in ,

Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri İncelemesi – Koleksiyonluk Bir Derleme

Bilimkurgu edebiyatının gerçek bir kültüre dönüşmesini sağlamış onlarca ismi ağırlayan ve usta yazar Orson Scott Card tarafından derlenen “Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri”ni sizler için inceledik.

Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri İncelemesi
- Reklam -
- Reklam -

Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri incelemesi ile karşınızdayız. Orson Scott Card tarafından derlenen bu eser, bünyesindeki klasik yazarlarla öne çıkıyor.

Çeşit çeşit hikâyeye ev sahipliği yapan bir bilimkurgu galaksisi var. Birisi için gezegen olanın bir başkası için cüce-gezegen statüsünde değerlendirildiği, türlü gök cismine ev sahipliği yapan bir galaksi bu. Hem de varlığı kesin, ebatları ve nelerden meydana geldiği tartışma konusu olup duran bir galaksi.

Türü ve temsilcilerini tanımlama çabası için alınan her referans noktası ancak tartışmaların alevini körüklemeye yarıyor. Zihinlerin tazelenmesi ve yeni fikirlerin üretilebilmesi namına yararlı tartışmalar bunlar; buna şüphe yok. Süreç içerisinde nesnel bakış açısı ile aşırı öznel bakış açısının karıştırılmasıysa yararlı bulunamayacak tek şey. Çünkü bir kurmacanın nesnel açıdan kendi iç dinamiklerine göre neler vadettiği ve bunları nasıl karşıladığı yönünden incelenmesi, öznel açıdan ise kişisel zevklerin biçimlendirdiği kalıplara göre değerlendirilmeye tabi tutulması söz konusudur. Nesnelliği baştan kabul etmesi, öznelliğiyse umursamaması neticesinde, türü oluşturan üç temeli dikkatlerden kaçırmak tek ortaklıkları.

- Reklam -

Bu üç temel: Spekülasyonlar, o spekülasyonlardan türetilmiş gerçeklikler ve bu ikisinin tesisini sağlayan anlatım ve biçem. Üçlünün belli dozajlarda ayarlanma ve birleştirilme yöntemi, hikâyelerin başarı ve başarısızlık skalasını etkileyen başat faktör. Tek bir spekülasyona ve basit bir anlatım tarzına sahipken, kendi gerçekliğini ikna ettirmedeki ustalığı başarı getirtmiş hikayeler varken; ilk ikisinin kılı kırk yarmasının üçüncünün zayıflığına kurban gittiği hikayeler de mevcut. Bunlar üçlünün teoride kolay, uygulamada zor dengesinin sonucu. Bu yüzden onları ve etkilerini kavramak, iyi ile kötünün, başarılı ile başarısızın sebeplerini anlamak açısından önemli.

Bu temellere ve etkilerinin farkına varmanın en iyi yoluysa, elbette bol bol türün farklı örnekleriyle haşır neşir olmaktan geçiyor. Ne de olsa farklı hikayeler; farklı anlatımlar, farklı ayrıntılar, farklı spekülatiflikler, farklı gerçeklikler, vb. “farklılıklar” demek. Aynı türde farklı hikâyeler okundukça bir kafa karışıklığına sürüklenmenin aksine, türün temellerini ve kendini var ederken nasıl çeşitlenebildiğini keşfettirecek birikim, akademik metotlar ve kılı kırk yaran tahlilleri incelemek haricinde, ancak böyle elde edilebilir. Elbette tek bir kalemden çıkmış ya da okuması zaman alacak hikâyeleri tüketmek bir hayli zaman alacaktır. Ayrıca, okunan her yeni hikâyenin peşi sıra gelen her yeni bilgi, öğrenme sürecini asla bitmeyecek bir eğitim döngüsüne çevirir. Süreci kısaltamasalar da, araştırmacı zihinlere biraz daha hızlı ve kolay karşılaştırma imkânı sunmaları bakımından, öykü derlemeleri tam burada imdada yetişiyor.

Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri İncelemesi

İşte, Ender Serisi’yle adını duyurmuş Orson Scott Card tarafından derlenen ve farklı dönemleri, farklı tarzları ve farklı bilimkurgu geleneklerini temsil eden 27 yazara ait 27 öykü barındıran Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri, tam da bu amaç için faydalanabilinecek o başvuru kaynaklarından biri.

Derlemedeki öyküler, ait oldukları bilimkurgu dönemlerine göre kategorizelenmiş: İlk bölüm, 1960’ların ortasına kadar sürmüş Altın Çağ. İkinci bölüm, 1960’ların ortalarından 1970’lerin ortalarına kadar süren Yeni Dalga. Üçüncü bölüm, 1980’li ve 1990’lı yılların Medya Jenerasyonu. Ayrıca her öykünün başında, yazarı ve türe yaptığı katkılar hakkında bilgilere yer verilmiş.

yuzyilin en iyi bk oykuleriDerlemedeki öyküler, kitabın iddialı isminden farklı gerekçelerle seçilmiş. Orson Scott Card, kitabın önsözünde, önemli yazarların tekrar tekrar okuyacak kadar sevdiği öyküleri arasından zor tercihler yapmak durumunda kalmış. Ortada, türün önemli yazarlarından biri tarafından derlenmiş ve dönemlerinin öne çıkan isimlerine ait öyküler varken, pazarlama hamlesiyle yerleştirilmiş “Yüzyılın En İyi” ibaresi pek bir önem arz etmiyor zaten. “Bilimkurgu”ysa, evet; türü seven okurların önemsemesi gereken tek ibare bu.

Tabii şu noktaya özellikle dikkat çekmek gerek: Bu öyküler, yazarlarının ve içerisinde yaşadıkları dönemlerin etkisini ister istemez taşıyor. Hepsi de, yazıldıkları dönemin veya isterse yazarın belli başlı korku ve umutlarıyla biçimlenmiş. İçerikleri, günümüz için hatalı veya hâlâ kesinliğinden emin olunamamış/olunamayabilinecek bilimsel ve kurgusal spekülasyonlarla şekillenmiş. Bu öykülerin son ortak noktalarıysa, var oluşlarını sağlayan yapının zafiyetlerinden sıyrılarak, zamandan muafiyet kazanmalarını ve akılda yer etmelerini sağlıyor. Bu son ortaklık, durum ne olursa olsun insanı, doğasını, insanlık hallerini veya bunların sonucunda meydana gelen etkileri kurmacanın tüm dinamiklerinde itici güç unsuru yapmak.

