in ,

N. K. Jemisin, Beşinci Mevsim, Hugo Ödülü ve Başka Şeyler Daha…

Son yıllarda adından sıkça söz ettiren ve ödül üzerine ödül kazanan N. K. Jemisin’in kitabı “Beşinci Mevsim”i inceledik.

Beşinci Mevsim İncelemesi - N. K. Jemisin
- Reklam -
- Reklam -

Teatral Bir Gösteri

“Günümüzde edebiyat ödülleri şöhret, para ve raf ömrü bakımından muazzam bir ağırlığa sahip.” – Ursula K. Le Guin (1)

Le Guin’in sözüne katılmamak ne mümkün! Şöhret, para ve raf ömrü üçlemesine “okur tercihini” de ekleyebiliriz. Ekonomik çalkantıyla artan kitap fiyatları karşısında okurun tercih yaparken çok satılıp satılmayan, filmi çekilip çekilmeyen, dizisi çıkıp çıkmayan ve sosyal medyada konuşulup konuşulmayan gibi etmenlerin yanı sıra ödül alıp almaması gibi ağır bir faktörü kolay kolay es geçmeyeceğini düşünüyorum. Belki romantik davranıp kendimize bu tarz bir etki altında kalmadığımızı söyleyebiliriz ama ağır olsun olmasın bu faktörlerin yönlendirici olduğunu ve gücünü satış rakamlarına yansıttığını hepimiz biliyoruz.

Ödüllerin yarattığı sonuçlar bu kadar elzemken yine romantik davranıp ödülleri dağıtanların samimiyetine güvenebilir miyiz? Hiç kimse tüm kitapları okuyamayacağı gibi en iyisini seçmenin de imkânsız olduğu ayyukayken bu yaptıklarının oyundan başka bir şey olduğunu düşünmüyorum. Hatta sonuç odaklı bir oyun olduğunu düşünüyorum. Hani spor müsabakaları gibi bir oyun da değil daha çok teatral bir oyun; zira edebiyat belirli kurallara indirgenmeyecek kadar derin ve dolambaçlıyken İsveçli akademisyenlerin hakemliğe soyunması ve “Yılın En İyi” kupası Nobel’i birine vermesini açıkçası garip buluyorum.

- Reklam -

Kazuo 2016’nın değil, 2015’in değil, 2014’ün değil, 2017’nin Nobel Edebiyat Ödülü’nü kucakladı. Kendisi 1984’den beri yazıyor ve 2017 yılında çıkan kitabı yok. 2016’da da yok. Muhakkak, “Nobel Edebiyat Ödülü, esere değil yazara veriliyor,” diyebilirsiniz. İsveçli hakemler yıl içinde ve dünyanın dört bir yanında yayımlanan kitapları okudular da tüm yazarların tüm eserlerini okumaları kaldı, garip. Gelecekte yayımlanacak ve üzerine “Nobel” damgası vurulacak kitaplar da buna dâhil, teatral.

“Bu ödül büyük bir onur, çünkü yaşamış en büyük yazarların ayak izlerini takip ettiğim anlamına geliyor.” – Kazuo Ishiguro (2)

Yukarıda Nobel kazanan yazarın mütevazı açıklaması yer alıyor. Yeni yüzyılın küresel yazarları grubunda yer alan Kazuo gibi N.K. Jemisin de yaratıcı yazarlıktan doğuyor ve onun gibi ödüllere boğuluyor. Ancak ikisi küresel yazarlar grubunda zıt kutup gibiler ve temsil ettikleriyle hedefleri o kadar birbirinden ayrılıyor ki bunu yazının sonuna saklıyorum. Ve sizlere birer birer biletlerinizi uzatıyorum üzerinde “Beşinci Mevsim” yazan…

Kış, Bahar, Yaz, Güz ve Ölüm

N.K Jemisin’in ödüllü eseri “Beşinci Mevim”in kurgusal derinliğinde kaybolmadan önce sizleri son olarak Ay’da kısa bir mola vermeye davet ediyorum.

