in ,

Pastoral: To Die in the Country (Den-en ni shisu) İncelemesi – Karnavalesk ve Psikedelik Bir Zaman Yolculuğu

Japon yönetmen, şair, yazar ve fotoğrafçı Shūji Terayama’nın 1974 yapımı “Pastoral: To Die in the Country” (Den-en ni shisu) filmini inceliyoruz.

Pastoral: To Die in the Country İncelemesi - Den-en ni shisu
- Reklam -
- Reklam -

Pastoral: To Die in the Country filmi için hazırladığımız inceleme sizlerle. Shūji Terayama‘nın eseri olan ve orijinal adı Den-en ni shisu olan yapıt, Cannes Film Festivali’nde de gösterilmiştir.

Shūji Terayama’nın “Taşrada Ölüm” adlı şiirinden sürreal görüntülerle bizi düşsel bir yolculuğa çıkaran ve Türkçeye Kırda Saklambaç olarak çevrilen Pastoral: To Die in the Country, âdeta kişisel bir sanat eseridir. Her an olasılıklarla dolu olan dünyamızda geçmişimizi değiştirebilme arzusuna sahipken, filmi her izlediğimizde yepyeni anlayışlar kazanıyoruz.

İzleyenler için farklı kapılar açan Pastoral: To Die in the Country’nin konusunu bireysel olarak çeşitlendirebileceğimiz gibi genel olarak yarı otobiyografik unsurlar taşıyan bir yapıt olmakla birlikte “geçmiş benliğe yapılan zaman yolculuğu” da diyebiliriz. Aynı zamanda bir çocuğun büyüme masalıdır.

- Reklam -

Salvador Dali ve Luis Bunuel’in Bir Endülüs Köpeği filmi gibi eksiksiz bir sürreal başyapıttır. Birçok yönetmen sürrealizmi farklı kavramları ifade edebilmek adına sanatsal filmlerinde kullanmaktadır. Bu gerçeküstü aktarımdan dolayı her izleyen için değişik bakış açılarıyla anlamlar çıkarmak mümkün. Terayama, ruhundaki kıvılcımları sanatsal aktarımlarıyla alevlendirip sinemada güçlü bir yangın çıkarmıştır. Bize düşen de sıcağından faydalanmak olsa gerek. Çünkü böylesine tutkulu bir ruhu ve başarılı bir sanatçıyı küle çevirmek sanatın acı kaybı olurdu.

Pastoral: To Die in the Country Yorum Den-en ni shisu

Başrollerinde yer alan Kantaro Suga, Keiko Niitaka ve Kaoru Yachigusa Japon sinemasının karakteristik yüzlerine sahip kıymetli oyunculardan. Pastoral: To Die in the Country boyunca şiirlere eşlik eden yarı geleneksel yarı deneysel müzikler ise J. A. Seazer’a ait.

“Hey kırlangıç kuşu, yaşlı annelerin ahzedildiği bir sokak yok mu?”

Pastoral: To Die in the Country – Ölümle Saklambaç mı Oynuyoruz?

Filmimiz kırlangıcın da temsil ettiği gibi “umut” dolu bir giriş yaparken saklambaç oynayan çocukları görüyoruz. Saklananlar büyümüş halde ortaya çıkarken gözlerini kapatan çocuk büyümüyor. Burada yönetmenin ilk mesajını alıyoruz. Büyüyememiş veya büyüme arzusuyla dolan bir çocukluk.

Bu sahneden itibaren Terayama, mavinin soğuk ve sert tonuyla bıçak gibi kesiyor. Film boyunca ölümü sembolize eden kırmızı tarak, Korkunç Dağ’dan esen rüzgârla gömülmeye gidiyor. Siyah giyimli bir gözü kapalı kadınlar ise toplumun “ahçılar ve vahçılar ordusu” gibi. Tepedeki Kanlı Ay karmaşanın ve içe çöküşün sinyalini verirken hiçliğin ortasındaki köyünde, büyüme isteğiyle aşırı sahiplenici annesinden uzaklaşmaya çalışan baş karakterimizle tanışıyoruz. Evlerindeki saatler bozuluyor fakat annesi tamir için bile yerinden oynatmak istemiyor.

“Eğer duvardan saati sökersek bize kötü şans getirir.”

Pastoral: To Die in the Country’de sık sık saat objesiyle ilgili diyalogların yaşanması birer zaman metaforudur. Hayatımız ilerlerken işler yolunda gitmediğinde zamana müdahale edip geri alamıyoruz. Anın içinde sıkışıp kalırken de aslında her ne olursa olsun zamanın tüm haliyle bize ait olduğunun ve ona sahip çıkmamız gerektiğinin farkına varamıyoruz. Annenin saatleri ipe bağladığı gibi zamanı durdurmaya çalıştığınız oldu mu? Ne yazık ki akıp gidiyor ve Terayama’nın 20 yıl öncesine dönüp çocukluğuyla konuşması gibi bir olanağımız yok.

