Başlarken şunu söyleyeyim, zombi temasını pek sevmiyor olsam da The Walking Dead, özellikle çizgi romanıyla beni epey etkilemeyi başarmıştı. Yıllar önce kazıdayken, işlerimi erkenden halledip, telefonumdan gizli gizli The Walking Dead çizgi romanları okurdum. O zamanlar 100. sayı yeni çıkmıştı ve ben oraya kadar çok kısa bir sürede geldikten sonra okumayı bıraktım, hala da devamıyla ilgili bir fikrim yok. The Walking Dead’i sevme sebebim, saf zombi kurgusu olmamasıydı. Zombilerle dolu bir dünyada, aslında insanların birbiri için daha büyük bir tehdit olduğunu gösteriyor olması ve bundaki başarısı beni kendine epeyce çekmişti, ancak özellikle bu seriyle iyice yükselen zombi furyası beni kusma noktasına getirince daha fazla devam edemedim.
Outcast’ten ilk haberdar olduğumda, arkasında The Walking Dead’in yaratıcısı Robert Kirkman‘ın olduğunu duyunca epey merak ettim. Sonuçta kendisi bilinen ve çok tüketilen bir temaya bile farklı şeyler katıp bunu uzun süre okunacak bir çizgi romana ve yıllarca sürecek bir televizyon dizisine (ki onu da yarıda bıraktım) çevirmeyi başarabilen birisi. Yakın zamanlarda ikinci cildi de dilimize kazandırılan Outcast (Sürgün) de, yıllardır kullanılan bir temayı içeriyor, ama Kirkman yine bir şekilde farkını ortaya koyuyor.
İçine Şeytan Girmiş
Kirkman’ın bu sefer tercih ettiği konu, Anadolu’nun çeşitli yörelerinde “üç harfliler musallat olmuş” ya da “içine cin kaçmış” olarak anılan, Hristiyan inancına göre “şeytan tarafından ele geçirilmek” olarak karşılık gören ve “exorcism” olarak adlandırılan durum. Sinemada sıklıkla işlendiği için konu klişe gibi duruyor olsa da, Kirkman buna da farklılıklar getirmeyi başarmış. Tıpkı elinizi sallasanız zombiye çarpan bir ortamda ortaya çıkarttığı The Walking Dead gibi, Outcast de konuya farklı bir pencereden bakıp, konuya eklediği detaylarla durumu farklılaştırmayı başarıyor.
Outcast dilimize “Sürgün” olarak çevrilmiş olsa da, aslında kavramın birebir karşılığı biraz daha detaylı. Bu sözcük aslında toplumdan dışlanmış, yalnız bırakılmış, kabul edilmeyen anlamına geliyor. Bu tanımsa karakterimiz Kyle Barnes‘ı tanımlamak için biçilmiş kaftan.
Zor bir çocukluk geçiren Kyle, aile içi şiddetle büyümek zorunda kalmış genç bir adam. Ancak bu tarz geçmiş kurgularında alışılmışın aksine Kyle’ın şiddet gördüğü kişi babası değil annesi ve bu şiddetin kaynağı bambaşka. Kyle bu durumdan kurtulup büyüdükçe anlıyor ki aslında işin içinde “doğadışı” güçler var.
Ne yazık ki bu karanlık güçler Kyle’ı yetişkinliğinde de bırakmıyor ve kahramanımız kendini şeytan çıkartma ayinlerinin bir parçası olarak buluyor. Ancak ne kendisi ne de bu ayinler konusunda tecrübeli olduğunu düşünen Rahip Anderson olayın ne kadar derin ve büyük olduğunu biliyor, ki bunu biz de bilmiyoruz.
Çizgi romanı kısaca bir yandan geçmişinde yaşadıklarına anlam vermeye çalışan, diğer yandan da benzer sorunlarla uğraşan Kyle’ın maceraları olarak özetleyebiliriz. Bunu yaparken de “iblis” gibi öğelerle birlikte insan ilişkilerini de kullanıyor.
