manastırları en iyi ihtimalle batıl itikatların bir simgesi olarak görmektedir.

İtalya Gotik Edebiyat Öteki

Bilinçdışı Korkuların Merkezi

İtalya’nın Britanya ile taban tabana zıt görüldüğü bir diğer konu da İtalya’nın dağınık kent devletleriyle adeta istikrarsızlık ve karmaşanın resmini çizmesidir:

“İtalya, yüzyıllar boyunca bir düzineden fazla politik oluşuma ayrılmış ve bölünmüştü. Bu oluşumların her biri de saray entrikaları, komplolar ve şiddetle doluydu. Bu durumla karşılaştırıldığında Britanya kendini kolayca birliğin, stabilite ve tarihsel devamlılığın bir örneği olarak görebilirdi” (Demata, 2006: 3).

Böylece İngilizler tabii olarak her türlü olağandışılığı İtalya imgesi ile bağdaştırmıştır. İtalya’nın Britanya karşısında gelişmemiş bir ülke portresi çizmesi yine ilkellik ve gelişmemişlikle bağdaştırılan batıl inançların filizlendiği bir yer gibi görülmesine neden olmuştur.

Başlangıç noktası Britanya olsa da İtalya hakkındaki bu intiba diğer ülkelerin gotik geleneğinde de yer bulmuş gibi görünüyor. Fantastik ve gotik edebiyatın Fransız temsilcileri de İtalya’yı eserlerinde bolca kullanmışlardır.

Jacques Cazotte’un Aşık Şeytan (1772) eserinde bizzat şeytanın kendisi İtalyan’dır ve İtalyanca konuşur. Charles Nodier’nin Mademoiselle De Marsan (1832) eseri Venedik’te geçerken, Camille Bodin’in Le Monstre (1864) romanında Sicilya ön plana çıkar. Théophile Gautier’nin 1852’de yayınlanan Arria Marcella: Pompei Hatırası adlı öyküsünde Genç Octavien, Napoli’deki bir müzede Pompei kalıntılarını incelerken lavların altında kalmış bir kadının korunmuş bedenine adeta büyülenmiş gibi bakar. Daha sonra, Pompei’deki yıkıntıları gezmeye gittiğinde bir nevi zaman yolcuğuyla bu baştan çıkarıcı kadını canlı kanlı karşısında bulur.

Dikkat çekici olan şey İtalya’yı kötü bir yer gibi göstermeyen Gautier öyküsü gibi öykülerde bile İtalya’nın fantastik ve hayatın olağan akışını bozan anomalilerin yaşandığı bir yer olarak düşünülmesidir, orada her şey mümkündür.

İtalya, mantık kurallarının işlemediği bir yerdir. Bu durum İtalya’nın toplumların bilinçdışını da temsil eden bir özelliği olduğunu bize gösterir. Zira bilinçdışı da görünürdeki düzenin altında yatan kaosun merkezidir. İşte bu yüzden düzen bozucu, karmaşa yaratıcı her varlık İtalya’da ortaya çıkar. Kaosun, karmaşanın ve tutkunun merkezi olarak görülen İtalya, insanın gün yüzüne çıkmasın diye bastırdığı bütün güdülerin ve simgeleştirdiği bütün ötekilerin; canavarların, asilerin, cadıların vs. somutlaşmış bir örneğidir.

Kaos Kozmosa Karşı

Görüldüğü gibi gotik edebiyat sadece hayalet, cadı gibi varlıkları konu alan basit, eğlenceli anlatılar olmakla kalmaz aynı zamanda toplumların ve insanlığın varoluşunun, bilinçdışının, alışkanlıklarının da bir yansımasını oluştururlar.

Hume, insanın muğlaklığının ve varoluşsal sorunlarının gotik edebiyatta irdelendiğinden ancak bir çözüm bulunmadığından bahseder (Bkz. Hume, 1969: 290) çünkü mantık çerçevesinde bir çözüm yoktur ve gotik ne olursa olsun rasyonel ilkelere bağlıdır. Walpole’un da dediği gibi “bütün karakterlerin de kendi yerlerinde başkaları nasıl davranırsa öyle davrandıklarını düşünmek gerekir” (Walpole, 2017: vi). Yani gotik, doğaya uygun olmalı, insanın gerçek doğasını yansıtmalıdır çünkü bu özelliği onu çok daha etkileyici kılar. Bu yüzden, yaratılan karakterlerin çoğu içinde insan olmanın getirdiği bir muğlaklık taşır. Şeytani çekiciliklerinin arkasındaki sır, doğasında en yüce erdemleri taşıyabilen insanın affedilmez günahlar da işleyebilmesi ve sonunda mahvına yol açmasıdır. Mahvolmasına yol açan zayıflıklar hepimizin sahip olduğu zayıflıklardır ve dikkatli olmazsak sonumuz bile aynı olabilir.

