in ,

Kızıl Sürgün: Mars’a Seyahatin Araf’la İmtihanı

Tevfik Uyar’ın, okuru Mars kolonisinde bir kamu kuruluşuna tayini çıkan kahramanın macerasına davet ettiği Kızıl Sürgün romanını inceledik.

Tevfik Uyar - Kızıl Sürgün İnceleme
- Reklam -
- Reklam -

Tevfik Uyar’ın kaleme aldığı son romanı Kızıl Sürgün incelemesiyle karşınızdayız.

Bekleyiş; yolculuk mefhumunda üstünde çok az durulan veya hiç durulmayan ayrıntı. Oysaki duygu ve düşüncelerin en yoğun yaşandığı zaman dilimlerinden. Kalmak mı zor, gitmek mi ikileminin tüm sinir ve stresiyle ayyuka çıkar. Geride bırakılanlara ayrı, varılan yerde karşılaşılabilineceklere ayrı dert yanılır. Zihin tüm mesaisini yaşanıp yaşanmayacağı meçhul olasılıklara harcar.

Her durum gibi alacalı bulacalı ifadelerle tanımlanmaya çalışılsa da istisna sayılmaz. Nedeni ve nasılı değişkenlik gösterse de onu tecrübe etmeyen yok gibidir. Taşınacakken, öğrenim için uzaklara gidecekken, tayin çıkmışken, önemli haberler beklerken, kritik kararlar vermenin eşiğindeyken, hayata yeni bir pencere açılmasının eşiğindeyken, vs. derken, bekleyişin esaretine kapılmamak imkânsız.

- Reklam -

Hayatın her döneminde ve herkesçe tecrübe edilebildiğinden olsa gerek, bekleyiş mefhumunu içermeyen hikâye yok gibi. Ancak, sadece ve sadece bekleyişin esaretine ve yarattığı buhrana adanmış çok fazla hikâye de yok.

İşte, Tevfik Uyar’ın Destek Yayınları’ndan çıkan Kızıl Sürgün kitabı, odak noktası itibariyle azınlıkta kalan o hikâyelerden.

Kızıl Sürgün: Bir “Farz Edelim ki” Hikâyesi

Hikâye, günümüz dünyasının alternatif versiyonunda geçiyor. Tarihin bu versiyonunda, insanoğlu Mars’ta üst kurmuştur ve gezegeni dünyalaştırmak için var gücüyle çalışmaktadır. Her devlet, gezegen üzerindeki haklarını muhafaza edebilmek adına Mars’taki çalışmaları desteklemektedir. İster mali ister insan isterse kaynak olsun, herkes Kızıl Gezegen’e yatırım yapmaktadır.

Kızıl Sürgün - Tevfik Uyar

Mars’ı dünyalaştırma fikri kâğıt üstünde heyecan verici olsa da bunu hayata geçirmesi uzun ve zahmetlidir. Her yerinden yaşam fışkıran Dünya’dan kalkıp Mars’a gitmek, her şeyiyle oraya ait olunmadığını yüze vuran gezegende yaşamak büyük çaba gerektirmektedir. Üstelik ulaşımından barınmasına, hayat akışının tek düzeliğinden kısıtlı imkânlarına kadar türlü sıkıntısı vardır. Mars, insanlar üzerindeki yıpratıcı etkisi sebebiyle mükemmel bir tecrit yeridir. Bu da gezegeni harika bir sürgün yerine dönüştürmüştür. Bürokratik cezalılar için Kızıl Sürgün’dür Mars.

Hal böyleyken, muhalif basında yayınlanan yazılarıyla sivrilen ve üstlerince pek hazzedilmeyen memur, tayininin Mars’a çıkmasına pek şaşırmaz. Ne yapması gerektiğiyse kafasını bir hayli kurcalamaktadır. Aklına gelen her çözüm yeni bir sorun yaratmaktadır. Neyden ve neden vazgeçeceğini düşündükçe içindeki sıkıntı daha da büyüyecektir.

“Gitmek mi Zor, Kalmak mı” İkileminin Izdırabı

105 sayfalık Kızıl Sürgün kitabındaki hikâyenin tüm odağı bu. Neler olacağından ziyade, süreç boyunca ana karakterin neler hissedip düşündüğüne odaklanılıyor. Bu odaklanma öyle önde ki, hikâyenin diğer unsurları biraz daha geri planda.