Öykülerdeki karakterler, sıradan ve sıra dışı arasındaki çatışmanın mensubu. Hikâyedeki çatışmada rolleri ister sabit ister değişken olsun tüm deneyim ve eylemlerini, insani zaaflarının ve erdemlerinin kılavuzluğunda gerçekleştiriyorlar. Şüphe, endişe, korku, inkâr veya kayıtsızlık gibi duyguların fitilini ateşleyen hadiseler karşısında kaçış, mücadele, kavrayış, kabulleniş veya umursamazlık gibi tavırlar sergileniyor. Tecrübe ettikleri sürecin kendisi ve sonucu, varoluşsal bir çabayla değişim karşısında sabite ve dengeye ulaşma mücadelesinin farklı tezahürlerine dönüşüyor. Böylece, “Yazıldığı döneme göre…”yle başlayan yorumların yan etkilerden sıyrılan öyküler, türü sevenlerde ve seveceklerde karşılık bulacak duygusal ve düşünsel katmanlara kavuşmuş oluyor.

Derlemedeki sıralamalarına göre, öykülerin konuları ve içerikleri şöyle:

ALTIN ÇAĞ

Bana Joe Deyin – Poul Anderson

Dünya’dan yalıtılmış ve bundan oldukça memnun Jüpiter Araştırma Ekibi, özel bir projedeki anormal arıza sebebiyle endişelenmektedir. Arızalanan sistemin alanında uzmanlığı bulunan Jan Cornelus, sorunu çözebilmesi maksadıyla Jüpiter’deki araştırma istasyonuna getirtilir. Arızalı sistem, robotik makineleri zihin bağlantısıyla uzaktan kontrol etmeye yaramaktadır. Ama sistemce uzaktan kontrol edilen robot değil, Jüpiter’in çetin şartlarına dayanıklı yapay bir Jüpiterlidir.

Jüpiter’in yüzeyi hakkındaki spekülasyon bir kenara konulursa, öyküde bahsi geçen olasılıklar ve olanaklar, ortaya atılır atılmaz kapılan cinsten. Servis ediliş biçimleri, “Olur mu? Olmaz mı?” kuşkusu yerine, “Olursa muhtemelen öyle olur,” ve “Olursa öyle de kullanılabilir,” kabulleriyle zihni meşgul ediyor.

Bunu sağlayan, anlatımın sebep-sonuç ilişkisi bağlamından türetilmiş soru-cevap döngüsü. Öyküde geçen her bilimsel ve olay örgüsel spekülasyon beraberinde “Nasıl?”, “Neden?” ve “Ne sebeple?” sorularını getirtiyor. Cevaplar gerektiği kadar ikna ediciliğe sahip olduklarından, yol açtıkları soruların cevapları da bir o kadar basit ve ikna edici. Örneğin, Jüpiter’i araştırmak için zihni kontrol edilebilen yapay Jüpiterli: Bu ilk başta, bir gezegeni araştırmak için çok uçuk bir çözüm gibi. Jüpiter’in koşulları ve projenin verimliliği hakkında bilgiler geldikçe, fikrin yarattığı uçukluk kayboluyor; başka bir varlığın zihninden farklı bir dünyayı deneyimlemek ya da bunun ne gibi yan etkileri olabileceği gibi fikirler daha ön plana çıkıyor.

Hikâyenin bilimsel fantazisi kendine inandırmayı başarınca, geri kalan da bundan nasibini alıyor elbette. Bahsedilen projenin amacı, bunun için tasarlanan sistem, çözümler, çözümlerin beraberinde getirdiği sorunlar, proje yürütücülerinin ve öykü merkezindeki karakterin motivasyonları ve öykünün doğuş sebebi olan arızanın sebebi gibi öğeler, öykü sınırları içerisinde bir sahicilik, bir ikna edicilik kazanmış.

Siz Zombiler – Robert A. Heinlein

Tecrübeli ve görmüş geçirmiş zaman ajanı, “işe alım” görevi için zamanın gelmesini kollamıştır. Hedefinde, “Bebek Yazar” lakaplı genç bir adam vardır. Görevin başlama vakti gelince ajan hemen harekete geçer.

Robert A. Heinlein’ın anlatım tarzında belli başlı faktörler var. Spekülasyonları olabildiğince temel ve kolay anlaşılır. O spekülasyonları, “Ola ki gerçek oldu” farz-ı misal ederek, “Ne olurdu?”, “Nasıl olurdu?” ve “Sürecin kendisi ve sürecin peşinden sürüklenen karakterler hangi noktaya varırdı?” gibi soruları cevaplayan bir akışta ayrıntılandırarak anlatım. Belli sebeplerden ötürü kendini alışık olmadığı şartların içinde bulan ve o yeni şartlara uyum sağlamaya çabalayan; prensipte ana, işlenişteyse yan rol izlenimi veren karakter. Dört, ister yan isterse anlatıcının kendisi olsun, göstermelik ana-yan karakteri ve dolayısıyla da okurları bilgilendirip duran “Bilge Anlatıcı.” Ayrıca son ikisinin kombinasyonlarıyla meydana gelen bir beşinciden de söz edilebilir; hikâyesine göre ufak değişikliklere uğrasalar da, vazifeleri değişmez.

Heinlein’ın bu kısacık öyküsü, yazarın anlatıcılığını eksiksiz biçimde örnekliyor.

NOT: Bu öykü, Predestination (2014) adıyla sinemaya uyarlanmıştır.

Ezgibent – Lloyd Biggle J.

Son teknoloji enstrümanlar ve müzisyenlerin serbestçe üretimini engelleyen loncalar müzik üretimini ele geçirmiştir. Sadece reklam cingıllarının bestelenip satılabildiği bu çağda köklü müzik kültürü ölüme terk edilmiştir. Baque, müziğin sanatsallığına özlem duyarak sisteme ayak uydurmaya çalışan bir müzisyendir. Sanatçı kimliğinin tesiriyle yaptığı besteler harika, kazançlarıysa azdır. Bu nedenle mali darboğaza girer. Daha kazançlı bir iş için vereceği karar, hayatını değiştirecektir.

Derlemenin birkaç sayfa farkla ikinciliği kapmış en uzun öykülerinden biri bu. Sanatın ticaretin elinde ölüme mahkûm edildiği (bu hiç yabancı gelmedi) çağların nasıl geride bırakıldığını anlatan, “Nasıl oldu da, o umutsuz çağdan (hikâyenin yazıldığı döneme göre muhtemel geleceğimiz) şimdiki aydınlık geleceğe (hikâyenin başlangıcındaki daha ileri bir tarih) ulaşıldı,” öyküsü.

Öyküdeki tüketim ve teknoloji birlikteliği iki tarafı keskin bir bıçak. Tüketimin mal ve para akışına bağlı olduğu sosyo-ekonomik kültürde, insan üretimi güzelliklere nefes aldırmayan ve sadece tüketime yönlendiren bir bela; sanat ve kitle iletişimi. Bu ikili, sanat sadece sanata hizmet ettiğindeyse, toplumu daha mutlu ve verimli olmaya teşvik eden güçlü bir dönüştürücü.

