in ,

Mitler, Efsaneler ve Şeytani Anlaşmalar: “Operadaki Hayalet”

Gaston Leroux’nun 1910 tarihli “Operadaki Hayalet” romanında yer alan mitolojik ve kültürel göndermeler üzerine derinlemesine bir inceleme sizlerle.

Operadaki Hayalet İncelemesi
- Reklam -
- Reklam -

Gaston Leroux’nun Operadaki Hayalet eserindeki efsane, mit ve edebi eserlere yapılan göndermeleri bu inceleme yazısında kapsamlı bir şekilde ele alıyoruz.

Leroux’nun 1910 tarihli kült eseri Operadaki Hayalet (Le Fantôme de l’Opéra), Paris Operası’nın inşası sırasında yaşanan trajik olaylardan esinlenerek yaratılan hayalet karakteri Erik’in, Faust efsanesi ve şeytanla yapılan anlaşmalar gibi evrensel motiflerle olan ilişkisini ortaya koyuyor. Erik’in hem müzikal dehası hem de şeytani yönleri, onu yeraltı tanrısı Hades ve Mavi Sakal gibi mitolojik ve folklorik figürlerle özdeşleştiriyor.

Bu içerikte Fransız yazar Gaston Leroux’nun karakterleri ve kurgusu aracılığıyla yaptığı göndermelerin zenginliğini keşfedecek, Operadaki Hayalet romanının edebi derinliğini ve sembolik gücünü yeni bir bakış açısıyla deneyimleme fırsatı bulacaksınız.

- Reklam -

The Phantom of the Opera

Operadaki Hayalet İncelemesi – Müzik Meleği mi, Yoksa Ölüm Meleği mi?

Operadaki Hayalet eserinin çıkış noktası bile aslında bir efsaneye gönderme yapar. 1858 yılında Paris’te III. Napoléon Le Peletier salonundan çıkarken bir suikasta uğrar. Neyse ki İmparator herhangi bir zarar görmeden bu saldırıdan kurtulur ancak içine kurt düşmüştür. Hemen daha geniş bir sokakta yeni bir opera binası yapılması emrini verir. 1861 yılında Charles Garnier tarafından meşhur Paris operası Garnier’nin yapımına başlanır. 1873 yılında, bir gece Le Peletier salonunda bir yangın çıkar. Efsaneye göre bu yangın sonucunda sahnedeki balerin genç kız hayatını kaybederken piyanist olan nişanlısı Ernest’in de yüzü yanar. Ernest deforme olmuş suratı yüzünden insanlardan kaçarak inşaatı hâlâ devam eden, yakınlardaki Opéra Garnier binasının altına sığınır (Bkz. Guillaume, 2022). Hâlâ geceleri genç bestecinin ölen nişanlısına bestelediği ağıtı duyanlar olduğu söylenir.

Gaston Leroux - Operadaki Hayalet İnceleme Yazısı

Şeytan Vergisi Yetenek

Aslında eserin gönderme yaptığı en belirgin motif aynı zamanda onun belkemiğini oluşturuyor. Bu da hepimizin bildiği şeytanla pazarlık motifidir. Romanda sık sık Charles Gounod’un Faust operasına anıştırmalar bulunur. Böylece aslında Christine ve Erik arasındaki ilişki ile Faust ve Mephistopheles arasındaki anlaşmanın benzerliği vurgulanır. Romanda, gelecek vadetse de operanın divasının gölgesinde kalan Christine Daaé’nin sesini eğitmesi karşılığında müzik meleği olduğunu düşündüğü operanın hayaleti Erik’e verdiği tavizler başına gelecek kötü olayların fitilini ateşlemiştir.

Erik’in onu eğitmesiyle sesi öyle bir mertebeye gelir ki Christine’in adeta ruhunu ortaya koyduğu söylenir. Hatta Christine ve Erik arasındaki bir konuşmada Christine ona ruhunu verdiğini söyler. Buna karşılık Erik de onun ruhunun güzelliğinden dem vurur. Zaten ona başarı getiren performansından sonra bitkin düşmesi, canlılığını kaybetmesi de ruhunun sönümlendiğinin göstergesidir. Christine, Erik’in babasının yolladığı bir müzik meleği olduğunu düşünecek kadar saf bir kızdır. Buna inanır ve yakaladığı başarıyı da sürdürmek uğruna kendisini onu sevmesi için manipüle eden Erik’in her dediğini yapmaya başlar, tavizler verir. Öyle ki artık Erik onun hayatının kontrolünü ele geçirir. Bu da Christine’in ödediği bedeldir diyebiliriz. Çünkü biliriz ki şeytan bir yeteneği asla karşılıksız bahşetmez.