Mars

Romandaki ayrıntılar üzerinde teker teker durunca, Kızıl Sürgün’de hikâye ve hikâyecilik namına taze şeyler bulmak pek olası değil. Her şey ya konu ya da işleniş açısından ya çok tanıdık ya da sıradanlaşmaya yüz tutmuş kıvamda. Ana karakterin sürgüne gönderilme gerekçesi, “Şunu yaparsan bu olur…” öğütleri, eşin tepkisi, babanın tepkisi, geçim derdi ile idealler arasında kalınması, tarafına göre alınan tavırları, ayaküstü politik muhabbetleri, durumlara getirilen öznel yorumları ve hatta olay örgüsündeki kırılma anları hiç ama hiç şaşırtmıyor. Aşinalık hissi, kimin neyi neden yaptığına, o dünyada işlerin nasıl yürüdüğüne ve hikâyenin nasıl ilerleyeceğine eşlik ediyor. Bu da anlatım yapısını okurunu sıradanlığın bezdiriciliğiyle sınatan yapıta büründürtüyor.

Ama Neden?

Tüm bunlar, altyapı ve teknik açıdan belli bir standardın üstüne çıkamamış bir çalışmanın emaresi olarak kodlanabilir. Ancak, hikâyeyi var eden bu parçaların birleşimi farklı bir sonuç ortaya çıkarmış. Hikâyeyi var eden tüm o unsurlar, ilgili durumun en katıksız biçimde yansıtılabilinmesine olanak sağlayan klişelerden oluşuyor. Aşinalık ve tahmin edilebilirlik anlatımın sıkıcılaşma eşiğini yükseltiyor, evet. Ancak canı okurdan çok daha fazla sıkılan biri daha var, ana karakter.

Okur, kontrol edemediği bir hikâyeyi takip ediyor, aşinalığın verdiği sıkıntıyla yüzleşiyor. Ana karakter, kontrol edemediği bir sürecin içerisinde sürükleniyor, çaresizliğin verdiği sıkıntılarla yüzleşiyor. Okur da ana karakter de bir bekleyişin içerisinde o sıkıntılara göğüs germekteler.

Okur, hikâyenin nereye varacağının esaretiyle okumaya devam ediyor. Olay örgüsü hızlıca ilerlediğinden bu pek de ıstıraplı bir süreç olmuyor da. Ana karakter, akıbetinin ne olacağını merak ede ede sürecin esaretliğini çekiyor. Zaman atlamalarının ve gözlemci konumunun nimetlerinden faydalanan okura kıyasla daha şanssız.

tevfik uyar
Tevfik Uyar

Farklı gerekçelere ve konumlara bağlılığına rağmen “bekleyiş” ve “esaret” noktasında paralellikler mevcut. Ve bu noktalar, ana karakterin halet-i ruhiyesinin okuruna geçmesini sağlıyor.

Kızıl Sürgün bu sayede, temasal olmakla kalmayıp biçemsel olarak da “bekleyişin esareti” hikâyesine dönüşüveriyor.

Olağanı Olağan Dışının Yardımıyla Anlatmanın Sebebi

Kızıl Sürgün’de, kendi gerçekliğimizde sıkça deneyimlenen durumu olağanlığın maskesiyle anlatabilme gayreti söz konusu. Üstelik tüm sıradanlığına rağmen okuru sıkmayan, kendini okutturmasını başaran bir anlatı var.

Hal böyleyken “Acaba” ile başlayan soruların sorulması kaçınılmaz. O kadar sıkça karşılaşılan bir durum, o kadar alelademsi kalıplarla işlenebiliyorsa,.. Alternatif tarihi ve Mars’ı dahil etmenin gereği var mıydı?.. Aynı hikâye günümüze uyarlansa anlamından ne kaybederdi?.. Gibi gibi üstüne düşünmeyi hak eden sorular akla üşüşüveriyor. Bunlar makul sorular. Ve spekülatif kurmacanın meziyetleri arasında aranacak makul cevaplara sahipler. Bunun için çok derinlere dalmaya gerek yok. Yapılması gereken çok basit; kurmacadaki metaforlaştırma, soyutlama, odaklama ve paralellik kurdurma yöntemlerinin romanda nasıl kullanıldığını dikkate almak yeterli.