besinci mevsimAy’ın birçok ilginç özelliği (karanlık tarafını biz görmediğimiz için karanlık dememiz gibi) barındırdığı malumunuzdur ama taşıdığı adlar kadar tuhafı yok sanırım. Her kratere, her tepeye ve her düzlüğe biz dünyalılar türlü türlü isimler taktık: Yılan Denizi, Yaratıcılık Denizi, Bulutlar Denizi, Köpük Denizi, Düşler Denizi, Fırtınalar Okyanusu, İyilik Gölü, Keder Gölü, Lüks Göl, Ölüm Gölü, Nefret Gölü, Azınlık Gölü, Yalnızlık Gölü, Düşler Gölü, Zaman Gölü, Salgın Bataklığı, Uyku Bataklığı… (3) Sonra fazla hayal kurduk deyip “Düşler Denizi” isminden vazgeçtik ve yerine “Küçük Deniz, Bilinmeyen Deniz, Yeni Deniz,” diye adlar taktık. Demem o ki tek bir su buharını bulundurmayan Ay’a bunu yakıştıramadık ve onun için en azından sözcüklerin ironisini kullanıp denizler, göller ve bataklıklar yarattık.

Jemisin de gerçekten kurguya geçerken -kitabının daha ilk sayfalarında- depremlerle sarsıntıların, patlayan dağlarla volkanların, kül bulutlarıyla asit yağmurlarının eksik olmadığı ülkesine “Sükûnet” ismini vererek benzer sözcük ironisini kullanıyor ki bunun Beşinci Mevsim’de en sevdiğim yön olduğunu söylemek istiyorum.

“İşte size bir ülke.

“Her ülke gibi sıradan. Dağlar ve platolar, kanyonlar ve deltalar, bilinen şeyler işte. Boyutları ve hareketliliği dışında sıradan. Bu toprak parçası çok kıpırdanıyor. Huzursuzca yatağında yatan yaşlı bir adam gibi hareket ediyor, içine çekiyor, yüzünü buruşturuyor, osuruyor, esniyor ve yutkunuyor. Doğal olarak bu ülkenin insanları ona Sükûnet adını vermişler. Sessiz ve acılı bir ironi ülkesi.” – Beşinci Mevsim(4)

Sükûnet, Yumenes şehrini merkezine alan bir imparatorlukla yönetiliyor. İmparatorluğun seçtiği valiler bölgelere atanıyor, bölgelerse birbirine yakın eyaletlerden oluşuyor ve eyaletleriyse en küçük yönetim birimi olan cemiyetlerin üçü beşi bir araya gelerek meydana getiriyor.

Toplum resmi olarak (Dirençli, Mucit, Yükçeker, Damızlık vs.) yirmi “fayda-sınıfına” ayrılıyor. Ancak bu sınıfların pratikte yedisi kullanılıyor. Bu fayda sınıfları birinin hem toplumdaki hiyerarşik konumunu hem de iş bölümündeki payını belirtiyor diyebiliriz. Ve kendi isimlerini söylemeden önce bağlı olduğu cemiyetle fayda sınıflarını da belirtmeleri gerekiyor:

“Yumenesli, Dirençli, Jija”

“Her birini faydalarına göre seç. Liderler ve dayanıklılar, doğurganlar ve elinden iş gelenler, bilgeler ve amansızlar. Ve hepsini korumak için de birkaç güçlü kuvvetli Yükçeker.”

– Beşinci Mevsim(5)

Bu fayda sınıflarından tutun da gezegendeki diğer türlere karşı yaklaşıma kadar daha birçok tavsiye, uyarı ve kurallar “Taş İrfanı” denilen kadim bir yazıtta sıralanıyor. Taş İrfanı, küresel bir felaket (Devasa bir deprem, ardışık volkanik patlamalar, manyetik merkezin kayması gibi) akabinde vuku bulan ve onlarca yıl süren uzun kış döneminde daha da önemli bir hâl alıyor. Zira “Beşinci Mevsim” dedikleri bu ölüm döneminde hayatta kalmalarının irfana ne kadar uyup uymadıklarıyla yakından alakalı olduğunu söyleyebiliriz.