Bu çift yönlülük, öyküdeki iyi-kötü ayrımına yansıtılmış. Kötü olarak tanımlanabilecek taraf, talebi yönlendirebildiği için güç sahibi ve bu yüzden kötü. İyi taraf da, talep yaratmak yerine, var olan talebi karşıladığı için güçlü ve bu yüzden kötünün karşısında.

İyi-kötü çatışmasıyla yansıtılmış bu basit denklem, günümüz için geçerliliğini yitirmiş zayıf bir varsayıma dayanıyor. Arz-talep ekonomisi, zaten insan güdülerinden doğan ihtiyaçları ve o birikimle oluşan talepleri karşılamak üzerine kurulu. Evet, sanat ve ticaret günümüzde de kol kola ilerliyor. Lakin farklı iş alanlarına imkan sağlayan müzik piyasasının, öyküdeki gibi sadece reklam piyasasına hizmet edecek biçimde küçülmeye gitmesi, gerek ekonomik çapı, gerekse günümüz için pek de akla yatkın değil. Ama bu, öyküyü keyifle okumaya engel değil, elbette.

Öykünün devamlı yeni gelişmelerle diri tutulan temposu (tıpkı derlemedeki en uzun öyküdeki gibi) uzunluğun yan etkisi sıkıcılaşmanın önüne geçmiş.

Yalnızlığın Uçan Dairesi – Theodore Sturgen

İntihara kalkışan genç kadının bu girişimi, civarı ziyaret eden bir adam tarafından engellenir. Kadın kendini toparlar toparlamaz, adama hikâyesini anlatmaya başlar; her şey, bir UFO’dan gelen ve sadece kendisinin duyduğu mesajla başlamıştır.

Soğuk Savaş’ın gerginliği ve bir miktar da uzaylı paranoyasından yararlanılmış öykü, bir nevi iletişimsizlik metaforu ya da iletişim nedir ve ne değildir irdelemesi. “Kişisel algı ve beklentiler gerçeğin hiç olmadığı gibi çarpıtılarak aktarılmasına sebep olur”, “Mesajlar, sadece onu anlamak isteyenlere anlamlı gelir” ve “İletişim, ilgili mesajdan elde edilmek istenen sonuçtan bağımsız bir eylemdir,” öyküden kendi payıma çıkardığım mesajlardı.

Anlatıcı bakış açısının devamlı değişip durması ilk başta tuhaf gelse de, öykünün sonunda, bu değişkenliğin “sağlıklı iletişim” vurgusuna yönelik bilinçli bir tercih olduğu anlaşılıyor.

Robot Rüyaları – Isaac Asimov

Prototip aşamasındaki yeni pozitronik beyin, ünlü robot psikoloğu Susan Calvin’i kuşkulandırmıştır. Çünkü beynin takıldığı robottan beklenmedik geri dönüşler gelmektedir; robot rüya görür, hem de tekrar ve tekrar aynı rüyayı. Calvin, bu yeni keşfin getireceği sonuçlara dikkat kesilir ve robotu sorguya çekmeye karar verir.

Bu kısacık öykü, Asimov’un ünlü Robot serisinin parçası. Seriyi anınca hemen akla gelen sorunların merkezinde bir robot, sorunlara hem kaynaklık eden hem çözüm yolunu sunan Üç Robot yasası ve Asimov’un kalbini çalan (yanlış okumadınız) Robot Psikoloğu Susan Calvin, öyküdeki yerlerini almış.

isaac asimov

Öykü, tutulan tarafa göre farklı yorumlara açık. Robotun gördüğü rüya, bilinç sahibi olduğu ihtimaline göre değerlendirildiğinde, gayet insani ve haklı tepkiler verdiği sonucu çıkartılabilir. Robota düşünme yetisinin bahşedilme gerekçesi dikkate alındığındaysa, insan medeniyetini sorgulayıcı ve o medeniyetin sahibi insanlar için haklı bir endişe durumu, söz konusu.

* Üç Robot Yasası şöyledir:

  1. Bir robot, bir insana zarar veremez. Ya da hareketsiz kalarak bir insanın zarar görmesine neden olamaz.
  2. Bir robot, insanların verdikleri emirlere uymak zorundadır. Ancak bu tür emirler Birinci Yasayla çeliştiği zaman durum değişir.
  3. Bir robot, Birinci ve İkinci Yasalarla çelişmediği sürece varlığını korumak zorundadır.

NOT: Asimov’un Robot serisinden esinlenilmiş I, Robot (2004) filmi, bu öyküden parçalar taşımaktadır.

Ters Evrim – Edmond Hamilton

Üç kişilik amatör araştırma grubu, neslinin çoktan tükenmiş olması gereken bir türü araştırmak için Amazon ormanlarına keşfe çıkar. Grup çok geçmeden peşlerinde oldukları varlıkla karşılaşır.

Öykü, evrim ile radyasyon arasında doğruluğu kesinleşmemiş ilişkiye dayandırılmış. Dünya gezegeninin özel ve biricikliğinin sebebi hakkında farklı bir teori öne sürülerek, -ciddi hatalar barındıran- “Evrim, zeki varlıklara doğru gelişim gösterir,” savına karşı tavır alınmış. Bu karşı tutum, o savca beslenen insan merkezciliği ve müstesnacılığı hedefleyerek, mevcut mantığı tepetaklak ediyor.

Öykünün zayıf karnıysa, yine gücünü aldığı spekülasyondan kaynaklı. Varılan sonucun sarsıcılığı, ortaya atılan olasılıkla göbekten bağlı. O olasılığın kabulü de tamamen okurun insafına kalmış durumda. Sonuçtan memnun kalmayan bir okur, olasılığı reddederek onu kendi kafasında kolayca hükümsüzleştirebilir. Evet, bu çoğu fikrin reddi için uygulanan bir yöntem. Durumu öykü için riskli yapan, bilinmezlikten yararlanılarak oluşturulan olasılığın, kolayca reddedilebilecek bir “Eğer ki…”likte olması.

Tanrı’nın Dokuz Milyar Adı – Arthur C. Clarke

Tibetli rahipler, kutsal amaçları için tapınaklarına süper bilgisayar getirtirler. Bilgisayarla ilgilenmesi için gönderilen iki uzman da, sempatiyle karşıladıkları rahiplerin taleplerini yerine getirmeye uğraşır.

