Süper kahraman dediğimiz zaman hem Marvel hem de DC’de yüzlerce karakter var. Bunlardan bazıları daha kenarda kalıyorken, bazılarıysa hikâyelerde çoğunlukla odak noktası oluyorlar. Birçoğu dönem dönem öne çıkarak adından söz ettiriyor. Hayranları kendilerine bağlıyorlar. Ancak bazıları var ki dönemlerin ötesine geçmiş durumda. Artık birçoğumuz için hakiki olandan daha gerçekler.
Peki bunlar kimler mi? Süper kahraman dendiğinde konuya en uzak olanların bile ilk aklına gelen isimler; Batman, Superman, Spider-Man… Kült olmuş bu karakterlerin arasında bilhassa Örümcek Adam, hepimize çocukluğumuzdan itibaren sirayet etmeye başlıyor. Ancak damarlarımıza bulaşan bu zehir, güzel bir hastalığa (!) sebebiyet veriyor. Başkasını ve kendini anlama, sorgulama, sorumluluk ve daha nice harika beceriyle bizim yaşam yolcuğumuzda âdeta öğretmen oluyor Örümcek.
Doğal olarak çocukluğumuzdan itibaren bize dokunan bu kahramanın hikâyesini beyaz perdede görmek için hep heyecanlandık. Karakter iyi yansıtılmış mıydı, film nasıl olacaktı? Sadece aksiyon mu görecektik; yoksa arkadaş ilişkileri, çatışmalar, dönem gelgitleriyle arka plan iyi bir şekilde sunulabilecek miydi?
Spider-Man söz konusu olunca şu ahlaki söz unutulmaz, “Büyük güç büyük sorumluluk getirir.” Tabii ki fiziksel değil; değiştirme, adalet, üretme gücü… Ancak ne yazık ki beyaz perdeye yansıyan çoğu uyarlamada firmaların büyük gücü, büyük sorumluluk getirmedi. Çoğu kez hüsranla ayrıldık salonlardan.
Peki bu animasyon filmi “Spider-Man: Into the Spider-Verse” için de geçerli mi? Yoksa “İşte bu!” diyeceğimiz bir yapımla mı karşı karşıyayız? Spoiler’sız olarak bakalım.
Örümcek Ağıyla Örülmüş Çokluevren Spider-Verse
Hikâyenin baş karakteri, yani maskenin arkasındaki kişi bu sefer Peter Parker değil, Brooklynli Miles Morales. Onun orijin anlatısıyla başlıyoruz. Kısaca ailesini ve yaşamını tanıyoruz. Polis babasıyla problemleri, “serseri” amcasıyla takılmaları, diğer yandan ergenlik ve okul dertleri…
Her şey çok klasik başlıyor, ama farklı boyutlardan karakterler gelmesiyle bambaşka bir hâl alıyor. Hikâye farklı alternatif evrenleri barındıran ‘Spider-Verse’ adlı çokluevrende (multiverse) geçiyor. Miles Morales’in boyutuna, diğer boyutlardan gelen depresyonda Peter B. Parker, güçlü ve farklı tarzıyla ihtişamlı Spider-Gwen (Gwen Stacy), domuz örümceğimiz Peter Porker, 1930’lardan Spider-Noir ve gelecekten gelen Japon karakter Peni Parker dahil oluyor. Tüm bunlara karşıysa tüm korkutuculuğuyla devasa Kingpin, nam-ı diğer Wilson Fisk.
Küçük Eksiklikler, Büyük Güzellikler
İlk başta filmin nasıl olduğunu doğrudan söylemek istiyorum. Tek kelimeyle harikulade. Büyük bir övgü, lakin bunu sırtlayabilecek bir kapasiteye sahip. Süper kahraman filmlerinin tekdüze bir hâle geldiği bu zamanlarda bir ilaç görevi görüyor. Tekrar âşık olmanızı sağlıyor.
Süper kahramanların sinema dünyasını bu denli sardığı bir devirde, ne yazık ki bunların büyük bölümü zayıf işlerden oluşuyor. Örümcek Adam ile ilgili yapılan önceki yapımlardan elimizin yanması hasebiyle, kahramanımızın yeni dönem filmlerini hep korkuyla bekledik, inancımız düşüktü.
Son dönemdeyse örümcek kanadında yüzümüz neyse ki güldü. 2017 tarihli Spider-Man: Homecoming fena bir iş değildi, üstüne onu da aşan Spider-Man: Into the Spider-Verse gelmesi beni hem şaşırttı hem de sevindirdi.
Spider-Man’le ilgili bir çalışmada mizahın önemli bir yeri vardır. Sizi vezir de edebilir rezil de. Dozu, kullanılacağı yer ve içeriğinin nasıl belirleneceği çok mühim. İnce ince işlenmeli. Hem hikâyeye hem de karakterizasyona uyumlu olmalı. Güzel haber şu ki: Olmuş. Mizah konusunda yüzünüzü ekşittiğiniz çok az yer var diyebilirim. Mizahla sarmalanan böyle bir yapımda bu iyi bir haber.
