Rus edebiyatı büyük yazarlar yetiştirmiş ve büyük başyapıtlar çıkarmıştır. Bu eserler Rusya’nın insanlarını en yalın haliyle anlatır. Fakat bir tanesi vardır ki bu konuda hepsinden ötededir. O da İvan Gonçarov’un Oblomov’udur. Oblomov, doğunun miskin insanının ruh halini anlatmakla kalmaz, okuyucunun kendisine bir ayna tutmasını da sağlar. Bunu yaparken doğulu insanla batılı insanı karşılaştırıp eleştiri oklarını kendi ülkesinin kültürüne ve yaşam tarzına yöneltir.
Rusya o günden beri çok değişse de Oblomov güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Hatta onun günümüzdeki güncelliği Rusya coğrafyasıyla sınırlı değildir. Kitabı okuyanlar sadece Rus insanını değil, Türkiye dahil olmak üzere Ortadoğulu insanları da görebileceklerdir.
Oblomov bir insan tiplemesinin hem çok basit, bilinen bir örneğini temsil etmekte hem de sıra dışı olabilmektedir. Ben bu kitabı okuduğumda hem “Yok artık” dediğim bölümler hem de “Bunların hepsi gerçek” dediğim bölümler oldu. Hatta bazen “Bu adam resmen beni anlatmış” dediğim bile oldu. Kitabı okuyan yakınlarım da “Bu Oblomov aynen ben” dediler. Buraya kadar umarım sizleri yeterince meraklandırabilmişimdir. Şimdi gelin Oblomov’un dünyasına bir dalış yapalım.
Oblomov’un Rüyası
İvan Gonçarov 1849’da bir dergide Oblomov’un Rüyası adlı bir öykü dizisi yayınladı. Çarlık Rusya’sının kırsal kesimindeki Oblomovka adında bir yerin üzerinden Rusya’nın taşrasını olduğu gibi anlatıyordu. Gonçarov, sonraki yıllarda bu eseri daha geniş bir eserin parçası haline getirdi ve böylece 1857’de Oblomov bir roman olarak yayınlandı. Fakat Gonçarov’un, Oblomov’un Rüyası’ndan önce kaleme aldığı Hayırlı Bir Hata adlı öyküsünü de unutmamamız gerekir. Bu eser aslında Oblomov romanının ilk taslağı gibidir. Yegor Petroviç karakteri de İlya İlyiç Oblomov’un bir prototipidir.
Roman her ne kadar 1857’de, bir aylık bir süre içinde yazılmış olsa da aslında Gonçarov’un aklında yaklaşık on yıldır şekillenmekteydi. Bu kadar uzun, kapsamlı ve ustaca yazılmış bir eserin böylesine kısa bir sürede tamamlanabilmiş olmasının nedeni budur.
Oblomov, yayınlandığı andan itibaren tüm Rusya’da olağanüstü bir ilgiyle karşılandı. Kitabı ülkede okumayan neredeyse kalmadı. Ülkenin her yerinde herkes tarafından tartışıldı. Çünkü o yıllarda Rusya büyük bir dönüşüme hazırlanıyordu. Köleliğin kaldırılmasına üç yıl vardı. Kapitalizm batıdan tüm Dünyaya yayılmaya başlamış ve yavaş yavaş Rusya’ya da girmişti. İnsanların yaşam tarzı, kültürü her şeyi dönüşüme uğramaya başlamıştı. İşte Oblomov da Rus insanını eleştiriyor, onu batı insanıyla kıyaslıyordu. Bu nedenle tam yeri ve zamanında yayınlanmış ve yeni bir terim ortaya çıkarmıştı: Oblomovluk.
Fakat dönüşüm ne kadar büyük olursa olsun Rusya’nın Oblomovluktan kurtulması kolay olmadı. Hatta bugün bile kurtulup kurtulamadığı tartışılabilir. Lenin, toplumun tüm kesimlerinin Oblomovluktan etkilendiğinden, Bolşeviklerin arasında bile Oblomov’ların var olduğundan, Oblomovluğun ne kadar dirençli olduğundan şu satırlarla söz ediyordu:
“Rusya üç devrim geçirdi, ama gene de Oblomov’lar kaldı; çünkü Oblomov’lar yalnız derebeyler, köylüler, aydınlar arasında değil, işçiler, komünistler arasında da vardır. Toplantılarda, komisyonlarda nasıl çalıştığımıza bakarsanız, eski Oblomov’un içimizde olduğunu görürsünüz. Onu adam etmek için daha çok zaman yıkamak, temizlemek, sarsmak, dövmek gerekecektir.”