- Reklam -

Bunun için başa dönüp, her şeyin çorap söküğü gibi peşi sıra gelmesine vesile olacak kilit soruyu bulmalı. “Olmasa olmaz mıydı?” kuşkusunun zirve yaptığı her neyse onun üstüne gidilmeli. Hikâyeyi spekülatif kurmacaya dönüştüren yegane unsur Mars. Hikâyedeki işlevi ve anlamı açısından büyük öneme sahip. Bu yüzden üstüne gidilmesi gereken yegâne soru da “Neden Mars?” sorusu oluyor elbette.

Yabancıllaştırılmanın ve Yabancılığın Mükemmel Simgesi, Mars

Mars. Her şeyiyle izolasyonu ve sürgünlük mefhumunu metaforlaştırmak için biçilmiş kaftan. Gitmek de geri dönmek de hem uzun hem zahmetli; bir anda çekip gitmesi ne hukuken ne de fiziken öyle kolay değil. Mars ile Dünya arasındaki mesafe iletişimi sekteye uğratmakta; canı çekince telefona sarılıp yakınları aramak hayal. Yaşam standartları temel ihtiyaçları karşılayacak kadar karşılanıyor; kişisel zevklere hitabeden tüketime fazla yer yok. Hareket alanı oldukça kısıtlı; gezegenin ölümcül çöllerini gezmek için bile koruyucu giysiye ihtiyaç var. Zamanla insanı kendine bağlayacak herhangi bir özelliği bulunmuyor; en güzel vakitleri muhtemelen Dünya’ya geri dönüş zamanları. Özverili çabalarla sevilesi bir yuvaya dönüştürmesi oldukça güç; onu yaşanır kılacak dünyalaştırmanın bile yüzyıllara ihtiyacı var. Kısacası, Dünya’da olsa en azından geliştirilen alternatiflerle çözülebilecek ne kadar sorun varsa hepsi de Mars’ta mevcut. Bu da Kızıl Gezegen’i, can almadan candan bezdirten yalıtılmışlık cennetine çeviriyor.

Mars

Bir tür araf konumundaki Mars tasvirinin üstüne, “zorunlu değil, mecburi” kıvamındaki bürokratik ceza eklenince, hikâye yepyeni bir katmana kavuşuyor. Bu katmanı tanımlamak ve işlevini anlamak içinse ana karakterin Dünya’daki hayatı ile Mars’ta karşılaşacağı hayatı karşılaştırmak yeterli.

Ana karakterin Dünya’daki hayatı, niyetler ve sonuçları bağlamında bolca ikilem barındırıyor. Ana karakter, kendi idealleri ışığında hayatı zenginleştirmeye, daha yaşanır kılmaya hevesli. Ancak içinde bulunduğu ve düzeltmeye çalıştığı sistemin çarkları buna izin vermiyor. Çekilen tüm çileler bu zıtlıktan doğuyor. Dünya’dan bıkıldığı için çile çekilmiyor. Aksine, Dünya’yı önemsemekten ötürü çile çekiliyor. Yani, ana karakterin tüm derdi tasası Dünya’yla alakalı.

Bu yüzden Mars’a sürülmek demek, her biri farklı yönden sıkıştıran çileler çekmek demek. Maddi kısıtlamaların yarattığı manevi yalıtılmışlık… Sevgili Dünya için seferber edilmek istenen enerji, yaptırımları onaylamayan sistemi temsil için çarçur etmek… Mars’a gidilmezse, ideallerine ihanet eden, sorumluluklarından kaçan yaftasını taşımak demek… Mars’a gidilirse, arzulandığı gibi hizmet edememenin ve sisteme boyun eğmenin yarattığı yenilgiyle yaşamak demek… Hepsi de ayrı birer stres sebebi.

Bu karşılaştırmalar eşliğinde öyle bir nokta geliyor ki, Dünya veya Mars fark etmiyor. Yukarı tükürülse bıyığa, aşağı tükürülse sakala gelecek türünden endişeler ana karakterin yakasını bir türlü bırakmıyor.

Yer Değiştirmekten Fazlası

Yaşanan tüm gerilimlerin psikolojik kaynağıysa çok basit, “aitlik” mefhumu. Dünya ile Mars’ı, ana karakterin kendini bir yere ait hissetme çabası ve gördüğü karşılık ekseninde irdelemek gerek. O zaman bazı şeyler daha da netleşiyor. Dünya, ait olunan ama ait değilmiş gibi dışına atılmaya çalışılan yer. Mars, ait olunmayan ama oraya aitmişçesine gönderilmeye çalışılan yer.