Bilimin hakikati anlama yöntemi ile teolojik inancın hakikati kanıtlama çabasının buluştuğu nokta, öykünün çıkış noktası. Bu basit çıkış noktası, dallanıp budaklanabilecek kadar derinleştirilmeye müsait. Bilim, eski inançların işaret ettiği olayların meydana gelmesine ister istemez önayak olabilir mi? İnançların işaret ettiği hadiselerin ardında, bilimin yardımıyla açığa çıkabilecek ne gibi gerçekler olabilir? Öyküde bunlara cevap verilmiyor. Ama sorular, cevaplar kadar -bazen daha da- kıymetliyken bu hiç mi hiç sorun değil.

Sanat Eseri – James Blish

Ünlü bestekâr, ölümünden seneler sonra tekrar hayata döndürülmüştür. O da ikinci hayatını tekrar müzik yaşamına adar. Yeni çağa uyum sağlarken, kendi sanatını da tekrar keşfetmeye çalışır.

Öykü, gücünü ortaya attığı spekülasyonun gerçekleşmesi hakkında çok az bilgi vermesinden almış. Mucizenin gerçekleşmesi hakkında hiçbir ipucu yok. Ana karakter durumu olduğu gibi kabul ettiği içinde yeni sanat hayatı ve yaşadığı problemler daha öne çıkıyor. Mucizenin gerçekleşme yöntemine getirilen açıklama ile ana karakterin yeni sanat hayatından edindiği tecrübenin üst üste gelmesi, öyküyü bir tür varoluş hikâyesine dönüştürüyor.

Karaydı Tenleri ve Altın Rengiydi Gözleri – Ray Bradbury

Mars’ı yeni yuvaları edinen koloniciler, Dünya’dan getirdikleri tüm kültürel mirası kızıl gezegene taşımıştır. Mars’a uyum sürecindeyse beklenmedik değişimlerle karşılaşılır. Lakin değişimler öyle çabuk benimsenir ki, gerçekten bir değişimin olup olmadığı bile şüpheli gelmeye başlar.

Mars hakkındaki güncel bilgileri listeledikçe, Bradbury’nin Mars’ının inandırıcılığı da bir o kadar azalıyor. Okurundan, hikâyesindeki olasılığı sorgusuz sualsiz kabul etmesini istemesiyse sorun değil. Zaten bilinmeyen söz konusuyken, bolca spekülasyon yapmaya da yer açılmıştır; bundan faydalanmamak olmaz. Bradbury’ye usta yazar sıfatını kazandıran esas, insani umutlar ve endişeler çatışmasını ve bunun yarattığı insanlık hallerini hikâyeleştirmedeki hüneri.

ray bradbury

Varoluşlarına ve kimliklerine ait her şeyin kaynağı Dünya’yı terk edenlerin Mars’a yerleşir yerleşmez kimliklerini kaybetme korkusu ve akabinde başlarına gelenler, tam da Bradbury’lik bir konu. Yabaniyi sadece yaşamak için değil, benliği korumak için de eski ve güvenilir yuvaya dönüştürmek; bu uğraşın önemi ve başarısızlığın getirebileceği şeyi, Bradbury kendi tarzında anlatıvermiş.

YENİ DALGA

“Tövbe et, Harlequin!” Dedi Tiktakbey – Harlan Ellison

Dakikliğin tek kural olduğu distopyada, Harlequin, kendini dakikliğin çemberine çomak sokmaya adamış asinin biridir. Peşine düşmüş dakik avcılar, doğru zamanda doğru yerde olamayan şahsına karşı çok ama çok zorlanırlar.

Bireylerin hürriyet, huzur ve güvenliğini sağlamak için değil, toplumu baştan aşağı kontrol etmeye odaklanmış her sistem distopyaya dönüşebilir. Öyleyse, o kurallara karşı çıkan herkes asidir. O zaman sistemin görevi, düzenin selameti için ne yapıp edip o asilerin hakkından gelmektir. Bu durumda asinin görevi, daha da asileşmektir; hem sisteme çomak sokmanın yollarını arayıp hem de yakalanmamaya uğraşmak. Kimin kazanacağı bilinmez; ama birileri için bir şeylerin değişmeye başladığı kesindir.

Klasikleşmiş distopya hikâyeleri üç aşağı beş yukarı bu ABC’de işliyor. Harlan Ellison da buna istinaden, dakikliğin ütopyasını, asi ana karakteri aracılığıyla distopya hikâyesine çevirerek, türün kalıplarını mizahi bir bakış açısıyla ele almış.

Eurema’in Varisi – R.A. Lafferty

Albert, yeryüzündeki en ahmak insandır. Büyüme süreci bu yüzden sancılı geçmiştir. Sağını solunu karıştırmamak için hortumların dönüş yönünü, ata nereden binildiği gibi gereksiz bilgileri hatırlaması gerekmiştir. Yazı yazabilmek için el yazısı yazabilen portatif yazım makinesi icat etmek zorunda kalmıştır. Sıradan insanların kolayca yapabildiği şeyleri, o, icatsız yapamaz. Geri kalan hayatı da, ahmaklığını telafi edebilme çabasının ıstırabıyla geçeceğe benzemektedir.

İnsanoğlu, doğaya boyun eğdirmek için en büyük silahını, yani zekasını kullanmıştır; gerçekten öyle midir bu? Süreç farklı işlemiş olmasın? Doğaya uyum sağlayamadığı için zekâsını kullanmış da olabilir mi acaba? Albert’ın hikayesine göre, en basit şeyleri bile yerine getirmekten aciz, mensubu olduğu grup ve yaşadığı çevre içerisinde var olmak için umutsuzca uyum sağlamaya çalışanlardır, medeniyetimizi ileri taşıyanlar. Kim bilir, belki de ilk balta, yırtıcıların geride bıraktıkları av artıklarını orada tüketmeyi beceremeyenlerin aklına gelmiştir; avcı olmayanları peşlerinde sürüklemeden, ganimetlerin güvenli bölgelere taşınarak topluluk arasında paylaşımı o sayede mümkün olmuştur. Belki de av aletleri ve avcılık, yırtıcıların geride bıraktığı avdan arta kalanları nasiplenememişlerin icadıdır; avdan arta kalanlar yerine avın tamamından faydalanabilmek böylece keşfedilmiştir. Bunlar gibi “belkiler” insan medeniyetini ilerlemiştir, kim bilir?

Öyküdeki Albert’ın sihirbaz gibi icat çıkarması biraz tuhaf kaçmıyor değil. Bu tuhaflık, öykünün görece mizahi ve masalımsı anlatımıyla dengelenebilmiş.