Oblomov’un genelde bir sosyal sınıfı temsil ettiği, yıkılmakta olan feodalizmi çağrıştırdığı sık sık söylenir. Ben bu yorum ve değerlendirmelere katılmıyorum. Çünkü Oblomov’lar, Lenin’in de belirttiği üzere her kesimde vardır, şehirlerde yaşayan ve hatta bir kısmı toplumun dönüşümüne önderlik eden işçiler ve komünistler arasında bile vardır.
Kimdir Bu Oblomov ve Oblomovluk Nedir?
İlya İlyiç Oblomov, babasından kalan arazisini kâhyasına devretmiş ve büyükşehre göçmüş bir kişidir. Burada hiçbir iş yapmadan köyden gelen parasıyla tembel bir hayat sürmektedir. Rusya’nın değişmekte olduğunu görmüş ve bu nedenle şehre göçmüştür ama bu değişime ayak uyduramamıştır.
Oblomov’u kısaca tembel olarak tanımlamak yetersiz olacaktır. Çünkü kendisi tembel olmaktan hoşlanmıyor. Çalışmamaktan dolayı mutluluk duymuyor. Tembellik etmekle övünmüyor. Peki, öyleyse neden tembellik yapıyor? İş bulamadığı için mi? Bunun da cevabı hayır. Oblomov, geçmişte bir devlet dairesinde güzel bir iş sahibi olmuş ama onu da sudan bir bahaneyle bırakmıştır. Bu sadece işle ilgili bir mesele değildir. Oblomov, her konuda böyledir.
Oblomovluk işte tam olarak budur. Oblomov, sorunların farkındadır, çözümün ne olduğunu da biliyordur. Hayatını değiştirmek için sürekli birbirinden güzel planlar yapmaktadır. Fakat o planları uygulamaz.
Çevrenizde vardır belki böyle insanlar. Hatta belki siz de böyle birisinizdir. Hayatını düzeltmek için planlar yapan ama planları bir türlü uygulamayan, işsizlikten yakınan ama iş aramayan ve iş bulsa bile sudan bir bahaneyle o işten ayrılan, evde hiçbir şey yapmayarak yattığı halde kendisini dışarı çıkmaya davet ettiğinizde bahaneler üreten, miskinlikten yakınan ama miskinlikten vazgeçemeyen insanlar var bu dünyada. Oblomov’un tıpatıp aynısı olan bir tanıdığıma bu kitabı verdiğimde ilk yüz sayfayı okuduktan sonra “harika kitap, resmen beni anlatıyor” demişti ama kitabın devamını getiremedi. Çünkü Oblomov’a kitap okumak bile yorucu gelmektedir.
Oblomov, her geçen gün Oblomovluğun olumsuz sonuçlarını daha çok yaşar. Her geçen hayatını değiştirmek için daha çok plan yapar ama tembelliği de her geçen gün artar. Çevresindeki insanlar onu dolandırmaya kalkışır, köyündeki işlerini düzene sokması için güvendiği kişiler onu aldatır ama elinden bir şey gelmez. Oblomov’un Olga ile bir ilişkisi olur. Oblomov’un hisleri karşılıksız değildir ama aşkın her şeyin anahtarı olmadığı da açığa çıkar, ilişki yürümez. Bence Oblomov’un bir ilişkisinin olması bile bir mucize. Evinden kolay kolay çıkmayan, hayatını hiçbir şey yapmayarak geçiren bir insan olmasına rağmen çevresinde kötü bile olsa bir sosyal çevresi olması ve bir aşk yaşaması bence onun gibi bir insan için şaşırtıcı.
Aslında Oblomov’un içinde bir cevher var. O, akıllı ve biraz kültürlü bir insandır ama onun bütün birikimi ve potansiyeli boşa harcanmaktadır. Oblomov, Oblomovluğundan bir kurtulabilse harika şeyler yapacaktır.
Doğulu İnsan Tipi
Oblomov, bir doğu ülkesi olan Rusya’nın çocuğudur. Rusya, batılı ülkeler gibi sürekli bir ilerleme süreci içinde olmamıştır. Avrupa’da büyük sınıf mücadelelerinin yanı sıra teknolojik, bilimsel, kültürel, felsefi atılımlar yaşanmıştır. Ekonomi sürekli bir ilerleme sürecinde olmuştur. Bütün bunların neticesinde batılı insan çalışmayı bir erdem kabul etmiş, elini kirletmekten hiçbir zaman çekinmemiştir. Batı dinamiktir. Rusya ise toplumsal yapısı farklı olduğundan hiçbir zaman aynı dinamizme sahip olamamış, sanayileşmeyi de kapitalizmi de ülkeyi değiştiren bütün ideolojileri de batıdan ithal etmiştir. Rusya’nın köylerinde hayat yüzyıllardır hiç değişmeden devam etmiştir.