Le Fantôme de l’Opéra Sahne

Ruhunu şeytana satmak sadece hayatın anlamını arayan Faust gibi bilginlere mahsus değildir. Sanatın ve sanatçının da şeytanla pek çok uğursuz iş çevirdiğine inanılır. Eminiz ki duymuşsunuzdur. Müzik tarihinin gelmiş geçmiş en yetenekleri müzisyenleri, virtüözleri, gitaristleri, bestecileri eşsiz yeteneklerini karanlıkların efendisiyle yaptıkları anlaşmalara borçludurlar.

Niccolò Paganini’nin keman çalma tekniğinin karmaşıklığı yüzünden ruhu karşılığında şeytanla anlaşma yaptığına inanılır. Öyle ki bu sebeple kilise toprağına gömülmesi yasaklanır ve uzun bir süre kalıntıları oradan oraya nakledilir (Berger, 2012: 324). Giuseppe Tartini’nin meşhur Devil’s Trill Sonata’sı da şeytanın marifetidir. Tartini bir gece rüyasında ayakucunda oturan şeytanın kemanıyla çok güzel bir beste çaldığını görür. O kadar güzeldir ki Tartini uyanır uyanmaz rüyasında dinlediği bu müziği hatırladığı kadarıyla kâğıda geçirse de rüyasındaki kadar güzel olmadığını anlatır (Bkz. Berger, 2012: 314). Blues sanatçısı Robert Johnson’ın da tekniği ve yeteneği öyle eşsizdir ki ruhu karşılığında gitar çalmayı şeytandan öğrendiği varsayılmıştır (Bkz. Tekelioğlu, 2021). Hellhound on My Trail gibi şarkıların da bu söylentileri alevlendirdiğini söylemek yanlış olmaz. John Lennon da şeytanın ağına düşmüştür. Söylentiye göre dolunayın olduğu bir gece şeytanın fısıltısını duyar. Şeytan ona ruhu karşılığında eşsiz bir müzik yeteneği bahşedeceğini söyler. Hatta The Devil In Her Heart şarkısının bu gecenin etkisiyle ortaya çıktığı söylenir.

Türk mitolojisine göre Dede Korkut da kopuzunu şeytanın yardımıyla yapmıştır (Bkz. Bayat, 2018: 103). Görüldüğü gibi şeytan neredeyse bütün kültürlerde adeta bir müzik üstadı olarak anılır. İşte romanda da bir sanatçı olan Christine tıpkı bu efsanelerdeki sanatçılar gibi yeteneğini Erik’e yani roman boyunca şeytan olduğu sıkça vurgulanan birine borçludur. Erik de tıpkı şeytan gibi müzikte yeteneklidir. İstediği zaman sesini bir meleğinki gibi çıkarırken öfkelendiğinde sesi bir gök gürültüsünü andırır. Bunun yanında, yine efsanelerde dikkat çektiği gibi keman çalmada da ustadır. Batı efsanelerinde kemancı şeytan figürü sıklıkla kendine yer bulur. Erik de Christine’in olağanüstü yetenekli babası gibi keman çalarak onu manipüle etmeyi başarır. Bütün bunlar Erik’i şeytan ile paralel konuma getirir.

Gaston Leroux - Operadaki Hayalet Yorum

Tersine Dünya

Yeraltında adeta bir hayalet gibi yaşayan Erik yeryüzüne çıktığında kendisiyle birlikte ölüm ve yıkıcılığı getirerek yeryüzünün canlılığını tersyüzü eder. Erik’in şeytaniliğine ve ölüm getiriciliğine yapılan göndermelerin arasında en çarpıcısı onun kırmızılar içinde arz-ı endam ettiği ikonik maskeli balo bölümüdür. Erik bu haliyle ölümün ete kemiğe bürünmüş halidir adeta: “(…) Tamamen kırmızı kıyafetler giymişti ve başına da tüylü büyük bir şapka takmıştı. Ah! Ölümün güzel bir taklidi, işte karşımızda duruyordu (…) Camarde’ın ta kendisi karşılarında duruyordu” (Leroux, 2021: 133). Kırmızının ölümle ilintili bir renk olması bir yana burada önemli bir kültürel göndermenin de söz konusu olduğunu görüyoruz. Camarde, ölümün antropomorfik ve alegorik bir temsilidir. Bir iskelet ya da etsiz bir kadavra olarak görünür. Oksitan dilinden alınan camard sıfatı basık burnu olan anlamına gelir ve bozulmuş cesetlerin kafatasındaki burun yokluğuna gönderme yapar.