Gezginler – Robert Silverberg

Konakçılarının bedenini kullanan gezginler yüzünden insanlar huzursuzlardır. İnsanlar ele geçirildikleri süre zarfında bedenlerinin hangi amaçlarla kullanıldığını bilemezler. Bu sıra dışı durumun daha kolay atlatılabilmesi adına nezaket kuralları geliştirilmiştir. Bu yeni toplumda, bedeninin ne zamandır alıkonulduğunu kestiremeyen adam kendini toparlamaya uğraşır. Süreci atlatmaya çalışırken de, normalde hatırlamaması gereken bir şeyi hatırlar.

- Reklam -

Robert Silverberg

Hikayesinin ihtiyacına göre farklı anlatım kalıplarına başvuran, bukalemun yazarlardan Robert Silverberg. Bellekten, zihne, kimliğe ve bireyselliğe doğru ilerleyerek kazanılan varoluşsal bütünlüğün hizmetkarı ve zırhı niteliğindeki bedenin ihlali, öykünün çıkış noktası. İhlal sonrası, bedenin iki temel işlevini yitirmesi neticesinde savunduğu varoluşun hiçliğe indirgenmesi ve buna rağmen insanların yaşamaya çalışması, öykünün duygusal ve düşünsel zeminini oluşturmakta.

Öyküdeki hatırlanmaması gerekeni hatırlamak, ana karakterin tutunduğu bir umut ışığı. Bu gizem, hikâyeyi meydana getiren ana gizemin (gezginlerin kimliği) yerini alarak cevaplanması gereken asıl soruya dönüşmüş. Sıra dışı tecrübe sebebiyle önemini yitirmişken tekrar kıymete binen “hatırlamak” ve artık geçmişte kalmış ve uygunsuz bulunan hayata kapı aralayan “hatıra”nın peşinden gidilip gidilemeyeceği, öykünün merkezi.

Dünyanın Altındaki Tünel – Frederik Pohl

Bay Guy Burckhardt, o sabah korkunç bir kâbusla uyanmıştır. Tedirginliğine rağmen gündelik işlerini aksatmaz. Günü oldukça sıradan geçmiştir ki, iş dönüşü, karşılaştığı eski dostunun tuhaf tepkileriyle muhatap olur. Bay Burckhardt ertesi sabah aynı kâbusla uyanır. Günün geri kalanı da küçük farklar haricinde aynı geçecektir. Bay Burckhardt ise önceki günü tekrarladığından habersiz, eski güne yeni gün gibi başlar.

Yazıldığı dönemin bilimsel ve kurgusal sınırları, öykünün zamana direnebilmesini zorlaştırmış. Muhatap olunan olay örgüsünün ve durumun daha güncel versiyonlarına alışkın okurun aklını, “Bu dönemde yazılsaydı?”nın cevaplarına kaydırıyor istemez. Hikayenin bilimsel kurmacasının, olay örgüsüne ve dramatizasyonuna hizmeten, arada bir kısa devreye uğratılması bir diğer eksisi. Bunlar da “Öyleyse niye böyle?” sorusuna kapı aralayan mantıksal boşluklara sebebiyet vermiş.

Bu dönemsel ve iç dinamiksel sorunsalları arasında, özgür irade, yönlendirme ve seçimlere dair, yeni olmasa da güncelliğini yitirmeyen soru öbekleri kendilerini gösteriyor.

Bir İnsanın Yerini Kim Alabilir ki? – Brian W. Aldiss

Gıda üretimi için farklı zekâ seviyelerine sahip robotlar kullanılmaktadır. Zekâsal değişiklik, robotlar arasında hiyerarşik bir düzen yaratmıştır. Bu da sistemin insan müdahalesi olmaksızın kendini işletebilmesini sağlar. Bir gün, şehirdeki tüm insanların yok olduğu haberi gelir. Bu haber üzerine, düşük zekâlı robotlar kendilerinden bir kademe yukarıdaki robotlara danışarak ne yapacaklarını kararlaştırmaya uğraşır.

Öyküdeki robotların davranışları “Zihnen ve fiziken sınırların neyse, sen osundur ve ona göre düşünüp davranırsın,” mantığında. Hiyerarşikleşme ağının kendini var eden aynı temellerce alaşağı olabilmesi ve insan müdahalesine ihtiyaç duymayan otomatik sistemlerin, insan varlığına gereksinimi gibi konular, hayvanların yerini robotların aldığı bir fabl tadında aktarılmış.

Omelas’ı Terk Edenler – Ursula K. Le Guin

Ütopik yaşamlarının, mevcut antropolojik teorilerle açıklanamadığı Omelas toplumunu tarif etmesi zordur. Yaşamlarına dair sunulan her ayrıntı, Omelas’takiler hakkında ne kadar az şey bilindiğinin ispatı gibidir.

Gidilememiş dünyalardan birinde yaşayan, bilinmeyen bir halkı anlatıyor Ursula K. Le Guin. Ve onun, okurken anlaşıldığı hissedilen, ama konu o anlaşılanı açıklamaya gelince dilin ucuna kolayca gelmeyen tarifsizlikteki yoğun ve doyucu anlatımı.

ursula le guin rip

Öyküdeki mutlu halkı tanıma ve mutluluk sebebini kavramaya çalışmak; yabancı hayatları gözlemlerken, itkisel olarak kendi hayatını da gözden geçirmek gibi. Mutluluklarının sebebi ve ona verdikleri tepkilere getirilebilecek her yorum, “mutlu olmak” ile “doğru olanı yapmak” arasındaki çatışmanın rahatsız ediciliğinden türüyor. Yani genel duruma dikkat çekilerek önce duygular uyandırılıyor; uyanan duyguları anlamlandırma güdüsü de genel durumu değerlendirmeye sevk ettiriyor.

Gelgeç Ay – Larry Niven

Ay ışığı her zamankinden daha parlaktır. Bu sıra dışı duruma neyin sebep olabileceğine kafa patlatanlar durumun ciddiyetini kavramaya başlar.

Global çapta etkileri olacak olay adım adım gerçekleşmek üzereyken, çaresizlik, kabulleniş ve umursamazlığın kol kola girdiği, “Zaman daralıyor, onu nasıl harcayalım?” öyküsü.

MEDYA JENERASYONU

Çölkralları – George R.R. Martin

Simon Kress, kendinden büyük egoya sahip bir zengindir. Şehirden uzak malikânesinde kendi küçük krallığını kurmuştur. Korkunç özelliklere sahip egzotik hayvanları beslemek en büyük tutkusudur. Ama bencil kişiliği yüzünden hayvancağızlar pek uzun süre yanında barınamaz. Kress, yeni eğlenceler aramak için şehre indiğinde, o zamana kadar fark etmediği bir dükkâna rastlar. Dükkân sahibiyle yaptığı kısa sohbet esnasında, tam da arzuladığı türden hayvanları sattıklarını öğrenir; çölkralları.

G.R.R. Martin’den, derlemenin bir iki sayfa farkla en uzun öyküsü.