Pastoral: To Die in the Country Yorum Den-en ni shisu

Çocuk, Korkunç Dağ’a kâhin aracılığı ile ölmüş babasıyla konuşmaya gittiğinde köyünden kaçıp uzaklaşma isteğini anlıyoruz.

“Çöken alacakaranlıkta bir çan sesi nağmelenir. Ölmüş babamın flütünü nereye gömdünüz?”

Toplumda Kadının Yeri

Köye gelen sirk ekibiyle birlikte çocuğun hayatı keşfetme arzusu artıyor. Bu sırada komşusunun annesinin satın aldığı karısına âşık oluyor. Bu aşk ikisi için de birer kaçış yolu.

Çocuk annesinden uzaklaşırken kadın ise yıllardır kavuşmayı beklediği kaçak sevgilisine ulaşıyor. Kadının yaşadığı eve baktığımızda kocasının onu nasıl maddeleştirdiğini romantik bir yanılsamayla izliyoruz. Odasını çiçeklerle çevrelemiş koca, karısına benzeyen oyuncağa şehvetle bakarken, Terayama burada cinsel dürtüleri sanatsal bir dille savunuyor. Film bir açıdan da kadınların toplumdaki yerine dair sarsıcı göndermeler yapıyor.

Bahsettiğimiz kocanın sahnesinde, oyuncakla kadın bedeninin objeleştirilmesi, kadının gelin olarak satılmasıyla mal gibi kullanılışı, bir kadının pompayla şişirildiği sirk sahnesinde ise kadınların ilgiye aç bırakıldığında nasıl zayıf göründüklerini düşünmeleri ve şiştikçe orgazma ulaşma haliyle toplumun onları nasıl da yalnızlaştırdığına göndermeler yapıyor. Ayrıca tecavüze uğrayan kadının bebeği doğduğunda, doğum lekesi yüzünden onu öldürmesi yönündeki baskıların sonucunda annenin katil oluşunu ve bu süreçten sonra ahlak yönünden çöküşünü acı bir şekilde izliyoruz. Bir anneyi evlat katili yapabilme potansiyeline sahip olan toplumun inanç kirliliği ile gelinen noktadır bu.

Pastoral: To Die in the Country İncelemesi - Den-en ni shisu

Anne, bebeğini nehre bıraktıktan sonra (Hz. Musa çağrışımı) suda akmakta olan dini, siyasi, tanrısal heykellerle Terayama, sembolik olarak sert ve keskin aktarımlar yapıyor.

“Nergis zambağının alevi, devinimli sulara çarparken, al çiçeğin nedir feda ettiği?”

Terayama’nın bu cümlede bahsettiği al çiçek birçok sahnede karşımıza çıkarken bize masumiyetini kaybetmiş ruhların çağrışımını yapıyor. Dağdaki yarı çıplak aklı başında görünmeyen kadının elinde de al çiçek var ve hatta onu ısırıp parçalıyor. Al çiçeğin feda ettiği masumiyettir ve zambağınki çalıntıdır. Masumiyet elde edilemez o bizimle doğar ve ölür. Bu yüzden ölümü hissettiren her sahnede vardır al çiçek.

- Reklam -

“Göz kapaklarımı keseceğim en saf düş için, usturam ufka doğru yansıyacak.”

Terayama Kırmızısı

Den-en ni shisu film

Pastoral: To Die in the Country’de ölümü simgeleyen kırmızı tarak köydeki her kayıpla birlikte gömülüyor. Kırmızı sinema dilinde çoğu zaman travmatik olaylar, gerilim, kızgınlık sahnelerinde ağır basar. Pastoral: To Die in the Country filminde en baskın renktir. Taraktan akan kanın kırmızısıyla ölümün zamanımızı taradığını hissediyoruz. Eski inançlardan bu yana (özellikle Şamanizm) saçlar her zaman kutsal kabul edilirken, atalarımız ile bağlarımız olduğu düşünülmüştür. Yaşamla aramızdaki bağı temsil eden saçların her bir teline değerken kırmızı tarak, ölüm yanı başımızdadır.