Bir diğer gönderme de Edgar Allan Poe’nun Kızıl Ölümün Maskesi yapıtına yapılır. Erik mantosunun üzerine altın harflerle “Bana dokunmayın! Ben aranızda dolaşan Kırmızı Ölüm’üm!” (Leroux, 2021: 133) yazısını işlemiştir. Bildiğimiz gibi öyküde Prens Prospero kızıl ölüm denen salgından kaçmak için manastıra kapanır. Prens, kendisine eşlik eden birçok soyluyla birlikte, manastırın her biri farklı renkte döşenmiş yedi odasında bir maskeli balo düzenler. Vakit gece yarısını vurduğunda ise kefenli ve kafatası maskeli birini görür. Bu kişiyi kovalamaya başlar ancak maskeli kişi durup da ona baktığında Prens ölüverir. Şüphesiz ki bu Kızıl Ölüm’dür. Tıpkı bizim kahramanımız gibi eğlencenin dorukta olduğu bir anda ortaya çıkıp insanları şoka sokarak onlara ölümü hatırlatır. Yalan değildir, gerçekten de Erik geçtiği yerlere ancak ölüm getirir. Jarrold E. Hogle, Erik’in yüzünün aslında maskesiz olmayan tek karakter olduğunu ve Erik’in burada Katolik sanatına damgasını vuran Fransız geleneği ölüm dansını (danse macabre) canlandırdığını söyler. Ölümü temsil eden bu iskelet figürü karnavalesk cümbüşlerde ortaya çıkarak ölümün kaçınılmaz ve eşitlikçi yönünü vurgular (Bkz. Hogle, 2002: 5). Gerçekten de Erik, insanların en çok eğlendiği anlarda ortaya çıkıp felaketler yaratarak tüm benliğiyle insanların ölümün soğuk ve karanlık yüzünü iliklerine kadar hissetmelerine sebep olur. Tıpkı Prospero’nun malına mülküne, gücüne rağmen kaçamadığı kızıl ölüm gibi diğer insanlara, özellikle de Christine’e ölümün yani kendisinin her an enselerinde olduğunu hatırlatır.

The Phantom of the Opera - Kritik

Bir Kıyamet Senfonisi

Kızıl Ölüm’ün insan hayatı üzerinde hüküm sürmesi gibi Erik’in de insanların hayatları üzerinde hüküm sürdüğünü gösteren bir diğer gösterge de öfkelendiğinde Dies Irae (Azap Günü) ilahisini çalmasıdır. 13. yüzyıla tarihlenen bu ilahi bütün insanların tanrı tarafından nihai olarak yargılanacağı kıyamet gününü anlatır. Erik’in uyuduğu tabutun bulunduğu cenaze odasının duvarlarında yankılanır bu ilahi. Leroux, hiç şüphe yok ki Erik’in insanlığa getireceği kıyameti imlemek için bu ilahiyi kullanmıştır zira romanda sık sık bir canavar olarak tanımlanan Erik, eğer Christine evlilik teklifini kabul etmezse operayı havaya uçuracağını söyler ki olacak olan şey “insan soyunun” başına gelecek bir felakettir yani kıyametin ta kendisidir. Belli ki Leroux romanda Erik için “canavar” diğerleri için “insan soyu” diyerek onu insanların başına kıyameti getirecek olan şeytani bir varlık olarak gösterir. Bu tanımlama farkı Erik’in insanların karşısında konumlandırıldığının çok açık bir göstergesidir. Kanımızca ilahinin Erik’in yaratacağı kaosa en uygun düşen versiyonu Giuseppe Verdi’nin bestesidir. Dinlediğinizde kıyametin insan soyunun gözünden anlatıldığını iliklerinize kadar hissedersiniz. Her bir notada gelecek kıyamet gününün yaratacağı karmaşa ve kaosu hissetmemek imkansızdır. Tanrı karşısında küçücük, kıyamet karşısında çaresiz hissedersiniz. Verdi’nin ilahisi tanrının gazabının insanlar tarafından tecrübe edilişidir.

