Ödüllü Japon yazar Sayaka Murata’nın dilimize çevrilen ilk kitabı Kasiyer için kaleme aldığımız inceleme sizlerle. Gelin birlikte normallerimizi sorgulayalım: “Uyum Sorunu” dediğimiz şeyi acaba bizler mi uydurduk?
“İnsan dediğinin ya aile ya iş üzerinden topluma bağlı olma zorunluluğu vardır.”
(Kasiyer, Turkuvaz Kitap, Haziran 2020, Sy.53)
Hepimizin tuhaf yanları var. Bir elimizle onları arkamıza saklayıp diğer elimizle başkalarının tuhaflıklarını işaret ediyoruz. Bize benzemeyeni almıyor içimiz. Peki ya tuhaf dediğimiz kimse aslında sadece bize ayna tutan biriyse? Sayaka Murata, Kasiyer’de tam da bunu yapıyor. Yarattığı çok boyutlu karakter Keiko Furukura’nın sırlarına ortak olmamızı sağlayıp, onunla beraber kendi toplumsal uyum sancılarımızı sorgulamaya itiyor bizi.
1979 doğumlu yazar, uzun yıllardır Tokyo’da yaşıyor ve aynı Keiko gibi o da, yazar olmanın yanı sıra, bir markette yarı zamanlı kasiyerlik yapıyor. İlk romanı Jyunyü ile 2001 yılında Gunzo Ödülü’nü, Shiro-iro no Machi no kitabıyla 2013 yılında Mishima Yukio Ödülü’nü alıyor. Kasiyer, Sayaka Murata’nın onuncu romanı. Aynı zamanda yazarın Türkçeye çevrilmiş ilk kitabı. 2016 yılında bu romanla Akutagawa Ödülü’nü de kazanmış ve kısa zamanda oldukça fazla okur tarafından sevilmiştir.
Romanın kapağını hep birlikte aralamadan önce, henüz okumamış olanlar için buraya bir spoiler (sürprizbozan) uyarısı bırakmam gerekiyor. Eğer bu yazı ilginizi çektiyse, devam etmeden önce kitabı okumanızı tavsiye ederim.
Kasiyer: Uyum Sorunu Olan Karakterlerin Dünyası
“Bir şey tuhafsa, insanlar çamurlu ayaklarıyla girip o tuhaflığın nedenini çözme hakkını kendinde buluyor.”
(Kasiyer, Turkuvaz Kitap, Haziran 2020, Sy.49)
Murata’nın eserlerinde odağına koyduğu toplumsal cinsiyet rolleri, ebeveynlik ve uyum sorunu yaşayan karakterler bu kitabın da esas meselesini oluşturur. Bir olay değil karakter hikâyesidir Kasiyer. Daha en başından belli eder niyetini. Dolayısıyla, ilk sayfada elini tuttuğumuz karakterin roman boyunca bir iç çatışma yaşayacağını, bir dönüşüm geçireceğini hemen anlarız.
Keiko’nun sadece kendisine normal gelen tuhaf düşünce yapısı, olaylar karşısındaki düz mantık yaklaşımları, en yakın çevresinden bile, şefkatle karışık “Niye normal değilsin?” tepkileri almasına yol açar. Onlara inanır Keiko, normal olmadığına inanır. Normal olmak adına diğerlerini taklit etmeye başlar. Kendisini, kabul görebildiği, uyum sağlayabilmek için tek yapması gerekenin bir el kitabına uygun hareket etmek olduğu markete kapatır. Tam anlamıyla bir kapanıştır bu ve başka bir uyum sorunu yaşayan elemanın gelişine kadar devam eder.
Keiko’nun, anlatının ana zamanında aklından geçirdikleri ve çocukluğuna gidip tanık olduğumuz bir iki sahne bize, onun hakkında peşin hükümler verdirtir. Acaba karakter bir sosyopat mıdır? Otizmli biri midir ya da? Bu yüzden mi uyum sağlayamamaktadır? Kitabın bir bakıma en çarpıcı yanı budur çünkü Murata bize, o hep sözde eleştirdiğimiz toplumsal bakışı nasıl da içselleştirmiş olduğumuzu gösterir. Kendimizi Keiko Furukura’yı yargılarken, ona kem gözle bakarken buluruz.
“İnsanların gözlerinin şekli, özellikle bir şeyi küçümsediklerinde ilginç bir hal alır. Orada, karşı fikirlere karşı bir korku ve tedirginlik, bu fikirlere karşı savaşmaya hazır ışıltılar görüldüğü gibi, bazen bilinçsizce küçümseyen birinin gözlerinin üzerinde üstünlük duygusuyla zevk karışımı bir zar oluşturur.”
(Kasiyer, Turkuvaz Kitap, Haziran 2020, Sy.56)
Akvaryum Balığı mısın, Deniz Balığı mı?