“Outcast” lakabını tamamiyle hak eden Kyle Barnes, son derece içine kapanık olmasına rağmen özünde iyi bir insan olarak karşımıza çıkıyor. Konu ilerledikçe, içindeki iyi insanın verdiği kararla hayatını nasıl mahvettiğini görerek üzülmemek elde değil. Onun hayatını toparlamaya, daha doğrusu en azından ayakta kalmasına yardımcı olaya çalışan üvey kardeşi Megan‘ın ise “kendi şeytanları” var, yani o da Kyle’a destek olmaya çalışırken kendi geçmişiyle yüzleşiyor. Kyle’ın “Outcast” olması ise sadece geçmişinde yaşadıklarından kaynaklanmıyor, kendisi bir şekilde “birden fazla” toplum tarafından dışlanmış durumda. Çünkü sürgün kelimesini ilk kez bir iblisin ağzından duyuyor ve buna bizim kadar o da anlam veremiyor.
Seride önemli bir yer tutacağı belli olan Rahip Anderson ise benim çok sevdiğim bir karakter oldu. Kendisi bana kısmen Stephen King’in “Korku Ağı” romanında kısacık gördüğümüz, daha sonra Kara Kule’de önemli bir rol oynayan Rahip Callahan’ı andırdı. Anderson, kilisenin arkasındaki odasında polis şefi ile kumar oynayıp içki içen, biraz da ağzı bozuk ve sert bir karakter. Bu karakterin rahip olmasına rağmen bangır bangır Hristiyanlık propagandası yapmıyor olması, hatta yaşadığı şeylerden ötürü sorgulayıcı bir yapıya sahip olmasıysa bence ayrı bir güzelliği. Tahmin edeceğiniz gibi, Kyle’a en çok yardımı dokunan ya da bir şekilde ona en çok muhtaç olan kişi de kendisi. Çünkü bir şekilde Kyle “şeytan çıkartmak” konusunda tecrübeli bir rahipten daha başarılı ve kendisi de o şeytanların ağzından laf alabilmek için bu işlere ihtiyaç duyuyor. Laf almak istiyor, çünkü bir şekilde bütün bu “şeytan tarafından ele geçirilme” durumunun kendisiyle ilgili olduğunu düşünüyor.
Kirkman’ın bu soğuk ve karanlık kurgusu, Paul Azaceta‘nın harika çizgileriyle karşımıza çıkıyor. Azaceta’nın keskin ve detaylı çizimleri Elizabeth Breitweiser tarafından renklendirilmiş. Açıkçası ben renklendirmeye bayıldım, seçilen renk paleti hikayenin karanlık gidişatını ve karakterlerin depresif ruh hallerini birebir yansıtıyor. Yer yer şiddetli ve kanlı durumlar olsa da, bunların rahatsız ediciliği gösterilen kandan ya da iğrençlikten dolayı değil, durumun rahatsız ediciliğinden kaynaklanıyor.
Çeviri, Editörlük ve Baskı
Arkabahçe etiketiyle raflara gelen Outcast’in çevirisi Cem Demirkıran‘a, editörlüğü ise Kayra Keri Küpçü‘ye ait. İkisinin de güzel ve temiz bir iş çıkardığını söylemek yerinde olur. Ayrıca çizgi roman için çok çok önemli olduğunu düşündüğüm grafik uygulama işini üstlenen Cem M. Yılmaz da gayet başarılı bir iş çıkartmış.
Geçtiğimiz günlerde ikinci cildi de yayımlanan Outcast’in bir de televizyon dizisi var. Dizi, gördüğüm kadarıyla seriyle büyük oranda birebir gidiyor, ancak her uyarlamada olduğu gibi eklenen veya çıkartılan ufak tefek şeyler de var. Yapımcılığı bizzat Kirkman tarafından üstlenilen dizinin karakter seçimleri ve çekimleri çok hoşuma gitmiş olsa da, Outcast’in çizgi romanının da, tıpkı The Walking Dead gibi, dizisinden daha başarılı olduğunu düşünüyorum.
Eğer karanlık öyküleri, iblisli şeytanlı kurguları ve uzun soluklu çizgi romanları seviyorsanız Outcast kesinlikle kaçırmamanız gereken bir seri. İlk cilt giriş niteliği taşıdığı için olaylar biraz ağır geçiyor olsa da, işlerin sarpa sarıp heyecan dozajının artacağının işaretini net bir şekilde veriyor. Hazır ikinci cildi de yakın zamanda çıkmışken, eğer daha önce okumadıysanız, göz atmakta fayda var.