Korku türünün yalnızca yetişkinlerle ilişkilendirilmesini oldum olası yanlış bulmuşumdur. İçinde bulunduğumuz zamanda, yeryüzünde varlığını sürdüren çoğu organizmayı hayatta tutan bu en temel duyguyu çocuklardan uzaklaştıran, “Ay evladım korkmasın!” diye fanuslardan fanus beğenemeyen, “Çocuğumun korkuları var,” diyerek psikolog kapılarını aşındıran bir ebeveyn profili var karşımızda. Hayal gücünden yoğrulmuş çocuk denen varlığın, bu güçten etkilenmesini abes bir olaymış gibi karşılamak toplumlarımızda yaygın.
Modern hayatta, korkutucu ögeden çok bizzat korku hissinin çocuklar için bu denli bir ötekileştirme malzemesine dönüştürülmesi bana pek sağlıklı gelmiyor. Elbette her şey gibi korkunun da çocuklara ne şekilde tanıtılacağının bir sınırı olmalı fakat bu duyguyu tamamen dışlamanın daha derin yaralar açtığını düşünüyorum. Bu yüzden son zamanlarda çocuklara ve genç yetişkinlere yönelik “korkunç” kitaplar ve filmlerle karşılaşınca hem mutlu oluyor hem de meraklanıyorum.
Robert Beatty‘nin kaleminden çıkan ve Yabancı Yayınları etiketiyle yayımlanan Serafina ve Siyah Pelerin de son zamanlarda okuduğum çocuk ve genç yetişkin kitapları içerisinde, korkuya bol miktarda yer veren kurgusuyla ilgimi çeken eserlerden biri oldu. Korkunun yanı sıra maceranın ve polisiye tadının da güçlü olduğu bu kitabı okurken kendimi hayal kırıklığına hazırlamış haldeydim. Çünkü Çoksatanlar listelerinden inmeyen ve küçük yaşta okurlar için korku vadeden bir kitap serisine (Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları) de aynı hevesle başlayıp, korku yönünden aradığımı bulamamıştım. Fakat Serafina vadettiğini yerine getirerek beni olumlu yönde şaşırtan bir kitap olmayı başardı.
Serafina sıradışı bir karakter olacağını daha ilk sayfalardan açık etti bana. Babasının tamirci olarak çalıştığı bir 18. yüzyıl malikanesinin bodrumunda herkesten habersiz yaşayan, geceleri fare avlamaya çıkmayı seven, normal insanlardan çok daha hızlı, çevik, ufak tefek bir vücudu olan, gece görüş yeteneğine sahip ve arada şaşaalı malikanenin döşemelerinde tırnaklarını bilemeyi seven bir kız çocuğu düşünün. Kız çocuğu dediğime bakmayın, ben Serafina’yı epeyce bir süre gerçekten kedi, okuduğum kitabı da modern bir fabl denemesi zannetmiştim. Fakat Serafina kanlı canlı bir kız çocuğu olduğu -ya da çoğunlukla öyle göründüğü- için kendisindeki bütün bu tuhaflıkların farkında olan ve kimliğini keşfetmek için çırpınan bir karakter olarak karşımıza çıkıyor kitapta. Serafina’nın karakter gelişiminde diğerlerinden farklı olduğunu keşfetmesine, bu kimliği sorgulamasına ve en sonunda da kendisini kabul etmesine tanıklık ediyoruz.
Serafina gibi bir ana karakterimizin olması kitaba çok ayrı bir tat veriyor çünkü o görünmez olması gereken bir karakter. Evin küçük efendisi Braeden’la tanışıp arkadaş olduktan sonra bile hem kendindeki tuhaflıkların fark edilmemesi için hem de kendisiyle beraber izinsiz yaşayan babasını korumak için evin diğer sakinlerinden kendini saklamak zorunda. Serafina’yı okumak sevdiğiniz bir bilgisayar oyununu gizlilik modunda oynamaya benziyor.
