Demir Taht’a oturması gerektiği konusunda birçok destekçisi olan Daenerys Targayen ya da namı diğer Khaleesi’nin bir şaman olabileceğini hiç düşündünüz mü? Eğer düşünmediyseniz de bu şimdilik aklınızın bir köşesinde dursun ve yazıya başlayalım. Başlıktan anlaşılacağı üzere şamanlardan, simyadan ve Game of Thrones’tan bahsedeceğiz. Peki ama bu üç konu nasıl aynı yazının unsurları haline geldi? Aslında her şey ünlü din tarihçisi Mircea Eliade’nin Demirciler ve Simyacılar adlı kitabını okumamla başladı. Kitap, insanların metalleri işlemeye ve kullanmaya başlaması ile şaman inanışları ve simyacılık faaliyetleri arasındaki ilişkileri ortaya koyan ilginç bir çalışmaydı. Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim. Bu kitaptan burada bahsetmemin asıl nedeni ise içerisinde rastladığım şu cümleler:
“Buryat demircilerinin koruyucu tanrı ve ruhları insanlara yalnızca işlerinde yardımcı olmakla kalmaz, onları kötü ruhlara karşı da korurlar. Demircilerin kendilerine özgü ayinleri vardır: bir at kurban edilir, karnı açılır ve kalbi çıkarılır; bu özellikle bir şaman ayinidir.”
Bir şaman ritüeli olarak atın kalbinin çıkarılarak ayin yapılması Game of Thrones’taki şu meşhur sahneyi hatırlatıyordu.
Bu sahne Khaleesi’nin bir tür ayin diyebileceğimiz bir ortamda bir atın kalbini yemesini gösteriyor. Bu şekilde eski bir demirci-şaman ritüeline gönderme yapılmış olması bana demircilikle, şamanlarla ve bunlarla ilintili olarak simya ile Game of Thrones arasında bazı bağlantılar olabileceğini düşündürdü. Bu yazı dizisi işte bu ilişkileri bir araya toplama gayesini gütmektedir.
Simyayı temsil eden semboller daha önce birçok mitin, edebi eserin arasına özenle yerleştirilmiş ve bu neredeyse bir gelenek halini almıştır. Game of Thrones’ta da bu geleneğe selam çakılarak alt metne simya ve Şamanizm göndermeleri konulmuş olması şaşırtıcı değil. Bu noktada belirtmem gerekir ki okuduğunuz yazı George R. R. Martin’in kitaplarını değil, onun eserlerinden uyarlanmış olan televizyon dizisini temel almaktadır. Bu muhteşem diziyi izleyenler muhakkak onun mitoloji ve belli pagan kültürlerle olan irtibatını fark etmişlerdir. Bizim burada yapacağımız meseleyi Şamanizm ve simya özelinde bir nebze genişletmek olacaktır.
Öncelikle simyanın bir tanımını yapalım. Simya, geçmişi çok eskiye dayanan ve temel olarak değersiz metallerden altın elde edilmesini amaçlayan bir tür pratiktir. Modern kimya ortaya çıkmadan önce çok büyük önem atfedilen bu düşünceyi anlamak için “felsefe taşı” ve “yaşam iksiri” gibi bazı kavramlara göz atmak gerekir. Felsefe taşı değersiz maddeyi altına çevirir, aynı zamanda insanın madde formundan çıkıp tanrısallaşmasında rol oynar. Benzer bir durum ölümsüzlük veren yaşam iksiri (elixir vitae) için de geçerlidir. Dolayısıyla simya yüzeysel bakıldığında altın yapmak hedefini güdüyor gibi görünse de asıl amaç ölümsüzlüktür. Burada altın ölümsüz ve kusursuz maddenin bir sembolüdür.