“Kış, Bahar, Yaz, Güz; Ölüm beşincisi ve hepsinin ustası.” – Beşinci Mevsim(6)

Beşinci mevsimin etkilerine karşı Taş İrfanı olsa da küresel felaketlerin yıkıcılığından insanların korunması için yeterli olmuyor. O yüzden imparatorluk toprağın derinliklerinden gelen gücü sınırlı ölçüde kullanabilen özel yetenekli insanlardan faydalanıyor. Bu depremleri önleyebilen ya da volkanları sakinleştirebilenlere “Orojen” deniyor ve yeteneği olmayanlardan meydana gelen toplum onlardan korkuyor. Korku nefreti doğuruyor. Ve nefret linci ortaya çıkarıyor.

Eğer bir Orojen küçük yaşta linç edilmezse imparatorluğun eline geçiyor. Ve “Muhafızlar” denilen, yine özel güç ve bilgiye sahip, imparatorluk destekli bir tarikat hem onları halktan hem de halkı onlardan koruyor ve imparatorluk için faydalı olmalarını sağlıyorlar.

Ayrıca “Taş Yiyiciler” denilen gizemli bir tür daha bulunuyor ki bunlar taşın içinden dahi kolayca geçebiliyorlar ve başka şeyler daha…

Hikâye Anlatan Önsöz Amca

Önsözlerle ilgili bir başlık atacağıma ve onlar hakkında konuşacağıma hiç ihtimal vermezdim. Zira önsözleri sevmiyorum ve çoğunlukla es geçiyorum. Bu konuya bakış açımı Oğuz Atay’dan çalıyorum.

“Hiç olmazsa önsözleri yazanlar, yılda bir kere toplanmalı ve aralarında ortak esaslar tespit etmeli. Bugünkü durum esef verici. Bakıyorsun bir yazar, çok zor birleştiriyor kelimeleri. Bir türlü cümleleri kuramıyor. Öyle diyor önsöz amca. Geçer kara tahtanın başına diyor, yazar, bozar, uğraşır. Bütün bunları da yarı karanlıkta yapar. İstediği cümleyi bulunca da koşar, bütün ışıkları yakar. Ben de tam bu üstadın huylarını benimsemek üzereyken, bir önsöz daha geçiyor elime. Bu önsöz de yazarın coşkun bir ırmak gibi yazdığını anlatıyor. Kendisini tutamıyor bu adam: bıraksan günde yüz sayfa yazacak. (…) Kime hizmet edeceğimi şaşırıyorum. Onlara uşaklık etmekte zorluk çekiyorum. Biri insanlardan kaçıyor, öteki bir dakika yalnız kalamıyor. Sonuna hükümet el koyacak bu işe. Hepsini haddini bildirecek. Bizi zehirlemeye ne hakları var.”(7)

Hâl böyle olunca bönsözlerden sıkılan Oğuz Atay “Beşinci Mevsim”i okuyabilseydi belki de sevebilirdi; çünkü Jemisin önsözde bildiğimiz tarzdan uzaklaşıp hikâye anlatıcısıyla okuru buluşturuyor ve okuru hikâyedeki başkarakterlerden birinin acısını duyumsaması için duygudaşlık kurmaya davet ediyor. Gerçekten kurguya geçişin silikleştiği ve hızlandığı bu önsözün eserin en dikkat çekici özelliklerinden biri olduğunu düşünüyorum. Ancak kitabın arka kapağında yazan “’Sıradışı ve olağanüstü bir karmaşa.’ New York Times” övgü yazısını Atay da beğenmezdi diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Madem arka kapakta methiye cümlesine yer verecektiniz, hiç değilse “Sıra dışı” yazıp yazım hatası yapmasaymışsınız.

Kitapta üç kadının hikâyesini iç içe geçmiş bir şekilde ve arka arkaya okuyoruz: Damaya, Syenite ve Essun. Önsözde Essun’un hikâyesi ikinci tekil şahıs anlatımıyla başlıyor. Burada, “Sen bunu yapıyorsun, sen şunu yapıyorsun,” gibi cümleler başta kulağa hoş gelse de ilerleyen sayfalarda itici bir hâl alıyor. Bu durumun okuma şevkimi kırdığını ve esere uzun uzun aralar vermeme neden olduğunu belirtmeliyim.