Bir diğer kırmızı ise kaçak aşıkların birlikte intihar ettiği sahnede karşımıza çıkıyor. Buradaki kırmızı kaderi temsil eder. Aşıklar ellerini, ayaklarını ve boyunlarını kırmızı eşarpla bağlayıp can veriyor. Uzak doğu kültüründeki inanışlardan biri olan “Kaderin Kırmızı İpi” ‘ni Terayama bizlere bu şekilde aktarıyor. Bu yoğun kırmızı dolu sahnelerden sonra bir müzisyenin performansı eşliğinde Korkunç Dağ yeniden gösteriliyor. Terayama, taşranın tüm zalimliğini dağ üzerinden ifade ediyor.

“Ağla minik kuş, dağlara atılmadan evvel annemin uykuda kalmasını sağla. Saklambaç oynayan küçük şeytan artık büyüdü.”

Deneysel Zaman Yolculuğu

Pastoral: To Die in the Country İncelemesi - Den-en ni shisu

Pastoral: To Die in the Country içindeki filme ara veren yönetmen artık devam edemeyeceğini düşünüyor. “Çocukluğum yalanlarımdan oluşan bohçam.”

Geçmişe dönüp bir şeyler değiştirip değiştiremeyeceğini merak ediyor ve bunun üzerine arkadaşı ona soruyor:

“Eğer zaman makinen olsaydı eskiye gidip büyük büyük anneni öldürsen bu şimdiki senin hatası olur mu?”

Burada yönetmen dede paradoksu ve ata-aile karmasına değiniyor. Eğer öldürmüş olsaydı büyük ihtimal kendisi olmayacaktı. Ayrıca atalarımızın yaptığı hataların karmasıyla bedel ödeyebiliyoruz. Yani bu bizim hatamız haline de geliyor. Terayama’nın da dediği gibi esasında tüm geçmiş sadece bir kurgu. Değiştirmek şöyle dursun bazen anlayamıyoruz da fakat bazı anılar bizim tasarımlarımızdan, düşlerimizden ibaret olabiliyor.

“Rüyalarım, düşe kapılan ben olduğum sürece benim için realitedir.”

Yönetmen çocukluğuyla beraber satranç oynarken zaman yolculuğu tartışmasına giriyor. Bu sahne Pastoral: To Die in the Country filminin en dikkat çekici sahnelerinden biri. Çocukluğuna annesini öldürmesini söylüyor ama gerçekleşemiyor. “Çocukluğum tarafından ihanete uğradım.”

Bu arada kostüm tasarımcısı Ken Hoshina harika bir iş çıkarmıştır. Erkek oyuncu filmde en az gerçek görünendir. Her sahnesinde beyaz yüz makyajı vardır. Bu sayede özellikleri gizemlidir.

Pastoral: To Die in the Country Yorum Den-en ni shisu

Sirk sahneleri ise Federico Fellini’nin sirklerini, tuhaf tiplerini anımsatıyor. (Fellini de Terayama gibi sürreal bir yönetmendir)

“İğneler iğne kutusunda pas tutuyor, annemle aramızdaki sürtüşmeler yamalanamaz kaldığında.”

Pastoral: To Die in the Country; karnavalesk, psikedelik enerjisiyle çocukluğun düşlerini sorgulayan gerçeküstü muazzam bir sinema filmidir. Kan Gölü ile bize ana fikrini veren ve düşünmeye yönlendiren yönetmen Shūji Terayama’nın da dediği gibi “bu sadece bir film!” ve perde iner ama bizim hayatımıza yepyeni bir olasılık doğurur.

Sizler de Pastoral: To Die in the Country filmiyle ilgili yorumlarınızı Yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum üzerinden bizlerle paylaşabilir, ayrıca tüm içeriklerimizden anında haberdar olmak adına bizi Google Haberler üzerinden takip edebilirsiniz.

Yeşim Teke

“Gerçeklik hayal kurmakla başlar.” Mitoloji, sinema, okültizm, sanat tarihi ile ilgileniyor ve yazıyorum. Roman yazarıyım, çiziyorum ve tasarımlar yapıyorum.

1 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for yesimmtekee yesimmtekee dedi ki:

    Soundtrack albümünü de dinleyin bence yazıyı okurken :revolving_hearts: özellikle ilk şarkıdaki duygu yoğunluğunu hissedin…

    J.A. Seazer keşke daha fazla filmin müziğini yapsaydı. :upside_down_face:

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Terry Pratchett Öyküleri

Okurlar Tarafından Gün Yüzüne Çıkartılan Terry Pratchett’ın ‘Kayıp’ Öyküleri Yeniden Yayımlanıyor

Jack Sparks’ın Son Günleri - Jason Arnopp

Jason Arnopp’ın Korku ve Gizem Romanı “Jack Sparks’ın Son Günleri” Raflardaki Yerini Aldı