Şeytan Yemini incelemesi sizlerle. Jean-Christophe Grangé’nin kötülüğün kaynağına dair araştırmasının ikinci durağı: Şeytan’ın kendisi!
Şeytan Yemini boyunca, Cinayet Masası baş komiseri Mathieu Durey’in gözünden – birinci tekil kişi ağzıyla- koyu kızıl bir serüvene çıkacaksınız. Işıksızlar ile tanışacak ve Şeytan ile Tanrı’nın simgesel savaşında izleyici -veya taraf- olacaksınız. Siyah Kan ’ın ardından kötülüğün kaynağını araştırmaya devam edeceksiniz.
Şeytan Yemini : Kimi Yakalamaya Çalışıyorsun?
Polisiye kitaplarının temel taşı katilin/katillerin kimlikleri, ana karakterin kimi takip ettiğidir. Grangé’nin bazı kitaplarında, katilin kim olduğu baştan verilir, bazısında ise son 50 sayfaya kadar anlamazsınız ki genelde başvurulan teknik budur. Şeytan Yemini ikinci yöntemi tercih ediyor ve kitap boyunca, Mathieu’nun karşısına bir potansiyel katil değil bir katiller serisi çıkartıyor. En yakın arkadaşı ve kendisi gibi bir Katolik olan Luc Soubeyras’ın intiharını kabullenemeyen Mathieu, Luc’un yarım bıraktığı soruşturmayı alır. Başına gelenler, inancına dair çok ciddi bir sınav olacaktır. Tanrı’nın karşısında Şeytan mı vardır? Şeytanlar serisi mi? Yoksa sadece taklitçiler mi?
Soruşturma boyunca gizli Katolik örgütlerden Vatikan’ın amaçlarına kadar pek çok şey öğrenen Mathieu, soruşturmasını mantıklı sınırlar içinde tutmaya gayret eder. Karşısındaki gücün Şeytan değil, bir ölümlü, sadece bir taklitçi olduğu fikrine sıkı sıkıya bağlı kalmaya çalışır. Mathieu, yobaz denilebilecek şekilde dinine bağlı olmasına, cinsel hayattan uzak durarak her şeyini tanrıya adamış olmasına rağmen Şeytan ismindeki “karşıt gücün” var olabileceğine asla inanmak istememektedir. Bu ilginç bakış açısının sebebi, Mathieu’nun karşılaştığı rahipler tarafından açıklandığı üzere, Satanizmin tekrar yükselmesini engellemek içindir. Katolik inancı, Tanrı’nın tek ve mutlak güç olduğuna, evrendeki kötülüğü simgeleyen Tanrı’ya karşıt bir güç olamayacağına dair propaganda yaparak aslında ciddi bir manipülasyon içerisindedirler.
Mathieu, soruşturması ilerledikçe, Luc’un intiharından önce araştırdığı cinayetin, Avrupa’nın çeşitli yerlerinde yakın dönemde pek çok örneği olduğunu fark eder. Şeytan’ın dünyadaki elçiliğini yaptıklarına inanan Işıksızlar adında bir topluluk, Mathieu’nun araştırdığı cinayetin tıpatıp aynısını korkunç cinayetlerinde kullanmışlardır.
Karanlık bir tüneldeyim. Tünelin duvarları yüzlerden oluşmuş. Acı çeken, inleyen yüzler. Tünelin ucunda kırmızı bir ışık görüyorum, bir yürek gibi atıyor. Ben bir Işıksız’ım.
Kötüyle Savaşmak İçin Kötüye Dönüşmek: Luc Soubeyras
Mathieu kitap boyunca Luc’un ayak izlerini takip eder ve geçmişe dönerken, okuyucu da Luc’un kişiliğini anlamaya başlar. Ergenlik çağlarındaki dini öğrenimleri sırasında tanışan Mathieu ve Luc, hızlıca kaynaşarak sağlam bir dostluğa adım atarlar. Öğrenimleri boyunca tarihteki önemli Hristiyan azizlerden, kutsal kitaptan alıntılar yapar, gelecekte onlar gibi olmayı hayal ederler. Ancak yolları, Luc’un bakış açısının aniden değişim geçirmesiyle ayrılır. Mathieu, yüksek lisans tezinin ardından dini alanda kalarak Vatikan’a kadar gitme hayali kurarken Luc, Şeytan’ın varlığına – Mathieu’nun aksine- inandığı için sokaklara inmeye karar verir. Cinayet Masasında baş komiser olan Luc’un amacı, Şeytan ile sahada, çözeceği cinayetler aracılığıyla savaşmak ve bu süreçte aslında Şeytan’a iyice yaklaşabilmektir.
Bir noktada aynı polis karakolunun Cinayet Masasında yolları kesişen ikili, Luc’un aykırı ve kendi tabiriyle Tanrı’ya hizmet etmek için çürümeyi göze alan- hileleri ve Mathieu’nun şiddetten uzak zekasıyla Paris Cinayet Bürosuna damga vururlar. Ancak Şeytan ile olan savaşta Mathieu ile asla aynı şekilde düşünmeyen Luc, bir soruşturmada ilerleyecek ve kitabın başında öğrendiğimiz gibi, Katolik inancına tamamen aykırı olarak intihara kalkışacaktır. Mathieu, en iyi dostunun intihar sebebi ile dosyası arasında bağlantı kurmaya çalışırken, Luc’un, kötüyle yani Şeytanla savaşma uğruna yaptığı araştırmaları, ne kadar ileri gitmeyi göze aldığına şahit olur.