Temel bazı şablonları ters yüz edilmiş bir B Sınıfı korku filmi senaryosu. Bilgisizliğinin bedelini, hikaye boyunca az veya çok ödeyerek akıllanacak iyi ana karakter kalıbı; kararlarının sonuçlarından asla ders çıkarmayan ve giderek daha da batağa sürüklenen kötü yürekli ana karaktere dönüştürülmüş. Ana karakterin bilgisi dışında evine (en huzurlu ve güvende olması gereken yere) musallat olan kötücül varlık kalıbı; bizzat ana karakterce eve getirilen ve kötü olmaya zorlanan varlık biçiminde tekrar yorumlanmış. Kötü olayların gerçekleştiği ve bu yüzden uğursuz sayılan, şehirden uzak, büyük malikane kalıbı; kötü olayların gerçekleşeceği ve gerçekleşmek üzere olduğu mekana çevrilmiş.

george rr martin

Bunlar gibi korku filmi kalıplarında değişikliklere gidilmiş olunsa da, ahlaki duruşta herhangi bir değişiklik yok. Öykünün tüm dinamikleri, kötücüllüğünden gram taviz vermeyen Simon Kress’in başının altından neler çıkacağı üzerine kurulu. Karakterinden taviz vermeden “Daha ne kadar ileriye gidebilir?” sorusunu canlı tutabilmek içinse, öyküde bol bol kırılma noktaları serpiştirilmiş. Öykünün gidişatını değiştiren bu mühim anların gerekçelendirilmesi ve hikâyeye kazandırılan yeni ivme, ana karakterin tavizsiz kötücüllüğünden ve kanunsuz çözüm yollarından beslenilmiş. Ana karakterin katmerlene katmerlene artan kötücüllüğü, okuru usandırmadığı sürece de, “Ne yapacak?” temelli merak unsuru öyküyü sürüklüyor.

Gidilmeyen Yol – Harry Turtledove

Uzak gezegenlerden istilacılar, fethettikleri ilkel medeniyetlerin teknolojilerini yağmalayarak imparatorluklarını güçlendirmektedirler. Son hedefleri, mavi bir gezegen olacaktır. Bu esnada, üzerinde yaşayan medeniyetin Dünya adını verdiği gezegen sakinleri, yarı şaşkın vaziyette yaklaşan filoyu karşılamaya hazırlanmaktadırlar.

“Eğer öyle olsaydı…” hikayelerinden. Öykünün ilginç yönü, normalde sürpriz kozuyla okuru şaşırtmak için kullanılacak Uzaylı ve Dünyalı arasındaki farkın, paralel kurguyla açık açık anlatılması. İki taraf karşılaşınca, üç aşağı beş yukarı kimin kazanacağını bilerek okumak, öykünün sürükleyiciliğinden bir şey kaybettirmiyor. Asıl merak konusu, tarafların karşılaştığı andan itibaren ne düşünüp ne hissedecekleri ve tecrübeleri sonucunda öykünün nereye bağlanacağı. Bu iki hususta da, öykü gerektiği kadarını sunarak tamamlanıyor.

İt Dalaşı – William Gibson ve Michael Swanwick

Deke, arttırılmış gerçeklikle sergilenen sanal savaş müsabakalarıyla geçinmeye çalışan bir oyuncudur. Konsolunun teknik sınırları ve Deke’in zayıf taktikleri, onu alt kümelerde oynamaya mahkum etmiştir. Şans eseri tanıştığı Nance sayesinde, Deke kariyer basamaklarını çıkmak için bir şans elde eder.

Siberpunk! Modern dünyamızın ruhunu yansıtan, çağımızın tekno-mitsel anlatısı! Neuromancer’la siberpunk akımını resmen başlatan William Gibson’ın Micheal Swanwick ile birlikte yazdıkları öyküyle bu alt türün ABC’sini bir çırpıda özetliyorlar.

Yüksek teknolojiye rağmen düşük hayat standartları; kendi çıkarlarına çalışırken daha büyük güçlerin önemsemediği piyonlar olmak; daha iyi bir düzen için mücadele etmek yerine sisteme bağlı yaşamak; bir taraftan kazanmış gibiyken, öte yandan önemsiz ve kaybeden olmaya devam etmek gibi Gibson’ın Sprawl üçlemesinde de gözlenecek karakteristik özellikler öykünün kodlarına gömülmüş vaziyette.

Görünen Yüz – Karen Joy Fowler

Uzaylı ırkı incelemek için bir başlarına yabancı gezegende yaşamaya çalışan çift, onlarla bir türlü arzuladıkları biçimde iletişimi sağlayamazlar. Belli teoriler üzerine yoğunlaşsalar da, henüz bir sonuca ulaşamamışlardır.

“Yabancı olanı tanımaya çalışırken tanıdık olana yabancılaşmak,” ve “Yabancının varlığı fiziki alanı işgal ettikçe zihnin de tehlikeye girmesi ve kişiliğin korunmasındaki zorluk,” öyküyü var eden iki ana fikir.

Çömlekler – C. J. Cherryh

Lord Desan, halkının diğer üyeleri gibi uzayın sonsuzluğunda kayıp atalarını arayıp durmuştur. Görev gereği, ataların türemiş olabileceği ihtimaliyle araştırılan gezegendeki araştırma ekibini ziyarette bulunur. Gezegendeki medeniyetten geriye sadece kalıntılar kalmıştır. Araştırma ekibince yürütülen titiz çalışmalar, o zamana kadar geliştirilen tüm teorileri ve hatta toplum inançlarını alt üst edecek kanıtları ortaya çıkarmış gibidir.

Nesnel bilgi ve bir toplumun her şeyi olan inanç, tarih ve kökenler hakkında son sözü söylemek için karşı karşıya gelince, soğuk ve sıcak çatışma kaçınılmaz. Bu toplum, yıldızlar arasında dolanacak kadar gelişmiş ve dahası, inançları gereği cevaplar aramaya hevesli kimseler de olsalar, bazı şeyler kolay kolay değişmiyor.

Öyküdeki inanç tu kaka değil. Hikâyedeki toplumu yıldızlarda dolaşmaları ve bilimin farklı dallarında çalışmalar yürütmeleri için şevklendiren inançları. Kendi kendilerine görev edindikleri “Kayıp Ataları Arama” kültü, bilinçli varlıkların yuvalarından çok uzaklarda kökenlerini ve kendilerini araması gibi hayli ironik durumun inanca dönüştürülmüş hali. Çatışmanın sebebi de zaten, bazı inanç sahiplerinin inançları adına vermiş oldukları kararlar ve eylemlerinden ileri geliyor. Yani “Şunu yap!” diyen kesin hükümler söz konusu değil.