Romanda bahsedildiği gibi “insan soyu” kimi zaman tanrısal bir varlık olarak da tanımlanan Erik’in şeytani zekasının getireceği kıyametin karşısında çaresizdir. Erik onlarla adeta bir kuklacının oynadığı gibi oynar. İnsanın bu çaresizliği onun hoşuna gider çünkü sevgisizliğin içinde yarattığı boşluk ondan acıma duygularını alıp götürmüştür.

Erik’in gerektiğinde ne kadar acımasız olabileceğini herkesten sakladığı çantasını aldığında Christine’e sarf ettiği sözlerden anlayabiliriz:

- Reklam -

“Meraklı kadınları sevmem! (…) Mavi Sakal Masalı’nı duysaydınız, böyle bir şey yapmaktan sakınırdınız” (Leroux, 2021: 307).

Operadaki Hayalet İnceleme

Hiç şüphesiz söz konusu masala yaptığı göndermeyle Erik, sinirlendiğinde neler yapabileceğinin ipuçlarını verir çünkü bilirsiniz ki Mavi Sakal masal dünyasının en kanlı soylularından biridir. En son evlendiği karısına tek oda hariç şatonun bütün odalarının anahtarını verir ancak karısı merakına yenik düşerek odaya girer. Odada kocasının önceki eşlerinin cesetleri vardır ve her yer kanla kaplıdır. Tam son eşini de öldürecekken kadının kız kardeşleri tarafından öldürülür.

Christine ve Erik’in yaptığı Othello düetinin de rastgele seçilmediği barizdir. Christine’in sözlerinden kendini Othello’nun karısı Desdemona, Erik’i de kıskançlığından acımasızca karısını öldüren Othello ile özdeşleştirdiği anlaşılır. Othello oyununun temasının aşk, kıskançlık ve ihanet olması da yine roman ile olan ortak noktalardandır. Erik, Christine’i Raoul’den ölümüne kıskanırken en çok korktuğu şey Christine tarafından ihanete uğramaktır. Leroux, Erik’in diğerlerinden farklı oluşunu yani ötekiliğini pekiştirecek ve sinirlendiğinde oldukça acımasız olabileceğini vurgulayacak daha iyi göndermeler yapamazdı herhalde!

Hayaletin Yeraltı Krallığı

Mitolojik göndermelerin de Erik’in karanlık kişiliğine vurgu yaptığı görülür. Sık sık, operanın beş kat altında kendi krallığını kuran Erik’in yeraltının hâkimi olduğundan bahsedilir. Bu açıdan Erik Yunan mitolojisinin cehennem kralı Hades’i hatırlatır zira kendisi ve Demeter’in kızı Persephone’nin dahil olduğu mitte olduğu gibi Erik de Christine’i yer altına kaçırır ve belli zamanlarda ve belli şartlar altında (ona geri dönmek şartıyla) onun yeryüzüne çıkmasına izin verir. Romanda da kullanılan sözcük tam olarak bu: yeryüzü. Christine’in de Persephone gibi yeraltına değil de yukarıya, yeryüzüne ait olduğunu vurgulayan bir kelime.

Söz konusu mite bir gönderme yapıldığını pekiştiren başka bir gönderme de Erik’in yerin altındaki malikanesine gitmek için öncelikle yeraltındaki bir gölün karşı kıyısına geçilmesi gerekliliği. Hatta Christine yeraltına kaçırılırken “Stiks’in kıyısına yaklaşan ölülerin ruhları, bu kadar endişe duymamışlardır. Kharoon beni kayığa bindiren adamdan daha iç karartıcı ve daha sessiz değildi kuşkusuz” (Leroux, 2021: 173) diyerek Yunan mitolojisindeki yeraltını ve yaşayanların dünyasını ayıran nehre ve ölülerin ruhlarını karşı kıyıya taşıyan sandalcı Kharon’a gönderme yapar. Böylece Erik’in yaşadığı yeraltı cehennem ile kendisi de Hades ile özdeş konuma gelir. Erik’in yaşadığı yerin ürkütücülüğünü artırmak için yine Yunan mitolojisinden hepimizin bildiği bir yaratık konu edilir: Sirenler. İstediği vakit sesini adeta bir melek gibi kullanan Erik, gölü geçerek evine gelmek isteyenleri gölün altına girip tatlı sesiyle kandırdığı bir düzenek kurar. Bu da romanda doğal olarak Siren şeklinde adlandırılır.