Oblomov’un kendi içinde yaşadığı çelişkiler; Rusya’nın yüzyıllar süren durağanlıktan sonra 19. Yüzyılda değişmesi ama bunu kendi içsel dinamikleriyle değil batının gücünün baskısıyla yapması yüzündendir. Oblomov, ülkesinin değişmekte olduğunu ve kendisinin de değişmek zorunda olduğunu fark etmiş, köyündeki her şeyi kâhyasının yönetimine bırakıp şehre göçmüş ama arzuladığı değişimi sağlayamamıştır. Doğulu yaşam tarzını bırakmak zorunda olduğunu hissetmiş ama bir türlü bırakamamıştır ve bu yüzden huzursuz olmuştur.
Oblomov’un hikâyesi batılı ülkelerde pek anlaşılamamıştır. Çünkü Rusya’nın yaşadığı dönüşümü batılı bir insanın anlaması pek kolay değildir. Çünkü batılı ülkeler durağanlığa orta çağdan itibaren son vermiş, batının burjuvazisi bu değişimi kalıcı kılmak için birkaç yüzyıllık bir mücadele vermiştir. Batıda, elbette çalışmak istemeyen insanlar vardır ve bir de çalışmak istediği halde imkân bulamayan insanlar vardır. Fakat hem çalışabilecek imkânı hem de çalışma isteği olduğu halde çalışmayan bir insan tipinden söz etseniz, batılı insan haklı olarak bunu absürt bulur. Belki siz de öyle buluyorsunuz.
Öte yandan Türkiye de Rusya gibi aslen doğulu bir ülkedir. Anadolu’da hayat asırlardır pek değişmemiş, ülke dinamik olmamıştır. Osmanlı döneminde yapılan yenilikler severek yapılmadı, batının karşısında geride kaldığımız için mecburen yapıldı. Bu yüzden Türk insanı da Rus insanı gibi biraz Oblomov olagelmiştir. Bunu Türk usulü iş yapmak denilen şeyde görebilirsiniz, yaşam tarzımızda görebilirsiniz, hatta Oblomovların doğrudan örneklerini de içimizde görebilirsiniz. Bu yüzden Oblomov, batının aksine Türkiye’de anlaşılabilecek bir eserdir.
Türkiye de Rusya gibi üç devrim (1876, 1908 ve 1923) yaşamasına rağmen aynı Oblomovluk sorunu ile karşı karşıyaydı. Türkiye Cumhuriyeti de ilk zamanlarda Sovyetler Birliğinin yaptığı gibi bu Oblomovlukla mücadele etmeye çalıştı. Yeni ve dinamik bir ülke yaratmak için atılımlar yapıldı. Atatürk; batılı insanlar gibi, çalışmayı bir erdem kabul eden bir toplum yaratma yönündeki arzusunu sık sık dile getirmişti. Fakat onun istediği sonuca ulaşabilmiş değiliz. Rusya, Oblomovlukla mücadelesinde ne kadar başarılı oldu, günümüz Rusya’sında Oblomovlar hâlâ var mı bilmiyorum ama Türkiye’nin bu konuda pek başarılı olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bizim toplumumuz önemli oranda Oblomovlardan oluşuyor.
Batılı İnsan: Ştolts
Gonçarov, kendi ülkesinin insanlarını eleştirirken alternatifsiz de bırakmıyor. Bu eleştiriyi karşılaştırma aracılığıyla yapıyor. Doğulu bir insan olan Oblomov’un karşısına batılı bir insan olan Ştolts çıkıyor.
Ştolts, Rusya’da doğup büyümüş olsa da Alman bir ailenin çocuğudur ve Alman gelenekleriyle yetiştirilmiştir. Çocukluğundan beri sorumluluk almaya teşvik edilmiş ve kendi başının çaresine bakması beklenmiştir. Bu eğitimin meyveleri de Ştolts büyüdüğünde ortaya çıkmıştır. Sürekli yenilenen dünyaya kolaylıkla uyum sağlayabilen, hiç yorulmadan çalışan, hayatını bir düzen içinde yaşayan biri olmuştur. Ştolts’un hayatında planlar hemen uygulamaya konulur. Ştolts, tatil yapmak için gittiği yerde bile aslında bir iş gezisi yapmış olur. Ştolts hayatı dolu dolu yaşar.