Gotik Edebiyat İtalya

İşte, yazarlar tarafından bu muğlaklığı en iyi İtalyan karakterlerin yansıtacağı düşünülmüştür şüphesiz. İtalyanların tutkulu ve tahmin edilemez doğasının çekiciliği ile bu özelliklerin yarattığı karmaşa ve kaosun düzene alışmışlara verdiği korku onu gotik edebiyat için mükemmel bir unsur yapar. Oradaki insanlar o tuhaf çekiciliklerinde iyiyi ve kötüyü barındıran, yoldan çıkmış, tutkulu, rasyonellikle uzaktan yakından alakası olmayan duygusal insanlardır. Bu yüzden, şeytanın ayartmalarına karşı en zayıf olanlar da onlardır. En azından kendilerini soğukkanlı ve rasyonel olarak değerlendiren İngilizlerin İtalya ve İtalyanlar hakkında bunları düşünmesi normaldir.

İtalya ile eşleştirilen kaos insanın en büyük korkusudur çünkü kaos bilinmeyendir, bilinmeyene gebedir ve bilinmez olan her zaman korkutucudur. Kaosun bir parçası olan düzensizlik ve kargaşa insan kontrolünün el çektiği anlara özgüdür. Dolayısıyla İtalya, tam da bu özellikleri bünyesinde barındırmasıyla (en azından İngilizlere göre) kaos ve yıkıcılığın simgeleri olan, olağan akışa aykırı, düzen bozucu tüm yaratıkların memleketidir.

İlahi ve tanrısal düzeni bozar çünkü Rönesans ile Hümanizm’i öne alır ve Katolik’tir ki bu bir Protestan için tanrısal düzeni bozmakla aynı anlama gelir. Dünyevi düzeni de bozar çünkü stabil bir devlet düzeni yoktur. Ayrıca ahlaklı insanlara karşı da bir tehdittir çünkü orası şeytanın ayartmalarına kanacak kadar iradesiz ve bir o kadar da hırslı olan duygusal insanların memleketidir.

Bu noktada Britanya ve İtalya arasında apollonik ve diyonizyak bir ikiliğin de ortaya çıktığı görülür. Britanya, rasyoneli, uyumu ve düzeni temsil eden apollonik bir devletken İtalya; mantık sınırlarını aşan duygusallığı, vahşeti ve kaosu temsil ederek tam bir diyonizyak ülke portresi çizer. İtalya’nın Britanya’nın karşısında egzotik bir “öteki” olarak konumlandığı bir bağlamda gotik romanın sahası kahramanın canavara, tanrının şeytana, Apollon’un Dionysos’a karşı olduğu bir düzlem olarak karşımıza çıkar.

Kaynakça

– DEMATA, M. (2006). Italy and the Gothic. Gothic Studies, 8 (1). URL: https://go.gale.com/ps/i.do?p=AONE&u=googlescholar&id=GALE|A392573434&v=2.1&it=r&sid=AONE&asid=e1a6b334. Erişim tarihi: 26.10.2023.
– FOX, M. (2011). The Italianate Englishman: The Italian Influence in Elizabethan Literature. Journal of Phi Beta Delta Honor Society of International Scholars. 1 (1), 40-48.
– HUME, R. D. (1969). Gothic versus Romantic: A Revaluation of the Gothic Novel. PMLA, 84 (2), 282-290.
– NAVONE, J. (1974). The Italian Devils of Anglo-Saxon Literature. New Blackfriars. 55 (645), 68-77.
– RADCLIFFE, A. (2011). Sicilya’da Bir Aşk Hikâyesi. Çev: Duygu Akın. İstanbul: Can Yayınları.
– WALPOLE, H. (2017). Otranto Şatosu. Çev: Zeynep Avcı. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.


İtalya ve gotik edebiyat hakkındaki görüşlerinizi Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilir, daha fazla içerik için bizi Google News’ten takip edebilirsiniz.

Damla Ötenkuş

1994 İstanbul doğumluyum. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat dalında lisans ve yüksek lisans yaptım. Kendimi bildim bileli bir şeyler yazıyorum. Hakkında yazmayı en çok sevdiğim konular ise gotik edebiyat, mitoloji ve folklor. Çevremdekilerin başını şişirmekten vazgeçtiğim için yazdıklarımı ilgi alanlarıma sahip olanlarla paylaşmaya karar verdim. Bunlardan bazıları Fantasantik dergisinde yayımlandı. Hâlâ düzenli bir şekilde yazıyorum.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Esaretin Bedeli Filmi Mantık Hatası

“Esaretin Bedeli” Filmindeki Mantık Hatası, 30 Yıl Sonra Tim Robbins Tarafından Açıklandı

Netflix Türkiye Mayıs 2024 Takvimi Açıklandı

“Bridgerton” 3. Sezondan “Atlas”a… İşte Netflix’in Mayıs 2024 Takvimi