Öyküde, varoluşumuzu anlamlandıran ve hayatımız için itici güç unsuruna dönüşmüş inançlar ve onlar için yaptıklarımız üzerine düşünecek şeyler var.

Kar – John Crowley

Yakın zamanda hayatını kaybeden karısı, Charlie’ye servetinin yanı sıra birlikte yaşadıkları anıları da miras bırakmıştır. Eşi Charlie’den habersiz, en mahrem anların bile casus eşekarısınca kaydedilerek anı-merkezinde saklandığı özel hizmetten yararlanmıştır. Charlie, eşini yeni kaybetmenin verdiği kederle o merkezin yolunu tutar.

John Crowley

Fotoğrafların, video kayıtlarının, hatırası olan eşyaların ve hatta mezarların ortak bir özelliği var; anıları canlandırmak, tekrar edilemeyecek geçmişle ve onlarla ilişkilenmiş kişilerle bağ kurdurmak. Öyküdeki anı deposu için anı-diriltici-mezar tanımı yanlış olmaz. Üstelik bu tekno-anıt, teknik aksaklıklarından dolayı hafızamızın kusurlarını da almış. Bir bakıma, hafızanın esrarengiz yapısı olay örgüsü kapsamında tekrar tasarlanmış. Bu tasarı vasıtasıyla kayıp karşısında anılara sarılma güdüsü ve sonrasında yaşanan süreç, mercek altına alınmış. Oradan da, anılarla yaşamayı sürdürmek ile onları geride bırakmak arasındaki zor sürece değinilmiş.

Sıçan – James Patrick Kelly

Dünya, insanlar ile insan gibi davranan zeki hayvan mutasyonlarının bir arada yaşadığı sefil bir yerdir. Güç her zamanki gibi, şiddet, para, itibar, sağlam ilişkiler ve bunlar gibi etkenlerin arasındaki bağlarla sağlanmaktadır. Bu dünyanın temsilcisi, her tehlikenin üstesinden kurnazlık ve atiklikle gelebilen Sıçan, süper uyuşturucudan büyük paralar kazanabilmek uğruna, yine riske girecektir.

Güç ve güç elde etme türleri, ya sosyo-ekonomik bağlar veya da şiddet türleri vasıtasıyla elde edilebilir. Öykü boyunca, huzur, mutluluk, konfor ve hayatta kalma amacı gözeterek bu iki güç türü sergileniyor. Çeşit çeşit güç ve nüfuz sağlama örneği mevcut. Bazen saf şiddet, bazen talepleri karşılamak, bazen kanunlara uymak, bazense eylemi gerçekleştirenin içini rahatlatmaktan öteye gidemeyen kabalıklar; o güç elde etme ve güçten yararlanılmasına dair birkaç örnek. Bu çeşitlilik o kadar farklı boyutlarda tezahür ediyor ve ana karakter de onlarla öyle ustalıkla baş ediyor ki, ne zaman çuvallayacağı yerine, öyle birinin çuvallarsa nasıl çuvallayabileceği asıl merak konusuna dönüşüyor.

Ateşi Keşfeden Ayılar – Terry Bisson

Ayılar ateşi keşfetmiştir. Üstelik gruplar halinde seyahat etmeye de başlamışlardır. Tarihi açıdan önemli, sıradan yaşamlar sürdürenler içinse televizyonu daha da sıkıcılaştıran bir hadisedir bu.

Muazzam değişimlere kayıtsız ana karakterin bakış açısıyla bu olaya tanıklık ettirilmek -ya da ettirilememek- ilk başta kafa karışıklığı yaratabilir. Medenileşme yolunda ilk adımı atan ayılar varken; teknolojiden faydalanırken, hayatını daha da kolaylaştıran yeni tekniklere burun kıvıran birinin bakış açısıyla muhatap olunması, anlatımda hatalı bir tercihmiş gibi gelecektir. Aslında ana karakterin hayatından bir kesit anlatılırken, okurun aklı da, onun pek de kale almadığı ayıların durumuna ve ana karakterin tutumunun bu duruma göre nasıl yorumlanacağına kayıyor. Sonuçta ana karakter, gelişimden ve dönüşümden faydalanan ve faydalanmaya devam eden türünün mensubu. Ayılar da, besin piramidinin yukarısında yer alan, insanlar haricinde doğal düşmanı bulunmayan ve medeniyet kurmaya ihtiyaç duymayacak kadar doğaya uyumlu canlılarken medeniyetin ilk basamaklarını tırmanan bir başka tür.

Öykünün bu alakasızmış gibi yaparak başka şeyleri ima eden yönlendirici yapısı, Ursula K. Le Guin’in “Dolaylı Anlatım” ve “Yükleme ve Atlama” olarak iki bölüme ayırdığı anlatım yapılarının bir karışımı. Birincisi, eylem yerine duruma odaklandırılması; ikincisiyse, verilen bilgilerin karşılaştırmalı yönlendiriciliğinde bahsi geçmeyene dikkat çekilmesi yöntemi. Bu iki tekniğin uygulamadaki başarı veya başarısızlığı, okurda uyandırılan “Ben ne okuyorum ve bu okuduklarım arasında nasıl bir bağlantı var?” sorusu ve soruya göre, öyküden çıkarımlar yapılmasına ne kadar imkan tanıdığıyla doğru orantılı. Öykünün düşünsel zemini de bu sayede tesis edilmiş.

Temiz birkaçış – John Kessel

Doktor Evans, tüm sabrıyla kapısını arşınlayan adamla uğraşmaktadır. Evans’a göre adam numara yapmaktadır. Lakin bundan bir türlü emin olamaz.

John Kessel

Öykünün spekülasyon oranı düşük; gizem ve dramatizasyon oranı yüksek. Hikayenin dinamikleri, doktorun hastasından nefret etme sebebi ve hastanın numara yapıp yapmadığından emin olunamaması üzerine kurulu. Gizemlerden biri açıklanır açıklanmaz, diğerine odaklanılması, hikayenin gizemle örülü temposunun düşmemesini sağlamış. İlk gizemin uyandırdığı merak ve şüphe, ikinci gizemin, yani adamın yalan söyleyip söylemediği hususunda en az doktor karakteri kadar okurun da kafasını kurcalamasına zemin hazırlanmış.

Turistler – Lisa Goldstein

Turist olarak geldiği ülkenin adını bile bilmeyen Charles pasaportunu çaldırmıştır. Bunun üzerine, başına daha fazla iş gelmeden evvel ülkeden ayrılmaya karar verir. Otelden ayrılır ayrılmaz, ne yapacağını bilemeden dolanmaya başlar.

