1951 Manchester doğumlu İngiliz yazar Carol Birch tarafından ustalıkla kaleme alınmış “Jamrach’ın Canavarları” adlı roman, bize Jaffy Brown adında bir çocuğun mucizevi bir şekilde başlayan doğaüstü yolculuğunu anlatıyor. Kitap, on bir romanın ve hatırı sayılır birkaç ödülün de sahibi Birch’ün dilimize çevrilen ilk kitabı.
Orijinal adı “Jamrach’s Menagerie” olan Man Booker Ödülü sahibi ve Galaxy Ulusal Kitap Ödülü adayı olan kitaba başladığımızda biz de kendimizi Jaffy Brown’ın, yoksul bir hayat sürdükleri annesiyle birlikte yeni taşındıkları mahallenin sokaklarında küçük işlere koşuştururken yaptığı betimlemelerle oluşturduğu dünyanın içinde buluruz. Peşi sıra birbirini izleyen tuhaflıklar Jaffy’nin, Bay Jamrach’ın egzotik hayvan dükkanından kaçan Bengal kaplanıyla karşılaştığı an içinden gelen o sonsuz dokunma duygusuna karşı koyamayışla başlar. Bu koca kaplanın küçük Jaffy’yi ağzına alıp sokak boyunca taşıdıktan sonra yere bırakması, onu herkesin gözünde küçük bir kahraman haline getirir. Biz de sekiz yaşındaki bu çocuğun nasıl da cesurca kendinden birkaç kat büyük olan bu hayvanı okşamaya yeltendiğine hayret ederek hikayenin içine girmeye başlarız.
“Kendimi karşısında bulduğum bu kedi küçük bir at boyunda, sarsılmaz bir bedene, omuzlardan dalgalanan muazzam bir gövdeye sahipti.”
Bay Jamrach, bu olaydan sonra Jaffy’yle yakından ilgilenir ve bu küçük çocuğun koca bir kaplanın önünde bu kadar yürekli olmasına şaşarak Tim adlı küçük, bilmiş kalfasından onunla ilgilenmesini rica eder. Aralarındaki enerjinin bir türlü tutmadığı Tim’in yanında Jaffy de bir süre sonra Jamrach’ın egzotik hayvan dükkanında çalışmaya başlar. Jaffy, kısa sürede Bay Jamrach’ın yanında çalışan Tim kadar profesyonelleşerek hayvanların bakımından sorumlu hale gelir. Başlarda Tim’in can sıkıcı muamelelerine maruz kalan baş karakter Jaf’in alttan almaları sayesinde bir süre sonra en azından birbirlerine katlanabilecek duruma gelirler. Artık birbirlerine Bay Jamrach’ın avlusunu zindan etmeyen iki çocuk yavaş yavaş biraz daha yakınlaşırlar ve işten arta kalan zamanlarda aralarına Tim’in kardeşi Ishbel de katılır. Hasta babalarına ve daha iyi durumda olan annelerine bakmakla yükümlü bu iki kardeşin sürekli çalışmalarından yakınmaya başlayan Ishbel ve hayvan bakıcısı çocuk Jaf, bir süre sonra ergenliğe geçişleriyle birlikte birbirlerine gittikçe yaklaşmaya başlasalar da asla tam anlamıyla birbirlerine açılamazlar.
“Denizlerin de tıpkı insanlar gibi kendi kişilikleri vardır.”
Hiç tanıma şansını yakalayamadığı denizci babasından gelen bir deniz hayranlığı ve tutkusu olan Jaffy, küçüklüğünden beri denizci olmak ister ve öyle olacağına da içten içe hep inanır. Ancak mesleği ender bulunan hayvanları yakalayıp satmak olan Bay Fledge, bir gün Osmanlı padişahının bahçesinde yaşamak üzere bir ejderha yakalamakla görevlendirilmiştir. Jamrach’a gelen Bay Fledge’ın bu isteği üzerine Dan Rymer ile denize açılacak olan Tim, Jaffy’nin gözünde her zamanki gibi yine çok şanslıdır. Ertesi gün kalkacak olan balina avına çıkacak gemiye Jaffy de bir hevesle adını yazdırmaya gider. Kendini bildi bileli baba yadigarı deniz tutkusunu, bir denizci olarak devam ettirebilme şansı çok yakındır artık.
Jaffy’nin de kabul edilmesiyle Lysander isimli gemide ilk kez denize açılan bu iki genç, kaptan Rainey’in önderliğinde denize açıldıklarında hayatlarının geri kalanını tayin edecek maceralarına atıldıklarından habersizdirler ama birlikte ilk maceraları olduğu için de içleri içlerine sığmaz. Dan’ın vaktiyle, bu yaratıkla karşılaşmış olan biriyle tanışan birini tanıyan biriyle tanışmış bir adamla tanışma onuruna eriştiği söz konusu ejderha, elbette efsanelerdeki gibi uçan ve ağzından alevler fışkıran dev bir yaratık değildir. Bunun herkes farkında olsa da yine de karşılaşacakları şeyin neye benzediğini bilmemenin huzursuzluğu da yadsınamaz bir gerçektir.
Tayfadakiler, ejderhanın görüldüğü söylenen Doğu denizlerine ulaşmadan önce kendi işleri olan balina avcılığına devam ederler. Dan ve çocukların da yardıma gönüllü olduğu ve sayfalarca anlatılan balina avlarını okurken Birch, dili öyle bir uslupla kullanmış ki adeta biz okuyucularını da güverteye götürüyor ve av sırasında ortalığa fışkıran balina yağından sırılsıklam ıslanmış bedenlerimizle maruz kaldığımız sert rüzgardan içimizi ürpertip tüylerimiziin diken diken olmasını sağlıyor. Fantastik kurgu kitaplarda kullanılması gereken betimleme sanatını kitabın bütün satırlarında ayrı bir özenle icra edip oluşturduğu hikayenin aklımızda en canlı şekilde belirmesi için elinden geleni yapan yazar sayesinde kendimizi, gemideki pek çok isimle birlikte kah kamarada kah geminin baş kasarasında buluyoruz. Hatta öyle ki, balina avı zamanlarını okuduğum gecelerde yatağıma yattığımda, bütün gün denizde olduktan sonra hissettiğimiz o sallanmayı hissediyordum.
