Rüyet, ışık almayan kutu kutu apartmanlarla, şehrin siluetine zarar veren gökdelenlerle kaplı yaşam alanında, Sine’nin anlam arayışını anlatıyor. Sine içimizde yaşayan, bizden biri olan, etraftaki milyonlarca uyaranın arasında sıkışıp kalmış olan bir karakter.
Nasıl daha özgür olunabileceği sorusu romanın temelini oluşturuyor. Kimi insanlar özgür iken kimileri tamamen köledir. Özgür olmayan bu kitle, çoğu zaman köle olduğunun farkında dahi değildir. Aslında bu bireyler arasında gizli kalmış birtakım farklılıklar olsa da bunları ortaya çıkartmak kolay olmayabilir. Sine bu farklılıkları, rüya yoluyla keşfetme uğraşı vermeyi planlar. Rüyalar üzerine kurulu bir çağdaş sanat performansı hazırlayıp insanların rüyalarını toplayacaktır. Ancak asıl amaç, kendisinin kim olduğunu bulmak. Kim olduğunu bularak özgürleşeceğine inanır.
Bu süreçte karşısına çıkan bir hatırat, Sine’nin anlam arayışının farklı bir boyut kazanmasına yol açar. Kendi yaşam yolculuğu ile bu hatıratta anlatılanlar arasında fark ettiği benzerliklerin ardından kendine çıkış yolu bulabilme umuduna sahip olur.
Hatıratını okuduğumuz Muhip, yaşamımızdaki işaretlerin önemini görmemizi sağlar. Etrafa tutarsız, ilgisiz, bölünmüş işaretler dağıttığımızı görürüz. Bu da, hayatın anlamının uçup gitmesinin nedenlerinden birini oluşturur.
Muhip’in, anlatacak bir hikayesi vardır; uçurumun kenarında sürüklendiği yaşamında ayağı takılmadan, düşmeden hedefine ulaşmaya çabalamıştır.
Hüsn-ü Aşk’ın Yeni Bir Yorumu
Derviş Zaim, eserinde Şeyh Galip’in Hüsn-ü Aşk mesnevisini de merkeze alır. Bunu yeniden yorumlar, içerdiği detaylara yönelik kendi edebi yaklaşımıyla farklı bir analiz gerçekleştirir. Divan edebiyatının son büyük eserlerinden biri olarak kabul edilen bu mesnevi, romanın Doğu kültürü ile ilişkili yönünü oluşturmaktadır.
Türk edebiyatında Hüsn-ü Aşk ekseninde ilerleyen Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur, Orhan Pamuk’un Kara Kitap, Halide Edip Adıvar’ın Döner Ayna eserlerinin ardından, Rüyet de bu özelliğiyle edebiyat dünyamızda önemli bir yer edinmesi kaçınılmaz duruyor. Kara Kitap’ta karakter isimlerinin Hüsn-ü Aşk ile benzerlik göstermesi gibi, Rüyet’te de isimler bu şekilde çağrışım yapmaktadır.
Hüsn-ü Aşk’ın sonunda Hüsn ile Aşk’ın aynı kişiler olduğunu görmemiz gibi Rüyet de roman ilerledikçe karakterlerin iç içe girmesinin başarılı bir örneğini ortaya koymaktadır.
Mesnevilerde yapı olarak on bölüm bulunur. Rüyet’te önemli bir yer edinen ve rüyalar konusunda uyarıcı niteliği olabileceği düşünülen mekan Mesnevi Müzesi de aynı şekilde on bölümden oluşmaktadır. Dibace ile başlayıp Hatime ile sol bulan bu sıralama aslında romanın da akışında kendini göstermiş, hatta eserin son bölümü Hatime alt başlığını almıştır.
Conatus ve Varolma Mücadelemiz
Eserde Doğu kültürünün unsurları dışında Spinoza, mimarlık, şehircilik, çağdaş sanatlar gibi batıya dönük kavramlara da ustalıkla yer verilmiş. İki ayrı kültürün bu topraklarda sentezini ortaya koyma denemesinde bulunulmuş. Sadece edebi gelenekle yapısını oluşturmamış, aynı zamanda metinlerarası ilişkileri güçlü olan bir roman olarak görmekteyiz. Yazarın, sinema eserlerinde (Tabutta Rövaşata, Filler ve Çimen, Cenneti Beklerken…) gördüğümüz gibi ülkenin sahip olduğu kültürel malzemeyi etkili kullanma yönü burada da devam etmekte. Zaim’in yaptığı şu açıklama, bu konudaki uğraşını da ortaya koyuyor:
“Bu topraklarda yaşayan bir yazarın, sahih bir eser yaratabilmesi için hem Batı hem Doğu kaynaklarından beslenmesi gerekiyor. Bu manada Rüyet, hem Şeyh Galip’in mesnevisi olan Hüsn-ü Aşk’ı hem de Batılı roman biçimini bir araya getirmeye çalışıyor. Rüyet Batılı biçimler ve Doğulu biçimleri bir araya getirmeye çalışan bir edebi girişim.”
Eserin felsefi altyapısını oluşturan temellerden birisi de Spinoza’nın “conatus” kavramı etrafında şekilleniyor. “Performansı bu kadar arzulama sebebin ne? Performans kim olduğumu keşfetmemi kolaylaştırabilir belki.” Eserde Sine’nin arayış mücadelesinde conatus kavramını sıkça görüyoruz. Bu, Hobbes ve Liebzig ile felsefeye kazandırılan ama asıl anlam ve önemini Spinoza ile gördüğümüz bir kavram. Bir şeyin conatusu, onun var olma mücadelesini açıklamamıza yarayan temel ilkedir. Spinoza conatusu, her şeyin özü olan bir çaba ve bu çabanın etkin nedeni de Tanrı olacak şekilde açıklamıştır. Canlı ve cansız tüm varlıkların conatusu bulunmaktadır. Sine de kendi varlığını, hayattaki amacını ve nereye gittiğini anlama uğraşı içindedir.
Yazar, 1992 yılında Yunus Nadi Roman Armağanı’nı alan Ares Harikalar Diyarında adlı eserinin ardından hikayelerini yazarak değil, sinemayla anlatmak istediği için yazmaya ara vermiş. Çok sayıda sinema eseri ortaya koymuş, bunlardan biri olan Rüya isimli yapıtı da Rüyet romanının öncülü olma özelliği göstermiş.
Yazar bu ikinci romanında, metnin kolay okunabilirliğini amaçlamış, ancak bunu sağlamaya çalışırken eserin derin katmanlara sahip bir yapıda olmasını da gerçekleştirmeyi başarmış.
Kelime anlamı kalp gözüyle görmek olan, film tadındaki Rüyet günümüz insanının içinde bulunduğu zorlu arayış sürecini ustalıkla ele alıyor.
İlk baskısı Yapı Kredi Yayınları tarafından Nisan 2019’da gerçekleştirilen 264 sayfalık kitabın raf macerası devam ediyor.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!