Ştolts fazlasıyla mükemmeliyetçi bir insan olmakla birlikte gerçekçi de olabilmektedir. Kitaptaki Olga karakteri diğer bütün erkekler için mükemmel kadının örneği olmaktayken Ştolts için öyle değildir ama Ştolts, mükemmeli bulmasının imkânsız olduğunun da bilincindedir. Olga mükemmel olmasa da en iyisidir ve Ştolts bununla yetinmesi gerektiği gerçeğini kabullenmiştir.
Oblomov ile Ştolts birbirine tamamen zıt karakterler olsalar da aslında çok iyi arkadaş olmuşlardır. Birbirlerini çocukluktan beri tanırlar. Aynı yerde büyümüşlerdir ama ailelerinden aldıkları eğitim onları çok farklı iki insan yapmıştır. Fakat bu farklılıkları onları birbirlerini bağlamıştır. Ştolts fırsat buldukça Oblomov’u ziyarete gider. Onun hareketli hayatında Oblomov’un evi huzurlu bir duraktır. Ştolts’un Oblomov için anlamı ise en güvenilir dost olmasıdır. Kendi halkından herkes ondan faydalanmaya çalışırken ona karşı dürüst olan tek kişi Ştolts’tur. Hatta Ştolts, Oblomov’u Oblomov’a rağmen kurtarmaya çalışmıştır.
Zakhar
Bu romandan söz edilirken genelde Oblomov, Ştolts ve biraz da Olga karakterlerinden söz edilir ama Zakhar da özellikle zikredilmeyi hak eden bir kişilik. Kendisi Oblomov’un uşağı, eli ayağıdır. Gonçarov bu karakteri öyle bir betimlemiş ki kafanızda rahatlıkla canlandırabiliyorsunuz. Aşağıda söz edeceğim sinema uyarlamasında da tam kafamda canlandırdığım gibi gösterilmiş.
Zakhar, Gonçarov’un kendi insanlarına karşı başka bir eleştirisidir. O hem efendisinden nefret eder hem de efendisini çok sever. Sık sık efendisinin ölmesini, ondan kurtulmayı ister ama aynı zamanda onsuz yapamaz. Efendisinin arkasından hakaretler eder ama demek istediklerini asla efendisinin yüzüne söylemez. Aslında tam olarak Oblomov’a yakışan bir uşaktır. Çünkü ikisinin de düşündükleri ve yapmak istediklerine karşılık söyledikleri ve yaptıkları çok farklıdır. Zakhar da tıpkı Oblomov gibi değiştirmek istediklerini değiştirmek ve zincirlerinden kurtulmak için hiçbir şey yapmaz.
Çeviri Üzerine
Gonçarov aynı zamanda son derece akıcı bir üsluba sahiptir. Bu kadar uzun betimlemeler ve karakter analizlerine rağmen okuyucu hiç bunalmıyorsa, hatta her sayfada okumak için daha da hevesli hale geliyorsa burada yazarın büyük bir yeteneği söz konusudur. Gonçarov’un kalemi Dostoyevski’den, Tolstoy’dan, Turgenyev’den ve Gogol’dan aşağı kalmıyor. Buna rağmen bu saydığım isimlere kıyasla Türkiye’de daha az biliniyor, hak ettiği değeri görmüyor.
Yazarın dili kadar onu Türkçeye çeviren çevirmenin dili de önemlidir. Kitabın Türkçede farklı çevirileri var. Oda Yayınları’ndan çıkan Celal Öner çevirisi, Timaş Yayınları’ndan çıkan Leyla Şener çevirisi, İmge Kitabevi’nden çıkan Gülderen Süer çevirisi ve İletişim Yayınları’ndan çıkan Ergin Altay çevirisi benim bildiklerim. Fakat bu çevirilerin hiçbirini hakkında bir şey söylemem mümkün değil, çünkü benim okuduğum çeviri Sabahattin Eyüboğlu-Erol Güney çevirisi. Eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel bir tercüme bürosu kurmuş ve harika çevirmenleri bir araya getirmiş, dünya klasiklerini dilimize çevirtmişti. Böylece Türkiye’nin aydınlanma sürecine çok büyük bir katkıda bulunmuştu. Hasan Ali Yücel Klasikleri olarak bilinen bu çeviriler Türkçe dilindeki en başarılı çeviri örneklerindendir. Ben de bu nedenle dünya klasiklerini Hasan Ali Yücel’in yaptırdığı bu çevirilerden okumayı tercih ediyorum. Oblomov’un Sabahattin Eyüboğlu-Erol Güney çevirisi de bunlardan birisi.