Örneğin, ana karakterin memur olarak nerede fayda sağlayıp nerede sağlamayacağı çok net. Yarar açısından Dünya’daki memuriyeti ile Mars’taki memuriyeti kıyas kabul etmeyecek türden. Ancak, karşı olduğu sistemin açısından Dünya’da memur olmasındansa Mars’ta memur olması daha hayırlı.

Burada da “Kime yarar? Kime zarar?” soruları akla takılıyor. Elbette o soruları “aitlik” ve “arafta kalma” mefhumundan ayrı düşünmek zor. Çünkü ana karakteri tereddüde düşüren ve bu vesileyle hikâyeye can veren her gerilimde bu üçlünün parmağı var.

Dünya ile Mars arasında kalmak, baba ile eş arasında kalmak, eş ile güzel gazeteci arasında kalmak, iş ile işsizlik arasında kalmak ve dahası… Hepsi de ana karakterde yaşattıkları stres bağlamında farklı dertlerin aynı dinamikler eşliğinde vuku bulmasının eseri.

Örneğin, ana karakter birinden ayrılıp diğeriyle hayatını birleştirmiş olsa da, baba da aile eş de aile. Ancak ana karaktere sundukları huzur ve güven açısından yerleri ve yönlendirmeleri farklı. Baba, kendisinden ayrılan evladının bireyselliğini desteklemekten yana. Eş, beraberliklerini ve kurdukları aileyi korumaktan yana. Bu yüzden Dünya’da kalması babayı, Mars’a gitmesi eşini rahatsız ediyor.

Tevfik Uyar
Tevfik Uyar

Olay örgüsü ilerledikçe işin rengi değişiyor, meta durumların yarattığı psikolojik etkiler mecaz anlamlara dönüşüyor. Kişisel ölçekte başlayan sorunlar varoluşsal sorgulamaya dönüşüyor. Görece basit ve kişisel algılanan bir sorunun aslında ne kadar derin, ne kadar genel olabileceği hatırlatılıyor.

Bitirirken

Tevfik Uyar’ın yazınını düşününce, ortaya çıkan bu sonuç pek şaşırtmadı doğrusu. Yazarın hikâyeciliğindeki alamet-i farikalık tüm nitelikler bu kısa romanda da mevcut. Hikâyesini kıyamet zamanında bile geçirse merkeze kişiselleştirilebilen sorunlar yerleştirmek var. Her şeyi kişisel hikâyenin sınırları içerisinde kalacak biçimde anlatmak var. Kişisel dramadan beslenen insani mevzuları öne çıkması var. Tüm bunları korurken asıl meseleyi özelden genele doğru genişletmek var.

Kısacası, Tevfik Uyar son romanı Kızıl Sürgün’de şaşırtmıyor. İyi ki de şaşırtmıyor. Bizleri şaşırtmama hususunda aynı istikrarı sürdürmesini dileyip, yazımızı burada bitirelim.

Sizler de Kızıl Sürgün kitabını okuduysanız yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum’da bizlerle paylaşabilirsiniz.


* Tevfik Uyar Öneriyor: Kayıp Rıhtım Okurları İçin 6 Kitap

Cemalettin Sipahioğlu

1986 İstanbul doğumlu. Bilimkurgu, korku ve fantastiği uzun süre televizyondan takip edebilmiştir. Ailesinden habersiz aldığı ucuz VCD oynatıcıyı saklayıp, onlar yokken kullanarak, bu konularda film açıklarını kapatmaya çalışmıştır. Edebiyata sonradan bulaşması; bilgisizliği; bilgisizlik de, "Raftaydı ve ben onu alıp okumadım zamanında." pişmanlıkları getirmiştir. Lem ile Küvette Bulunan Günce'yle tanışması; okumaya yeni başlayan biri için hem talih, hem de talihsizlik olmuştur. Film, kitap, animasyon, çizgi roman olsun; kendi sınırlı bilgisiyle, eserleri iç dinamikleri içinde değerlendirmeye çalışır.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Oldboy Manga Çizgi Roman

Oldboy Mangası Türkçe Olarak Raflarda

Koronavirüs Tedavisi Koyun Dolly

Koronavirüs Tedavisinde Koyun Dolly’yi Klonlayan Ekip de Devrede