Gaston Leroux - Operadaki Hayalet İnceleme

İnsan Bedeninde Bir Hayalet

Elbette romandaki göndermeler bunlarla sınırlı değildir ancak Erik’in nasıl şeytani bir öteki olarak görüldüğünü vurgulamak için yeterlidir. Tüm bu göndermeler Erik’in şeytan olduğunu ifade ederken sevgisiz geçen çocukluk yılları okuyucuları vicdani bir dilemmaya sokar. Kitabı okurken gerçek olamayacak kadar iyi görünen ancak aslında insani kusurlara fazlasıyla haiz olan (Erik’in dış görünüşü iyi olsaydı onunla olabileceğini anladığımız ucu açık cümleleri, başına bunca belanın gelmesine sebep olan ve onu zayıf kılan başarı hırsını hatırlayalım) Christine ya da diğer karakterlerle değil Erik ile empati kuruyoruz. Ne kadar kötü çizilirse çizilsin, Erik’in içinde olduğu kısımları sabırsızlıkla bekliyoruz. Hatta zaman zaman yaptığı tehlikeli muziplikleri eğlenceli bile buluyoruz. Hele ki Acem’e Christine’in ona karşı olan merhametini anlattığı yerlerde onun için üzülmekten kendimizi alamıyoruz. Çünkü Erik’in bu şeytani muzipliği henüz doğru ve yanlışı ayırt edemeyen bir çocuğun muzipliğini andırıyor.

Sanıyoruz ki yazarın sık sık Erik’in yazısının çizgilerinin tıpkı bir çocuğunki gibi olduğundan dem vurması da bunu göstermektedir. Görünüşü yüzünden annesizliğe mahkûm edilen bu çocuk roman boyunca annesini aramaktadır ve Christine’i annesi yerine koymuştur. Hayatında bir an bile sevgi görmeyen Erik’in bütün kötülüklerden vazgeçtiği nokta da Christine’den gördüğü samimi bir merhamet göstergesidir. Christine’in ondan kaçmaması, onun kendisini öpmesine izin vermesi ve neden böyle olduğunu anladığını göstererek onu öpmesi Erik’in şeytani tanrısallığına noktayı koyan ve onu savunmasız bir insana dönüştüren davranışlardır.

Operadaki Hayalet

Yeniden Doğuş

Christine’in ayaklarına kapanmış olan Erik’in bütün savunma duvarları yıkılmış arkasında saklanan sevgisiz çocuğu dımdızlak ortada bırakmıştır. Romanın başından sonuna kadar ne kadar lekesiz, masum ve saf olduğunun altı çizilen Christine’in Erik için akıttığı gözyaşları onun sevgiye olan açlığını anladığının ve kabullendiğinin göstergesidir. Annesinin aksine Christine’in ona merhamet etmesi ve anlaması Erik için bir kurtuluştur. Artık kötü olmak zorunda değildir. Zaten bunu da istememektedir. O da normal insanlar gibi yaşamak ister sevgisini göstermek, sevilmek ister ve bir anlığına da olsa o sevgiyi tattığında savunma mekanizması olarak kullandığı acımasızlığını bir kenara bırakarak özgürlüğüne kavuşur. Seneler boyunca ne canlı ne de ölü diyebileceğimiz bir bedene hapsolmuş olan Erik’in kafatasına damlayan o lekesiz gözyaşları adeta onu tüm çektiklerinden ve günahlarından arındıran bir vaftiz suyudur. Christine’in gözyaşları aracılığıyla temizlenir ve yeniden doğar. Christine’in gözyaşlarıyla Erik’i günahlarından arındırdığı bu sahnenin hatırlattığı bir efsaneyi de belirtmeden geçmek istemeyiz.

Salamisli Epifanios’un aktardığı efsaneye göre İsa’nın asıldığı haç tam olarak Golgotha tepesinde Adem’in mezarının üzerindedir. İsa’nın haçtan Adem’in kalıntılarının üzerine damlayan teri ve kanı Adem’i ve onun soyunu günahlarından arındırır ve kurtuluşa erdirir (Bkz. Rice, 2023). Roman boyunca yapılan açık ve bilinçli göndermelerden farklı olarak söz konusu sahneyi kurgularken yazarın aklında bu efsane var mıydı yoksa sadece bilinçdışının su yüzüne çıkması mıdır bilinmez. Ancak adıyla müsemma Christine’in kendini diğer insanlara zarar gelmemesi için feda etmeye karar vermesi, en sonunda da insan soyunun en lanetlisinin üzerine akıttığı lekesiz gözyaşları onu da bir kurtarıcı mevkiine yükseltmiştir. Defalarca iskelet şeklindeki görünümüyle ve insanların içine karışmadan adeta bir hayalet gibi yerin altında yaşamasıyla ölünün ve ölümün bir sembolü olan Erik, Christine’in gözyaşlarıyla yeniden doğar.