Fakat elbette bu sadece bir kişisel gelişim hikayesi değil. Başta da bahsettiğimiz gibi kitabı ilgi çekici kılacak, okuru hem korkutacak hem de gizemleri çözmek için sürükleyecek bir tetikleyiciye ihtiyacımız var. İşte tam bu ihtiyaç noktasında karşımıza Siyah Pelerinli Adam çıkıyor. Aslında bu karakteri eski masallardan, halk inanışlarından pek çok ögeyle eşleştirebiliriz. Çocukları gece vakti uykularında kaçıran ve “yiyen” Siyah Pelerinli Adam öcü-hortlak karışımı bir yaratık.
Serafina gözlerinin önünde bir çocuğu yok eden bu karakterle karşılaştıktan sonra hikayenin akışı, korkuyla gizem arasında kavislenmeye başlıyor. Malikanedeki çocuklar birbiri ardına kaybolmaya başlarlarken Serafina da sessiz sedasız evin duvarları arasında gezinerek bu korkunç canavarın kim olabileceğini bulmaya çalışıyor. Fakat Serafina’nın işi maalesef hiç kolay değil çünkü yazar neredeyse her bölümde Siyah Pelerinli Adam olması muhtemel yeni bir karakter tanıtıyor bize ve kızımıza. Böylece Serafina da evin içerisinde kendisine yeni bir müttefik ve arkadaş bularak araştırmasına devam etme yolunu benimsiyor.
Her ne kadar çürüyen, kan saçan ve süzülerek avını takip eden bir adet canavara sahip olsa da kitaptaki tek korkunç unsur Siyah Pelerinli Adam’la sınırlı kalmıyor. Babasının da kendisini sık sık uyardığı üzere Serafina’nın kendisini malikanenin ardındaki karanlık ormandan da sakınması gerekiyor. Bölge sakinlerinin lanetli olduğunu düşündükleri orman hem zaman zaman çocuk kaçıran öcümüze ev sahipliği yapıyor hem de kendi başına bile yeterince uğursuzluk barındırıyor.
Tam anlamıyla ilk kez ormana girdiğinde başına gelmedik iş kalmayan Serafina, ormanı kaplayan sis tabakasının arasında boş mezarlar, ürkütücü mezar taşları ve saldırgan vahşi hayvanlarla karşılaşıyor. Ormanı ve içinde saklanan kötü canavarı göz önüne aldığımızda Serafina’nın Kırmızı Başlıklı Kız rolüyle karşımıza çıktığını rahatça söyleyebilirim. Fakat bu sefer Kırmızı Başlıklı Kızımız savunmasız ya da çaresiz değil çünkü o da gecenin yaratıklarından biri ve korkudan kaçmak yerine korkunun üzerine giderek hem kimliği hakkındaki endişelerine bir cevap buluyor hem de çocuklara musallat olan kötücül düşmanını yok etmeyi başarıyor. Sanırım ben bu Kırmızı Başlıklı Kız’ı daha çok sevdim.
Kitabın üç yüz küsur sayfasına eşit dağılmış düşmeyen bir temposu olduğundan bir çırpıda tükettim sayfaları. Çevirmen Lale Günseli Bayır‘ın çevirisini başarılı ve akıcı bulmakla beraber bazı yazım hataları ve anlatım bozukluklarının dikkatimi dağıttığını söylemeden geçemeyeceğim. Çocuklara yönelik kitaplarda bu durumun yaşanmaması için ekstra hassasiyet gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum. Doğru Türkçeyi kitaplardan değilse nereden öğreneceğiz ki sonuçta? Bunun dışında okuma deneyimimde keyfimi kaçıran başka bir şeyle karşılaşmadım.
Serafina gibi karakterlerle ve korkutmaktan çekinmeyen bu tür kitaplarla yollarımızın daha fazla kesişmesini istiyorum. Çünkü korkacak pek çok şeyi olan yetişkinlerle dolu bir dünyada çocuklara nasıl ayakta kalacaklarını öğretmemizin zamanı geldi de geçiyor.