“Kadının adı Essun. 42 yaşında. Yerkürenin orta bölgelerinde yaşayan kadınlara benziyor. Ayağa kalktığında uzun, dik duruşlu ve kuğu boyunlu.” – Önsöz, 17. Sayfa

“Sen O’sun. O, sensin. Sen, Essun’sun. Hatırladın mı?” – 1. Bölüm, 22. Sayfa

- Reklam -

“İçinden yükselen kesif, kıyıcı, köpüren öfke seni şaşırtıyor. Çığlık atmamak ya da o lanet bıçağıyla birilerini bıçaklamamak için…” – 3. Bölüm, 53. Sayfa

“Sen delisin ama şimdi…” – 7. Bölüm, 124. Sayfa

“Bunu senin kendini koruyamayacağını düşünerek mi yapmıştı?” – 10. Bölüm, 203. Sayfa

İkinci şahıs anlatım sadece Essun karakterinde net bir şekilde bulunuyor. Diğer iki başkarakterin anlatımı sınırlı üçüncü şahıs şeklinde ilerliyor; ama yine de bazen bu bölümlerde ikinci şahıs anlatıma doğru ufak sapmalar da olmuyor değil.

Yazımızın başında ödüllerden bahsetmiştim. Bunun sebebi Beşinci Mevsim’in ve serinin devam kitaplarının art arda “Hugo En İyi Roman” ödülünü kazanarak Jemisin’e tarihi bir başarı armağan etmesiydi. Aynı yıllarda Ursula K. Le Guin’in “Hugo En İyi Kurgusal Olmayan Kitap” dalında art arda iki kez ödül kazandığını hatırlarsınız. Yani toplamda on üç kez Hugo’ya layık görülen Le Guin’i oylarıyla “fikirleri en önemli yazar” diye addedenler aynı zamanda diğer taraftan kurgu, üslup ve daha birçok yönden Jemisin’i de beğendiklerini ödül vererek gösterdiler diyebiliriz. Bunun üzerine konuyla ilgili Le Guin’den küçük bir pasaj aklıma geliyor:

“Kurmacada ikinci şahısların (sen, siz) kullanılması haklı olarak çok nadirdir. Arada sırada birileri daha önce hiç yapılmadığını sanarak ikinci tekil veya çoğul şahıs kullandıkları romanlar ve hikâyeler yazarlar.” – Ursula K. Le Guin(8)

Sonuç olarak Hugo ödüllerinde oy kullanan kesim bir yandan bir yazarın üslubunun önemli olduğuna karar kılarken diğer yandan da öbür yazarın fikirlerinin önemli olduğunu söylüyorlar. Bunun çelişkili bir durum olduğunu düşünüyorum. Kitapları okuyorlar mı? Sanmıyorum. Çünkü kadın düşmanı ve ırkçı söylemleriyle gündeme gelen Vox Day adlı yazar, Hugo ödüllerinde kendi grubunu kurdu ve çarpık fikirleriyle kendi önerdiği kitaplara oy verilmesini grubuna sözde salık veriyor. Hâl böyle olunca siyahi kadın yazar Jemisin’in tarihi başarısının Vox Day’in saldırdığı döneme denk gelmesi zihinlerdeki ufak bir kurdun gözlerini şüphe dünyasına açıyor.