Bu çevirinin dili oldukça başarılı. Anlaşılır ve akıcı. Hatta rahat okunması için çeviriden fazlası yapılmış. Gözüme çarpan bir hata hatırlamıyorum. Ayrıca kitabın tam metni Türkçeye çevrilmiş. Sadece Rusça metinden çeviri yapılmamış, diğer dillerdeki çevirilerle de karşılaştırılmış. Çevirmenler kitaba yazdıkları önsözü şu sözlerle bitirmişler:
“Bu çeviride metinden hiçbir parça çıkarılmış değildir. Rusça metinden uzaklaşmış görünecek cümleler genel olarak rahat okunmak kaygısından doğmuştur.”
Sabahattin Eyüboğlu-Erol Güney çevirisini farklı yayınevlerinden gördüm. Ben tercihimi Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan yana kullandım ve hayal kırıklığına uğramadım.
Sinema ve Tiyatroda Oblomov
Rus edebiyatının başyapıtlarından birinin Rus sineması tarafından uyarlanmaması elbette mümkün değildi. Eser Rusya’da iki kere, 1965 ve 1972’de TV filmi olarak uyarlandı. 1966’da ise kısa bir TV dizisi oldu. Fakat bunlar pek bilinen, önemsenen ve bulunabilen uyarlamalar değiller.
Oblomov’un şu ana kadarki tek sinema uyarlaması 1980’de Rusya’da yapıldı. Neskelko Dney İz Zhizni I.I. Oblomova (Oblomov’un Yaşamından Birkaç Gün) adlı eserin yönetmeni Nikita Milhalkov’dur. Oblomov’u Oleg Tabakov, Ştolts’u Yuri Bogatyryov, Zakhar’ı Andrei Popov ve Olga’yı Elena Soloyev canlandırdı.
Film, Sovyet sinemasının bir ürünü olmasına rağmen ABD’den iki ödül aldı. NBR tarafından En İyi Yabancı Filmler ile En İyi Yabancı Dildeki Film ödülüne layık görüldü. IMDb’ye bakılırsa Türkiye’deki sinemalarda hiç gösterilmemiş ama Türkiye’de DVD olarak yayınlandığını görmüştüm.
Oblomov’un Türkiye’de de bir tiyatro uyarlamasının yapılması gündeme gelmiş. Devlet Tiyatrolarının web sitesinde Nihat Asyalı tarafından uyarlandığı, 2009’da kabul kararı çıktığı yazıyor ama sahnelenmemiş. Başka bir bilgi yok. Doğrusu ben Oblomov’u tiyatrolarımızda görmeyi çok isterdim. Ki, tiyatroda sahnelenmeye çok müsait bir eser. Nihat Asyalı’nın bu esere kattığı yorumu da merak ediyorum.
Son Söz
Gonçarov, doğu ile batıyı karşılaştırırken durumu uç noktalarda ele almamış. Doğulu insanın miskinliğini eleştirirken onun potansiyeli olduğunu da göstermiş. Batılı insanı örnek gösterirken de onu duygusuz ve soğuk olmakla itham etmiş.
Oblomov, yazıldığı günden beri yaklaşık 150 yıl geçmesine rağmen güncelliğini kaybetmemiş bir eser ve İlya İlyiç Oblomov hâlâ milyonlarca insanın içinde yaşıyor. O, dünyanın değişmekte olduğunu fark eden ama bu değişime uyum sağlayamayan bir insan ki onu güncel yapan da budur. Çünkü günümüzde dünya hızla değişiyor ve gelecekte çok daha büyük değişimler yaşayacak. Pek çoğumuz bunun farkında olsak da buna uyum sağlamakta pek başarılı değiliz ve yavaş yavaş köyden kente göç edip şaşkına dönen Oblomov’un durumuna düşüyoruz. Bu nedenle Oblomov okunmalı ve okutulmalı, ondan ders alınmalı.
Eserin konusu, felsefesi ve perde arkasına dair sizin yorumlarınız neler? Görüşlerinizi Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilir, yeni incelemeler için bizi Google News’ten takip edebilirsiniz.
Bu şey değil mi twitter gerizekalılarının benimsediği karakter.
Aylak Adam, Sait Faik, Edip Cansever ve hatta Yusuf Atılgan bu.