Önemli bir olumlu noktaysa çizgi romanın ruhunu beyazperdede net bir şekilde görüyor ve hissediyorsunuz. Bunu gerçek oyuncularla bu şekilde vermek pek mümkün değil. Animasyonun kendine özgü ayrıcalıklarını iyi kullanmışlar. Yapımın arkasındakilerin de söyledikleri gibi âdeta “yaşayan resim” yaratmışlar.
Sanki çizgi romanın panellerinde geziyor ve yaşıyoruz. Örneğin aynı çizgi romanlarındaki renklendirmede olduğu gibi Spider-Gwen’le ilgili bir sahnede cırtlak pembe hâkim oluyor atmosfere, Spider-Noir’de siyah-beyaz oluyor sahne. Her karakterin kendine özgü anlatımı renklendirmesine kadar düşünülmüş.
Olumsuz yönlerine gelirsek. En büyük dikkat çeken noktası motivasyon konusu. Miles Morales’e “Hadi koçum yaparsın!” minvalinde söylemler gereğinden fazla tekrarlanıyor ve bu yaşanan duygunun etkisini azaltıyor. Aynı zamanda gereksiz doluluğa neden olmasıyla akışkanlığa zarar veriyor. Diğer yandan çizilen karaktere dolayısıyla genel olarak hikâyeye zarar veren temelsiz anlık değişim de olumsuz yönlerden birisi. Miles Morales’in değişimi daha kademeli yapılabilirdi.
Yaratıcı Kadro ve Animasyonun Arka Planı
Film yapımcısı ikili Phil Lord ve Christopher Miller, animasyonun başından beri kendi orijinal tarzına sahip olmasını istiyor ve bunun için uğraşıyorlar. Bilgisayar bazlı animasyonu, geleneksel elle çizilmiş çizgi roman teknikleriyle harmanlayarak, üzerine özgünlüklerini de katarak ortaya gerçekten farklı bir iş çıkarmışlar. Zira izlemeye başladığınızda bu hemen dikkatinizi çekecek. Ortaya çıkan eser tatmin edici bir yaratıcılığa sahip.
Bununla birlikte eserin arkasındaki özeni şu sözlerle anlatsam yeter; bu filmi yapmak için 140 animatör gerekmiş… Bu şimdiye kadar bir film için Sony Pictures Animation’da kullanılan en büyük ekip.
Hem büyük bir ekip topluyorlar hem de çok farklı bir işe imza atıyorlar. Patlayabilirdi. Bu riski aldıkları için teşekkür etmek gerekli.
Spider-Man: Into the Spider-Verse; Çizmeli Kedi (Puss in Boots), Wallace ve Gromit Yaramaz Tavşana Karşı (Wallace & Gromit: The Curse of the Were-Rabbit) gibi yapımlarda animasyon departmanında görev yapmış Bob Persichetti, Peter Ramsey (Rise of the Guardians) ile beraber aynı zamanda filmin yazarlığını da yapan Rodney Rothman (22 Jump Street) tarafından yönetilmiş. Rothman yazarlığı Phil Lord (The Lego Movie) ile paylaşıyor. Anlayacağınız hayatı animasyonlarla geçmiş isimler var arkasında. Artık pişmiş ve yeniliklere yol alabilecek bir ekip.
Animasyonlarda seslendirme de bir diğer önemli unsur ve burada da fena iş çıkarmamışlar. Kadrosunda Mahershala Ali, Zoë Kravitz, Nicolas Cage, Liev Schreiber gibi bilindik oyuncuların yanı sıra iyi iş çıkarmış sanatçılar da var: Shameik Moore, Jake Johnson, Hailee Steinfeld, M, Brian Tyree Henry, Lily Tomlin, Luna Lauren Velez ve John Mulaney.
Son Olarak
İyi süper kahraman filmi her zaman gelmiyor, hele ki böyle farklı denemelere şahit olduğumuz bir tanesi daha az. Yapımın arkasındakiler risk almış ve bunun üstesinden başarıyla gelmişler. Estetik açıdan, animasyonun sağladığı ayrıcalıkların doğru bir şekilde kullanıldığı özgün bir çalışma çıkmış ortaya.
Kaçırmayın derim.
Unutmadan, Spider-Man’in yaratıcılarından Stan Lee ile ilgili duygu dolu bir sahne de bekliyor. Güzel bir veda.
Ayrıca dün yaptığımız ön bakış videosunu da izlemek isterseniz hemen aşağıdan ulaşabilirsiniz.
Spider-Man: Into the Spider-Verse 14 Kasım’da vizyona girecek. Salonların dolması umuduyla şimdiden hepinize iyi seyirler.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!