Çığlıklar Arasında Göz Kırpmalar

Jemisin’den devam etmeden önce küçük bir araştırmadan bahsetmek istiyorum. Küresel boyutta milyonlar satan Stieg Larrson’un “Ejderha Dövmeli Kız” kitabını duymuş yahut okumuşsunuzdur. Başkarakteri “Lisbeth”i de biliyorsunuzdur. Lisbeth ismi Norveç’te en son 1975-79 yılları arasında en çok kullanılan isimler listesine 83. sıradan girmiş. Ondan sonraki yıllarda ilk yüz içinde yok. Hemşehrisi ve meslektaşı Jo Nesbo’nun dedektifi Harry Hole’u da duymuşsunuzdur. Aynı şekilde Harry ismi 1950-54 yıllarında 93. olmuş ve sonraki yıllarda ilk yüzde yer almıyor.(9)

Kuzey polisiye yazarlarının ülkelerinde en az kullanılan isimleri seçtiklerinden bahsetmiyorum. İngilizce okuyan okurlarının daha rahat telaffuz ettikleri isimleri seçtiklerini söylüyorum. Komplo teorilerine fazla dalmadan konumuza İngiliz eleştirmen Tim Parks’ın “Ben Buradan Okuyorum” kitabından bir pasajla devam etmek istiyorum:

“Kazuo Ishiguro kelime oyunları ve göndermelerden kaçınarak çevirmenin işini kolaylaştırmanın önemine de değinmişti.” – Tim Parks(10)

Kazuo çevirmenleri çok seven bir yazar. Hatta onlar yabancılık çekmesin diye “Gömülü Dev” adlı kitabı Yuvarlak Masa Şövalyeleri ve Kral Arthur mitini bulunduruyor. Yazımızın en başında Kazuo’nun zıttı dediğim Jemisin ise eserlerinde (Beşinci Mevsim dâhil) siyahi karakterler bulundururken onlara verdiği isimler de hiç yabana atılacak cinsten değil. Yazdığı kitaplardan birinde karakterlerin adlarının telaffuzu için kişisel internet sayfasında küçük bir kılavuz dâhi paylaşmıştı.(11) Yani onun için İngilizce okuyanların rahatlığı arka planda kalıyor.

Ayrıca Jemisin Afro-Amerikan bilimkurgu tarzında yazıyor da diyebiliriz. Hatta Beşinci Mevsim’de orojenleri aşağılayan “Rogga” sözcüğünden bahsedilmesi – ki akla Amerika’daki siyahilere karşı kullanılan “Negro” kelimesi geliyor- düşüncemi destekler nitelikte. Yani Kazuo ve bazı kuzey polisiye yazarları kendi kültürlerinden kopup batınınkine ve hatta Amerikan-İngiliz kültürüne göz kırparak ödülleri toplarken; Jemisin ise kendi kültürünün kökenlerine inerek ve batıyı eleştirerek ödüllere layık görülüyor. Bir tarafta küresel boyutta satış rakamlarına ulaşmak için batıya göz kırpanlar, diğer tarafta batının sorunlarını yaşayıp buna isyan edenler yer alıyor…

İki zıt kutup…

Oysaki atom bombasının Nagazaki şehrine atılmasından dokuz yıl sonra Kazuo o nükleer yıkımı yaşayan şehirde gözlerini dünyaya açmıştı. Belki de kirlilikten dolayı ailesi İngiltere’ye göç etmişti ve 28 yaşındayken İngiliz vatandaşı oldu… Jemisin ise doğuştan Amerikalı. Sağlık, iş ve hukuk sektöründe ABD’nin ortalamalarından daha iyi bir konumda olan Iowa’da (UNESCO’nun belirlediği Dünya’nın üçüncü edebiyat şehrinde) doğdu. Ve öğrenci seçiciliği yüksek olan Özel Tulane Üniversitesi’nde psikoloji lisansı aldı.

İsimlerin Dili Olsaydı Çeviriye İsyan Ederlerdi

Bir kitabı okurken ufak tefek harf, sözcük ve cümle hatalarını – eğer kurgu için önemli olmayan bir yerdeyse- göz ardı edebiliyorum. Ve Beşinci Mevsim’e başladığımda tıpkı buna benzer hatalarla karşılaştım ama henüz kitabın başı olduğu için onlara sırtımı döndüm. Meğer sayfalar ilerledikçe sırtımı döndüğüm bu hatalar arkamda bir dağ oluşturmuşlar ve kapasitelerini aştıklarında üzerime devrilivermişler. Altlarında ezildim. Özellikle farklılığıyla fark yaratan o karakter adlarındaki hatalar zihnimi zehirledi, şevkimi kırdı ve daha başka şeyler…