The Phantom of the Opera - İnceleme

Melek mi? Yoksa Şeytan mı?

Peki, günün sonunda Erik’in gerçekten bir şeytan olduğunu söyleyebilir miyiz? Bize kalırsa o aslında doğumundan itibaren görüntüsünün sebep olduğu sevgisizlikle lanetlenmiş bir insandır. Bu yüzden de Operadaki Hayalet bir hayalet hikâyesi değil dış görünüşü yüzünden yaşayanların arasında hayalet gibi yaşamaya mahkûm olmuş bir insanın hikâyesidir. Dilerseniz bu soruyu bir de kitabın yazarından yapacağımız bir alıntıyla cevaplayıp yazıya noktayı koyalım:

“Zavallı mutsuz Erik! Ona acımak mı yoksa onu lanetlemek mi lazım? O sadece herkes gibi olmayı istiyordu. Fakat çok çirkindi! Normal görünen bir yüze sahip olsa, insanların en asillerinden biri olabilecekken, dehasını gizlemek ya da o dehayı, insanları oyuna düşürmek için kullanmak zorunda kaldı. Dünyayı içine alabilecek büyüklükte bir yüreğe sahipken, sonunda bir mahzenle yetinmek zorunda kaldı. Hiç kuşku yok ki Operanın Hayaleti’ne acımak lazım!” (Leroux, 2021: 359).

Le Fantôme de l’Opéra Kitap

İlginizi çekebilir: Gotik Edebiyatın Egzotik “Öteki”si İtalya

Kaynakça

Bayat, F. (2018). Türk Mitolojik Sistemi-2. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Berger, R.W (2012). The Devil, the Violin, and Paganini: The Myth of the Violin as Satan’s Instrument. Religion and the Arts. 16, 305-327.
Guillaume, O. (19.09.2022). Y a-t-il vraiment un fantôme à l’Opéra? https://www.radiofrance.fr/franceculture/y-a-t-il-vraiment-un-fantome-a-l-opera-1105172 (Erişim tarihi: 08.03.2024).
Hogle, J.E (2002). The Undergrounds of the Phantom of the Opera Sublimation and the Gothic in Leroux’s Novel and its Progeny. New York: Palgrave.ı
Leroux, G. (2021). Operadaki Hayalet. Çev.: Can Erhan Kızmaz. İstanbul: İthaki Yayınları.
Rice, T. (03.11.2023). The Place of the Skull: Memory and Myth in the Chapel of Adam. https://churchlifejournal.nd.edu/articles/the-place-of-the-skull-memory-and-myth-in-the-chapel-of-adam/ (Erişim tarihi: 16.04.2024).
Tekelioğlu, T. (04.10. 2021). Robert Johnson ve Efsaneleri. https://cazkolik.com/icerik/robert-johnson-ve-efsaneleri (Erişim tarihi: 20.03.2024).
https://theguideliverpool.com/5-ghost-stories-in-liverpool-to-send-shivers-down-your-spine-this-halloween/ (01.04.2024).
https://www.preces-latinae.org/thesaurus/Hymni/DiesIrae.html (Erişim tarihi: 20.03.2024).

Damla Ötenkuş

1994 İstanbul doğumluyum. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat dalında lisans ve yüksek lisans yaptım. Kendimi bildim bileli bir şeyler yazıyorum. Hakkında yazmayı en çok sevdiğim konular ise gotik edebiyat, mitoloji ve folklor. Çevremdekilerin başını şişirmekten vazgeçtiğim için yazdıklarımı ilgi alanlarıma sahip olanlarla paylaşmaya karar verdim. Bunlardan bazıları Fantasantik dergisinde yayımlandı. Hâlâ düzenli bir şekilde yazıyorum.

  1. Operadaki hayaleti hep çok sevmişimdir fakat hiç bu kadar etkileyici bir anlatimla karşilaşmamıştim,Çok teşekkür ederim harikasınız !

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Stephen King 21. Yüzyıl En İyi 10 Kitap

Stephen King’e Göre 21. Yüzyılda Şimdiye Dek Yayımlanmış En İyi 10 Kitap (Listede King’in de Bir Kitabı Var)

Deadpool Wolverine Film Vizyon

Marvel’ın Yeni Filmi “Deadpool & Wolverine” Vizyona Girdi