Simya, düalist dinlerden ve gnostisizmden çokça etkilenmiştir. Düalist dinler var olan her şeyi iki karşıt öğenin etkileşimi ile açıklar. Bu tür inanışlar genel olarak Zerdüşt dinindeki karanlık ve ışık tanrılarının savaşması konseptine dayanmaktadır. Game of Thrones’u bu konseptin ışığında incelediğimizde düalizmin eser içerisinde önemli bir yer tuttuğunu görürüz. Zira bir kere -kitaplar söz konusu olduğunda- tüm serinin ana başlığı Buz ve Ateşin Şarkısı’dır. Buz ve ateş iki karşıt öğe olarak tüm hikayenin temelini oluşturur. Üstelik Işık Tanrısı bizzat hikayenin içerisinde bulunmaktadır. Bu tanrının Mitraizm ile alakasına daha sonraki bir yazıda değineceğiz. Bunların yanında Çok Yüzlü Tanrı’nın mabedi de ismini yine karşıtlıklardan alır: Siyah ve Beyazın Evi.
Bir sahnede Jaqen H’ghar Arya Stark’a bir bozuk para verir, vakti geldiğinde kendisini bulabilmesi için. Bir bozuk paranın iki yüzü vardır: iki karşıt tarafı. Bu sahnede karakter o ünlü repliği söyler: “Valar Morghulis”. Yani “tüm insanlar ölmeli.” Düşünüldüğünde ölüm ve yaşam da yine birbirinin zıttı kavramlardır.
Siyah ve Beyazın Evi’nde bir pınar bulunduğunu hatırlayalım. Gelenlerin acısız bir ölüm için içtikleri bir pınar. Birçok farklı sınavdan geçen Arya Stark bu pınardan içerek tekâmülünü tamamlar ve listesindeki düşmanları öldürmek için yetkin hale gelir. Bu şamanlardaki ve simyadaki erginlenme ritüellerini akla getirmektedir. Arya var oluşun karşıtlıklarını içinde eriterek olmak istediği kişi haline gelmiştir.
Düalizmi bir kenara bırakıp Eliade’nin eserine tekrar göz atılacak olursa Demirciler ve Simyacılar’da yukarıdaki kavramların çıkış noktası olarak demircilik mesleği ve onunla ilintili olan şaman inanışları gösterilmektedir. Bu noktada kitapta bahsi geçen, demircilerin kullandığı fırının bir tür ana rahmi olarak düşünülmesi üzerinde duralım. Bu işlem bir nevi, toprak ananın rahminde büyüyüp olgunlaşan metalin alınıp erken doğum yaptırılmasıdır. Burada ani gelişmeyi sağlayan ateştir. Eliade’nin cümleleriyle:
“Şamanların yanmamaları onların insanlık durumunu aştıklarını, ruhların durumuna geçtiklerini gösterir (ritüel ateş numaralarının sahnelenmesi buradan kaynaklanır: Şamanın itibarını dönemsel olarak doğrulayıp geçerli kılar)… Dökümcüler ve demirciler simyacılar gibi ateşin efendileridir, hepsi de doğanın işine yardım ederek zamansal ritmi hızlandırır ve sonuçta zamanın yerine geçer.”
Game of Thrones dizisinde birçok sahnede Khaleesi’nin ateşten yanmadan çıktığına şahit olduk. Genelde itibarını bu ateşe dayanıklılığı ile kazandı. Ateşe hükmetme bakımından Daenerys Targaryen’in bir başka özelliği de bildiğiniz gibi ejderhaların annesi olması. Simyada önemli bir simge olarak kabul edilen Ouroboros kendi kuyruğunu ısıran bir yılan ya da ejderhadır. Bu sembol döngüselliği ifade eder ve zaman kavramıyla ilişkilidir. Şimdi sizden aşağıdaki Targaryen sembolünü incelemenizi istiyorum.