Şeytan Yemini: Işıksızlar ve Negatif Ölüme Yakın Deneyim
Araştırması derinleştikçe Mathieu, şeytan tarafından hayata döndürüldüklerine inanılan Işıksızlar ile de karşılaşacaktır.
– Bir sonraki paragrafa kadar spoiler içerir. –
Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde öldüğü açıklanan çok sayıda insan, bir süre sonra sapasağlam -hatta hastalıklarından kurtulmuş- olarak hayata dönmüşlerdir. Bunlardan bazıları kilise tarafından Tanrının mucizesi olarak lanse edilmiştir. Fakat daha sonra öğrendiğimize göre aslında onlar da bu mucizenin Tanrı’dan değil Şeytan’dan geldiğini kabul etmekte bu yüzden Işıksızları arayıp incelemeyi amaçlamaktadırlar. “Şeytan”ın hayata döndürdüğü hastalar, ölümden dönen insanların anlattıklarının tam tersini tarif ederler. Genelde anlatıldığı gibi beyaz bir ışık ve tünelin sonunda İsa’yı ( ya da o kültürün dinsel figürünü) görmek yerine, Negatif Ölüme Yakın Deneyim adında bir süreci yaşayarak Şeytan’ın önüne gelmişlerdir. Hepsinin deneyimlerinde, bir çukurdan aşağı düşmek veya karanlık bir koridorda ilerlemek, duvarlardaki mutlu değil ızdırap içinde olan yüzler ve siyah tünelin sonundaki kırmızımsı ışık gibi ortak noktalar vardır. Anlattıklarına göre, Şeytan onları hayata döndürmüş ancak karşılığında Araf Yolcularının Andı adı verilen bir anlaşma yapmıştır. İşte herkesin -Hristiyan kilisesi dahil- peşinde olduğu şey aslında bu ant, Şeytan’ın sözleridir.
– Spoiler sona erdi. –
Negatif Ölüme Yakın Deneyim veya Mathieu dışında herkesin bahsetmeyi tercih ettiği şekilde Şeytan, aynı Siyah Kan gibi kötülüğün kaynaklarından biri olarak karşımıza çıkar. Ben NDE’nin (Negatif Ölüme Yakın Deneyim) kurmaca olduğunu düşünmüştüm ancak gerçek bir olgu olduğunu öğrendim. Grangé, diğer kitaplarında olduğu gibi yine tarihi/tıbbi olgular üzerine, fantastik olayları gerçekliğine inandıracak şekilde kurgulamayı başarmış. Kitabın sonunda, bu korkunç cinayetlerin, katiller serisinin ve bu Tanrıya karşı açılmış savaşın Şeytan’a mı, yoksa psikolojik sebeplerle açıklanabilecek bir durum olup olmadığına karar vermek, tamamen okura kalmış bir durum.
Kitapta göze çarpabilecek başka bir ilginç detay, Şeytan ortamının ve aslında kötülüğün rengi. Karanlık fakat kırmızı koyu bir ışıkla parlayan bir tünel. Ve yıllardır kilise rahiplerinin cüppe tercihlerinin kırmızı/siyah tonların karışımı olması ilginç bir durum.
Kapatırken
Neticede, Şeytan Yemini Grangé’nin nihai araştırmasının ikinci basamağını oluşturuyor. Kötülüğün kaynağını bulmak konusunda ilk adımı Siyah Kan ile, insanın içindeki kötülüğün sembolik şekilde kanı siyaha çevirmesiyle anlatan Grangé, burada da topu Şeytan’a atmış. Üçlemenin ve araştırmanın son basamağını ise Ölü Ruhlar Ormanı oluşturuyor.
Diğer tüm eserleri gibi Doğan Kitap’tan çıkan Şeytan Yemini’nin çevirmeni Şevket Deniz, maalesef birçok yazım hatası ile Tankut Gökçe’nin gölgesinde kalmış. Okunan cümlenin anlamını tamamen değiştirebilecek imlâ hataları hem de. Ancak bu sorun, çevirmenin onlarca dini terim, şiirsel/dinsel alıntı, metafiziksel/psikolojik ve hatta felsefi kavramları okura yansıtma konusundaki başarısıyla affedilebilir.
Çevirmen, oldukça zahmetli bir işin altından kalkmış. Ancak Doğan Kitap bütün Grangé romanlarında, bazı İngilizce ifadelerin veya cümlelerin çevirilmeden bırakılmalarına izin vermiş. Kitap genç kitleleri hedeflediği için basit İngilizce terimlerin sorun çıkarmayacağını düşünmüş olabilirler. Yine de İngilizcesi zayıf insanların da bu kitapları okuma ihtimalini hesaba katıp dipnot olarak açıklama yerleştirseler daha yerinde olabilirmiş.
Siz bu kitabı veya başka herhangi bir Jean-Christophe Grangé eseri okudunuz mu? Yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum ’da bizimle paylaşabilirsiniz.
İyi Grange romanının incelemesi lafının üzerine gelirmiş. @isos81
Aslında kesin severmişim gibi geliyor Grange’i ama nedense bugüne kadar hiçbir kitabını okumadım. Sanırım fantastik hariç hiçbir kitaba şans vermek istemedim. Ama bunun değişme zamanı geldi. Kızıl Nehirler ile başlarım sanırım.