  • “Alabaster başını eiyor.” – Sayfa 370, 3. Paragraf
  • “Ama Alalabaster’i de istiyormuş gibi görünüyor.” – Sayfa 370, 6. Paragraf

Belirtmeden geçmek istemiyorum. Yüklemdeki harf eksikliği benim için o kadar önemli değil; önemli olan karakter isimlerinde yapılan hatalar ve o kadar göz tırmalıyor ki sormayın gitsin. Adı “Alabaster” olan karakterin ve diğerlerinin daha önceki sayfalarda hatalı yazımlarını okumuştum ama yarım sayfada yapılan yukarıdaki hata çevirinin üstünkörü hazırlandığı hususunda bir düşünceye kapılmama sebep oldu.

Çevirinin üstünkörülüğünün diğer bir göstergesiyse aşağıda paylaştığım pasajdaki “galebe çalmak” oluyor. Onun yerine “nefretini yenmesini bekleyerek, ” ya da “nefretine yenik düşmesini bekleyerek,” seçilebilirdi; çünkü hem metnin akışını hem de bütünlüğünü (anlatıcı genelde ağdalı konuşmuyor) sağlama açısından “galebe çalmak” söylediklerimden daha çok sırıtıyor ve uyumsuz görünüyor. Bu seçimin bende, sanki üstünkörü bir işi gizlemek adına vicdani örtüyle üzeri örtülmeye çalışıldığı yönünde bir hissiyatı oluşturduğunu da eklemeliyim.

“Adam tek başına ve bir şey söylememişti ama tek başına bir genç adam kolaylıkla bir çete olabilir o yüzden can sıkıntısının nefretine galebe çalmasını bekleyerek atlarını sürüyorlar ve adam en sonunda geri dönüyor… “ – Sayfa 165, 9. Bölüm

Elimde “Dex Kitap”ın 2016 yılında yayımladığı, “Damla Özlüer”in çevirdiği ve “Senem Kale”nin editörlüğünü üstlendiği kitap bulunuyor. İlk baskı olduğunu özellikle belirtiyorum ki yeni baskılarında durum düzeltilmiş olabilir; çünkü üstünkörü bir okumayla bile bir sürü hatayı ayıklayabileceklerini tahmin ediyorum.

nk jemisin
N. K. Jemisin

Yarım Bırakılan Kitaplar Rafı

Kitaplığımda özel bir rafım bulunuyor. Genellikle eserleri yarım bırakamama lanetim olduğu için yarım kalmaya meyilli kitapları o rafa koyup kısa süreliğine dinlendiriyorum. Zamanla kitapları oradan alıp alıp okuyor ve bitiriyorum. “Beşinci Mevsim” bitene kadar o rafın bildiğiniz müptelası oldu. Çeviriden dolayı rafa kaldırdım ve tekrar indirip elime aldım. İkinci tekil şahıs anlatımından dolayı rafa kaldırdım ve tekrar indirdim. Kurgunun inşasından dolayı rafa kaldırdım ve yine indirdim.

Kurgunun temelini çok beğendiğimi, yazı boyunca sürekli bundan bahsetmemden anlamışsınızdır. Ancak bu kadar güzel bir temele sahip bir kurgunun inşası bu kadar itici olabilirdi diye de düşündüğümü söylemek istiyorum. Eseri okuyanların bana hak vereceklerini varsayıyorum: Kitap bittiğinde karakter boyutunda bir bütünlük sağlanıyor ama konu bakımından bütünlük sağlanmıyor. Çünkü her bölümde yazar bende büyük bir beklenti oluşturdu ve bölüm sonlarına gelince hüsrana uğradım. Gezegen hakkında, karakterler hakkında, ülke hakkında, türler hakkında, yani devasa bir bilgi okyanusu hakkında sayfaları yırtarcasına çevirecekken yazar bir damla bilgiyle okurun yetinmesi gerektiğine inandığı için sayfalar taş tabletlere dönüştü ve onları sıkıntıyla çevirdim.