Burada ilk dikkati çeken kuyruğunu yiyen yılan-ejderha temasına yakınlık olmaktadır. Ancak üzerinde durulması gereken bir başka husus ejderhanın üç başlılığıdır. Bunun nedenini ortaya çıkarmak için Yunan mitolojisinden tanıdığımız bir figür olan Kronos’a bakmamız gerekiyor. Kronos’un isminin anlamı: zaman. Zaten bugün kullandığımız kronik, anakronik ya da kronoloji gibi kelimelerin kökeni de buraya dayanmakta. Erken dönem biçimlerinde Kronos üç başı olan kanatlı bir yılan olarak tasvir ediliyormuş. Dolayısıyla Daenerys Targaryen’in ateşle, ejderhalarla ve dolayısıyla zaman ile ilişkisi bu noktada bir bütünlük kazanıyor.
Simyada güneş ve ay (Kral ve Kraliçe) iki ilke olarak bilinir ve filozof taşının müjdecisi diyebileceğimiz çift cinsiyetli yaratık da onların birleşmesinden meydana gelir. Game of Thrones söz konusu olduğunda Güneş ve Ay kavramları akıllara hemen Khal ile Khaleesi’yi getirmektedir. Drogo’nun Daenerys’e “hayatımın ayı” dediğini ve aynı şekilde Khaleesi’nin de ona “güneşim ve yıldızlarım” diye karşılık verdiğini anımsayınız.
Dizinin ilk sezonunun ikinci bölümünde hizmetçiler ile Khaleesi arasında geçen aşağıdaki konuşmayı yine söz konusu güneş ve ay simgeciliği bağlamında düşünebiliriz. Konuşma şu şekilde:
Hizmetçi: Qarth’lı bir tüccar ejderhaların aydan geldiğini söylemişti.
Khaleesi: Aydan mı?
Hizmetçi: Ayın bir yumurta olduğunu söyledi, Khaleesi. Bir zamanlar gökyüzünde iki ay varmış. Ama biri güneşe çok yaklaşıp sıcaktan çatlamış ve içinden binlerce ejderha dökülerek güneşin ateşini içmişler.
Diğer hizmetçi: Ay yumurta değil. Ay bir tanrıça. Güneşin karısı.
Daenerys’in bir tür şaman oluşuna ilişkin bir başka nokta Ölümsüzler Sarayı denilen yerde yaşadıklarıdır. Onun da her şaman gibi halüsinasyonlarla ilişkili bir sınavdan geçmesidir söz konusu olan. Sınavdan geçen Khaleesi bir yandan da bir kurtarıcının bütün özelliklerini kendinde toplamaya başlar. Köleleri özgürleştirir. Dünyaya adalet getirmek gibi bir misyonun peşinde koşar. En nihayetinde Şamanizm ve başka eski doğa dinleriyle alakalı olarak simya, bir kurtuluş mitolojisini de barındırır içinde. Özgürleştiren kurtarıcı imgesi bu açıdan mantıklıdır.
Sonuç olarak Khaleesi’nin ruhunu özgürleştirmiş bir simyacı, yetkin bir şaman, maddi dünyanın acılarına merhem sürmeye gelmiş bir tür tanrıça imajı olduğu söylenebilir.
Yazı dizimizin bu ilk kısmında ejderhaların annesi Daenerys Targaryen karakteri üzerinde durduk. Dizi içerisinde simyayla en çok ilişkilendirebileceğimiz kısmın Targaryenler olduğu aşikar olduğuna göre devam yazılarında yine onlardan bahsedileceğini tahmin edebilirsiniz. Ancak bu kez Targaryen kanı taşıdığını sonradan öğrendiğimiz Jon Snow başrolde olacak. Eğer Jon Snow’un neden ölüp geri dirildiğini merak ediyorsanız bir sonraki yazıda buluşalım.
Yazı Dizisinin Diğer Bölümleri için Tıklayın
Kaynak:
– Demirciler ve Simyacılar, Mircea Eliade, Kabalcı Yayınevi, 2011.
– Simyadan Kimyaya, Claus Priesner, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2011.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!