in ,

Sınırdaki Ev: Keyiften Delirtecek Kadar Harika Bir Roman

Lovecraft bile “Başyapıt” dedikten sonra, başka ne denebilir ki?

houseonborderlandjpeg
- Reklam -
- Reklam -

Lovecraft‘a olan büyük hayranlığım ve türe olan derin ilgime rağmen, Sınırdaki Ev nedense uzun süredir gözümden kaçan bir kitaptı. Okuma konusunda benzer zevklere sahip olduğumuz ve çok sevdiğim bir arkadaşımın şiddetli önerisi kitaba başlamamı sağladı, editörüm Hazal Çamur’un ricası (hayır ısrarı değil, ricası) üzerine de inceleme yazıyorum. Çok fazla beğendiğim şeyler konusunda yazmakta her zaman zorlanmış olsam da, bu kitapla ilgili bir şeyler yazmazsam gerçekten olmaz.

Denizcilikten Yazarlığa

1877 yılında Essex’in bir köyünde dünyaya gelen William Hope Hodgson, çok küçük yaşlarından beri denizcilik hayalleri kurmaya başlar. On iki çocuğundan üçünü bebekken kaybeden bir Anglikan rahibinin oğlu olan Hodgson, 14 yaşındayken babasının baskıcı yönetiminden ve evin kalabalığından kaçarak gemilerde çalışmaya başlayarak bu hayalini gerçekleştirme şansı bulur. Sekiz yıl sonra hevesini alan Hodgson, 1899’da gemilere veda eder ve yeni hevesleri olan yazmaya ve fotoğrafçılığa yönelir.

Dönemin popüler dergilerine yazılar gönderen Hodgson, 1907 yılında ilk romanı olan The Boats of the Glen Carrig (Glen Carrig Gemileri) ile edebiyat camiasına girer. Yazımızın asıl konusu olan ikinci romanı olan The House on the Borderland (Sınırdaki Ev) ise hemen ertesi sene piyasaya çıkar. Sonraki yıllarda iki roman daha kaleme alan yazar, romanlarıyla umduğu maddi geliri elde edemeyince kısa öykülere yoğunlaşır. Bu öyküler zamanla, Lovecraft’ın türe verdiği isimle, “tuhaf kurgu”nun öncüsü sayılır.

- Reklam -

Hodgson’ın eserleri, ardılı olan yazarlarla birlikte sinema ve çizgi romanlara da ilham kaynağı olmuştur. 1907 yılında kaleme aldığı ve daha sonra defalarca basılmış olan The Voice in the Night (Karanlıktaki Ses) öyküsü, Japon yönetmen Ishirô Honda tarafından 1963 yılında sinemaya uyarlanır ve Matango adıyla gösterime girer. Carnacki serisinin baş karakteri okült hafiyesi Carnacki ise, Alan Moore klasiği The League of Exraordinary Gentlemen (Olağanüstü Beyefendiler Cemiyeti) üyelerinden birisi olacak kadar meşhur ve sevilen bir karakterdir.

Sınırdaki Ev’in Sınırlara Sığmaması

Sınırdaki Ev için her ne kadar “tuhaf kurgu” diyor olsak da, bu kitabı belirgin bir kalıba sokmak hem zor ve hem de esere yapılacak büyük bir haksızlık olur. Kitap, İrlanda‘nın ıssız kırsalındasinirdeki ev kapak kamp yapan iki arkadaşın, tekinsiz bir ağaçlığın ortasındaki bir harabede buldukları bir el yazmasıyla başlıyor. Buraya kadar iki arkadaştan birinin ağzından anlatılan olaylar, daha sonra tamamen el yazmasından aktarılıyor. Asıl olaylar da burada başlıyor.

El yazması günlüğü kaleme alan isimsiz münzevimiz, bahsi geçen ev harabe olmadan önce orada kız kardeşi ve köpeği Biber ile yaşayan ve anlattıklarından anladığımız kadarıyla orta yaşın biraz üzerinde bir kişi. Öyle şeyler yaşıyor ki, bunları yazmak istiyor. O kadar şeyi yazan birisi akıl sağlığını koruyup bu kadar güzel bir dille yazabilir miydi bilmiyorum ama, bunu sorgulamanın da pek anlamı yok.

Konuyu detaylıca anlatıp keyfinizi kaçırmak istemiyorum. Ancak olaylara mitolojik tanrılar uzaktan misafir oluyor, insan olmayan akıllı ve kötücül canlılar münzevimizi bunaltıyor, yeraltında saklı dehşetler ortaya çıkıyor. Son olarak zamanın perdesi münzevimizin gözünün önünde aralanıyor ve onu bir insanın şahit olabileceği en büyük dehşetle karşı karşıya bırakıyor.