“Doğradıkça doğradık. Bıçaklarımız sayısız kez köreldi ve her defasında onları bileyip alnımıza ve şakaklarımıza biriken teri kabaca etrafa silkeleyerek yeniden işe koyulduk.”
Kitaba başlamadan önce her nedense daha fantastik olgularla dolu bir kurguya sahip olduğunu düşünmüştüm. Ancak Birch, yer yer fantastik öğeleri de serpiştirdiği bu romanda bizim dünyamızda geçen olaylardan yola çıkarak biz insanların hayvanlara nasıl eziyetler ettiğimizi, kendi keyfimiz için onları ne gibi acılara mahkum ettiğimizi yüzümüze yüzümüze vurmaktan da gocunmuyor. Dünyayı, bizim gibi canlı olan başka varlıklarla da paylaşıyor olduğumuzu tamamen unutmuş hale gelen benliklerimizin suratına bir yumruk gibi çarpan bu satırlar neredeyse natüralizmin fantazyayla yeniden vücut bulmuş hali gibi. Soğukkanlılığın en yüksek dozunu da bu satırları okurken görüyoruz. Tim, Jaff ve diğer çocuklarınsa bu kadar soğukkanlı olamadıkları için manevi anlamda sık sık birbirlerine sarıldıklarına şahit oluyoruz.
“Korktuğundan emindim. Şimdi de korkuyordu belki, ama öyle olduğunu varsaysak bile, bu korkuyu benliğinin ücra bir köşesine tıkıştırmayı başarmıştı belki. Başkalarının göremeyeceği bir yere gizlemişti korkusunu.”
Jaff’in sahip olmak istediği çoğu şeye hiç çaba sarf etmeden sahip olan Tim bu yolculukta, kitabın başındakinin aksine baş karakterin her zaman en yakını oluyor. Ancak çoğu kültürde uğursuzluğuna inanılan ejderha miti, bahsedilen uğursuzluğundan mıdır yoksa başka bir şeyden mi bilinmez, bu gemi yolculuğunu tüm mürettebat için hiç öngörülemez bir hale getirir. Birbiri üstüne gelen bu uğursuzluklar ve insanların hayvanlara karşı akıl almaz muameleleri karşılaştırıldığında Jamrach’ın Canavarları, bize sanki tüm bu düşüncesizliklerin ve yapılan onca eziyetin karşılıksız kalmayacağını anlatır gibidir. Okurken karşılaştığımız olaylara yalnızca bir kitabın ayrıntıları olarak değil de insanlığın bu fütursuz uygarlaşmasının ve doğayla arasının gittikçe daha hızlı bir şekilde açılmasının sonucunda başımıza gelebilecek olası senaryolardan sadece birinin minik bir simülasyonu gibi düşünülebilir. Sahip olduğu güçleri ve tükenebilir enerjileri bilinçsizce kullanıp tanrıcılık oynayan, her şeyin sahibi olarak kendisini gören bir insanlık algısından sonra bir de oturup tanrıya yakaran üstelik de tüm suçu şeytana atan bu insanların hikayesi belki de bizi başımızı önümüze eğip bir kez daha düşünmemiz için sunulmuştur.
“Tanrı mı? Hangi tanrıdan bahsediyorsunuz? Tanrı kötü kalpli. Gerçek bu işte. Tanrı habis ve kötü ve bundan dolayı da şeytan galip geldi. Alın size olan bitenin özeti!”
Kitap boyunca asla tahmin edilemeyen şeylerin gerçekleştiği, tahmin edilenlerinse genellikle gerçekleşmediği bu macera dolu yolcuğu sadece fantastik edebiyatın bir ürünü olarak değil aynı zamanda toplumsal bir eleştiri olarak da okumalıyız. Böylesi sosyal mesajların direkt olarak kurgu dışı metinlerle değil de, fantastik hikayelerdeki kelimelere özenle yedirilerek verilmesine hayran olduğum için kitabı tüm kurgu sevenlere öneriyorum.
Birbirinden önemli ve değerli kurgu edebiyatın meyvelerini okurlarıyla buluşturmaya başarılı bir şekilde devam eden İthaki Yayınları’nın 2014 yılında dilimize kazandırdığı bu kitap, Kemal Baran Özbek tarafından sadece çevrilmemiş, deyim yerindeyse neredeyse tekrar yazılmış. Hobbit ve Felsefe, Bitmemiş Öyküler gibi kitapları da Türkçe okuma şansını bize veren bu çevirmen kelimelerde dans ederek hikayenin yanında bize ahenk dolu bir okuma sunuyor. Biz okurlara bu insanlık dramını okuyup çok geç olmadan dizginleri elimize almayı ve doğanın üzerindeki sahip olduğumuzu sandığımız bu sonsuz kontrol hakkını bize tekrar düşündüren Carol Birch gibi önemli bir yazarın diğer kitaplarının da ivedilikle dilimize kazandırılmasını dilemek düşüyor.
Harika bir inceleme olmuş. İncelemeden bu kitabı okuyan herkesin kendine bir şey katabileceği, bir ders çıkarabileceği bir kitap olduğunu anladım.
Merak uyandıran bir inceleme. Nicedir okumak istiyordum, sayenizde daha detaylı bilgi edindim.