Gizem yoğunluğu, okurunu da öykünün ana karakteri gibi şaşkın bir turiste çeviren cinsten. Ana karakterin -ve okurun- zihninin bulanması, gizemin ardındaki mekanizmaya ve o mekanizmaca sunulan tek seçeneğe razı ettirmeye çalışıyor. Gizemin boğup usandırması, okuru da ana karakterin psikolojisine yaklaştırıyor.

Bu yapı, anlatılan ile anlatımın örtüşmesi açısından doğru yönlendirmeler içeriyor: Gizem, okurun daha fazla ayrıntı talep etmesine mani olarak, ondan öyküyü bitirmesini istiyor. Çünkü ana karakteri pençesine alan sistem öykünün ortalarında açıklanmış olsa, “Neden?” ve “Nasıl?” sorularının cevaplanması gerekecekti; bu da mekanizmanın varlığının değil, temsil ettiği fikirlerin önem arz ettiği öyküyü gereksiz biçimde uzattıracaktı. Gizemin “Olan olsun artık!”a meylettiriciliği, karmaşık bir sistem kurgulatmadan öykünün gereken uzunlukta bitmesine imkan sağlamış.

Bir – George Alec Effinger

Dünya dışında yaşam aramak için yolculuğa çıkan çiftin görevi zorlu geçmektedir. Vardıkları her yeni gezegen, ilk başta umut; araştırmaları sonrasındaysa umutsuzluk sebebidir. Görevleri gereği gittikleri her gezegenle Dünya’ya geri dönüş süreleriyse biraz daha uzamaktadır. Bu süreç içerisinde adım adım psikolojiler zorlanmaya başlar.

Olası yeni yaşamları ararken, bağrından kopulan hayattan uzaklaşmak; önce köklerinden, sonra da kendi gerçekliğinden şüphe etmek; bunlar, öykünün geri kalanında yaşanan duygu ve düşünce fırtınasının sadece başlangıcı. Süreç esnasındaki çıkarımlar ve varılan sonuç, Dünya’yı geri dönememek üzere terk etmemiş bizlere şüpheli gelebilir. Öyküdeki gibi deneyimlere tabi tutulanlar içinse o sonuçlara varılması bizlerden daha olası.

Çeviri ve Baskı

Arzu Akbatur denetiminde gerçekleşen kalabalık çeviri kadrosu Ayşe Su Akaydın, Merve Akçay, Tuğçe Atacı, Büşra Çavundur, Handegül Demirhan, Ahmet Can Halat, Cem Önder ve Pınar Uysal‘dan oluşuyor. Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim lisans programı son sınıf öğrencilerinden olan bu isimler için derlemenin özel bir anlamı var; bu çeviriler, onların son sınıfa özel Çeviri Projesi’nin birer parçası. Yani, türün bir çeşnisi sunularak rüştünü ispatlatan derleme, çeviri alanında rüştlerini ispatlamaya çalışanlarca çevrilmiş. Sonuç beni tatmin etti. Sadece bir iki öykünün çevirisi, öykünün kendinden kaynaklı sebeplerle hatalı gelebilir.

Editörlük, sayfa tasarımı ve kapak görseli, İthaki Bilimkurgu Klasikleri serisinin genel çizgisinde sürmeye devam ediyor.

Baskı hakkında, okurlara ufak bir uyarıda bulunmam gerek; kitabın sayfa sayısın çokluğu, yıpranma olasılığını arttırmış. Yani, kapakları ve dolaysıyla sayfaları iyice bükerek okuyanlardansanız, bu huyunuzdan derleme için vazgeçseniz iyi olacak. Aksi halde, sayfaların kopmasına zemin hazırlanmış olunur. Belirttiğim gibi, bu baskı kalitesinden dolayı değil, sayfa sayısının çokluğundan kaynaklanabilecek, küçük bir ihtimal.

Bitirirken

Netice itibariyle derlememiz, bilimkurgu galaksinin 27 farklı noktasına doğru hızlı ve doyurucu bir yolculuğa çıkartıyor, okurunu. Bu yolculuğun sonunda, türün şartlarını yerine getirirken kendine has olmayı da becererek, türün çeşitlenip derinleşmesini sağlayan hikâyelerin, bahsi geçen üç temele göre nerede ve nasıl parıldayıp sönükleşebileceklerini kavramada, değerli ipuçları sunuyor.

Cemalettin Sipahioğlu

1986 İstanbul doğumlu. Bilimkurgu, korku ve fantastiği uzun süre televizyondan takip edebilmiştir. Ailesinden habersiz aldığı ucuz VCD oynatıcıyı saklayıp, onlar yokken kullanarak, bu konularda film açıklarını kapatmaya çalışmıştır. Edebiyata sonradan bulaşması; bilgisizliği; bilgisizlik de, "Raftaydı ve ben onu alıp okumadım zamanında." pişmanlıkları getirmiştir. Lem ile Küvette Bulunan Günce'yle tanışması; okumaya yeni başlayan biri için hem talih, hem de talihsizlik olmuştur. Film, kitap, animasyon, çizgi roman olsun; kendi sınırlı bilgisiyle, eserleri iç dinamikleri içinde değerlendirmeye çalışır.

43 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for frht45 frht45 dedi ki:

    @Bay_Karamsar Vayy Sonunda geldi inceleme ben daha kitaba başlayamadım :smile: Piyasada olmayınca okumaya kıyamıyorum.Başlayınca bitivercekmiş gibi geliyor.Baş köşede duruyor :grin: Kitabı okuduktan sonra incelemeyi okuyayım en iyisi :+1:t6:

  2. Avatar for Bay_Karamsar Bay_Karamsar dedi ki:

    Kitap dediğiniz, okunmak için. Okumaya heveslendiğiniz vakit, okuyun gitsin. Rafta bekleyecekse, okunsun da öyle beklesin. Ha sonra ha sonra, diye diye okumak erteleniyor.

  3. Avatar for SJack SJack dedi ki:

    Baskısını bulmak çok zor. Kitaplığım bu kitapsız öksüz sanki.

  4. Avatar for frht45 frht45 dedi ki:

    Diğerlerinden sıra gelmediği için indirimden dolayı çok kitap almışım en kısa sürede okumak dileğiyle diyelim :smiley:

  5. Avatar for Netero Netero dedi ki:

    Adamlar piyasayı dolandırdı bu kitapla, siz hala inceleme peşindesiniz. Gerçekten yazık. Bu tepkisizlik, bu kabullenmişlikle daha çok dolandırılırız. :rage:

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

38 cevap daha var.

aysegul kanat yazarlik semineri

Ayşegül Kanat’la Yazarlık Dersleri Başlıyor!

lumen ust

Laurent Genefort’ın Bilimkurgu Romanı “Lum’en” Nihayet Bizlerle