Bu son bahsettiğim kısım kitapta büyük bir yer tutuyor ve emin olun ki buraları tek nefeste okuyacaksınız. Zaman algısı inanılmaz bir şekilde değişen ve hızlanan münzevimiz, çaresiz bir şekilde dünyayı izlemekle yetiniyor. Kalp atışı sırasında asırların geçtiği bir zaman algısıyla uzun süre geçiren bir kişinin nelere şahit olduğunu şimdilik hayal gücünüze bırakmayı tercih ediyorum, çünkü en ufacık bir bilgi vererek alacağınız keyfi bozmayı istemem. Ayrıca bu kısımları okurken keyif almanızı sağlayacak bir diğer etkense, kitabın genelinde olduğu gibi anlatımın ve çevirinin muazzam güzelliği.

- Reklam -

Çeviri Demişken…

İthaki etiketiyle 2014 yılında raflara çıkan kitabın akıcı çevirisi Sönmez Güven tarafından yapılmış. Alican Saygı Ortanca tarafından düzeltisi yapılan ve Yankı Enki tarafından yayına hazırlanıp sonsöz eklenen kitabın baskıya hazırlığı ise Kübra Tekeli tarafından yapılmış ve Seda Ersavcı tarafından çizilen küçük illüstrasyonlar da kitaba eklenerek güzel bir hava katılmış. İngiliz illüstratör ve yazar Ian Miller tarafından bu kitap için hazırlanan dehşetengiz görseli Türkçe baskı için uyarlayan isim ise Şükrü Karakoç.

Çevirinin akıcılığından bahsetmişken, Yankı Enki’nin yazdığı sonsözden bir alıntı yaparak nasıl titiz davranıldığı konusunu iyice açığa çıkartmak isterim:

Sınırdaki Ev, tam anlamıyla bir doğaüstü korku eseri. Ancak Hodgson’ın dilini ve üslubunu Lovecraft’la karşılaştırdığımızda, İngiliz yazarın daha az niteleme yaptığını ve daha fazla eylem cümlesine yer verdiğini görmek mümkündür. Diğer yandan, esere konu olan evin -ki ev, korku edebiyatının başlıca mekanı ve konusudur- ve çukurun -ki önemli bir psikanalitik simgedir- tasvirinde kullanılan kelime seçimleri, bu eserin altyapısındaki sağlamlığı ve zengiliği gösteriyor. Eserin orijinalinde “abyss”, “pit”, “cleft”, “chasm”, “ravine”, “rift” gibi birbirine yakın kelimeler sıklıkla kullanılıyor. Kitabı yayına hazırlarken, metnin Türkçesinde sırasıyla “oyuk”, “çukur”, “ayrık”, “yarık”, “gedik”, “çatlak” olarak karşılamayı uygun bulduğumuz bu kelimelerin yerleşimini, metnin orijinaline sadık kalarak gerçekleştirdik. İngilizce “pit” kelimesi orijinal metinde kaç kez ve hangi noktada kullanılmışsa, karşılığı olan “çukur” kelimesi de aynı sayıda ve aynı noktada kullanıldı ve aynı yaklaşımı bu kümedeki diğer kelimelerin her biri için uyguladık. Ne de olsa Lovecraft’ın miras bıraktığı o “tanımlayamama”, “adlandıramama” sıkıntısını eserin Türkçe çevirisinde yansıtmak gerekiyordu.

Sınırdaki Ev fantastik, bilimkurgu, tuhaf kurgu, korku türlerini seven ve tekinsiz şeyler okumaktan hoşlananların kesinlikle okuması gereken bir kitap. Her birini farklı dozlarda ayrı ayrı içerdiği gibi, bunların arasındaki dengenin harika kurulmuş olduğunu söylemek mümkün. Dilin akıcılığı ve olayların bağlanışıyla bir solukta okunacak bu kitabı eğer hala okumadıysanız mutlaka bir şans vermeniz gerekiyor.

Şimdiden keyifli okumalar!

Türker Beşe

Müzmin arkeolog adayı. 4 yaşında atari oynamakla başlayan oyunculuk macerası şiddetle devam etmektedir. Okuma zevki günden güne değişmekle birlikte, tuhaf kurgu, büyülü gerçeklik ve tekinsiz korkudan aldığı keyfi hiçbir türden alamaz.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

jo walton with hugo

Jo Walton Yeni Kitabında Hugo Ödülleri’ni Anlatacak

china mieville elcilik kenti

China Miéville’in Beklenen Kitabı “Elçilik Kenti” Artık Türkçe!