Son olarak kitap ve daha başka şeyler hakkında düşüncelerimi paylaştım. Eserden çokça bilgi verdim ama sürpriz bozanları saklamaya çalıştım. Tavsiye eder miyim, kararsızım. Hatta kendi kendime, “Serinin ikinci kitabını okuyacak mıyım?” diye bir soru sorduğumda cevabım zihnimde şöyle şekilleniyor:

  • İkinci tekil şahıs anlatımdan bir damla barındırıyorsa,
  • Kötü çeviriden ve üstünkörü düzeltiden muzdaripse,
  • Konu anlatımı yine büyük beklenti verip karşılamıyorsa kesinlikle okumam.

Ayrıca yazarın “Hugo” ödüllerinde tarih yazdığını bana hatırlatabilirsiniz. Ancak kitabın ne çok iyi ne de çok kötü, daha ziyade ortalama bir kaliteye sahip olduğunu düşünüyorum. Hatta daha iyilerini okudum ve okuduğunuzu da varsayabiliyorum. Nazarımda Nobel ve Hugo gibi ödüller gün geçtikçe küresel köye asılan teatral bir oyunun reklam afişinden öteye gitmiyorlar. Jorge Luis Borges’in kitap ödülleri için yazdığı kısa bir pasajla yazımızı sonlandırmak istiyorum. Sevgiler ve saygılar…

“Estetik zor olduğu ve özel bir duyarlılıkla uzun uzadıya düşünmeyi gerektirdiği, buna karşın siyasal eğilimler daha kolay ve hızla kavranır olduğu için belki siyasal çalkantılar belki insan hakları ihlalleriyle dünya kamuoyunun dikkatini çeken bölgeleri belirleyerek başlanır işe, bu ülkelerin edebiyat camialarında muazzam bir itibar, muhtemelen önemli ödüller kazanmış, söz konusu hangi siyasal uçurumsa onun doğru tarafında açıkça tavır koymuş yazarları bulur ve onlar seçilir.” – Jorge Luis Borges(12)


Notlar ve Kaynaklar:

1. Ursula K. Le Guin, Zihinde Bir Dalga, Metis Yayınları, Sayfa 119
2. Kazuo Ishiguro’nun Nobel’i kazandıktan sonra 5 Ekim 2017 tarihinde BBC’ye verdiği bir demeçten.
3. GFDL: List of maria on the Moon, lunarpedia.org
4. Beşinci Mevsim, Önsöz Bölümü, Sayfa 8
5. Birinci Tablet, “Bekâ”, Dokuzuncu Ayet, Beşinci Mevsim, 13. Bölüm, 258. Sayfa
6. Kutup Atasözü, Beşinci Mevsim, 9. Bölüm, 161. Sayfa
7. Oğuz Atay, Tutunamayanlar, 394. Sayfa (Aynı zamanda Ömer Madra da bu alıntıya kitabın önsözünde yer vermişti.)
8. Ursula K. Le Guin, Dümeni Yaratıcılığa Kırmak, 2017, Hep Kitap, 6. Bölüm, 57. Sayfa
9. Bergen Üniversitesi’nin yaptığı “Birçok Ülkeden İsim İstatistikleri” adlı çalışmanın Norveç’i kapsayan kısmından alınmıştır, uib.no
10. Tim Parks, Ben Buradan Okuyorum, Metis Kitap, 2016, 6. Bölüm, 42. Sayfa
11. Jemisin’in “The Hundred Thousand Kingdoms” isimli kitabındaki karakterlerin adlarının telaffuzunu açıklayan bir kılavuzu yazar “nkjemisin.com” adresinde yayınladı.
12. Tim Parks, Ben Buradan Okuyorum, Metis Kitap, 2016, 12. Bölüm, 73. Sayfa

Üst Görsel Arkaplan Çizimi: Kali Ciesemier

Mustafa İzmirli

1986 Kırcaali doğumluyum. Kırcaali, İzmir, Ankara ve Bolu gibi bir yol haritam oldu. Bu yolculukta Veteriner Hekim oldum ve çalışmaya başladım. Evlendim ve şeker mi şeker kızım dünyaya geldi. Aynı zamanda bilimkurgu ve fantastik eserler arasında bitmek tükenmek bilmeyen bir yolculuğum var. Çok sevdiğim eşim ve biricik kızım Asu ile günümü gün ederken edebiyatın gel-git etkisiyle kendimi Kayıp Rıhtım'da buldum.