Murata’nın tasvir ettiği market, büyük ve ışıl ışıl bir akvaryuma benzer. Aynı zamanda bir toplum metaforudur. Kendi yasaları, yargıları vardır. Ancak akvaryum yasaları deniz yasalarına göre daha basit ve anlaşılır hükümlerden oluşmaktadır. Malum, balıkların ömrü uzun olmaz, markette de vardiyalarla, yarı zamanlı çalışılır. Elemanlar, müdürler sürekli değişir. Keiko orada hep var olduğu için tuhaftır zaten, dışarı adım attığında sudan çıkmış gibi olur.
“’Söylediklerinden hiçbir şey anlamadım.’
‘Şöyle ki, herkesin içinde normal insan adlı ütopik bir canlının rolünü oynayacaksın. O markette herkesin eleman adlı canlıyı oynamasıyla aynı işte.’”
(Kasiyer, Turkuvaz Kitap, Haziran 2020, Sy.75)
Keiko’nun nabzı marketle birlikte atar, evindeyken bile marketin sesini duyar. Parçası olduğu toplumun yargılayıcı sesi, iç sesi olmuştur çünkü. Ne zaman gerçek denizde bir parça yüzmeye kalksa, eski arkadaşlarını ziyaret etse örneğin, değişmesi, iyileşmesi gerektiğini hisseder. Normal görünmek için kız kardeşinden tavsiyeler ister.
Kitaptaki diğer karakterleri çözmek, Şiraha dışında, toplumsallaşma süreçlerini tamamlamış olduklarından çok daha kolay gelir bize. Bizim de toplumsallaşmış tarafımızla özdeşleşirler. Keiko ve Şiraha ise, deyim yerindeyse sürüden ayrılmak isterken toplumun kariyer – eş – çocuk beklentilerinden paçayı sıyıramayan tarafımızın temsilidirler. Uyumsuz oldukları için yalnız kalmışlardır ve sonunda bir parça nefes alabilmek adına iş birliği yaparlar. Şiraha geçimini Keiko’nun sırtına yükler ve bunun karşılığında onun eşi olur. Şiraha’nın Keiko’ya karşı aşağılayıcı davranışları ve bencilce tutumu yüzünden ondan nefret ederiz ama Keiko bunu umursamaz, hatta Şiraha’yı akşamları “yemini verdiği” bir ev hayvanı gibi görür.
Keiko’nun içinde bulunduğu bu pek çok yönüyle çarpık ilişki onu değişme, iyileşme ve anlamsız bulduğu kurallara uyum sağlama zahmetinden kurtarır. Karakter dönüşümünü, dönüşmek zorunda olmadığını fark ederek tamamlar. Böylece kahramanımız finalde kendini kucaklamış olur.
“Tamam, Yeterince Anladık!”
Murata’nın dili oldukça sade, derdini tane tane anlatan bir dil. Söylemek istediklerini dolandırmadan, direkt olarak söylüyor. Romanın bana kalırsa tek problemli olabilecek yanı bu, en ağır taşlar su üstünde yüzüyor. Hatta çoğu yerde ana fikir, karakterlerin ağzından arka arkaya ve defalarca söylenmek suretiyle gözümüze sokuluyor. Yazar, onu anladığımızdan emin olmak ister gibi, vurguluyor, altını çiziyor konunun. Bu da bize neticede, iyi bir fikrin yüzeysel işlendiği duygusunu veriyor.
“Bak, dinle. Köyün işine yaramayan insanların özel hayatı yoktur. Herkes o alana çamurlu ayaklarıyla girer. Evlenip çocuk doğurmak ya da ava çıkıp gelir sağlamak… Bir şekilde köye katkıda bulunmayan insanlar marjinaldir. O yüzden de köylüler gelip onun her şeyine karışır.”
(Kasiyer, Turkuvaz Kitap, Haziran 2020, Sy.84)
Eseri kitaplıklarımıza kazandıran Turkuvaz Kitap çeviri ve editörlük anlamında başarılı bir ekiple çalışmış. H. Can Erkin’in çevirisi ve Cem Tuncer’in editörlüğü ile ortaya temiz bir iş çıkmış. Ayrıca Gülay Tunç’un kapak tasarımı da oldukça dikkat çekici.
Sayaka Murata’nın Kasiyer’i bize hiç de yabancı olmadığımız bir hikâye anlatıyor aslında. Kendimizle yüzleşmek, kararlarımızı sorgulamak ve bireysel özgürleşme sürecimiz üzerine düşünmeye başlamak adına, okunması gereken bir eser olduğunu düşünüyorum.
Kitaba dair görüşlerinizi siz de bizimle Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilirsiniz.
Kitabın Goodreads sayfasını inceledim. Oldukça ilgimi çekti, bol miktarda olumlu yorum almış. Okuma listeme ekledim hemen.
Uzun zamandır kitaplığımda duruyor. Tipik Japon romanı. Türkiye’de yayınlanır yayınlanmaz almıştık. Çok özel bir içeriği olmamakla beraber Japon kültürünü tanımak isteyenler ve kısa soluklu bir roman okumak isteyenler için birebir.