12 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for Nemo Nemo dedi ki:

    Her ödülde Jemisin’e yükselenler lobisi başkanı olarak üzüldüm. Çevirinin böyle olacağını tahmin ediyordum, dedim bi’ ihtimal uğraşılmıştır. Uğraşmamışlar. :frowning:

    Eline sağlık inceleme için.

  2. Avatar for Davram Davram dedi ki:

    Bilim kurgu ya da fantastik edebiyatta ortalığın toz duman, yazılan kitapların büyükçe bir bölümünün pespaye ötesi olduğu bir dönem yaşıyoruz zannımca. Şöyle ayırıyorum: Edebiyat(!), Edebiyat, EDEBİYAT.
    Kitabı okudum, beğendim de. (Bunun yanında çeviri konusundaki görüşlerinize katılıyorum. Çevirilerin üstünkörü, basmakalıp, hatta zaman zaman tamamen Google Translate duşuna girip çıkmış gibi olması en sinir olduğum konuların başında geliyor.) Yazarın birkaç kalem darbesi eğer romandaki kişilere hayat veriyorsa, karakterleri duyumsamamı sağlıyorsa genellikle beğeniyor oluyorum. Konu da ilginç bence. Eğer Ay olmasaydı Dünya ne olurdu. Bol bol titreşip sallanırdı, evet. Sadece anlatımdaki zaman kipi ile ikinci tekil tercihi başımı döndürüp ara ara hafakanlar basmasına neden oldu.
    Sonuç olarak ilgili kitap için kısa yorumum şu olur: Edebiyat

  3. Avatar for Mustafaizmirli Mustafaizmirli dedi ki:

    Teşekkür ederim Cem kardeşim :+1:
    Çeviri konusunda seninle aynı umudu taşıyarak esere başladım ama @Davram çok güzel özetlemiş.

    Bu arada Davram’a da yorum için teşekkürler. :slightly_smiling_face:

  4. Avatar for mit mit dedi ki:

    Bu kitabı inceleyeceğinizi belirttiğiniz günden beri sonucunu merakla bekliyordum. Bir yanım (arka arkaya aldığı ödüllerden ve Hugo’nun içinde bulunduğu politik durumu çok iyi bilmemden ötürü olsa gerek) beğenmeyeceğinizi, böyle bir inceleme yazacağınızı söylüyordu. Bir yanımsa haksız çıkmayı, karşımızda aldığı her ödülü sonuna kadar hak eden bir eser bulmayı çok ama çok istiyordu. Ne yazık ki ilki çıktı. Çeviri kısmı da ayrı üzdü doğrusu.

    Bu arada incelemenizi başka yazarlardan alıntılarla desteklemeniz ve sadece kitaplar açısından değil, her yönüyle ele almanız çok hoşuma gitti. Elinize sağlık :slight_smile:

  5. Avatar for patriotic patriotic dedi ki:

    İnceleme için emeğinize sağlık. Zevkle okudum. O kadar çok merak ediyordum ki bu kitabı, çıkınca hatalara göz yumarak okuyup da çok beğendim… Ama keşke hakkını gerçekten verebilecek bir yayın evi tarafından basılmış olsaydı. İthaki, Delidolu, Monokl gibi yayınevleri varken daha yazarın önceki serisini yarım bırakan Dex bu kitabı basmak yerine neden üstsüz erkeklerin kapakları süslediği kitaplara efor sarfetmeye devam etmemiş ki? Ah, ah…

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Steins;Gate 0 İncelemesi

Steins;Gate 0 İncelemesi: Kurisu’nun Peşinde

captain marvel

Captain Marvel’ın Merakla Beklenen Yeni Fragmanı Yayınlandı